AİHM kararlarına göre Türkiye, gazetecileri saldırılara karşı korumaya yönelik tedbir almamasının yanında yargı tehditleri, keyfî tutuklamalar ve internet sansürleriyle basın özgürlüğünü sistematik olarak ihlal ediyor. Uluslararası hukuka göre Ankara, gazetecileri delilsiz, sadece şüpheye dayanarak tutukluyor.
AİHM’in Türkiye’deki basın özgürlüğüne ilişkin ders niteliğindeki ihlal kararlarını, gazetecilik ve insan haklarının bir kez daha çiğnendiği bugünlerde 10 maddede hatırlatıyoruz.
Türkiye’nin basın özgürlüğü sicili, bu hafta başlayan ve gazeteci İsmail Saymaz’ı da hedef alan yeni gözaltı dalgasıyla bir kara leke daha aldı. Peki bu konuda uluslararası insan hakları hukuku ne diyor?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yıllar içinde, Türkiye’deki basın özgürlüğüne ilişkin çok sayıda davayı karara bağladı. Bu davalar, gazeteci cinayetlerinden yargısal baskılara, ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenlemelerden internet sansürüne kadar geniş bir yelpazeye yayıldı.
AİHM’in “ihlal” ile sonuçlanan bu kararlarındaki saptamaları şu ana başlıklar altında özetleyebiliriz:
- Türkiye’de devlet sıklıkla gazetecilerin çalışmalarını engelleyen politikalar izliyor, temel haklarını ihlal ediyor.
- Demokratik bir toplumda gerekli olmayan orantısız müdahaleler ve tedbirler haberciliğe karşı uygulanıyor.
- Gazetecilere karşı silaha dönüştürülen yasa maddeleri geniş, belirsiz ve öngörülemez nitelikte.
- Birçok delil, isnat edilen suç için yeterli, somut ve inandırıcı değil. Örneğin haberler ve köşe yazıları gazetecilere karşı “delil” diye sunuluyor.
- Türkiye’de devlet, doğrudan ihlallerin yanı sıra, gazetecileri koruma sorumluluğunu yerine getirmeyerek de insan haklarını çiğniyor.
- Basın özgürlüğü ihlalleri, tüm toplum üstünde ifade özgürlüğüne yönelik bir “caydırıcı etki” (chilling effect)” yaratıyor.
Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Konseyi 1949’da kuruldu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 1950’de imzaya açıldı, 1953’te yürürlüğe girdi. Taraf ülkelerin AİHS’ye uyumunu denetlemek amacıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oluşturuldu. AİHS’nin 46. maddesine göre Sözleşmeye taraf tüm devletler AİHM kararlarına uymaya mecburlardır. Yani AİHM kararları bağlayıcıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde konuya dair şu bilgiler de veriliyor:
Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyeleri arasında sayılmaktadır. AİHS’nin denetim sürecine bireysel başvuru hakkını 1987’de ve AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiştir. Ülkemiz, ulusal düzeyde yürütülen reform çalışmalarında, Sözleşme hükümlerini ve Mahkeme içtihadını temel almaktadır. Anayasa Mahkemesi de, AİHM kararlarının ulusal yargı sistemimiz tarafından esas alınmasını öngören bir karar kabul etmiştir. Gerçekte AB’nin Kopenhag kriterleri olarak tanımlanan demokrasi ve insan hakları ölçütlerinin temeli de büyük ölçüde bu Sözleşme hükümleri ve Mahkeme içtihadıdır. Dolayısıyla, bu ölçütlere uyum ile esasen AB’ye üyelik hedefinden kaynaklanan yükümlülükler de yerine getirilmiş olmaktadır.
Türkiye, Avrupa Konseyi’nin önemli bir boyutu olan Avrupa İşkencenin Önlemesi Sözleşmesi’nin denetim organı Avrupa İşkencenin Önlemesi Komitesi ile de yapıcı bir yaklaşımla işbirliği yapmaktadır. Cezaevi reformu konusunda bu işbirliğinin yararı görülmüştür. Cezaevlerinin reformu sürecinde, Komite’nin tavsiyeleri dikkate alınmıştır. Komite de bu konuda yapılan çalışmaları tatmin edici bulduğunu açıklamıştır. Saydamlık anlayışına uygun şekilde, Komite’nin ülkemize yaptığı ziyaretler sonrasında hazırladığı raporların gizliliğinin kaldırılarak yayınlanmasına izin verilmektedir. Böylece, yapılanlar ile eksik kalanlar kamuoyunun bilgisine sunulmakta, karar süreçlerine ilgili çevrelerin katılımının özendirilmesi amaçlanmaktadır.
