Görüş

Yalan haber nedir? Ona karşı neden savunmasızız?

Yalan (ing. lie) kavramı Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre, ‘kasıtlı olarak kullanılan yanlış ifade’ anlamına geliyor. TDK ise, tanımı ‘doğru olmayan, gerçeğe uymayan söz’ şeklinde yapıyor. Yalan günlük yaşamda kullandığımız stratejilerden biri. Yalanı bazen ‘nazikçe konuşmalardan kaçınılması eğilimi’ olarak görüyoruz bazen de ‘abartı’, ‘yanılgı’ yahut gerçeğin makyajlı hâli şeklinde karşımıza çıkıyor. Peki neden bu kadar çok yalan haber üretiliyor? Yalan haberlere neden ihtiyaç duyuyoruz? Yalan haberlerle mücadele etmenin yolunu bulabilmek için sanıyorum ki sorulması gereken ilk soru bu.

Her şeyden önce post-truth kavramını ortaya çıkaran isimlerden Keyes’e göre, yalan söylememizin ve bunu artan bir oranda yapmamızın ardında sahtekârlığı cezalandırmak için etrafımızda yeterince yaptırım olmaması, hatta yalanın ‘yüce bir amaca ulaşma yolunda’ bir basamak olarak görülmesi yatıyor. Bu bazen ekonomik, bazen siyasi, bazen kültürel bazen de bireysel emellerimizle ilgili olabiliyor. Yalanın motivasyonları çeşitlendirilebilir, kendimize yalan söylemek için gerekçeler uydurmak eğlenceli hâle dahi gelebilir zamanla.

WP yapınca ‘batırdı’, başkası yapınca ‘yalan haber’

Yalan haberlerin gündemimize girişi aslında yeni değil; Türkiye’de Internet alanında yalan haberlerin kurumsallaştığı mizah amaçlı ve hepimizin severek hâlâ takip ettiği Zaytung gibi bir örnek dahi var. Ancak yalan haber meselesinin dramatik şekilde siyasal bir problem olarak öne atılmasının; siyasal bir tartışmanın belirleyici öznesi olmasının ardında artık yalan haberle mücadele seferberliğine dönüşmüş durumda. Hatta durumdan gına gelmiş olan bazı mesele üzerine kafa yoran isimler yalan haberlerle mücadelenin yalan haberle mücadeleden ziyade iyi gazetecilikle yapılabileceği gibi tezlere dahi yönelmeye başladılar.

İlgili yazının argümanlarının başında Washington Post’un yalan haber çukuruna bir şekilde katkı yapmış olan ABD’deki enerji hatlarının Ruslarca hacklendiğine dair haberi vardı ki mesele WP’nin son dönemde yaşadığı ilk kriz değil, sonuncusu olacak gibi de görünmüyor. Ancak tabii ki kimse WP’de çıkan bu habere ‘yalan haber’ demedi; makalenin yazarı David Uberti’nin söylediği gibi ‘batırmışlar’ denilip geçildi. Peki şu başından beri suçlanan, ABD seçimlerinin sonuçlarını değiştiren post-Sovyet ülkelerinde site açıp para kazanan çocukların dışında mevcut güvensizlik ve post-truth gazetecilik ortamının sorumluları olması olası mı? Cevap basit: Evet.

İçeriğe karşı haberi savunmak

Kaliteli, hakikate sadık, verilere dayanan bir gazetecilik pratiğinin nasıl oluşabileceğine dair bir süredir bir çalıştay için araştırmalar yapıyorum ve en sık karşıma çıkan sonuç şu: Bilginin güvenilirliği en çok da kaynağın güvenilirliği ile ilgili ve haber kavramının yerini içerik kavramının aldığı dönemde haber kavramının ahlâki çerçevesinden de uzaklaşmış durumdayız. Gazetecilerin profesyonel bağlamda mesleklerinden uzaklaştırılmaları ve güvencesizleştirilmeleri, onların hakikatle ilgilerini kesmelerinde ilk aşamayı oluşturuyor. Hakikatle bağ kuran gazeteci bunu maddi koşullarını oluşturup ifade etme olanağı bulsa bile bu ifade özgürlüğü ortamına göre değişen bir ihtimal hâlini alıyor. Yani global bir şekilde herkesin hakikati ifade etme şansını bulduğunu ya da onu yaymalarına izin verildiğini söylemek mümkün değil. İkincisi ve daha sıkıntılı olanı ise, gazetecilerin onları gazetecilik mesleğine çeken hakikati ortaya çıkarma ve doğru olanı yapma reflekslerinin taraflılık karşısında yenik düşmesi ki burada başka bir etik tartışma açmak gerekebilir ama bu daha uzun ve farklı bir yazının konusu. Tabii ki kalitesiz gazetecilik argümanını küçümsemiyorum; hatta bu argüman bana kalırsa ortaya koyulabilecek en mantıklı çözümü de içinde barındırıyor; ama vurgulamak istediğim başka bir yönü var meselenin.

