Söyleşi Yeni Medya

Şener: Çocuğun eve tıkılması dijital öncesine dayanıyor

Düne kadar sokaklarda oyun oynayarak büyüyen çocuklar gelişen teknolojinin etkisi ile artık yeni medyanın içine doğuyor, sosyal medya ile sosyalleştiklerine inanıyor. Peki ama çocuklar sosyal medyayı hangi amaçlarla kullanıyor, tehlike nerede başlıyor ve ailelere ne gibi görevler düşüyor? Araştırmacı Orhan Şener'e sorduk.

İlk olarak ‘çocuk’ ve yeni medya ilişkisinde her iki kavramı da açmakta fayda var. Senin üzerine çalıştığın çocuklar uluslararası kabul görmüş tanım gereği 18 yaşından küçük olanlar bağlamında mı yoksa belirli bir yaş aralığı üzerine mi çalışıyorsun?

Ben üç kategoride ele alıyorum çocukluk tanımlarını, anlamlı bir yaklaşım olabilmesi için. Birincisi, yasal tanım. Bu, senin de bahsettiğin BM Çocuk Hakları Konvansiyonu bağlamında, 18 yaş altı herkesin çocuk kabul edilmesi ile ilgili. 18 yaş önemli bir eşik ancak sosyal medya ve çocuk bağlamında çıtayı bu kadar yukarı çekmek pek doğru olmayabiliyor. Bu sebepten, diğer iki kategoriyi de kullanmak gerek. İkinci tanım burada devreye giriyor, biyolojik tanım. Piaget modeline göre, çocuğun bilişsel gelişiminde 11 yaş ve sonrası soyut işlemler dönemi. Çocuk bu aşamadan itibaren bir yetişkine oldukça yakın sosyal ve iletişimsel becerilere sahip oluyor. Bu sebepten birçok sosyal mecra, üyelik yaşı olarak 12-13’ü minimum yaş olarak kabul eder. Üçüncüsü ise çocukluğun kültürel tanımı. Çocukluk, hukuki ve biyolojik olmanın yanında, sosyal bir kavram. Toplum değiştikçe, çocuk algısı da değişiyor. Toplumun çocuk algısı değiştikçe, iletişim araçlarındaki çocuk temsili ve çocuklar için üretilen içeriğin yapısı da değişiyor…

“Bu yeni nesil kamusallıkta çocuklar kendilerini bulabiliyor”

Böylesine geniş bir alanda çoğunlukla insanların aklına gelen kısım popüler sosyal ağlar; oysa arama motorları farklı dünyaların yolunu açıyor, hele ki devreye VPN vs. girince bambaşka bir alanla karşılaşıyorlar. Senin çalışmanın bir alansal kısıtı var mı? 

Web’in, derin web’in, P2P ağları gibi İnternet’in diğer alanlarının her biri kendince bambaşka riskler taşıyor ancak konuyu sosyal medya ile sınırlıyorum. Tarihçi, Richard Sennett, 16. yüzyıl sonrasında Avrupa metropollerinin ani büyümesi için diyor ki, Kimin kim olduğunun bilinmediği, anonimliğin oluştuğu bir toplum yapısı ortaya çıkıyor. Bu birbirini tanımayan insanları bir araya getirebilmek için park, kafe gibi kamusal alanlar ortaya çıkıyor. Bizimle alakalı kısmı şu: O zamana kadar toplumsalın her yerinde bulunabilen çocuklar, bu yeni kamusallıkta kendilerine yer bulamayıp, evde tutuluyorlar. Benim yaklaşımım, sosyal medyanın, Sennett’in bahsettiği 16. yy sonrası metropollere benzemesine dayanıyor. Anonimlik, kaotik bir sosyal yapı, yatay ilişkiler, vesaire… İşte bu yeni nesil kamusallıkta çocuklar kendilerine nasıl yer bulabiliyorlar, buna bakıyorum.

12920447_592864457530491_8313840560772372961_n
Orhan Şener | “Çocuk Dünyasına Yolculuklar” dizisi etkinliğinden bir fotoğraf

‘Sosyal medya ve çocuk’ kavramını arattığımızda hep negatif yazılar ve haberler çıkıyor. “Eskiden çocuklar sokaklarda oynardı ama şimdi hepsi sosyal medya bağımlısı oldu” klişesinden öte bu iki kavram neden negatifliği çağrıştırıyor?