İşte AİHM’in hak ihlaliyle sonuçlanan çeşitli kararlarında Türkiye’deki medya özgürlüğünün ne şekilde ihlal edildiğine dair 10 temel tespiti:
1. Devlet, gazetecilere yönelik fiziksel saldırı ve cinayetlere önlem almadı
AİHM, gazetecilere yönelik fiziksel saldırıların ve cinayetlerin etkili bir şekilde soruşturulmadığını, bunun da basın özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etki yarattığını belirtti.
- Dink v. Türkiye (2010) davasında, AİHM, gazeteci Hrant Dink’in tehdit edildiğine dair kamuoyuna açık bilgiler bulunduğunu ancak yetkililerin bu tehditleri önleme konusunda gerekli adımları atmadığını belirledi. Mahkeme, devletin Dink’i koruyamadığını ve cinayetin ardından yürütülen soruşturmanın eksik kaldığını tespit etti.
- Kılıç v. Türkiye (2000) kararında, mahkeme, gazeteci Kemal Kılıç’ın tehdit altında olduğuna dair belirtiler bulunmasına rağmen devletin koruma sağlamadığını ve ölümüne ilişkin yürütülen soruşturmanın etkili olmadığını değerlendirdi.
- Yaşa v. Türkiye (1998) davasında, AİHM, gazeteci Haşim Yaşa’nın öldürülmesine ilişkin yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu tespit etti. Mahkeme, devletin, gazetecinin öldürülmesiyle ilgili failleri tespit etme konusunda gerekli adımları atmadığını belirtti.
2. Gazeteciler mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklandı
AİHM’in gazetecilerin mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklandıkları belirttiği kararları da var.
- Gazeteci ve yazar Ahmet Şık, “İmamın Ordusu” adlı kitabı 2011’de yayımlandıktan üç gün sonra “terör örgütüne yardım” suçlamasıyla tutuklandı. AİHM, Şık v. Turkey (2014) ve Şık v. Turkey (No. 2) (2020) adlı iki farklı kararında, Şık’ın mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını ve tutuklanmasının yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanmadığını belirtti. Tutuklamanın hukuka aykırı olduğunu belirten mahkeme, bunun ifade özgürlüğüne ciddi bir müdahale olduğunu kaydetti.
- Gazeteci Mehmet Altan ile dönemin Zaman gazetesi yazarı Şahin Alpay, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından, “FETÖ/PDY” ile bağlantılı oldukları iddiasıyla Temmuz 2016’da tutuklandı. Şahin Alpay v. Turkey (2018) ve Mehmet Altan v. Turkey (2018) davalarında AİHM, gazetecilerin mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını ve bunun hukuka aykırı olduğunu belirtti. Bunun demokratik toplumda ifade özgürlüğü açısından ciddi bir baskı unsuru oluşturduğunu belirten mahkeme, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti.
Mahkeme, bu davalarda gazetecilerin uzun süreli tutuklulukların caydırıcı bir etkiye yol açabileceğini söyledi.
3. Gazetelerin kapatılması ve haklarında dava açılması orantısız bir müdahale
Mahkeme, basın kuruluşlarının kapatılması ve yayın yasaklarının demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü üzerinde nasıl bir etki yarattığını da ele aldı.
- Özgür Gündem v. Turkey (2000) davasında, mahkeme, Özgür Gündem gazetesinin sistematik olarak baskıya maruz kaldığını belirtti. AİHM, gazete çalışanlarının hedef alınması, gazetenin kapatılması ve sürekli olarak davalar açılmasının ifade özgürlüğüyle bağdaşmadığını kaydetti. AİHM, gazete aleyhine açılan davaların, verilen mahkûmiyet kararlarının ve uygulanan diğer tedbirlerin, demokratik bir toplumda gerekli olmayan orantısız müdahaleler olduğunu vurguladı.
4. Erişim engelleri internet sansürüne yol açıyor, bilgiye erişim hakkını ihlal ediyor
AİHM, sosyal medya platformları ve internet siteleri için erişim engeli kararı verilmesinin de temel hakları ihlal ettiğini belirtti.
