Görüş Yeni Medya

Teknoloji, gazetecileri özgürleştirir mi?

Gazetecilik hiç olmadığı kadar kolaylaştı. Bugün ‘yurttaş haberciliği’nden bahsediyoruz çünkü teknoloji çağında aslında her şey kolaylaştı. Peki bu teknolojik ilerlemenin gazeteciliğe etkisi hangi yönde? Yani teknoloji, gazetecileri özgürleştiriyor mu? İşlerini kolaylaştırıyor mu?

Cevap evet ve de hayır!

Teknoloji, gazeteciliği kolaylaştırdı

Gazetecilik faaliyetlerini, haberi/konuyu araştırmak, yazmak, dağıtım ve okutmak diye özetlersek, bu adımların her birinde teknolojinin ve internetin getirdiği olanaklar müthiş.

Araştırmayı yani hazırlık safhasını Google ve ilgili kişilere mail gönderip almak yoluyla, sadece masa başından ya da cep telefonunuzdan bile yapabilirsiniz. Dünyanın öbür tarafına gitmeden de dünyanın öbür tarafını yazabilirsiniz.

Dağıtım ve okutma ise daha büyük olanaklara sahip. Eskisinden çok daha büyük ve sınırlar ötesi bir kitleye dağıtım yapabilirsiniz. Yayını -kar, yağmur yağarken sabaha karşı kamyonlarla gazete dağıtmayla kıyaslarsanız- okura ulaştırmak da çok kolay. ‘Enter’ tuşuna bastınız mı, haberiniz okuyucuyla karşılaşır.

Desek de inanmayın! Bu nimetlerin külfetleri var. Onlara da bakalım.

‘Gazetecilik, silikon vadisine karşı yerde yatıyor’

Bu cümle bana ait değil. Columbia Journalism School TOW Center Direktörü Emily Bell, Reuters Institute’de yaptığı bir konuşmada bu cümleyi kullandı: “Gazetecilik, silikon vadisine karşı yerde yatıyor” diyor.

Bunu neden diyor? Yukarıda saydığımız çok sayıda avantajın arkasında, önemli bir gelişme artık herkesin gazeteci olabileceği ve de yayın sayısının artabileceğidir. Bunu çokça duyduğunuz bir tanımla birleştirirsek ‘Büyük veri’ (Big Data) çağındayız. Yani ‘görünürlük’ zorlaştı. Matbaa gibi büyük yatırımlar yerine basitçe bir haber sitesi açabiliyorsunuz ve aynı haberi yayınlayan binlerce yayın daha var.

Bu yayınların çoğunluğu ‘kopya’ ve ‘basit’ habercilik yapıyor olsa da, binlerce haber sitesinin oluşması ile birlikte, okuyucu dikkati ve gelir bölünmeye başladı. Ama sorun bu kadar da değil. Çok daha farklı bir dinamik söz konusu. Emily Bell’in işaret ettiği konu; Yani ‘OTT’lerin yönettiği bir çağdayız.

OTT, İngilizce ‘Over The Top’ kelimelerinin baş harfleri yani ‘en tepede’ anlamında bir kısaltma. Google başta olmak üzere, Facebook, Twitter, Instagram gibi firmaları tanımlıyor. Peki OTT’ler neden sorun oluyor?

Yine Emily Bell’in cümleleri ile verelim:

  • Artık okuyucuya hangi haberin ulaşacağı konusundaki karar, yayın organlarının verdiği bir karar değil.
  • Bu hepimizin (gazetecilerden bahsediyor) gözleri önünde oldu.
  • Silikon vadisi firmaları “editoryal değerlendirme yapmıyoruz” diyor ama algoritmaları her çalıştığında editoryal bir karar vermiş oluyor. Üstelik ticari oldukları için şeffaf değiller.
  • Şeffaf olmayan algoritmalar, giderek kullanıcı duygularını yönlendirebilir.
  • Facebook’un seçmenlerin fikrini etkileyip etkilemediğine dair akademik araştırma, “Evet, yönlendirebiliyor” sonucunu verdi.

Büyük veri ve SEO dünyasında gazetecilik OTT’lerin elinde

Emily Bell’in bahsettiği konu, SEO yani ‘Search Engine Optimization’ ile ilgili (arama motoru optimizasyonu). Yayın sayısı arttıkça, bulunmak, görülmek, okunmak zorlaşıyor ve öne çıkmak için SEO taktikleri uygulanıyor.

SEO, Google’un arama motoru inşası sırasında oluşturduğu ‘algoritma’ya karşın sektör tarafından geliştirildi. Yani Google, bir şey arandığında, ilk sırada hangi içeriğin yer alacağına karar verecek bir sistem (algoritma) oluşturdu. Bu sistem ilk yıllarda 12 bileşenden oluşuyordu. Mesela siteye başkaları link vermişse, o sitenin önemli olduğu öngörülüyordu. Mesela güncellik önemli bir kriterdi. Aradan geçen sürede, bu bileşenlerin ne olduğu tespit edilip, karşı SEO taktikleri geliştirildikçe, Google algoritmayı derinleştirdi ve artık 600 kriterden bahsediliyor.

Bell’in, Algoritma her çalıştığında editoryal bir karar vermiş oluyor” diyerek bahsettiği konu bu. Yani şeffaf olmayan bir algoritma acaba kullanıcıları kendi istediği yönde karar vermeye iterek kimi içerikleri öne getirip, diğerlerini saklayabilir mi?

Gazeteciliğin bir diğer önemli sorunu, gelirin de OTT’lere akıyor olması.

