Görüş

Haber ölürse, demokrasiyi kim koruyacak?

Ünlü iletişim araştırmacısı Hossein Derakhshan, Journo takipçileri için çevirdiğimiz bu yazısında, tarihi bir perspektiften yola çıkarak "Haber ölürse, demokrasiyi kim koruyacak?" sorusuna yanıt arıyor.

Haber endüstrisi 200 yıl önce doğduğunda, dünyayı gerçeklere dayalı bir anlayışıyla haberleştiriyordu. Şimdilerde ise gerçeklerin yerini inanç, yerelcilik ve eğlence aldı…

Gazetecilik, nesli tükenmekte olan meslekler listesinde yerini aldı; artık gazeteciliği öğretmek, gazetecilik yapmaktan daha kazançlı gibi görünüyor. Dünya genelinde her gün yüksek kalibreli gazetecilik hâlâ takip ediliyor olsa da, haber endüstrisi giderek küçülüyor. Bunun sebebi nedir?

Öncelikle gazetecilik ile haber arasındaki ayırımı netleştirelim. Haber, gazeteciliğin çeşitli çıktılarından yalnızca bir tanesidir. Standardize edilmiş, kurgusal olmayan, yazılı bir form olarak haber, belirli sosyal ve kültürel koşullara cevaben, 200 yıldan daha fazla bir zaman önce oluşturuldu ve o zamanlar için yeni bir teknoloji olan telgraf ile ivme kazandı. 1830’larda elektrikli telgrafın icadı, ironik şekilde tweet’lerden çok da farklı olmayan bir yolla; kısa, staccato mesajlar ile bilginin hızlı ve uluslararası iletimini mümkün kıldı.

“Demokrasinin kurumları olmadan, gazeteciler propagandacı ya da eğlence sektörü çalışanından öteye gidemez.” – James W. Carey

Telgraf; başkanlık seçimleri, savaşlar, felaketler, işlenilen suçlar gibi haberlerin yanı sıra, düğün-ölüm gibi haberleri de insanların mutfak masasına getirdi. 1865’de Abraham Lincoln’e suikast haberini dünya bu şekilde öğrendi. Anlık haberlerin gelişi, orta sınıfı yerel bir perspektiften küresel bir bakış açısına taşıdı. Dünyaya dair genel bakış açısı, yerini ayrıntılarla dolu detaycı bir bakışa bıraktı. Artık kurgular değil, gerçekler üzerine inşa edilmiş bir dünya görüşü yaygınlaşmaya başladı. Orta sınıfın giderek daha geniş bir hâl alan dünyanın içinde kendisini farklı bir kültürel kimlik olarak nasıl konumlandırdığını haberler belirledi. Habere olan bu açlık, hâkim olan sosyo-politik yapıya karşı kültürel bir tepkiydi.

Gazeteciliğin ve haberciliğin demokrasi ile ilişkisi ne?

Bugünlerde bu kültürel şartların neredeyse her biri değişti. Yaklaşık iki yüzyıl boyunca “haber” olarak adlandırdığımız içeriğin içinde bulunduğu “çevre” köklü bir değişim geçirdiyse, haberler hâlâ olması gerektiği şekilde işliyor denebilir mi? Bu yeni “çevre” içinde haberin rolü ne olmalı ve hangi amacı karşılamalı? Haberlerin hâlâ geçerliliği var mı?

Günümüzde haber endüstrisinin kötü bir durumda olduğunun hepimiz farkındayız.

Pew Araştırma Merkezi’ne göre, Amerikan günlük gazetelerinde, basılı ve dijital bir arada olmak üzere, haftalık tiraj 2016 yılında 35 milyona düştü. 70 küsür yıl içinde nüfus neredeyse üç kat artmasına rağmen, bu 1945’den beri görülen en düşük tiraj. Bu sene başında, yakın zamana kadar ciddi bir yükselişte olarak görülen dijital gazetecilik girişimleri BuzzFeed ve Huffington Post’da binlerce iş kaybı yaşandı. 10 yıldan fazla bir zamandır, yeni gazetecilik girişimleri iş modelleri geliştirmek için mücadele ediyor. Yeni internet teknolojileri, dağıtımın ve beraberinde gelen reklam gelirlerinin kontrolünü ele geçiren yeni oyuncuları (özellikle Google ve Facebook) güçlendiriyor.

Myanmar’dan Libya’ya, Suriye’den İspanya’ya, kısmen de olsa Donald Trump’tan ilham alan politikacılar, muhabirlere alenen saldırıyorlar ve onları “sahte” ve “yanlı” olarak adlandırıp, gerçeği çarpıtmakla suçluyorlar. Bu arada halk, gazetecileri ya iktidar karşısında çok yumuşak buluyor ya da onları zenginlere çok yakın görüyor. Çıkar çatışması olarak algıladıkları ve adlandırdıkları bu durum yüzünden onlara güvenmiyorlar.

