Her yıl hobi amaçlı pek çok yere gidiyorum. Kimi zaman dağa tırmanıyorum, kimi zaman yüzme yarışına katılıyorum. Bazen derinlere dalış yapıyorum, bazen de uzaklara pedallıyorum. Yağlanıp güreş tutmuşluğum bile var. Bunların da çoğunu habere çeviriyorum. Nasıl mı? Buyurunuz… Bu kez işe dönüştürdüğüm tatilin hedefi Aladağlar’ın Emler Zirvesi, haber konum ise katırcılık kültürü.
Uzun yıllar önce Radikal’de gazeteciliğe başladım. O gün bugündür benim için gazetecilik bir iş değil, yaşam biçimi. Mesaisi, tatili olmayan bir meslek. Kimileri için bu sözler tüyleri ürpertici olabilir ancak benim için öyle değil.
Bu nedenle hayatımdaki pek çok zevkimi de mesleğimle birleştirdim. Yaptığım sporlar, uğraştığım hobilerim yazı konusu haline geldi. Çıktığım dağlar, yüzdüğüm-dalış yaptığım denizler, koştuğum parkurlar, bisiklet sürdüğüm yollar hatta güreş tuttuğum er meydanları hakkında hep yazı yazdım. Üstelik çoğu da bir haber değeri taşıyordu. Zaten bir gazeteci için Türkiye biçilmiş kaftan. Ne yöne baksan haber. Yeter ki bakmasını bilelim!
Şimdi, bugüne kadar yaptıklarımı değil de, en son yaptığımı anlatayım…
Yıllardır çevre gazeteciliği yaptım. Bunun tek bir nedeni yok aslında, doğup büyüdüğüm o Karadeniz ilçesinin yeşilliği, doğaya olan tutkum, çalıştığım gazetenin vizyonu hep birbiriyle örtüştü. Ne zaman da fırsatını bulsam hep doğaya kaçıyorum. Beş yıldızlı oteldense, bir dağın eteklerinde ya da deniz kenarında çadırda kalmak bana daha iyi geliyor.
Üç yıllık hedef: Emler
Pandemi yasaklarının ardından yine ilk fırsatta kendimi doğaya, yüksek dağlara attım. Aslında bu seferki rotayı altı ay öncesinden belirlemiştik. Geçen iki yıl olduğu gibi yine Aladağlar’a gidecek, iki kez uğraşıp da çıkamadığımız Emler Zirvesi’ne çıkacaktık. Hatta bir kez iki aile yaptığımız faaliyeti dâhil edip yine Emler’i teyit geçişimizi de sayarsam tam üç kez Emler’in yanına kadar gidip zirvesine çıkamadık.
Bu sefer yine hedef aynı, yalnız tek bir farkla. Hep kışın denedik. Bu kez garanti olsun diye kar yağışının olmayacağı bir tarihi seçtik, temmuzun ortası…
Bu yaptığımız aslında ne tam olarak bir tatil ne de dağcılık faaliyeti. İkisinden azar azar… Önemli olan dağ havası almak, doğaya kaçmak.
Son üç yıldır işi iyi bilenlerle, onların arasına kaynayan bizler, 10-12 kişilik bir grup kurduk. Adını da “Dağ Adamları” koyduk. Her yıl bir kış, bir de yaz faaliyeti yapmaya gayret gösteriyoruz.
Yola çıkmadan önce benim kafamda yine hep aynı soru vardı: “Bu sefer nasıl bir iş çıkarabilirim, ne yazabilirim, ne çekebilirim?” (Merak edenler için Aladağlar’a yaptığım daha önceki gezilerimle ilgili yazdığım yazıları, çektiğim videoları bu yazının altına koyuyorum.)
Radikal’in ardından Hürriyet’te çalıştım. Seyahat ekinin yayın yönetmenliğini yaptım. Kovulana kadar da Hürriyet eklerde editör olarak görev aldım. Daha önceki gezilerimi buralara yazıyor, videolar çekiyordum.
Hürriyet’in ardından DW Türkçe’de çalışmaya başladım. DW Türkçe’nin France 24, Voice Of America ve BBC Türkçe ile beraber kurduğu +90 YouTube kanalı için bu kez bir hikâyenin peşine düştüm; Aladağlar’ın katırcıları.
Bu yaptığım seyahat boyunca hem dağlara tırmandım, hem de katırcıların izinden gittim. (Belgesel bu yazı yayımlandığında hâlen kurgu aşamasındaydı. Umarım kısa sürede yayımlanır.)
