Görüş

Erdoğan Aktaş yazdı: Gerçeklerin tsunamisi

Görsel: Stefan Keller
Yeni tip koronavirüsün Türkiye’de ilk ölüme neden olduğunun açıklanmasından yaklaşık iki ay sonra yetkililer, kontrollü de olsa “normalleşme” için ilk adımları bu hafta atmaya başladı. Covid-19 salgını sonrasında hayatın nasıl dönüşeceği konusunda gazetecilerin ve iletişim akademisyenlerinin görüşlerini aktardığımız “Virüsten Sonra” dizimizin üçüncü bölümünü, deneyimli televizyoncu Erdoğan Aktaş yazdı: Medya için ‘gerçeklerin tsunamisi’ne hazırlanma zamanı…

Bugünlerde herkesin dilinde pelesenk olan cümle şu: “Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak.” Belki de tıpkı M.Ö–M.S gibi, K.Ö ve K.S olacak. Koronadan önce, koronadan sonra. Artık bu konuda hemen herkes hemfikir. Her sektörün derinden etkileneceği bir dalgadan medyanın muaf olması beklenemez. Aksine, hepsinden önce bu etkiyi, gelişimi, dönüşümü ve krizi medyanın görmesi gerekir.

Ayrıca, çok derin tartışılması gereken bir konu, biliyorum ama şu notu da düşmek istiyorum. Tüm dünyanın yeni, bambaşka bir ‘izm’e ihtiyacı olduğu gerçek. Çünkü kapitalizm yetmiyor, yetemiyor ve yoksulluk küresel bazda en büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bunu sadece tarihe bir not düşelim.

Korona krizi bir anlamda dijital bir darbe

Türkiye’de hâlâ şöyle konuşanlar var: “Gelecek internette…”

Yahu ne geleceği, o geçti bile. Artık her şey dijitalde. Korona krizi bir anlamda “dijital bir darbe” gibi. Tüm dünyayı, belki de 20-30 yıl sonra dijital olarak geleceği noktaya sadece birkaç ayda getirdi. Herkes buna mecbur kaldı. Tabii ki medya da…

Oysa Türkiye’de internet deyince, dijitalleşme deyince akla, bir haber portalı kurmak ya da online alışveriş yapmak geliyordu. Fakat korona gelip bir omuz atınca anladık ki; durum bu değil. Teknolojik olarak yatırım yapmak, öngörmek ve tüm bunlar kadar önemlisi, dijitalleşmiş insan yetiştirmek gerekiyormuş. Tabii ki bu tanımlamalar bile çok genel geçer ifadeler. Ancak medyanın teknolojik gelişimini hızlandırması gerekiyor.

Kâğıt bu krize dayanamayacak gibi görünüyor

Ayrıca bu süreç basılı medyanın ömrünün, tahmin edilenden de önce tamamlanacağını gösteriyor. Koronadan sonra, kâğıt bu krize dayanamayacak gibi görünüyor. Kendisini online konumlayabilen gazete ve dergiler, hızla kâğıdı terk edecekler.

Eğlence medyasında da gittikçe her şey dijital platforma kayacak. “İstediğin zaman, istediğin yerde ve istediğin şekilde izle” mantığı ile, eğlence televizyonculuğu çok fazla baş edemez gibi görünüyor. Bu nedenle ‘konvansiyel TV’lerin de bu açıdan yatırım yapması gerekiyor.

Haber kanalları da kendilerini yenilemeli

Fakat haber kanallarını bir nebze bunun dışında tutuyorum. Çünkü kriz ortamlarının en büyük haber kaynağı internetle birlikte haber kanalları oluyor. Elbette haber kanallarının da kendisini yenilemesi, teknolojik yatırımlarına hız vermesi ve bu çerçevede iyi ekipler yetiştirmesi gerekiyor.

Korona bize, “uzman muhabirliğin” ne kadar önemli olduğunu da gösterdi. Eskiden her tv ve gazetede diğer alanların yanında sağlık ve eğitim muhabirleri vardı ki bunlar özel uzmanlık alanıdır. Ancak son dönemlerde –bunun birçok nedeni var fakat bence hepsi geçersiz- haber merkezleri bu uzmanlık gerektiren alanlardan çekildi. Dolayısıyla bunun eksikliğini salgın döneminde çok gördük.

