Görüş

İkincil Travma: Okuduğumuz acıyla nasıl baş edeceğiz?

(Fotoğraf: Arif Akdoğan)
Dehşet görüntülerini defalarca izleyen, fotoğrafları sansürsüz gören, görgü tanıklarıyla ilk röportajları yapan gazetecilerin akıl sağlığını korumak için yapması gerekenler var.

5 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara…

Bu satırları okuyan şanslı insanların pek çoğu o tarihlerde, o yerlerde değildi. Belki İstanbul’da bir haber masasında ‘son dakika’ metnini giriyordunuz, belki de Twitter başında bilgileri doğrulamaya çalışıyordunuz. Fakat her bir olayın görüntüsünü, hatta çığlıkları dahi hatırlıyorsunuz muhtemelen. Devam eden günlerde belki uykusuzluk çektiniz, kendinizi güçsüz ve çaresiz hissettiniz, işinize konsantre olmakta zorlandınız.

‘İkincil travma’ ruhsal travmaya yol açabilecek bir olayı doğrudan yaşamamış olan ama travmaya uğramış insanlarla birebir ilgilenenlerde görülebiliyor. Bu kavramı ilk kez, mültecilere sağlık kontrolleri sırasında tercüme yapan bir arkadaşımdan duymuştum.

Peki, bu tür dehşet verici olayların görüntülerini farklı açılardan defalarca izleyen, ilk anda gelen fotoğrafları sansürsüz gören, hatta alana acil yardım görevlilerinden sonra ulaşıp görgü tanıklarıyla ilk röportajları yapan gazeteciler?

BBC Türkçe’nin aktardığı bir araştırma dehşet verici görüntüleri izleyenlerin de travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtileri gösterebildiğini anlatıyor. Türkiye Psikiyatri Derneği basın sözcüsü Burhanettin Kaya ise savaşı izleyen gazetecilerin birinci elden travmayı yaşadıklarını söylüyor. Bu nedenle polislerle birlikte gazeteciler de Amerikan Psikologlar Birliği’nin tanı kitabında (DSM-5) risk grupları arasında sayılmış. Özellikle savaş muhabirlerinin depresyon ve TSSB riski sıradan insanların kat be kat üstünde.

Fakat Türkiye’de ana akım basına güvenin giderek azaldığı bu dönemde pek çoğumuz haberleri sosyal medyada paylaşıyor ve sosyal medyadan alıyoruz. Bu, bazen aradaki denetim mekanizmasının da kaldırılması, dehşet verici görüntülerin bize doğrudan ulaşması anlamına geliyor.

İzlemekle de kalmıyoruz aslında, kan ihtiyacını duyuruyoruz, yardımları ulaştırmaya çalışıyoruz, kaybolanların yakınlarını arıyoruz. Yakınlarımız ölmemiş olsa bile, ölenleri yakınımız yapıyoruz.

Adli Tıp önünde kurbanların yakınlarına ruhsal destek veren psikologlar, acıyı içimize atıp güçlü durmaya çalışarak iyileşemeyeceğimizi söylüyorlar. Duygularımızı ifade etmek, acımızı hissedenlerle birlikte yasımızı tutmak gerekiyor.

Benzer trajedileri yaşayan diğer toplumlar ne yaptı, tanık oldukları acıyla nasıl baş etmeyi öğrendiler? Bir yol haritası çizebilmek adına, geriye doğru gidelim.

2014 DONETSK
Amsterdam-Kuala Lumpur seferini yapan Malezya Airlines uçağı Rusya taraftarı ayrılıkçılar tarafından Ukrayna üzerinde düşürüldü. Savaşla hiçbir bağı olmayan 193’ü Hollanda vatandaşı 298 kişi öldü.

Hollanda’nın savaş geçmişi oldukça uzak. 1962’de Kraliçe’nin ölümünden beri ilk kez bir günlük yas ilan edildi, tüm ülkede bayraklar 23 Temmuz’da yarıya indirildi, cenazelerin getirildiği saat 16.00’da tüm ülkede -zorunlu olmayan, ama yerel yönetimler dahil herkesin katıldığı- bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu; otobüsler, taksiler ve hatta kalkış için bekleyen uçaklar dahi durdu. Hükümet tüm gazetelere tam sayfa ilan vererek, yabancı ülke vatandaşları da dahil, 298 kişinin isminin yer aldığı bir liste yayımlayıp başsağlığı diledi. Uçağın son kez ayrıldığı Schiphol havalimanında bir taziye köşesi oluşturuldu, Kasım ayında ise yakınlarını yitiren tüm ailelerin katılımıyla anma gecesi düzenlendi.