- 2009’da, Ahmet Yıldırım’ın Google Sites’ta kayıtlı internet sitesi hakkında verilen erişim engeli kararı, Google Sites platformunun geneli için uygulandı. AİHM, Ahmet Yıldırım v. Turkey (2012) kararında, erişim engelinin Yıldırım’ın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verdi. Mahkeme, erişim engeli kararlarının geniş kapsamlı internet sansürüne yol açtığını ve yurttaşların bilgiye erişim hakkını ihlal ettiğini belirtti. AİHM, bu yönüyle bunun orantısız bir müdahale olduğu vurguladı.
5. Sansür kararının bir dayanağı yok, ifade özgürlüğü için internet emsalsiz bir araç
2008’de hükûmetin YouTube’a Türkiye’den erişim engeli getirmesiyle ilgili davada farklı bir sonuç çıkmadı.
- Mahkeme, Cengiz ve Diğerleri v. Turkey (2015) kararında, YouTube’un tamamının engellenmesi konusunda hükûmetin yeterli yasal dayanak sağlamadığını ve bu nedenle müdahalenin “kanunla öngörülme” şartını karşılamadığını belirtti. İnternet sitelerinin halkın güncel haberlere erişimine ve haberlerin iletilmesinin kolaylaşmasına hizmet ettiğini hatırlatan AİHM, internetin haberleşme hakkını da güvence altına aldığını belirtti. İnternetin ifade özgürlüğünün kullanılması bakımından emsalsiz bir araç olarak görülmesi gerektiğinin altını çizen mahkeme, bu nedenle erişim engeli kararının ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale olduğunu vurguladı.
6. Gazeteciler gerekçesiz, kanıtsız, sadece “şüphe” ile tutuklandı
AİHM, 2020 ve 2021 tarihli karlarında da gazetecilerin herhangi bir kanıt olmadan, sadece şüpheye dayanarak tutuklandığını belirtti.
- 31 Ekim 2016’da Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları, “FETÖ ve PKK’ya üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiasıyla tutuklandı. Gazetecilerin başvurusu sonrası AİHM, Sabuncu ve Diğerleri v. Türkiye (2020) kararında, tutuklamanın hukuka uygun olmadığını belirledi. Gazetecilerin terör örgütlerine hizmet ettiklerine dair herhangi bir kanıt olmadığını söyleyen mahkeme, yerel mahkemelerin tutuklu yargılama kararlarını sadece ‘şüphe’ye dayandırdığını belirtti.
Gazetecilerin ağır cezalar getiren suçlarla yargılanmasına gerekçe yapılanların doğrudan meslekî faaliyetler olduğunu belirten AİHM, bunun ifade özgürlüğü hakkının ihlali olduğunu söyledi. Mahkeme, gazetecilerin gözaltına alınmaları ve mahkeme öncesi tutukluluk hallerinin mantıklı gerekçelere dayanmadığı görüşüne vardı.
- Ahmet Altan v. Turkey (2021) kararında AİHM, 2016 yılında darbe girişiminden sonra tutuklanan Altan’ın özgürlük, güvenlik hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme, kararında “Başvurucunun hiçbir eylemi Türkiye hükûmetini devirmeye yönelik bir planın parçası olduğuna işaret etmiyor.” dedi. AİHM, Altan’ın suç işlediğine dair makul şüphenin bulunmadığı hükmüne vardı.
- AİHM, Şık v. Turkey (No. 2) (2020) ve Mehmet Altan v. Turkey (2018) davalarında da Türkiye’nin gazetecileri yeterli ve inandırıcı delil olmadan hapsettiğini tespit etti. Mahkeme, Şık kararında Ahmet Şık’ın gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılandığını ve makul şüphe olmadan tutuklandığını söyledi.
7. Gazetecilere verilen hapis cezaları, toplumu otosansüre teşvik etti
Mahkemenin gazetecilere verilen hapis cezalarının sadece gazeteciler üzerinde değil, toplumun geneli üzerinde olumsuz bir etki yaptığına ilişkin kararları da var.
- Mehmet Altan v. Türkiye (2018) kararında AİHM, gazeteciler gibi eleştirel seslerin tutuklanmasının sivil topluma gözdağı verip muhalif sesleri sessizleştirerek toplumda otosansüre yol açtığını belirtti. Mahkeme, bunun ifade özgürlüğü açısından caydırıcı bir etki doğuracağını kaydetti.