Bağımlılık meselesi çok konuşulsa da aslında esas dert edilen o değil, zira sosyal medya öncesi dönemde, bizim kuşağın çocukluk yıllarında da bilgisayar oyunu bağımlılığından endişe ediliyordu. Çocuğun eve tıkılması hadisesi sosyal medya ya da dijital teknolojiler öncesine dayanıyor ve farklı dinamiklerin ürünü. Asıl endişe edilen, sosyal medyanın sosyal tarafı. Ebeveynler çocuğun bu mecralarda kiminle ne yaptığını bilmedikleri için endişeleniyor. Ne olup bittiğini anlamak için kendisi de o mecraya girdiğindeyse, çocuk oradan çıkıp kendine anne babasının olmadığı bir mecra buluyor. Snapchat çok iyi bir örnek bunun için. Yaratıcısı tarafından kasıtlı olarak kullanılabilirliği zor olarak tasarlanmış bir platform. Bütün kaygı, belli bir yaşın üstünü mecranın dışında tutmak ki çocuklar, gençler ailelerinden kaçabilecekleri güvenli liman olarak burayı kullansın. Mecra da, bu genç kullanıcı kitlesini reklam verenlere satabilsin…

“Evden çıkamayan kız çocukları sosyal medyayı arkadaşlarıyla iletişimde kalmak için kullanıyor”

Çocuklar sosyal medyayı hangi amaçlarla kullanıyor?

Buna çok spesifik cevap verebilirim. Daha çok taze bir araştırma yapıldı, 8 ülke, 9 antropolog, 3 sene boyunca farklı sosyal gruplardan kullanıcıların sosyal medya kullanım pratiklerini inceledi. Özetle diyorlar ki, bu pratikler kültürle doğrudan ilgili. Mesela Türkiye’de, sosyal medya genel olarak mekansal olarak ayrı düşmüş toplulukların tekrardan online mecra üzerinde birbirine bağlanması temelinde kullanılıyor. Akrabalar, memleketten eski arkadaşlar, vesaire… Göçün yaygın olmadığı toplumlarda böyle değil bu, ihtiyaç yok çünkü. Çocuk özelinde en önemli bulguları şu: Türkiye’de, özellikle kız çocukları sosyal medyayı arkadaşlarıyla devamlı iletişim halinde kalmak için kullanıyor. Muhafazakarlığın da bariz etkisiyle, ev dışına çıkışı kısıtlı olan çocuklar ailelerinin gözetimi altında dururken, sosyal medya sayesinde bir yandan da arkadaşlarıyla iletişebiliyor.

Çocukların sosyal medya kullanım alışkanlıkları ne?

Yetişkinlerden farklı olarak çocuklar için sosyal medya hayatlarına sonradan girmiş bir şey değil, çoğu için kendilerini bildikleri ilk günden beri hayatlarında olan bir şey. Son 10 yıldır hep konuşulan dijital yerli, göçmen kavramlarını kullanacak olursak, bu çocuklar bu mecraların yerlileri, yaşça daha büyük kuşaklar ise göçmen. Çocuklar bu mecraların dilini, adetini biliyor ve kültürü onlar belirliyor; göçmenler ise kültürü öğrenmek zorundalar, dili ise çat pat konuşabilseler de, aksanları var. Emojilerle konuşabilen bir nesilden bahsediyoruz. Tabii, yaş, sosyal sınıf, eğitim seviyesi gibi etmenler çok önemli. İnternet erişimi kısıtlı bir çocuk ne kadar dijital yerlidir, tartışılır…

“11 yaşındaki çocuğun sosyal medyada bulunması ona faydadan çok zarar verebilir”

Sosyal medyanın çocuklar üzerindeki olumsuzlukları ne?

11 yaş öncesinde soyut işlem becerileri, sosyal beceriler kısıtlıdır demiştik. Sosyal medyada bu beceriler çok önemli olduğu için, 11’den küçük bir çocuğun sosyal medyada bulunması ona faydadan çok zarar verebilir; zira sosyal medya sosyaldir ama fiziksel dünyadaki sosyalleşme gibi de değil. Mimikler, ses tonu, bakışlar, karşıdaki insanın fiziksel özellikleri, giyimi gibi bağlam yaratan etmenler yok sosyal medyada. Her mecranın kendine özgü bağlam yaratan etmenleri vardır ama çocuk, henüz soyut işlem becerisine sahip olmadığından, bunları işleyemiyor, kullanamıyor, dolayısıyla literatürde ‘bağlam çökmesi’ (context collapse) denen durumla karşılaşıyor. Kiminle, neden konuştuğunu bilemeyebiliyor. Bu da tabii, tacizden, istismara kadar çeşitli ciddi sorunlara kapı açıyor. İkinci sorun da, çocukların mobil odaklı kullanımıyla ilgili. Çocuklar devamlı online, her yerde, her zaman erişebilmek istiyorlar sosyal medyaya. Durmadan bir ‘notification’a tepki veriyor, bütün gün göz ucuyla ekrana bakıyor. Bu da çocuğun zaman ve mekan hakimiyetini yitirmesine sebep oluyor. Çok hızlı iletişiyor, devamlı zihinsel olarak tetikte, düşük yoğunluklu bir alarm vaziyetinde, tek bir şeye odaklanamıyor vesaire… Yani, hepimizde olan şeyler ama çocuklarda hem nicelik olarak bize göre daha yoğun bir durum var, hem de onlar henüz kişiliklerini oturttukları dönemde oldukları için bilişsel olarak uzun vadede de belirleyici oluyor.

“Çocuğunuz Facebook’ta reklam görmesin istiyorsanız notere gitmeniz gerekiyor”

Peki sence sosyal medya eğitimi okullarda verilebilir mi?