Kalabalık, İngiliz pilot Amy Johnson ile buluşmak için Daily Express binasının girişinde toplanmış. Fleet Caddesi/Londra, Aralık 1932

Bazı önemli haber kuruluşları son zamanlarda ücretli abonelik modellerine geçiş yaptı. New York Times son dönemde, abonelik sayısının neredeyse ikiye katlanarak 3.5 milyona ulaştığını söylüyor. Guardian da okuyucu fonlama modeli sayesinde, dünya çapında bir milyondan fazla okuyucudan finansal destek alıyor.

Aboneler haber başlıkları dışında kaç metin okuyor?

Aboneler okur ile doğrudan ilişkili olmasa da, düzenli gelir açısından büyük bir önem taşıyor. Ama acaba aboneler haber başlıklarının dışında kaç metin okuyor? Ve bunlardan kaç tanesi aboneliğini yeniliyor? Bu, ABD’de geçici bir anomali olarak mı görülmeli?

Bugünkü durum; mevcut abonelerin, abonelik bedelini Trump karşıtı direnişin aylık maliyeti olarak görmesinden mi ibaret?

Trump’ın “önce Amerika” söylemi, giderek uzaklaşılan küreselleşmeden, küresel kurumların kararsızlığından ve uzaklaşılan jeopolitik amaçlardan, sınırların kapatılması ve milliyetçiliğin yükselişine kadar her tutum ile örtüşüyor.

Hem bir meta hem de kültürel bir buluş olarak haberler, uluslararası haberlerin azalan kapsamının kanıtı olarak, “deglobalizasyon”dan etkileniyor. 2010 yılı itibarı ile, dört İngiliz gazetesinde yabancı haberlere yer verilme sıklığı ve ABD medyasındaki uluslararası haberlerin sayısı, otuz yılı aşkın bir sürede neredeyse yarı yarıya azalmıştı. Dış habercilik artık savaş ve terörizm gibi doğrudan uluslararası çıkarlara bağlı konularla sınırlı tutulmaya meyilli.

Gazeteciliği akademik olarak ele alan köklü bir dergi olan American Journalism Review, 2011 yılında “Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989’da ABC, CBS ve NBC uluslararası haberlere 4.828 dakika ayırdı” şeklinde bir açıklama yayınladı. “2000 yılına kadar, on yıldan fazla süren istikrarlı bir düşüşün ardından, üç iletişim ağı haber bültenleri sırasında sadece 2.127 dakikalık uluslararası haber yayınlandı.” Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle gözle görülür hale gelen bu düşüş, 11 Eylül saldırıları ve bunun sonucu olan teröre karşı küresel savaştan sonra bile devam etti.

Yerel habercilik yok olmanın eşiğinde

Ancak bu küresel bakış açısından uzaklaşma hâli, hem jeopolitik hem de sosyal bir durumdu. Bu içe yönelme durumu, teknoloji de dâhil olmak üzere birçok yönde kendini ortaya çıkarma çabasıydı. Daha önce, hiperlink’lerin öneminin azalması ve bundan kaynaklı olarak ağların dış dünyadan iç dünyaya, küreselden yerele doğru kültürel değişimi yansıttıkları ile ilgili bir yazı yazmıştım.

Fakat yerel olan her şeye yönelik bu eğilim, yerel politikaya veya yerel gazetelere belirgin bir destek artışı sağlamadı. İngiltere hükûmeti tarafından hazırlanan güncel bir rapor, doğrudan kamu fonlarıyla desteklenmeyen yerel haberciliğin çöküşünün yaklaştığı hususunda uyarılarda bulunuyor. Cairncross Review, yerel kamu görevlilerinin incelemelerine istinaden, “insanların okumak istedikleri hikâyeler her zaman okunması gerekenler olmayabilir” fikrine katılıyor. ABD’de yerel gazeteler sürekli olarak küçülmeye gidiyor. Margaret Sullivan, 2017’de Washington Post’ta yazdığı yazıda, yerel seçimlere ve hatta katılımcı demokrasi sürecine olan ilginin azlığını imâ ederek, yerel gazetelerin “yok olmanın” eşiğinde olduklarını belirtmişti.

“Yerel” olana yönelik arzunun haberlerde kendini nasıl gösterdiğini bana soracak olursanız, buna verecek şaşırtıcı bir cevabım olurdu: Arkadaşlar ve aile. Facebook’un, haber akışında arkadaşlardan ve aileden gelen güncellemeleri öncelikli konuma koyma kararı, dezenformasyonun yayılmasını engellemek ve bu şekilde üzerindeki politik baskıyı azaltmak amacı güdüyordu ancak bir yandan da Facebook’un devasa küresel kitlesinin en kıymet verdiği içeriğin de arkadaş ve aile kaynaklı olanlar olduğunu gösteren bir ipucuydu. Birçok insan için yerel haber doğumlar, ölümler, evlilikler, bebekler ve benzeri aile içi olaylara dair güncellemelerden ibaret ki Instagram veya Snapchat hikayelerinin popülerliği de bunun bir ispatı olarak görülebilir. Diğer bir deyişle, yerel haberler artık insanların hayatları hakkındaki bu kişiler arası görsel ve işitsel günlüklerin etrafında inşa ediliyor. Magazin haberleri de bu “yerel” ilginin farklı bir tezahürü. Belki de bu sayede ünlüleri, sosyal hayatımızda çok da görmediğimiz kuzenlerimiz gibi kabul ediyoruz.

