Gusto

Ege’de festival kafası ve Urla Enginar Festivali

İlkbaharla birlikte ülkenin batısı bir festival kafasına girdi.

Hemen her kasabada, her ilde şenlikler ve festivaller var.

Ben yakınımdakileri tam kapasite izliyorum.

Ot festivallerinden sonra, hevesle beklenen “enginar festivali” de geldi geçti.

Çılgın bir şeydi. İstanbul’dan, Ankara’dan ve tabii ki İzmir’den akın akın insan geldi Urla’ya.

Sokaklar tezgahlarla ve insanlarla doldu.

Görünen manzara şu: İnsanlar eğlenmek, rahatlamak, gevşemek istiyor. Hayatın tadını çıkarmak, mutlu olmak istiyor.

Ve bunun için İzmir’e ve çevresine koşuyor. (Çünkü koca ülkede huzur sadece buralarda kaldı!)
Festival sokaklarında dolanırken şunları düşündüm:

1- Bizim ülkede festivaller neredeyse tümüyle “esnafın yüzü gülsün” konseptli. Yani “satış” ve “tüketim” amaçlı. Ve bu da gayet anlaşılır bir şey. Ülkenin ekonomik anlamda nasıl nakavt olduğunu, insanların nasıl zorda olduğunu düşünürseniz…

Enginar festivalinde de esas amaç buydu. Enginarın kendisi, sabunu, kolonyası, reçeli, tatlısı, keki, ekmeği, poğaçası, boyozu, enginar temalı süs eşyaları ve hatta çorabı (evet, bunu da gördüm!) satıldı festival boyunca.

Elbette festivalin “kültürel” ayakları da vardı: Konserler, yemek atölyeleri, kültürel geziler, tadımlar vs. Ama aşırı kalabalıktan bu aktivitelere ulaşmak, izlemek hayli zordu.

2- Urla’nın meydanına ve ara sokaklarına yığılmış onca ürünü (asma yaprakları, tonlarca enginar, bakla, zeytin ve zeytinyağı, her çeşit meyve) gördüğümde, yine aynı şeyi düşündüm: O kadar bereketli bir ülkede yaşadığımız halde, duyarsız ve kalpsiz siyasetçilerin elinde nasıl da telef oluyoruz, varlık içinde yokluğu yaşıyoruz…

Bu tip festivallerin ana amaçlarından biri küçük üreticiyi desteklemek. Çünkü küçük üretici uzun zamandır zorda. Atalarından kalma tohumu kullanmasına bile karışıyor devlet. Niye? Çünkü küçük üretim renktir, kültürdür, farklılıktır, hayatın ta kendisidir. Oysa bizde istenen, tek tip tohumla tek tip dev üretimler yapılsın, sonra da bunlar marketlerde satılsın. Tek tip beslenelim, tek tip olalım… Amaç bu! Sonuçta bağbozumlarının bile yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz.

3- Bu festivaller bir “umut” niteliği taşıyor. Çünkü insanımız artık çok umutsuz.

Büyük şehirlerden akın akın Ege’ye gelmelerinin nedeni bu.

Ama ne yazık ki, gelirken büyük şehir yırtıcılığını da yanlarında getiriyorlar.

Böyle giderse bir 10 yıla Ege de telef olur. Ne enginar kalır geriye, ne şevketi bostan. (zaten kalmadı, köklerinden söke söke kurutmuşlar, şimdi “ekme” hâli var)

Tüm kasabalar betonlaşır.

Çözüm ne peki? Daha önceki bir yazımda da belirttim. Çözüm, Ege kafasını / hayat tarzını tüm ülkeye yaymak.

Ülkenin vahşi tüketime dayalı / yırtıcı hayat tarzını Ege’ye taşıyıp buraları da bozmak değil!


Enginar nedir?

Enginarın çok özel bir sebze, saraylara layık prenses bir bitki olduğunu düşünenlere acı bir haberim var:

Enginar bir tür dikendir. Evcilleşmiş dikendir. Büyük büyük atası, devedikenidir.

Çocukluğu bağlık bahçelik yerlerde geçmiş olanlar iyi bilirler… Mutfaktan bıçak kaçırıp bahçedeki dikenleri soyup soyup, tuzlayıp yemişlerdir illaki.

Ağzının tadını bilenler, doğuştan gurme olanlar, doğanın sunduğu nimetlerin gayet iyi farkındadır.

Enginar da bu nimetlerden biridir. Hayli evcilleşmiş de olsa, sonuçta bir dikendir ve etli kısmının tadı nefistir.

Nasıl pişirilir?

Büyük şehirlerde enginarlar soyulmuş, dilimlenmiş olarak satıldığı için çoğu insan enginarın şeklini bile bilmez(di). Sağ olsun festivaller, artık herkes enginarın neye benzediğini biliyor.

Şehirlerde (İstanbul’da özellikle) satılan enginarlar Bayrampaşa tipidir, genelde zeytinyağlı olarak pişirilir. Hayli büyük olan bu enginarlar başka usule de gelmez zaten.

Urla’da ise “sakız enginar” tipi yetişiyor.

Sadece Urla da değil. Karaburun, Çeşme, Balçova taraflarının enginarıdır bu.

Hasatı kasım sonu gibi başlar, nisan sonuna kadar devam eder.

Körpe, küçük enginarlardır sakız enginarları.

En lezzetli haline, kuzu etiyle pişirilirse ulaşılır.

Baklayla ya da şevketi bostanla da iyi gider.

Bu bölgede bezelyeyle, pirinçle yapılmış dolması da çok yenir.

Sonuç olarak…

Bu cennet ülkenin (daha doğrusu, bir zamanlar cennet olan ülkenin) her köşesi ayrı bir güzellik sunar(dı) bizlere.

Şimdi ise, ne kurtarabilsek kâr kafasındayız.

Festivaller bu anlamda çok önemli.

Şimdilik kültürel ayakları zayıf da olsa, esnafın yüzü gülsün temasına da dayansalar, festivalleri destekleyin. Destekleyelim.

Çünkü ülke için bir çıkış varsa, o çıkış burada.

Aksi halde, toprağa sadece “arsa / para / rant” olarak bakan ufuksuz, vizyonsuz ve kalpsiz insanların elinde her türlü güzelliğimizi yitireceğiz.

İstanbul da bir zamanlar dünyanın en güzel şehirlerinden biriydi, unutmayın. Şimdi çakma Dubai oldu.

Ege bölgesinde de aynı yıkım olmasın diye, bu festivallere, küçük üreticiye dört elle sarılmamız, desteklememiz, toprakla barışmamız, toprağı sevmemiz lazım.

Etiketler

Neslihan Acu

İstanbul'da doğdu, 1995'ten bu yana İzmir'de yaşıyor. Boğaziçi Üni. Mühendislik Fak. mezunu. Gazeteciliğe İzmir Life dergisinde röportajlar yaparak başladı. Medyatava'da üç yıl medya yazıları, Yeni Asır'da dört yıl köşe yazıları yazdı. Yayımlanmış yedi romanı var: Meltem K'yı Kim Öldürdü, Kadından Donkişot Olmaz, Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk, Kuzgunun Şarkısı, Artık Ayrılsak Diyorum, İyi Tanrının Çocukları, Z Yalnızlığı.

Journo E-Bülten