- 2017 yılında “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla tutuklanan Deniz Yücel’in hürriyet, güvenlik ve ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine hükmeden AİHM, kişileri eleştirel görüşleri sebebiyle tutuklamanın sivil toplumu yıldırma ve muhalif sesleri kısmak gibi caydırıcı etkiler yaratabileceğini belirtti.
- AİHM, 2021 tarihli Vedat Şorli kararında da Şorli’nin “cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması kapsamında hapis cezasına çarptırılmasının ifade özgürlüğünün kullanımı konusunda caydırıcı etki yapabileceğine vurgu yaptı.
8. Acil durumlar, siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlamak için bahane edildi
AİHM, Şahin Alpay v. Turkey (2018) davasındaysa yargı mekanizmasının bahanelere sığınmaması gerektiğini söyledi.
- Mahkeme, Alpay’ın “FETÖ üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklanmasında köşe yazıları dışında somut bir delil bulunmadığını belirtti. AİHM, kararında, “bir ulusun yaşamını tehdit eden kamu acil durumunun, demokratik toplum kavramının merkezinde yer alan siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlamak için bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini” vurguladı.
9. Devlet, gazetecilere karşı pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedi
- AİHM, Türkiye’nin gazetecileri yalnızca doğrudan baskıyla değil, onları korumayarak da susturduğunu belirledi. Mahkeme, Ferhat Yaşa (1998), Kemal Kılıç (2000) ve Hrant Dink (2010) kararlarında devletin gazetecileri koruma yükümlülüğü olduğu ancak bu yükümlülüğü yerine getirmediğini karara bağladı.
10. Sosyal medya paylaşımından tutuklama hak ihlalidir
AİHM’in gazeteciler lehine verdiği ihlal kararları sadece haberleri kapsamıyor. Sosyal medya paylaşımları da bu bağlamda değerlendirildi.
- Haber-Sen İzmir Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Binali Erdoğan, 2017 yılında, sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla kamu görevinden çıkarıldı. Daha sonra tutuklanan Binali Erdoğan’a 10 ay hapis cezası verildi. Binali Erdoğan, durumu AİHM’e taşıdı. 8 Ekim 2024 tarihli kararında, mahkeme, Binali Erdoğan’ın “düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine” hükmetti.
Av. Molu: Türkiye ihlal kararlarına uymadığı için ihlaller tekrarlanmaya devam ediyor
“Türkiye, AİHM istatistiklerine göre hakkında en fazla ifade ve basın özgürlüğü ihlali kararı verilen Avrupa Konseyi üyesi devletlerden biri.”
Bu sözler, Türkiye’deki basın özgürlüğüne yönelik AİHM kararlarını değerlendiren insan hakları hukukçusu, avukat Benan Molu’ya ait.
Molu’ya göre AİHM, bu ihlal kararlarının neden kaynaklandığını da tespit etti:
- AİHM, bu ihlal kararlarının temelinin Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nun çeşitli maddelerinin geniş, belirsiz ve öngörülemez şekilde yorumlanması ve uygulanmasından kaynaklandığını belirtiyor.
Mahkemenin, bu maddelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) standardına uygun şekilde değiştirilmesi ya da kaldırılmasını istediğini söyleyen Molu, “Bu ihlal kararları avukatlar ve yargılanan kişiler için çok önemli bir dayanak olsa da ve madde metinlerinde bu kararlar doğrultusunda bazı değişiklikler yapılsa da bunların uygulanmasında bir değişiklik olmadığı için ihlaller de aynı şekilde devam ediyor” dedi.
Molu, AİHM tarafından daha önce verilen ihlal kararlarının gereklerinin yerine getirilmediği için bu ihlallerin tekrarlanmaya devam edeceğini söyledi:
- Anayasa’nın 90’ıncı ve AİHS’nin 46’ncı maddesine göre bu kararlar bağlayıcı olmasına rağmen Türkiye, AİHM kararlarının uygulanmaması konusunda da ilk sıralarda. Bu alanda gerçek bir değişim ve iyileşme ancak AİHM kararlarının gerçek anlamda uygulanmasıyla mümkün olabilir.
İLGİLİ:
Gazeteci İsmail Saymaz da gözaltında: “Amaç vatandaşın haber almasını engellemek”
Avrupa Konseyi raporu: Türkiye’de gazetecilere ‘adli taciz’ var
İnternet Özgürlükleri Raporu: Dijital sansür artıyor, platformlar iktidara boyun eğdi