Uzman muhabirlerin ve editörün önemi anlaşıldı

Sabahtan akşama sağlık konularının konuşulduğu bir dönemde, milyonlarca öğrenci tüm dünyada olduğu gibi uzaktan eğitime yönlendirildi. Fakat eğitim ve sağlık muhabiri yok denecek kadar az. Tabii sadece eğitim ve sağlık alanında değil, aynı zamanda ekonomide de “uzman muhabire” ihtiyaç var.

FaceApp ve gazetecilik: Bize artık veri savaşı muhabiri lazım

Bir başka konu editörlük. Bana göre; “iyi editör, kullandığı haberle değil, vazgeçtiği haberle” anlaşılır. Yani demem o ki; editör, yayına ya da sayfaya hangi haberi neden tercih etmediğini iyi bilen kişidir. Ekonomik ve siyasal koşullardan dolayı son 15 yılda yeniden şekillenen Türk medyasında, bu yapılar da daha çok el yordamıyla oluştu. Ajans haberciliği ön plana çıktı ve “kes-yapıştır” mantığı hâkim oldu. TV’lerde de böyle, gazetelerde de, internette de…

‘Özgürce yayın yapamadığınız zaman kaybedersiniz’

Oysa Fox Haberin Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk, haberciliğin temeli sayılan “5N1K” kuralına bir de “A” ekledi. Yani “Acaba.” Olağanüstü bir yaklaşım. Çünkü… Birçok nedenle el yordamıyla oluşan haber merkezi yapılarının acilen “A kuralını” hayata geçirmesi ve “Acaba” diye de sorması gerekir. Bu filtrelemeyi en azından yayımlanan haberin güvenirliliği açısından yapması lazım.

Fakat öyle dönemler yaşıyoruz ki, gerçekleri ne kadar baskılarsan baskıla, “tsunami dalgası” hâlinde ortaya çıkıyor. İstediğin kadar haberi ekrana, sayfaya gerçeklerden arındırarak taşı ya da hiç yer verme. Ortada koskocaman bir özgürlük alanı yani internet var. Bu yüzden, iyi ve uzman muhabirlikle ve iyi yetişmiş editörlerle kurulan yapıda, özgürce yayın yapamadığınız zaman, kaybedersiniz. Sadece yayın kuruluşu değil, ülkemiz de kaybediyor.

Siyasi iradenin haberciliğe müdahalesi gazetecinin inandırıcılığını zedeler

İçişleri Bakanlığı, afet çalışmaları çerçevesinde eğitimler hazırladıklarını açıkladı ve bakan şöyle konuştu: “Muhabirlere nasıl haber yapılacağını öğreteceğiz.” Ben de tabii ki karşı çıktım: “Sayın Bakan, lütfen siz kendi işinizi yapın, biz de kendi işimizi.”

Bunu söyledikten sonra neler neler işittim anlatamam. Bu da ayrı bir konu fakat İçişleri Bakanı, “Gazetecilere nasıl haber yapılacağını öğretirim” dediği anda, birçok sorunun yanı sıra ülkemizde olağanüstü bir güvenlik sorununa yol açtığının farkında değil. Çünkü… Türkiye’de İçişleri Bakanı habercilik öğretmeye kalktığında, gazeteciler ülke güvenliği açısından bile çok önemli bir haber yapsa buna kimse inanmıyor. Siyasi iradenin nasıl haber yapılacağını öğretmeye kalktığı bir ülkede olan bitenleri yazanlara da dünya inanmıyor. Bakınız 15 Temmuz ve sonra yaşananlar…

Gazeteciliğin soru krizi: İzin verilse bile refleks kalmadı, peki ne yapmalı?

Son dönemde en önemli haberciliği Teyit.org ve Doğruluk Payı gibi siteler yapıyor

Son dönemlerde bence en önemli haberciliği yapanların başında Teyit.org ve Doğruluk Payı gibi siteler geliyor. Son derece titiz bir çalışma, gerçeklerle yalanların ayrıştırıldığı bir laboratuvar gibi. Hani aşı çalışmaları çerçevesinde sevinçle, “koronavirüs izole edildi” diye açıklamalar yapıldı ya… İşte teyit siteleri de bu şekilde gerçeği arındırarak yalanı izole ediyor ve bence gazeteciliğe büyük hizmet veriyor.