Sosyal ağlar artık düşmanımız mı?

Benim temel argümanım, haberin yerini ‘içeriğin’ almasının yarattığı bir tür dekadansı yaşıyor olmamız. Buzzfeed ve dolayısıyla viral çağında yaşamamız, ifadenin yataylaşması gibi birçok yenilik, her şeyi daha demokratik hâle getirirken, sermaye tarafından özenle kurulmuş olan birçok bilgi hiyerarşisini ve dağıtım ağını da kırdı. Ancak sosyal ağlarla ilgili övdüğümüz bu ‘demokratikleştirici’ etki aynı zamanda her devrim gibi karşı devrimini de beraberinde getirdi ve yataylığın o ‘muhteşem özneleri’ kendileriyle birlikte sorunlarını da getirdiler.

Hızla herkes tarafından adeta kutsallaştırılan ve tabu hâline getirilerek, sorgulanamaz duruma sokulan yurttaş haberciliği ve onun etrafında ortaya çıkan aktivist/haberci kültürü haberin en temel ögelerinden uzakta yapılan bir şey olmasına yol açtı. 90’larla birlikte gelen holdingleşmenin ve muhabir emeğinin ajansların tekelinde bir şeye dönüşmesinin yarattığı yıkıntı yetmezmiş gibi yeni medya teknolojileriyle gelen istihbarat servislerindeki sıradışı daralmanın yol açtığı ‘gazeteci kıtlığı’ bu yeni kültürle birlikte yeni bir hâl aldı. Tıpkı Halep meselesiyle ilgili üretilen ‘içeriklerde’ olduğu üzere, gerçeğe dair birçok versiyon kim olduğuna ya da kurumsal kimliğine dair bir fikrimiz olmayan bireyler tarafından aklımız kuşatılmış durumda ve birçoğumuz neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayıracak kadar bilgili değiliz, buna dair temel yöntemlerden bihaber olmamızın yanı sıra belirli şeylere inanmaya güdülenmiş durumdayız. Ve sosyal ağlarda açılmış, yarı-anonim (tam anonimlik şu gözetim koşullarında çoğunlukla mümkün olmadığından) birçok hesap tarafından yayılan, lokasyon bilgisi olmayan, çoğu zaman kopyala yapıştırın ya da gerçeği versiyonlarıyla sunmanın getirdiği bir çukura düştüğümüz bir gerçek.

Ama elbette bu noktaya bilerek ve isteyerek gelmedik. Dahası, sosyal ağlarda herhangi bir canlı yayınları vs. takip ettiğimiz ve sonrasında onlara anlamsızca statü yüklediğimiz birçok kullanıcı da gazeteciliğin içler acısı hâli sonucu geçmişte muhabirlerin üstlendiği işleri üstlenmek zorunda kaldılar. Türkiye’de bir sokak hareketi varken sokaktan tweet atan, fotoğraf geçen muhabirler bugün Cumhurbaşkanı ya da bakanların sözlerini tweet’liyorlar ve buna da yurttaş haberciliği deniyor. Oysa yurttaş haberciliğinin kaynağı ‘devlet’ olamaz. Bu mümkün bir şey değil, zaten olayın da doğasına aykırı.

İşte savunmasızlığımızın temelinde de bu var. Doğru bilgi kaynaklarına olan erişimimizin önündeki kalitesizlik, yasal sorunlar ve siyasal durum gibi engellerin her geçen gün kendini yenilediği ve beslendiği düşünüldüğünde sosyal ağların ‘aşağıdan yukarıya yalanı büyüten’ rejiminin dünden bugüne yukarıdan aşağı yalanı kurumsallaştıran ve yalanla yöneterek post-truth rejimini bizzat yaratan geleneksel medyayı temizlemeden başlayamayacağı ortada. O nedenle teyit çalışmalarının da yalan haber tartışmasının da temeline ilk olarak ‘geleneksel haber kaynaklarımızı’ koyup içerikle haber arasındaki farkı okura da habercilere de anlatmakta fayda var. Kaynaklarımızın bu ortamdaki güvenilmezliği kadar habere ulaşım yollarımız ve haber toplama metodlarımızı da baştan gözden geçirmek dışında bir çaremiz olmadığı ortada. Zira savunmasızlığımızın ve çaresizliğimizin temel sebebi orada yatıyor. Yalan haberlerle mücadele için bir reçete arıyorsak öncelikle kalitesiz gazetecilik ve sorunlu demokrasi kültürümüzle kavga etmemiz gerekiyor.

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten