Yüksek reyting aldıkları öne sürülen televizyon dizilerinde işlenen öyküler aracılığıyla kadına ve çocuğa yönelik şiddet, her gün saatlerce süren yayınlarla normalleştiriliyor. Birçok dizide kadın güçsüz, erkeğin sahip çıktığı, sahiplendiği, koruduğu ya da yoğun fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığı veyahut öldürdüğü “insan-nesneler” olarak konumlandırılıyor. Dizilerdeki şiddete artık alıştık ama henüz birkaç yıl öncesine kadar sorun bu kadar derin değildi. Gazeteci, senarist, akademisyen ve siyasetçi bakış açısıyla bu sorunu ve geleceğe dair olası çözümleri araştırdık.
Toplumda başta kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet eylemlerinin gösterdiği artış ivmesinin pek çok nedeni olduğu tartışıladursun, dizilerde betimlenen şiddet ve onun normalleştirilmesi de bir başka gündem maddesi. Bu konuda toplumsal farkındalığın hâlâ yeterli düzeyde olmadığı yönünde tespitler var. Buna karşın şiddeti normalleştiren ve hatta meşrulaştıran dizilerin sayısı ve erişimi giderek artırıyor.
Konu siyasetçilerin de gündemine girdi. Ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndaki (RTÜK) üyesi İlhan Taşcı da sekiz farklı dizide; kadına şiddeti ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini destekleyen söz, ölüm, ve psikolojik şiddet gibi 6112 Sayılı Yasa’ya aykırı görüntüler tespit ettiğini açıkladı. Ardından, geçtiğimiz ay Antalya’da düzenlenen İl Afet ve Acil Durum Müdürleri Türkiye Afet Müdahale Planı Değerlendirme Toplantısı’nda konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şunları söyledi: “Lanet bir dizi var ‘Çukur’ diye. Onun kadar olamıyorsak yazıklar olsun. Bir de ‘Adana Sıfır Bir’ diye dizi var. İkisinin etki alanı kadar etki alanı oluşturamıyorsak yandık. Bu iki dizi çocuklarımızı zehirliyor. İnsanımızı kendi kültüründen uzaklaştırıyor.”
Bizimkiler gibi naif dizilerden bugünlere geldik. Bu arada RTÜK, sansür düzeninin dijital ortama yayılmasını sağlamakla eleştirilen yeni yönetmeliğini yürürlüğe soktu. RTÜK’e rağmen dizilerde yayılmaya devam eden şiddet ve cinsiyetçiliği gazeteci Tuğrul Eryılmaz, senaristler Ezgi Özcan ve Sinan Biçici, siyasetçi İlhan Taşcı ve akademisyen Sinan Aşçı ile konuştuk.
Gazeteci Eryılmaz: TV’deki şiddet Türkiye’nin siyasal ikliminin yansıması
Gazeteci Eryılmaz’a göre televizyon ekranındaki şiddet ülkenin bugünkü siyasal ikliminin bir yansıması. Eryılmaz ekrandaki şiddetle ilgili şunları söylüyor: “Şu anda Türkiye’nin her yerinden şiddet akıyor. Haberlerde tutuklamalar, mülteciler var. Bir süre sonra bu ekrana da yansıyor ve talep buna dönüyor, sektör de buna yöneliyor. Ama arz mı talebi, yoksa talep mi arzı yaratıyor, bilemiyorum. Televizyonda şu anda bir tane gerçek aşkı, sevgiyi içeren dizi yok. Çünkü baştakiler bu duygulardan uzak oldukları için sadece şiddete göz yumuyorlar.”
Senarist Özcan: RTÜK denetlemiyor demek yanlış
Senarist Ezgi Özcan ise RTÜK denetiminin talep edilmesinin bir süre sonra sansür talebinin de önünü açtığını düşünüyor. Üstelik RTÜK sansürünü eleştirenlerin sonradan RTÜK’ten sansür talep ettiklerini belirtiyor. Özcan sektörün içinden biri olarak durumu şöyle değerlendiriyor:
“Ben çocukluğumda pembe dizileri izleyerek büyüdüm. Dizi yazmaya ise 2010 yılında başladım. Sektörden biri olarak söylüyorum. Bu işin bir de sermaye tarafı var. Bir kanalda çok izlenen dizi varsa diğer kanal da aynı şeyi yapmak istiyor. Bu da aynı tür dizilerin enflasyonuna ve her kanalda benzer dizilerin yayımlanmasına neden oluyor. Bir nevi her bakkalın aynı ürünü satmak istemesi gibi. Yani bir yerde sert motifli bir iş tutar ve reyting getirirse, diğer kanallar da hemen benzerinden sipariş veriyor.”