Bir kullanıcı diyelim ki, ‘pizza’ ya da ‘nakliye’ kelimelerini arıyor olsun. Bildiğiniz gibi Google hemen oraya bir sürü pizza ya da nakliye reklamı sıralıyor. Siz pizzacı ya da nakliyeci olsanız, nereye reklam verirsiniz? Okuyucularının kaç tanesinin pizza istediğini bilmediğiniz bir yayına mı, hedef kitlenizin reklamınızı kesinlikle göreceği yere mi?

Basitçe listeleyelim:

  • Gazetelerin okuyucu kitlesi de, okunurluğu da, sosyal medyanın ve SEO’nun elinde.
  • Gazetelerin gelirleri yok oldu. Google’un lütfettiği, OTT’lerin kaptığı, ajansların ise işi gücü bırakıp yönlendikleri bu alanda, kırıntılarla yaşıyorlar.

Gazeteciler nerede hata yaptı?

Klasik medya bugünlerde hızla geriye gidiyor. Türkiye’de örneğin Radikal’in önce basılı yayını ardından web sitesi kapatıldı. Dünyada ise bugünlerde New York Times’ın 800 kadar çalışanı işten çıkaracağı konuşuluyor.

Peki işler bu noktaya nasıl geldi?

Öncelikle medya sektörü, teknolojideki gelişmeyi yeterince hızlı fark edemedi. Uzunca bir süre klasik medyanın ‘inkâr’ını izledik. Yani ‘internet kopyacı’ ya da ‘internet haberleri editoryal kontrolden uzak o nedenle kalitesiz’ gibi lafların ardına saklanılarak yakınlaşmadan kaçınıldı. Bu arada internet ve teknoloji hızla geçip gidiyordu.

Fark edemedikleri bir konu da; okuyucudaki değişim oldu. ‘Ben ne verirsem o’ mantığındaki klasik medya, okuyucuda kültürün değişmekte olduğunu zamanında algılayamadı. Başka bir ifadeyle ‘pasif okuyucu’ olan X neslinin giderek azaldığını, onun yerine ‘interaktif okuyucu’ yani Y ve hatta Z neslinin yükseldiği hızlıca algılanamadı.

Hâlâ da yeterince anlaşılabildiğini söyleyemeyeceğiz. Hürriyet’in sosyal medya uygulamasına bakarsanız, ne dediğimizi anlarsınız.

Reklam sektöründe ezbere paslaşmalar

Bu arada internet yayıncıları için de birkaç cümle edelim. Evet, internet ve teknolojinin gelişmesi sayesinde yayıncılık kolaylaştı. Bu nedenle de zenginleşme yaşıyoruz. ‘Uzman gazetecilik’ ve ‘veri gazeteciliği’ şimdi daha kolay gelişiyor.

Ama maalesef reklam sektörü hala müşterilerinin reklam yatırımlarını eski alışkanlıklarla ya da OTT’lere harcıyor. Bu yükselen yayıncılığı algılayamadılar diyemeyeceğim çünkü sektör çalışanları çok genç ama tembeller ve alışkanlıkları değiştirmek istemiyorlar. Müşteriler ise olayın farkında değil.

Oysa yeni ve daha özgür bir yayıncılık ortamı yeşeriyor. Bunun beslenmesi lazım. Zaten müşterinin asıl yararı da bu sitelerde. OTT’de pizza konusuna bakılabilir ama daha teknik konular (sağlık, teknoloji, enerji vs) için acaba genel bir haber sitesine bakmak mı daha anlamlı, uzman bir siteye mi?

Bundan sonra ne yapmalı?

Dünya değişiyor, iş modelleri ve hayatlarımız değişiyor. O nedenle bu normal diyebilirsiniz. Ama Emily Bell böyle düşünmüyor. Acilen 3 inisiyatif başlatmamız lazım diyor:

  • Gazetecilik kendi araç ve hizmetlerini oluşturmalı.
  • Gazetecilik okullarına konacak yazılım dersi sayesinde gazeteciler bu dünyanın nasıl çalıştığını anlamalı.
  • Teknoloji, insan hakları ve politik konular çerçevesinde değerlendirilmeli.

Biz buna ülkemiz açısından bir şeyler ekleyelim:

  • Yerel içeriğin sektör ve regülasyon anlamında desteklenmesi lazım.
  • Yerel içerikçilerin bir araya gelmesi ve pazar koşullarını oluşturmaları lazım.
  • Reklamverenin -kendi faydası açısından da- bu konuya eğilmesi ve internet bütçelerini geliştirmesi lazım.
  • Okuyucunun da, -OTT’lerden beslenmesi güzel ama yine de- ilgilendiği alandaki içeriğin gelişmesi için katkıda bulunması lazım.

Neden yapalım ki?

Son bölümde bunu da anlatalım; Emily Bell, OTT’lerin ‘algoritma’ derken ‘insan hakları’ ve ‘politik’ konulardaki tehlikeyi görmediğine işaret ediyor.

Huffington Post’un bu haberinde bahsedildiği üzere, Facebook kullanıcıları üzerinde 2012 ABD seçimleri sürecinde yapılan gizli bir akademik araştırmada ‘oy tercihlerinin değiştirilebildiği’ görüldü.

Medya dördüncü kuvvet ama içinde bulunduğumuz dönemde, hiç olmadığı kadar manipüle edilebilir hale geldi. Bunun dengesini ancak kullanıcılar ve reklamveren sağlayabilir. Çünkü OTT’nin geliri buna bağlı.

Bakın, daha ‘kişisel veriler’ konusundaki tehlikelerden bahsetmedik bile. O da bir başka yazıya.


N: Bu makalenin konusu 18 Aralık 2014’de Galatasaray Üniversitesi’ndeki ‘Tekil’ etkinliğinde işlendi.

Füsun Nebil

1996’dan beri telekom endüstrisinde çalışıyor.
2000’den beri sektörle ilgili yazılar yazıyor.

Journo E-Bülten