Bir önceki yazımda Soma’da yaşadığım travmanın psikolojik ve fizyolojik olarak beni nasıl etkilediğini anlatmaya çalıştım. Bana Soma’dan hep travma, üzüntü, stres ve umutsuzluk mu kalmıştır? Hayır, ben Soma’da büyüdüm ve büyümeye devam ediyorum.
Psikoloji literatüründe bir kavram vardır: Travma sonrası büyüme. Soma’da Psikolog Çiğdem Yumbul bana bu kavramı anlatmış, içinde bulunduğumuz travmatik ruh halini, doğru adımlarla bir büyüme sürecine dönüştürebileceğimizi söylemişti. Ben de bu travmatik süreçten nasıl bir büyüme çıkartabileceğime kafa yormaya başladım. Ya bu travmanın içine saplanıp kalacaktım ya da bir yöntem bulup bir büyüme süreci yaratacaktım.
Soma’da yaşadıklarım, “Bunu yapmaya gücüm var mı?” dediğim şeyleri yapmama imkân sağladı. Bunu yaparken kendimle ilgili birçok şey keşfettim ve bana iyi gelen şeyleri buldum; bu keşifler travmayla mücadeleyi de öğretti. Bu yazımda kişisel deneyimlerimi aktarmaya çalışacağım.
Psikoterapi
Travmayla mücadele etme yöntemlerini öğrenmek için psikolojik destek almaya başladım. Aldığım desteğin bana büyük katkısı oldu. Psikolog benim beynimi açıp kötü anılarımı silmiyor; yaşadığım hislerin temeline inip bunun nedenlerini kavramam için çaba gösteriyor. Bu destek boyunca travmatik sahalarda çalışırken dikkat etmemiz gereken noktalar ve öz bakım süreci de irdeleniyor. Verdiğim insani tepkilerin nedenlerini kavradıkça onunla mücadele etme yöntemlerini de geliştirmeye başladım.
Örneğin ölüm duygusunu, bir kayıp yakının hislerinden yola çıkarak değil, o insanın neden öldüğünü, ailenin o acıyı neden o düzeyde yaşadığını ve bu duyguyu hangi toplumsal kodlara dayanarak yaşadığını irdelemeye çalışıyorum. Travma sahalarında gazeteci ikincil travmatizasyona maruz kaldığı için kayıp yakının acısını kendi acısı gibi yaşar. Oysa gazetecinin kaybın acısını o düzeyde yaşaması imkânsızdır. Bu algıya ulaşabildiğimiz takdirde travma sahalarında daha rahat çalışılabileceğini düşünüyorum.
Adalet arayışı
Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde şehit madenci ailelerinin mücadelesini gözlemleme fırsatı bulduk. Hayatında sokağa çıkmamış insanlar adalet arıyor, mahkemeyi de kendi kürsüleri haline getirmeye çalışıyordu.
Yaşadığım travmadan bir çıkış ararken yanımda süren adalet mücadelesini örnek alamamam benim için bir eksiklikti. 301 madencinin mezarlarından çıkartılarak otopsi yapılmasını talep eden CEO Can Gürkan’a, mahkemede şiir okuyan sanık avukatına, ailelerin tepkilerine gülen sanık avukatlarına, “4 gün disiplin hapsine atın!” diyen sanık avukatına olan sabırlarına şahit olmuştum. Aileler bu tavırlara elbette tepki gösteriyor ama mahkemenin gidişatını olumsuz etkileyecek davranışlardan kaçınıyorlardı. Oysa onlar da bu tavırlara karşı mücadele yöntemi geliştiriyorlardı.
Bazı sanık avukatları, aileleri provoke ettiğinde aileler susuyor, mahkeme salonunda değil mahkemenin dışında bağırıyorlardı. Aileler, çocuklarının katillerinden hesap sormak için yaşıyor, torunlarına ölen babalarını anlatıyorlardı. Ölenleri kalplerinde yaşatıyorlardı. Onlar da bir yöntem belirlemişlerdi. Ben de onlar gibi bunun üstesinden gelebilir, onların kullandığı yöntemlerden dersler çıkarabilirdim.
Kolektif hafıza
Soma’da madencilerin hayatlarını nasıl kaybettiğini öğrenmek isteyenler TBMM Soma Maden Kazasını Araştırma Komisyonu’nun ifadelerine başvurabilir. Bunları okuduğunuz zaman insanın ürpermemesi mümkün değildir. Sinirleniyor, üzülüyor, ağlıyor ve lanet ediyorsunuz. Bazen abartılı tepkiler veriyor; onların ölümünü kabullenemiyorsunuz. Oysa kabullenemeyecek bir şey yok! Hepsi öldü… Verdiğimiz abartılı tepkinin tek bir nedeni var: Elimizden bir şey gelmiyor! Oysa bununla mücadele yöntemi olarak hafızalama çalışmaları yapılabilir, kolektif bir hafızayı da inşa edebiliriz. Kendi kendimize bağırdığımız zaman bizi kimse duymuyor…
Edebiyat okumaları
Travmatik ruh halinden çıkmak için başvurduğum bir yöntem de edebiyat oldu. Olayları iyi bir kurguyla işleyen yazarlardan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Orhan Kemal, Orhan Pamuk ve Kemal Tahir’e başvurdum. Bu yazarların kitaplarını okurken kurguyu, sosyal yapıyı, karakterleri, karakterlerin psikolojisini anlamaya çalışıyor, karşılaştıkları sorunlardan nasıl çıktıklarını ya da neden çıkamadıklarını çözmeye çalışıyordum. Kitaptaki kurgudan dersler çıkarmaya çalışıyordum.