“Diziler şiddet gösteriliyor diye eleştiriliyor ama ekranda görmek istemediğimiz şeyler yanı başımızda yaşanırken ve yanı başımızda yaşananlara verdiğimiz tepki genellikle kafamızı çevirip gitmekken neden ekranda görünmesi bu kadar canhıraş tepkilere neden oluyor? Bunlar başka nasıl gündeme gelecek? Bunların gündeme gelmesinden ziyade kadına, çocuğa gösterilen şiddet, şiddeti göstermeden nasıl anlatılır? Şiddet gösterilen sahneler kesildiğinde gerçekten şiddetin önüne mi geçilmiş oluyor? Şiddet gösteriliyor ve bunun üzerine bir tartışma başlıyor olması bile önemli bir husus aslen. Ekrandaki şiddeti eleştiren izleyiciler, kendi alışkanlıklarını değiştirmek yerine diziyi şikayet ediyorlar. Bu kadına şiddet sahnelerinin bu kadar eleştirilmesi bile kadına karşı şiddet için bir farkındalık oluşturuyor.”
‘Çözüm hikâyelere savaş açmak değil, sosyal politikalar ve eğitim’
“Dizi yazmak hikâye anlatmak demektir ve senarist var olan şeyleri, gördüğü şeyleri yansıtır. Eğer şiddet anlatılırken estetize ediliyorsa bu problemlidir denebilir, konu tartışmaya açılabilir. Ancak hikâyenin kendisindeki şiddeti kapatmaya çalışmanın kimseye hiçbir faydası yoktur. Çünkü ülkede zaten sistematik şiddet hem devlet hem de vatandaş eliyle gündelik hayatımıza sirayet etmiş ve sıradanlaşmıştır. RTÜK denetlemiyor demek yanlış. RTÜK’ün denetlediği çok iş var. RTÜK’ün dijital platformları denetlemesini eleştirenler neden tüketici haklarına başvurmuyor. Game of Thrones dizisindeki şiddet sahnelerini izleyenler televizyon ekranındaki şiddete karşı çıkıyor. Bu oryantalist iki yüzlülüktür. Dizilerin şiddeti özendirdiği ve buna kaynak olduğuyla ilgili bir saha ve veri araştırması yokken ezberden söylemlerle harekete geçen her siyasi, yanlış yolda demektir. Kadına, çocuğa ve diğer canlılara şiddetle mücadele etmenin asıl yolu dizilere, hikâyelere savaş açmak değil, aksine bunları önleyici sosyal politikalara ve eğitim politikalarına öncelik ve önem vermektir.”
Senarist Biçici: Hikâyeyi toplum belirliyor
Senarist Sinan Biçici’ye göre de dizilerde yaratılan hikayeyi aslında toplumun kendisi belirliyor. Biçici eleştirilen sahneler hakkında şunları söyledi:
“Televizyon dizileri için şiddet içeriyor diye bir şey var ama bu dizilerdeki hikâyeyi belirleyen aslında toplumun kendisi. Mesela mafya dizileri yayılmadan önce de bu ülkede mafya olmaya özenen gençler vardı. Ekrandaki şiddet aslında toplumdaki şiddetin biçimlenmiş hâli. Mesela en çok eleştirilen dizilerden biri ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisi. Bu dizinin ilk bölümündeki parmak kırma sahnesi çok konuşulmuştu. Ben o zamanlar bu sahneyi dizinin yapımcısı Osman Sınav’a sorduğumda bana toplumda böyle şeylerin yaşandığını ve o sahnenin bu konuyla ilgili farkındalık yarattığını, o sahnenin de çok abartıldığını söyledi. Ben Sınav’ın bu görüşüne katılıyorum. O dizideki ‘Nefes’ karakteri evli ama buna rağmen sığındığı muhafazakâr aile ona sahip çıkıyor. Burada verilmeye çalışılan mesaj: ‘Evli bile olsa şiddet gören bir kadına sahip çıkmak lazım.'”