Yine buldum bir iş kendime dedim ve düştüm yollara. Aslında buna mecbur değilim ama elimde olmadan böyle davranıyorum. Yediğimi içtiğimi kendime saklıyorum fakat gezdiklerimi gördüklerimi paylaşıyorum.
Dağcıların mabedi
Hikâyeye yani faaliyetimize geri dönelim. Bilmeyenler için biraz Aladağlar’ı anlatalım. Adını ilk duyduğumda “Acaba hangi memlekette?” diye içimden geçirdiğim bir yere, her yıl gideceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Kayseri-Niğde-Adana arasındaki bu sıradağlar, Türkiye’deki dağcıların mabediymiş meğer. Neden öyle olduğunu ilk gördüğümde anladım.
Ben Türkiye’de bu kadar güzel manzaraya az rastladım. Tamam, Anadolu’nun dört bir yanı güzel fakat burası bir başka.
Pandemi diye uçaktan kaçındık, arabaya atladık. İstikamet her zamanki gibi Niğde’nin Çamardı ilçesindeki Çukurbağ köyünde bulunan Ahmet Abi’nin (Üçer) pansiyonu. 10 saatlik yolculuğun ardından adrese ulaştık. Deniz seviyesinden 2 bin metreye çıkınca önce bir gün mola vermek şart. İrtifaya alışmak gerek. Zira hedef 3 bin 723 metre, Emler Zirvesi.
Aladağlar Milli Parkı’nda konaklamak için çeşitli alternatifler var. Türkiye Dağcılık Federasyonu’na bağlı Mümtaz Çankaya Dağ Evi, özel birkaç pansiyon… Ancak hiçbirinde bu dağlarda doğup büyümüş Ahmet Abi’nin evindeki sıcaklık yok. Beş odalı evinde yer olmasa da sorun değil. Elma ağaçlarının altı, çadırlar için biçilmiş kaftan.
Bu sefer ekipte fire çok. 11 kişi sözleştik, dört kişi buluştuk. Burak Sarı, Atilla Atalay ve Polat Dede’den oluşan ekiple sabah yürüyüşe başlayacağımız Karayalak’a ulaştık. Koyunların arasından geçerek çoban köpeğinden, Afgan Çoban Murat’ın gözetiminde sakınarak yürüyüşe başladık.
Katırlar ağır yüklerle önde, biz birer sırt çantasıyla arkadan ilerliyoruz. Benim hikâyem de burada devreye giriyor.
Dünyanın birçok yerinde lojistik amaçlı katırlar kullanılıyor. Kimi yer de yükleri insanlar taşıyor. Nepal’de Himalayalar’da olduğu gibi…
Ancak Türkiye’de Ağrı’da, Kaçkarlar’da ve Aladağlar’da hâlâ az da olsa katırcılık kültürü devam ediyor.
Aladağlar’da Ahmet Üçer bu işin öncülüğünü yapıyor. Bu işin haberini yapacağım zaman bir doğa tutkunu olarak hayvan hakları bakımından da olayı ele aldım. Ahmet Abi’nin dört çocuğu var. Her bir katırı da onun beşinci çocuğu gibi. Üç yıllık deneyimimde bunu gördüm. Bunu bildiğimden ve katırcılığın yüzyıllardır devam eden bir kültür olduğunu öğrendiğimden böyle bir hikâyeyi anlatmakta bir beis görmedim.
Buydurmak ne demek
Yolculuğun katırlarla olan ilk etabı altı saatlik bir macera. Demirkazık’ın gölgesinde sert yokuşları tırmanıp ana kampımız Çelik Buyduran’a ulaşmak pek de kolay olmadı. “Buydurmak” bölgede dondurmak anlamında kullanılıyor. Ana kampta kar sularından akan suya elinizi değdiğinizde anlamını şıp diye çözüyorsunuz zaten.
“Şişen ayaklarımızı akan suya sokalım, ödemleri alsın” dedik. 15 saniyeden fazla kimse duramadı. 3 bin 350 metreye çadırları kurduk.
Harap ve bitap şekilde yürüyüşümüze devam ederken ilk anormalliği burada fark ettim. Aynı yolu daha önce de hem kış, hem yaz geçmiştim; ancak bu kadar kalabalık hiç görmemiştim. İlk başlarda pek bir anlam veremedim. Ankaralı meslektaşlarım meclis muhabirlerinden, üniversite öğretim görevlilerine kadar pek çok doğaseverle karşılaştık. Meğer pandemiden kurtulan soluğu dağlarda almış. İnsanlar otellere gitmek yerine doğaya kaçmış.
