Esasen sinema teorileri ile tanınan Siegfried Kracauer’in, otel lobilerinden, seyahat alışkanlıklarına; aniden popüler hale gelen bir dans-müzik grubu koreografisinden çok okunan romanlara dek dönemin ruhunu mercek altına aldığı Kitle Süsü isimli nefis bir kitabı var. Kalabalıkların ruhunun peşine insanların seyahat ritüellerinde, dans figürlerinde düşüyor. Benjamin ve Adorno’nun oldukça yakın arkadaşı; Georg Simmel ve Lukács’ın en kıymetli ve gelecek vadeden öğrencisi olarak bilinen Kracauer. Kitle Süsü’nde gözümüzün ta önünde bariz şekilde duran kavramları nefis sorularla önce yıkar, sonra tekrar inşa eder. Gişe rekoru kıran filmlerin perdelerinin arkalarına bakar, fakir tezgâhtar kızların rüyalarının altını kazar. Tarkan’ın yeni albümü Tarkan 10’u dinlerken sık sık aklıma Kitle Süsü geldi. Sanatçının yeni şarkılarının, tam olarak içinde bulunduğumuz zamanın ruhunu başarıyla yansıttıklarını düşündüm.
Geçen bahar, tüm ödünçlerini geri verdiği Türk Sanat Müziği albümü Ahde Vefa’yı armağan etmişti dinleyicilerine. Tarkan’ın yıldızlaşmasının en önemli unsurlarından biri, pop şarkılarını sanat musikisi söyleme biçimiyle, sanat musikisinden taşıdıklarıyla söylemesiydi. Ahde Vefa ile yıllar öncesinden bakiye kalmış bir borcu kapatıvermiş oldu sanki.
Doksanlı yılların ortalarından beridir, gözlerindeki, omuzlarındaki yıldız ışıkları, kendi aynasından taşan sırları, üzerlerimize serpildi, serpildi, yok bitmedi, bitmiyor. Buralar için fazla bir kumaştı. Fazladan yıldız işaretleri. Bu gezegenlere bir türlü sığmayan.
Kolay değil, popüler kültürle, hayranlarıyla, ‘diğerleri’ ile, mükemmel bir mesafeyi sabitledi, nasılsa ipler Tarkan’ın elinde. İstediğince yakın, istediği an uzak. Sınırlarını hiç ayarlayamayan bir toplumda öyle güzel sınır belirliyor ki Tarkan. O zor matematik, bir tek O’nda hiç çözülmedi.
Zamanın göçebe ruhu
Yedi yıl aradan sonra karşımıza gelen yeni pop albümünde Sezen Aksu’nun, Aysel Gürel’in, Nazan Öncel’in imzası var bir kere, efsane bir aritmetik. Ama bu güzel aritmetiğe, bu özenli işe rağmen, niye Tarkan’ın yeni şarkılarını dinlerken Dudu, Kuzu Kuzu, Ölürüm Sana veya Kış Güneşi’ni dinlerken hissettiğimizi hissedemiyoruz? Neden yerden yere çarpılmıyoruz?
Tarkan yine şarkılarını nefis seslendiriyor, vokal tekniğinde, aranjelerde, kayıtlarda, prodüksiyonda ne bir pürüz ne bir aksama. Ama yine de bir şey eksik. Yıllardır telefonumda dinlediğim 39 şarkının 4’ü Tarkan’ın: Dudu, Kuzu Kuzu, Ölürüm Sana ve Kış Güneşi. Kaç bahar, kaç yazdır dinliyorum; bir kere bile Tarkan’ın bu dört şarkısında, bir sonraki şarkıya atlamadım. Dinledikçe dinliyorum, daha çok dinledikçe aradan seneler de geçse daha fazla lezzet alıyorum.
Belli ki, milyon kere de dinlense, her seferinde aynı keyifle dinlenecek, verdiği haz azalmayacak. Ama Tarkan’ın yeni şarkılarında, hızlı veya yavaş, niye aradığımızı bulamadık? Elbette hızlı şarkıları ile dans mekânlarında, yavaş şarkıları ile de pek çok romantik aşka misafir olacak, hiçbir itirazımız yok.
Ancak bir şey eksik. Kariyerinin onuncu albümünde, Tarkan’dan yüksek beklentimizi karşılamayan bir eksiklik var. Herhangi bir pop müzik şarkıcısından söz etmiyoruz, Tarkan söz konusu olunca kelimeler, cümleler değişiyor; beklentimiz arşa çıkıyor. Ya zamanın sığ, hızlı, her şeyi tüketici, göçebe ruhu, Tarkan’ı da aşağıya çeken ya da çağın, bireyin ve kitlenin içini boşaltıp kuyulara atan hayaleti. Kitleyi ‘süs’ü ile ikna edebilir ancak zamanı asla.