‘Dizi sektöründe çalışanların çoğu kadın’
“Dizi sektöründe çalışanların çoğu kadın, dolayısıyla ekranda kadına şiddetin savunulması beklenemez. Zaten baktığınız zaman o şiddet uygulayan karakterlerin hep kötü karakter olduğunu görürsünüz. Seyircilerin de ne istediği çok önemli. Seyirci kahraman, yani koruyup kollayan erkek karakterler istiyor. Senarist de yapımcı da bu talebe göre şeyler üretiyor. Şiddet olmayan romantik komedilerde bile böyle karakterler var. Mesela Kadın dizisine baktığımızda oradaki ana karakter namusuyla çalışıp çocuklarını büyütmeye çalışıyor çünkü bunu izleyici talep ediyor. Toplumda şiddet eğilimi olduğu için dizilerde şiddet var. Karşılıklı bir besleme var yani. Dizilerde toplumun algısı yansıtılıyor. Televizyon algılarla oynamak istemez.”
“Şöyle bir durum da var: 2010 yılında FETÖ üyeleri yapım şirketlerine bir operasyon yaptılar ve reyting sisteminin denek profilini değiştirip daha kırsallaştırdılar. Bu profilde daha sert içerikler talep edilmeye başladı. Hükûmetin de RTÜK’ün de baskısı artmaya başladı. Yani ortada bir arz talep durumu var. Biz senaristlere düşen bu algıyı değiştirmek. Aktif senaristler grubumuz var, orada da bunu söylüyorum: Biz savaşalım, bu sahneleri tam tersi hâle getirelim. Bunu reklamcılar da yapabilir. Reklamcı kadına şiddet içeren diziye reklam vermesin, senarist şiddet sahnesi yazmasın, bir süre sonra kanallar da böyle projeler yapmaz.”
CHP’li Taşcı: RTÜK’ün bütün kanallara eşit davranması gerekiyor
CHP’li RTÜK Üst Kurul Üyesi İlhan Taşcı’ya göre RTÜK’ün yapması gereken bütün kanallara eşit yaklaşarak denetleme yapması. Taşcı sözlerini şöyle sürdürüyor:
“RTÜK’ün hem denetleme, hem düzenleme görevi var. Ama daha çok denetleme görevi ön plana çıkıyor. Düzenleme görevi öne çıkarsa böyle sahneler olmaz. RTÜK olarak bu işin bizi ilgilendiren kısmı şiddetin ekrana nasıl yansıtıldığı. Bu sahnelerin yayımlanmasında tek görev sahibi RTÜK değil. Ama RTÜK’ün yapması gereken tüm kanallara eşit olarak yaklaşması ve yapımcılarla, senaristlerle bir çalıştay düzenleyip bu sahnelerin nasıl işlendiğini tartışmak. RTÜK bu kanallara eşit yaklaşıp bu sahneleri denetlerse yapımcılar da ona göre davranır.”
Akademisyen Aşçı: Şiddet süreci bir anda olan bir şey değil
Akademisyen Sinan Aşçı ise medyadaki şiddet sürecinin anlık bir gerçeklik olmadığını, kadına şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yakın zamanda ön planda olmaya başladığını belirterek şunları söylüyor:
“Şiddet süreci bir anda olan bir şey değil, sadece yakın zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına şiddet ve genel şiddet daha çok ön planda olmaya başladı. Bu sahnelerde önemli olan şiddetin nasıl yansıtıldığı. Şiddeti meşrulaştırıyor mu, yoksa göz önüne mi çıkarıyor, ona bakmak lazım. Şiddetin nasıl yansıtıldığını da daha detaylı incelemek gerekiyor. Bu konuda senaristler de sorumsuz davranamaz. Ekranda yaratılan karakterin kimin tarafından tüketildiği bilinmediği için senaristlere de, yapımcılara da sorumluluk düşüyor. Senaristler kadını kurban olarak göstermek yerine bir kadının mücadelesini anlatabilir. Senaristler iyi niyetli olabilir, orada şiddeti farkındalık yaratmak için gösteriyor olabilir, ancak toplumun bunu nasıl içselleştirdiği de çok önemli.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – FATİH ALTAYLI’DAN ‘BIÇAKLI MANŞET’ YORUMU: BUGÜN YAPAR MIYDIM, BİLEMİYORUM