Haber

(A)politikleştirebildiklerimizden misiniz?

Bu satırları İstanbul’a gitmekte olan şehirlerarası bir otobüste yazıyorum. Birkaç ay evvel yaşananlardan sonra konkordato ilan edip Türkiye halkına bir ekonomi terimini daha acı yoldan öğreten bir şirketin otobüsünden. Geçen ay iflasını ilan etmesine rağmen hala sefer yapan bu şirkette artık ikram verilmiyor ve prizler çalışmıyor. Bu yüzden bilgisayarımın şarjı bitmeden bitirmem gereken bu yazıyı yazarken, yazdığım konuyla uzak gibi gözüken ancak aslında çok da uzak olmayan bağlantısını düşünüyorum.

Prime Time’da yayınlanan son zamanların en çok izlenen ana haber bülteni otobüsün küçük televizyonunda oynarken bir yolcunun muavinden sesi biraz daha açmasını istediğini, muavinin de diğer yolcuları ‘rahatsız’ edebileceği için ancak bu kadar açabileceğini söylediğini duyuyorum. Ufak televizyona kilitlenen orta yaş üstü birkaç erkeğin, nasıl oluyor da televizyondaki o adamın hâlâ içeri alınmadığını, susturulmadığını konuştuklarını dinliyorum. Toplum içinde basit diyaloglar ve siyasi konuşmaların halkın çeşitli kesimlerinde bahsedil(e)memesinin yegâne sebebi olarak uygulanan politikaları öne sürmek ne kadar doğru?

Medyadan yahut medyanın çalışma koşullarının bedbahtlığından bahsederken illa çıkarılan yasalardan, hapisteki gazetecilerden, tekelleşen medya şirketlerinden, çok sesliliğin yitirilmesinden, baskıdan, faşizmden veya yitirmeye başladığımız demokrasiden bahsetmeye gerek yok. Zorla emekli edilen 40 senelik gazetecilerden ya da yeni mezun olmuş hevesli bir medya emekçisinin her geçen gün etik değerlerinin nasıl yok edildiğinden söz etmeye de gerek yok.

Bunların hepsini anlayabilmek için şehirler arası bir otobüsün içindeki yolcuları izlemek yeterli olabilir. Siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan “sıradan” bir vatandaşın iki dudağının arasından çıkacak sözler yüzünden başına gelebileceklerden çekinip kelimelerini yutması tartıştığımız hadiselerin özeti niteliğinde değil midir? Tıpkı bu satırları yazarken herhangi bir yerde yayınlanması halinde benim, hocalarımın ya da yayınlayan kuruluşun başına gelebileceklerden dolayı her kelimemi özenle seçmem, kelimelerin ağırlığı ve anlamları üzerinde kafa patlatmam gibi. Eğer bu çekinceyi anlatması gereken organ medya ise, kafası kesilmiş olmasına karşın parmakları kavrayabildiği müddetçe yazmaya devam etmesi gerekmez mi?

Yoksa bunlar son sınıf bir yeni medya öğrencisinin baskı makinelerinin tozunu yutmadığı, kablolu yayınların çetrefilini görmediği için söylediği hezeyanlarından mı ibaret? Ağır ancak varacağı yere varacak gibi ilerleyen otobüsümüze döndüğümde, benimle birlikte dört beş kişinin dikkatini çekmiş ana haber bülteninin reklama girdiğini, o sırada da muavinin, iflas etmiş firmasının ihtirazını çektiğini görüyorum. Yolcuların sandviç, bisküvi, veya kahve isteklerini elindeki çayla savuşturmaya çalışırken, insanların memnuniyetsizliğiyle ilgilenmek zorunda kalan tek kişi o kalıyor.

Bu hadise bana ülkede yaşanan ekonomik problemlerin muhataplarının kasıtlı yolla failden nasıl ayrıldığını hatırlattı. Sorunun kaynağına inememek, asıl problemi saptayamamak yalnızca şu an yaşadığımız bir mesele mi, yoksa bunun çözümü için çok daha geriye gitmemiz mi gerekiyor? İçinde bulunduğumuz tüm ekonomik, kültürel, sosyolojik yahut politik problemlerin nedenlerini sıralamaya kalktığımızda çuvaldızı biraz da kendimize batırmamız lazım. Örnek vermem gerekirse, eğer bir ülkede, diğerlerine nazaran “iyi” bir üniversitenin son sınıf iletişim fakültesi öğrencilerine ‘’-da’’, ‘’-ki’’ eklerinin nasıl yazılacağı anlatılıyorsa, üstüne üstlük sonrasında hala yanlış yapanlar çıkıyorsa, bahsetmek zorunda olduğumuz çok daha derin ve primitif sorunlarımız var demektir. Otobüsün ekranındaki haber bülteni sona erip saatler sürecek ve insanları tüm bu gerçeklerden uzakta tutacak dizi başlarken, telefonumdan YouTube’a girip eskiden ekranlarda gördüğüm, artık videolarını beğenip abone olmamızı rica eden eski bir medya çalışanının son yüklediği, a(z)-politik ama daha eğlenceli videosuna tıklıyorum.


* Bu makale Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Avrupa Gazeteciler Federasyonu’nun (EFJ) İletişim Fakültesi öğrencilerine yönelik yarışmasında ikinci seçilmiştir.

Utku Bayrak

1995 Kırklareli/Lüleburgaz doğumlu. Bahçeşehir Üniversitesi'nde Yeni Medya bölümü son sınıf öğrencisi. Kurumsal iletişim alanında deneyimi var.

Journo E-Bülten