Napoli Romanları serisi 40’ı aşkın dile çevrilen ve 21’inci yüzyılın en etkili yazarlarından biri olarak gösterilen İtalyan Yazar Elena Ferrante’in kimliğinin belli olduğu iddia edildi. Gazeteci Claudio Gatti, yaptığı bir dizi araştırmanın ardından New York Review of Books’ta, Ferrante’nin aslında Alman asıllı bir Yahudi olan ve Ferrante’nin kitaplarının çıktığı yayınevinde çevirmen olarak çalışan Anita Raja olduğunu yazdı. Daha önce de Ferrante’nin kimliğine yönelik bazı spekülasyonlar vardı ancak Gatti’nin finansal kayıtlar üzerinden konuşuyor olması Ferrante’nin kimliğine ilişkin tartışmayı alevlendirdi ve üç gün içinde çok saygın yayınlarda bu konuyla ilgili görüşler yer almaya başladı.
Gatti’nin yazısında Ferrante’nin ilk romanı Belalı Aşk’ın film uyarlamasının ardından Raja’nın Roma’nın epey zengin bir semtinde yedi odalı bir apartman dairesi, sonraki yıllarda da Toskana’dan bir kır evi satın aldığı söyleniyor. Tesadüfe bakın ki, Ferrante’nin uluslararası alanda ünlendiği, eserlerinin birçok dile çevrildiği 2014’te ise Raja’nın Napolili eşi Yazar Domenico Starnone’nin Roma’da 11 odalı, 2 milyon dolar değerinde bir daire aldığı da yazıda belirtiliyor. Bütün bu bilgilerin kaynağı ise finansal kayıtlar, dolayısıyla ben de dahil birçok kişi için ikna edici bir nitelik taşıyor. Zaten dünya geneline bakıldığında da Ferrane’nin Raja olmadığını iddia eden kimse yok. Aksine, bu bilginin doğruluğundan herkes o kadar emin ki, birçok kişi yapılanın Ferrante’nin kişiliğine saldırı olduğunu düşünüyor.
Bilmek zorunda olduğu varsayılan okur
Birkaç yıl önce de uzmanlar Ferrante’nin eselerini inceleyerek kitapların yazarının Raja’nın eşi Starnone olabileceği yorumunu ortaya atmışlardı. Raja’nın Ferrante olabileceği ihtimali pek çok kez dile getirilmişti ancak Gatti’nin hikâyesindeki gibi ‘somut verilerle’ ortaya konmamıştı.
Peki, bir yazarın – üstelik son derece nitelikli bir yazarın – kimliğinin ortaya çıkmasıyla nasıl bir gazetecilik başarısı elde edildi? Bunun edebiyat dünyasına ne yararı oldu? Okurların gözünde Ferrante’nin değeri ne ölçüde arttı?
Bu sorulara hikâyeyi yazan Gatti’nin cevap vermesi mümkün değil. Zaten Guardian’ın sorularına verdiği cevaplara bakılırsa yaptığının doğru olduğundan da son derece emin. Gatti’ye göre Ferrante’nin aslında kim olduğunu bilmek okurların hakkı; hele ki okurlar Ferrante’yi bir süperstar yapmışken.
Siyasi konular için geçerli olmasa da, Ferrante özelinde bir gazetecinin, kasıtlı olarak okurlardan gizlenen bir bilgiyi, yazarın kimliğini, okurların bilmek ‘zorunda’ olduğunu ima etmesi de bir hayli ilginç. Kaldı ki, Ferrante’nin kimliğinin ortaya çıkmasının özgürlükçü bir adım olduğundan da emin görünüyor. Ancak bunun okurlara ne fayda sağlayacağını kendisinin de bilmediğinden kuşku yok.
Ferrante’nin sadece kitap yazmak isteyen biri olduğunu belirten yayıncısı Sandro Ferri ise ünlü yazarın başına gelenleri şöyle yorumluyor: “Bu tür gazeteciliğin, kendini kamuya açık olmamaya karar vermiş bir yazarın cüzdanını karıştırmanın mide bulandırıcı olduğunu düşünüyoruz.”
Ferrante’nin kimliğinin ifşa edilmesinin yazarın kendisine, eserlerine ve edebiyat dünyasına nasıl bir faydası dokunacağı, hatta dokunup dokunmayacağı bile henüz belirsiz. Kahin olmaya da gerek yok, Ferrante’nin oluşturduğu edebi bir heyecan son bulacak.