Yorgunluktan bayılmaz üzereydik ki çadırlarımızı kurmayı başardık. Üstüne bir de akşam yemeğimizi hazırladık. Katırların sırtında gelen makarnaları pişirdik. Fesleğenlisinden sucuklusuna geniş bir makarna çeşidimiz oldu. 3 bin 350 metrede tam bir ziyafetle günü bitirdik.
Yağan kardan ne çektiğimizi biliyoruz
Dağ havası ve irtifa çarpıyor ister istemez. Uzun bir süre baş ağrısı çektim. Gece zor uyudum. Gece dediğime bakmayın o irtifada, o yorgunlukla en geç 9-10’da uyuyorsunuz. Sabah da 6’da cin gibi uyanıyorsunuz.
Bu kısım çok önemli; hedef Emler Zirvesi. Daha önce iki kez tecrübe ettiğimiz Emler Zirvesi’ne bir türlü çıkamamıştık. Hep kar yağışının azizliğine uğradık. Önce “2 Ocak’ta gedelim, yılın ilk kış tırmanışını yapalım” dedik. Fantezinin kurbanı olduk. 15 metre karla boğuşmaya enerjimiz yetmeyince yarı yoldan geri döndük. İkincisinde “Kış olsun ama kar olmasın” dedik. Kasımda tuttuk Niğde’nin yollarını. Bu kez de tam biz ana kampa çadır attığımız gece kar, dolu, fırtına hepsi birden başladı. Sabah yan çadırı bile göremeyince dönüş yolunu tuttuk. Yolu bile zor bulduk.
Bu kez işi şansa bırakmayıp temmuz ortasında zirve yoluna girdik. Üç saatlik ağır ağır bir yürüyüşün ardından nihayet Emler Zirvesi’ne ulaştık. Normalde dağcıların 10-15 dakika durup indikleri zirvede biz doya doya bir saat geçirdik. Fotoğrafın her türlüsünü çektirdik. İmkân olsa orada çadır kurup yatacaktık ama bunu yapıp zayi olan ilk Türkler olmayı gözümüz kesmedi.
Birkaç saatlik yürüyüşün, tırmanıp inişin ardından yine ana kampımıza vardık. Çelik Buyduran’da bir gece daha geçirdikten sonra geri dönüşe başladık.
Çarşak ne demek?
Ağır ağır çıktığımız yollardan hızlıca iniyorduk. Özellikle “çarşak” adı verilen iri çakıllı yollardan üç metrelik adımlarla kaya kaya inmek inanılmaz zevkliydi.
Yeniden sıcak yuvamıza, Ahmet Üçer’in pansiyonuna attık kendimizi. Ahmet Abi’ye yol boyunca çok kalabalık gruplar olduğunu söyledim. Pandemi döneminde hiç olmadığı kadar dağcının bölgeye geldiğini anlattı. “Çoğu tanıdık, ama çok gelen var, hafta içi fazla gelen olmazdı, şu anda hafta içi de neredeyse her gün dolu” diyen Ahmet Abi şöyle devam etti:
“Bir zamanlar buraya çok fazla yabancı turist gelirdi. 2015’ten sonra tamamen kesildi. Halen yabancı turist sayısı çok az. Kimse gelmiyor. Geçen yıl sonuna doğru tam gelmeye başlamışlardı ki bu kez de pandemi engel oldu. Ancak şu anda yerli turizm çok hareketli.”
Ertesi gün Emler Zirvesi’ne giden vadinin bir yanındaki Emli Vadisi’ne gezmek için gittik. Burada da profesyonel seyahat acentesi Montis Trips and Expeditions kamp alanında çok sayıda çadır kurmuştu. Montis’in kurucularından Ercan Selim Kolbakır, pandemi kısıtlamaları sonrasında büyük bir yoğunluk yaşadıklarını, bundan da çok memnun olduklarını söyledi.
Ertesi gün geri dönüşe başladığımda aklımda Emler Zirvesi’ne çıktığımda imza attığım zirve defterindeki bir not takıldı. Everest’e ilk çıkan Edmund Hillary’nin bir notuydu bu: “Aslında fethetmeye çalıştığın dağ değil, kendinsin.”
Ne kadar haklı bir söz olduğunu düşündüm uzun uzun. Hele pandemi döneminde özellikle de biz gazeteciler dağları değil, kendimizi keşfediyoruz.
Not: Daha önce Aladağlar ile ilgili hazırladığım videolar ve yayımlanan bir haberim:
ve “Üç çocukla üç gün üç gecede Toroslar nasıl aşılır?”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – YASAKLI İSTANBUL’DA BİR GÜN