Dil öğrenmek
Travmayla başa çıkmanın yöntemleri arasına dil öğrenmeyi de ekledim. Travmayla mücadele ve dil öğrenmek arasında bir ilişki olduğunu düşünmemi garipseyebilirsiniz. Ancak dil öğrenmek bir yöntem öğrenmek demektir. Dilin evrimi, yapısı, fonetiği, alfabesi, o dilin nasıl ortaya çıktığı hususu bir yöntem öğretiyor. Eğer o dil yasaklanmış bir dil ise, o dilin nasıl ayakta kaldığını öğrenerek bir mücadele yöntemi de öğreniyorsunuz. Dil için verilen mücadele size aynı zamanda bir dil felsefesi de kazandırıyor. Travmayla mücadelede bundan daha iyi bir yöntem düşünemiyorum.
Kişilerarası ilişkilerde değişim
Bir buçuk sene boyunca yaptığımız çalışmada görüştüğüm insan grubu şöyleydi: Maden mühendisleri, maden teknikerleri, madenci ailelerinin avukatları, tutuksuz sanıklar, bilirkişiler, Soma eski belediye başkanı, aileler, dernek yöneticileri, belediye görevlileri… Bu insan grubunda Soma dışında hiçbir konu konuşamazdık. Onlara madeni soruyorduk, onlar da bize madeni anlatıyorlardı. Grup içinde birbirimizi travmatize ediyorduk.
Mevcut arkadaş çevremden kopmayarak yeni arkadaşlıklar kurmaya çalışıyor, yeni arkadaşlarımla edebiyat ve sinema üzerine sohbet etmeye çalışıyordum. Çevremi değiştirdikçe zihnimdeki konuların da değiştiğini fark ettim. Bir sonraki çalışmamda buna daha çok dikkat edeceğimi düşünüyorum. Bunu saptayabilmek benim için çok büyük bir kazanım.
Bana ne iyi geliyordu?
Fotoğraf çekmek bana kendimi iyi hissettiriyordu. Bunu bir yöntem kabul ettim; eğer bir yere gideceksem fotoğraf makinemi yanıma mutlaka alıyor, makinemi alamadıysam telefonumla fotoğraf çekmeye çalışıyordum. Bu bana çevremde yoğunlaşabileceğim birçok konunun ve nesnenin olduğunu fark ettirdi.
Güneşin batışını izlediğim zaman güneşin yansıması ile ortaya çok güzel fotoğrafların çıkabileceğini fark ettim. Zihin enerjimi sadece Soma’ya değil, güneşin batışına da ayırmaya çalıştım. Bu yöntem bana dünyanın Soma’dan ibaret olmadığını öğretirken, nelerden güç aldığımı da ortaya çıkarıyordu.
Soma…
Soma; ölümün soğukluğuyla beni yüzleştiren, insanın zaaflarının olduğunu, ekmek kavgasını, insanların açlıkla terbiye edildiğini ve hayatı öğreten bir kent oldu. 23 yaşımda girdiğim bu şehirden 25 yaşında ayrıldım. Birçok hikâyeye tanık oldum, birçok anı dinledim. Hikâyelerin ağırlığını taşıyorum ve taşımaya devam edeceğim. Ne Koray Şef’i unutabilirim, ne Uğur Çolak’ı, ne Uğur Canbey’i, ne de Mehmet Efe’yi…
Yoğun kâbuslar ve kırılganlıklarla mücadele mi edecektim, yoksa bu girdabın içinde boğulacak mıydım? Hayata dâhil olmuşken bir uçurumun dibine gelip, uçurumdan kanatlanacak mıydım, yoksa uçurumdan aşağı mı düşecektim? Ben kanatlanmaya karar verdim. Elimden geldiğince bazı yöntemler geliştiriyorum ve destek almaktan çekinmiyorum. Bu yöntemlerin beni daha güçlü kılacağına inanıyorum. Travmatize olabiliriz, yaşamımıza eskisi gibi devam edemeyebiliriz. Ama bundan bir yol yaratmanın mümkün olduğunu biliyorum.
Bunları meslektaşlarımla paylaşmamın tek bir nedeni var: Bizim sektörde böyle şeylerin derinlemesine konuşulmadığını herkes bilir. Korkarız, çekiniriz. Bu tip olaylarla mücadele yöntemini de bilmeyiz. Bazıları 70’lik rakı şişesine vurur kendini, bazıları dağ bayır dolaşır. Ama bu yaşadıklarımız bir gün öyle yerden patlak verir ki, ne olduğunu anlayamayız. “Ben bu olaydan hiç etkilenmedim” cümlesi tehlikenin başladığı cümledir. Bazı gazeteciler bunu güzel bir özellikmiş gibi övünerek anlatır. Bir insan bir ölümün karşısında nasıl etkilenmez? Biz robot muyuz, etten kemikten insan mıyız? Yapılan hatalardan bir tanesi de üzüntüye karşı eşik oluşturmaktır.
Uzun yıllar muhabirlik yapan ve psikolojik destek almaya başlayan bir gazeteci tanıdığım bana şu cümleyi kurdu: Geçmişin sıkıntıları şimdi ortaya çıkıyor… Geçmişin sıkıntıları neden en verimli olabileceğimiz yaşta ortaya çıksın? Neden bununla mücadele etmeyelim? Neden sağlıklı bir aile ve iş ortamımız olmasın? Bunlar mümkün…
Hazineler kaybedildiği yerde aranırmış. Biz de kaybettiğimiz yere dönebilir, o hazineyi bulabiliriz.