Gelgelelim, belki de Ferrante’nin esas niyeti, kimliğini gizleyerek yazarın eser ile okur arasındaki aracı konumunu, ‘rahatsız edici’ yerini ortadan kaldırmaktı. Ya da ete kemiğe bürünmemiş bir yazar olarak okurların karşısına çıkıp, kendisinin kim olduğunu okurların takdirine ve hayalgücüne bırakmaktı. Böylece okurların metinle farklı bir ilişki kurması mümkün olacaktı; yazarın eser içindeki öneminin çok da büyük bir yer kaplamadığı vurgulanacaktı.
‘Başkası olma, kendin ol’
Bu anlamda Ferrante’nin kimliğinin zorla ortaya çıkarılmasının kültürel koordinatları da çağımızın ruhuna uygun düşüyor. Ortaya konan eserlerde, işten ziyade o işi kimin yaptığının peşinden koşmak bugünlerde pek şaşırtıcı değil. Hatta olağan olmakla da kalmayıp norm haline gelmiş durumda. Gerek yazılan bir metinde, gerek bir sanat eserinde yazarın/sanatçının neyi anlattığının ve okura/izleyiciye nasıl bir aktarımda bulunduğunun önemi zaten yok ya da çok az. Önemli olan yazarın/sanatçının kim olduğu, neyi beğendiği, tipi vs. Tabii, kimliğin önemini sıfıra indirgemek de yanlış olur. Nitekim eseri oluşturan, kişinin duygu dünyası.
Ama yine de sürekli, “kendin ol, kendini tanı, kim olduğunun farkında ol” diyen reklamlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu Türkiye’de gündeme getiren ilk kişi, “başkası olma, kendin ol/böyle çok daha güzelsin” diyen Tarkan olmuştu. Şimdi her iki üç reklamdan birinde bunu duyuyoruz: “Kendin olmak en doğalı, çalkala Sütaş ayranı.” Yurt dışında da durum farklı değil. Sosyal medya da birçok olumlu yana sahip olmakla birlikte daha üyelik işlemleri biter bitmez birer profil oluşturmayı zorunlu kılıyor. Bütün bu dayatmaların sonucu olarak herkes kendisine kimlik seçme fantazisine kapıldı ve kapılmaya da devam ediyor.
Böyle bir kültürel ortamda da kimliği ortaya çıkmadan önce Ferrante’nin eserleri tartışılırken birçok yazıda “Ferrante aslında kim?” sorusu soruldu. Hikâyelerinde işlenen temalardan ziyade kimliğini gizleyen bir yazar olması ön plana çıkarıldı. Tam da bu yüzden Ferrante, bugüne kadar Napoli Romanları’yla olduğu kadar, kimliğini gizli tutmasıyla da anıldı. Yer yer gizli kimliği yazdıklarının önüne geçti. Ama tersinden bakacak olursak Ferrante’nin uluslararası başarısında gizli kimliğinin de payının olması şaşırtıcı olmaz.
Hâl böyle olunca okurlar da eleştirmenler de Ferrante’nin kimliğine, onun arkasındaki gizemli gerçeğe odaklandı. Ve bunu öyle bir şekilde yaptılar ki, sanki Ferrante’nin gerçek ismi, gerçek kimliği büyük bir hazzın birikim noktasıymış ve bizzat yazar bunu bizden esirgiyormuş gibi bir hava yaratıldı. Sanki Ferrante bize ait olması gereken, zaten bizde olan bir ‘bilme hazzı’nı bizden çalmış ve gizlemiş gibi davranıldı – biz de okurları olarak bunun parçası olduk.
Hayalimizdeki Ferrante’nin ölümü
İşte o herkesin merak ve iştahla beklediği an gerçekleşti. Ferrante’nin Raja olduğunu öğreniverdik bir anda. Ama Ferrante’nin bizden çaldığını düşündüğümüz haz bize geri gelmedi. Sıkı bir okuru olarak kimliğini öğrenince birkaç dakika kelimelerle tarif edilmesi güç bir tatmin duygusuna kapıldım. Ancak kısa süre sonra Ferrante’nin kimliği hakkında önceden ilgi çekici ve hatta tekinsiz gördüğüm karanlık, bir anda sıradanlığa büründü. Twitter’da da kimsenin bu durumdan memnun olmadığını gördüm.
Hayalgücüne ve kurmacaya dayalı edebiyat dünyasındaki bir gerçek, hiç kimseye özgürlük ve rahatlık getirmedi. Çünkü gerçekler her zaman özgürleştirmez. Ferrante’nin kim olduğunu öğrenmemizle birlikte, onun yarattığı karakterlere atfettiğimiz kimlik, onlarda aradığımız Ferrante yitip gitti. Ferrante hakkında bildiklerimiz, karakterleri hakkında hayal ettiklerimizi silip süpürdü. Sadece bir haberle bir yazarın kim olduğunu öğrendik ama Elena Ferrante öldü.