Dünyada da bu tip teyit siteleri çok titiz çalışıyor ve büyük ilgi görüyor. Trump canlı yayında konuşurken, ABD’deki teyit siteleri de aynı anda canlı yayın yapıp, yanlış bilgiler verildiğinde, eş zamanlı olarak neyin yanlış olduğunu insanlara anlatıyor. Anında ve hiç tereddüt duymadan.  Demokrasinin gözünü seveyim. Habercilik açısından, “Veri gazeteciliği” kavramı da ön plana çıkıyor. Veri okuyabilen, takip edebilen ve bunları analiz edebilen habercilerin yeri çok farklı olacak yeni dünya düzeninde.

Devletler ‘Big Brother’a dönüşebilir

Koronadan sonra hayatımız ve sosyal hayatımızda köklü değişecek gibi görünüyor. Üzerinde çok ciddi çalışmalar, tartışmalar yapılacaktır muhakkak ama devletlerin daha baskıcı, gözetleyen ‘Big Brother’a dönüşmesi kuvvetle muhtemel. Sadece koronalı takip etme bahanesiyle, insanların nereye gittiği, ne yaptığı, kiminle görüştüğü, trende hangi koltukta oturduğu, ne yiyip içtiği, hangi filmi izlediği… Her şey ama her şey kontrol ediliyor.

Bu durumun, salgınla mücadelede çok önemli olduğu düşünülse de, ortaya çıkan manzara beni çok ürkütüyor. Zaten bireysel hak ve özgürlüklerin çeşitli bahanelerle çok ciddi şekilde budandığı günümüzde, insanların bu kadar takip ediliyor olması gerçekten çok korkunç. Bu gidişle internetin de “kontrol edilemeyen bir özgürlük alanı” olmaktan uzaklaşacağını öngörmek zor olmaz. Düşünsenize neyi okuduğunuz, ne yazdığınız, neyi takip ettiğiniz, hangi fotoğrafı beğendiğiniz bile kayıt altında zaten. Bir de bunun, tüm dünyadaki internet evreninde saklanacak yer olmayacağını, baskının ve kontrolün bu hâle gelebileceğini görmek, tahmin etmek beni çok ürkütüyor.

‘Yakarsa dünyayı yoksullar yakar’

Bir virüs nedeniyle, yan yana gelemez, konuşamaz, karşılıklı çay-kahve içemeyecek hâle gelmemizin yaratacağı travmalar ve yeni ilişki biçimleri kuşkusuz olacaktır. Ancak olası baskı ve takip ortamının yanında, sokaklarda nasıl gezeceğimiz ve hangi kafede nasıl oturacağımızı düşünmek -ki bunlar da aynı sıkıntı- bana anlamsız geliyor. Fakat kabul edelim ki yeni bir çağ başlıyor. Ve bu çağ, bir önceki çağın, ondan da önceki çağdan güçlükle koparıp bir nebze yanında taşıyabildiği duygusallığa, insanlığa ve ilişki biçimine bütünüyle zıt gibi görünüyor. Haydi hayırlısı…

En başta da vurguladığım gibi şu an dünyada geçerli olan ‘izm’ler, insanların sorunlarına çare üretmekten çok uzak… Korona ile anladık ki; zenginler dünyayı güzelleştirmeye yetmiyor ve zaten bunun için kökten çözümler de üretmiyorlar. Korona bize dünyanın en önemli sorununun yoksulluk, yoksunluk ve açlık olduğunu gösterdi. Fakat yoksulluğa çare üretilmediği taktirde, ne korona ile ne de başka büyük krizlerle baş etmemiz mümkün değil. Düşünsenize, bütün ideolojojik tartışmalar, bütün felsefi söylemler ve dünyanın binlerce yıllık entelektüel üretimi, koronavirüs ile birlikte Müslüm Gürses’te vücut buldu: “Yakarsa dünyayı, yoksullar yakar.”


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – PROF. DR. NALÇAOĞLU YAZDI: KAPİT-20’NİN AŞISI VAR MI?

Erdoğan Aktaş

Güneş, Hürriyet, Sabah ve Milliyet gazetelerinde muhabirlik yaptı. 1993 yılından itibaren televizyon haberciliği ve programcılığı alanında çeşitli kanallarda görev aldı. NTV'de sekiz yıl çalıştı, Yakın Plan programını hazırladı. 2000'lerde Star TV, Habertürk ve ATV'de haberlerin yayın yönetmenliğini yaptı. İki yıl genel yayın yönetmenliği yaptığı Haber Global'den 2020'de ayrılıp Habertürk'e döndü.

Journo E-Bülten