Verilebilir ve verilmeli ama kim, nasıl verecek? Halihazırda medya okuryazarlığı dersleri var, bunlar ne durumda mesela? Dijital okur yazarlık çok önemli bir husus ama bunun eğitimini verebilecek bir kadro yok. Kadroyu yetiştirecek üst kadro ve know-how da yok. Öyle bir niyet olduğunu da sanmıyorum. Bizdeki mevcut zihniyet, meseleyi daha çok müstehcenlik, tehlike, zarar odaklı düşünen, çözüm olarak da yasak ve sansürden başka pek bir şey öneremeyen bir zihniyet. Hadi bizi geçelim, Finlandiya’da da zor. Zira mecra odaklı bir eğitim vermek güç, sen daha müfredatı yazarken yeni bir mecra çıkacak ortaya. Daha genel, beceri-odaklı bir eğitim gerekiyor ama bunun için de temel eğitimin verilmiş olması lazım…

Aileler bir yandan çocuklarını sosyal medyadan uzaklaştırmaya çalışıyor ancak diğer yandan kendi sosyal ağlarında çocuklarının fotoğraflarını ve videolarını paylaşıyor. Aileler üzerinden düşündüğümüzde ne gibi önlemler almak gerekir?

Ebeveynlerin çocuklarının görüntülerini, bilgilerini sosyal medyada paylaşma pratikleri başlı başına bir araştırma konusu. O fotoğrafların, online mecralarda kalıcı olduğunu hatırlamakta fayda var. Siz çocuğunuzun fotoğrafını paylaşıyorsunuz ama aslında, yakın gelecekte yetişkin bir insanın çocukluk fotoğrafını ondan izinsiz olarak paylaşmış hale geleceksiniz. Bundan 20 yıl sonra o fotoğraf hala online varlığını sürdürüyor olacak ve sizin zamanında yapmadığınız, eksik yaptığınız gizlilik ayarı yüzünden yetişkin bir bireyin başı ağrıyacak. Ebeveynler sanki ufak ufak bunun farkına varıyor. Enteresan şeyler de olmuyor değil, mesela, yeni doğan bebeklerin fotoğraflarını paylaşırken suratlarını bir kalp ya da nazar boncuğu efekti ile kapatma trendi başladı şu sıralar. Nazar değmesin diye.

Facebook hesap açma yaşı 13. Ancak, Türkiye’de 13 yaşın altında 7.5 milyondan fazla çocuğun Facebook hesabı olduğu tahmin ediliyor. Sosyal medyaya erişim konusunda yasaklar getirmek mümkün mü? Ne kadar yararlı olur?

Bu 13, en başta bahsettiğimiz bilişsel gelişimle ilgili olarak belirlenmiş bir yaş. Ama yasak meselesinde, esas görev ebeveynde. Facebook ya da devlet bu konuda bir şey yapabilir mi, yaparsa da ‘nüfus cüzdanı kopyasını yükleyin’ gibi bir şey mi olur tartışılır. Mecra çok da yardımcı olmuyor bu arada. Mesela, 13 yaşından büyük çocuğunuzun Facebook hesabı var ve siz Facebook’ta çocuğunuza reklam gösterilmemesini istiyorsunuz. Bunun illa bir ayarı vardır diye düşünüp bakarsanız şunu göreceksiniz: Mümkün ama notere gitmeniz gerek. Noter onaylı vesayet belgesi ile başvurunuzu yapıp, çocuğunuza reklam gösterilmesini engelleyebilirsiniz. Özetle, iş velilere düşüyor ama kolay değil.


Orhan Şener kimdir?

Orhan Şener, lisans eğitimini iktisat alanında tamamladıktan sonra, İngiltere’de City University London’da Enformasyon, İletişim ve Toplum bölümünde yüksek lisansına başladı ve “Üniversite Öğrencilerinin Online Mecralarda Politik Katılımı” başlıklı tezi ile mezun oldu. 2014 yılından bu yana, Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Doktora Programı’nda “Sosyal Medyanın Farklı Sosyal Gruplar Arasında Kullanım Pratikleri Üzerine Etnografik Bir Çalışma” başlıklı tezini yazmaktadır.

Aktif olarak çalışmakta olduğu projeler:

  • Online Eğitim platformlarının çocuk kullanıcılar için kullanılabilirlik testleri,
  • Lise ve üniversite öğrencileri arasında SnapChat kullanım pratikleri,
  • WhatsApp üzerinde kurulan aile grupları üzerine etnografik bir çalışma,
  • ‘İnternet Anneleri’nin blog ve sosyal medya paylaşımları üzerine bir içerik analiz.

Gülin Küpelioğlu

İzmir Ekonomi Üniversitesi Medya ve İletişim/Habercilik bölümü mezunu. 2012 ve 2015 yılları arasında Habertürk TV'de program editörlüğü ve haber prodüktörlüğü yaptı. Kadir Has Üniversitesi İletişim Bilimleri yüksek lisans programını bitirdi. Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya Laboratuvarı'nda koordinatör olarak çalışıyor.

Journo E-Bülten