Yas ile birlikte, güvenlik ve adalet hissinin de yeniden sağlanması için, enkazın olduğu çatışma alanına adli tıp uzmanları gönderildi, katliama sebep olan silahların ve emri veren kişilerin izini süren uluslararası bir rapor hazırlandı. Pek çok havayolu şirketi artık çatışma alanlarının üzerinden uçmuyor.

2011 OSLO
Andre Breivik’in Oslo’da hükümet binalarına yaptığı bombalı saldırı sonucu 8 kişi, Utøya adasına düzenlediği silahlı saldırıda ise çoğu çocuk ve genç 69 kişi yaşamını yitirdi.

25 Temmuz’da Oslo’da 200 bin kişi ‘çiçek yürüyüşü’ için buluştu (Oslo nüfusunun yaklaşık üçte biri), tüm İskandinav ülkelerinde bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

Saldırıların olduğu iki yere anıtlar yapılması için akademisyenler ve sanatçılardan oluşan bir ekip, kurbanların yakınlarıyla görüştü. İlk günlerde çiçeklerle oluşturulan anı alanlarının bugün nasıl kalıcı mekanlara, acının da yasa nasıl dönüştüğünü inceleyen master ve doktora tezleri yazıldı.

Saldırının hazırlık aşamasında istihbarat servisinin, saldırı sırasında ise güvenlik güçlerinin hatalarını listeleyen rapor bir yıl içinde tamamlandı, Norveç Polis Şefi rapor üzerine istifasını sundu, hükümet rapordaki önerileri uygulamaya koydu.

2004 MADRİD
Ankara saldırısına belki de en benzer örnek, İspanya genel seçimlerinden üç gün önce Madrid’de banliyö trenlerine konan bombalarla 191 kişinin öldürülmesi olabilir.

Muhafazakar Aznar hükümeti, saldırganların El Kaide’ye özenen aşırı İslamcı bir grup olduğuna dair kanıtlara rağmen eylemi ayrılıkçı ETA’nın gerçekleştirdiği tezini ısrarla işlemiş; halkı yanıltmanın bedelini seçim yenilgisiyle ödemişti.

Ölenlerin anısına yapılan parkın ismi, yakınlarını kaybedenlerin talebiyle ‘Hatırlama Ormanı’ kondu, Atocha tren istasyonunun yanında dikilen anıtın açılışında ise, yine kurbanların yakınlarının talebiyle hiçbir siyasetçi konuşma yapmadı.

2015 ANKARA
Psikiyatrist Küçükparlak’a göre 10 Ekim’den beri gördüğümüz ise, böyle bir kitlesel travmada yapılması gerekenin tam tersi.

Meselenin siyasi getirilerini öncelikleri yapan siyasetçiler, sorumsuz bakanlar ve görevlerini yapmayan kurumlar arasında acımızı yaşayamıyoruz. Karşıt grubu sadece ‘yanlış’ değil, artık ‘düşman’ da gören bu kutuplaşma ortamında saygı duruşu bile ıslıklanıyor. Ankara’da ne olduğunu, Adıyaman’da neden olduğunu dahi konuşmamız yasaklanıyor, şu en güvensiz anımızda devlet tüm güvenimizi kaybediyor.

Patlamanın yaşandığı isimsiz meydan, kimseye sorulmadan ‘Demokrasi Meydanı’ oldu bile; anıt yapılması için verilen kanun teklifi ise muhalefet partilerinin diğer teklifleriyle birlikte meclisin dehlizlerine gömülecek.

Böyle bir durumda acıyı ekranımıza getiren araçlar, yasımızın da (yegâne) aracı olabilir.

Patlama gününden itibaren iki haber masası; Dağ Medya ve Bianet, yaşamını yitirenlerin hikayelerini açık kaynaklardan doğrulayıp derlemeye başladı. P24 ise önümüzdeki bir yıl boyunca kurbanların portrelerini yazacak ve katliamın yıldönümünde kitaplaştıracak.

Şiddetten ölen kadınlar için yapılan dijital anıt, Anıt Sayaç gibi değerli emekler önümüzdeyken, okuduğumuz acıyla baş etmenin yolu, kaybettiklerimizin anısını inatla yazmak olabilir.

 


NOTLAR:

* Eğer travmatik bir olayın etkilerini bir aydan uzun süre hissediyorsanız mutlaka bir ruh sağlığı uzmanına başvurun.

** Bu makaleyle ilgili görsellere ve yararlanılan kaynaklara şu linkten ulaşabilirsiniz: bit.ly/Journo_yas 

Efe Kerem Sözeri

Vrije Üniversitesi’nde göçmenler üzerine doktora yapıyor. Bilişim, sosyal medya ve iletişim üzerine yazılar yazıyor.

Journo E-Bülten