Bilgi aktarmıyoruz, taraf tutuyoruz

Haber hiçbir zaman bilgiyi aktarmakla ilgili olmamıştır. İklim değişikliği ile ilgili veya yozlaşmış siyasetçiler ile ilgili bir haber okuduğumuzda, o haberde sadece ne olup bittiği ile ilgili detaylardan haberdar olmuyor, aynı zamanda kendimizi bir dramanın içinde buluyoruz. Taraf tutuyoruz ve tuttuğumuz tarafın kazanmasını istiyoruz.

Michael Schudson ve John Fiske gibi akademisyenlerin belirttiği gibi haber, doğası gereği sakin bir başlangıcı olan, temelinde bir derde sahip ve sonunda bir çözümleme olasılığı bulunan bir dramadır.

Gazeteciler, okurlarının kendi eş veya meslektaşlarına “Duydun mu…?” şeklinde başlayan sorular sormalarını isterler. İnsanların aralarında konuştukları konuların müsebbibi olmak isterler.

Ancak haberin bu işlevi şimdilerde ciddi bir düşüşte. Bilginin tüketimi, mobil cihazlar sebebiyle fazlasıyla bireysel bir eyleme dönüştü. Oturup da bir sabah gazetesi okuduğunuz veya bir akşam haber bülteni izlediğiniz günler birçok insan için geride kaldı. Sinema, televizyon ve son zamanlarda Netflix, Hulu veya Amazon’da ardı ardına dizi ve film izlemek dramaya yönelik talebini yavaş yavaş tekeline almaya başladı. Tıpkı 1830’larda telgrafın zamandan, mekândan ve haber üretiminin mümkün olduğu her yerden bağımsız olarak bildirim yapabildiği gibi, mobil internet ve akıllı telefonlara geçiş de haberin dağıtımının yer ve zamandan bağımsız kalmasını sağladı. Artık herkes, her an ve neredeyse her yerde habere ulaşabiliyor.

Haber kurumları artık pas geçiliyor

Bu durum bir bölünmeye sebep oldu. Bir tarafta, çoğunlukla doğrudan haber yapanların kendisinden gelen kısa bilgi patlamaları, yani bildirimler var. İtfaiye veya polis merkezlerinin, siyasetçilerin veya büyük şirketlerin kendi hesaplarından attıkları tweet’leri düşünün. Bunlar haber kurumlarını pas geçiyor. Diğer yandan, aylar hatta yıllar alabilen uzun, işbirliğine dayalı, ayrıntılı ve pahalı bir şekilde üretilmiş rapor ve araştırmalarımız var. Bu uzun soluklu gazetecilik, gazeteciliğe uzun süreden beri hâkim olan ve kurgu edebiyatına benzer nitelikteki yeni haber hikayelerinden, çok daha pahalı ve fazlasıyla derinliğe sahip olan bir gazetecilik türü.

Bu ikisi arasındaki boşlukta, giderek daha az hükmü olan bir haber biçimi kaldı. Birçok haber merkezi son on senede zamanlarını ve gazetecilik kaynaklarını, diğer haber sitelerinde zaten var olan, 800 kelimelik kopyalanmış haber nüshalarını raporlayarak harcadılar. Bu gibi haberler stratejik veya finansal olması pek bir anlam ifade etmiyor. Bazı yayıncılar için para getiren orta uzunluktaki makaleler, standart haberlerden ziyade görüş yazılarından oluşuyor.

Eğer haberler, ikiz kuvvetler olan eğlence ve propaganda içerikleri tarafından kuşatılıyor ve öldürülüyorsa, gazetecilik – ve ona bağlı olarak demokrasi – nasıl hayatta kalabilir?

Çözüm için üç anlatı formatında umut görüyorum: (belgesel podcast’leri de dahil olmak üzere) sesli/işitsel, video/görsel ve kurgu-dışı ‘edebiyat’.

Radyo ve bilhassa podcast hibrit bir mecra. Kelime temelli olduğu için rasyonel argümanlar üretebilmeye elverişli ve ciddi konuşmaları güçlendiren bir ortam sağlayabiliyor. Ayrıca duygu derinliğini de aktarabiliyor. Spotify kısa süre önce, iki podcast firmasını satın aldı ve planladığı yatırımlar için 500 milyon dolar (385 milyon pound) gibi bir para harcamayı planlıyor. New York Times’ın The Daily podcast’i aylık 6.5 milyon dinleyiciye ulaştı ve gittikçe artan bir şekilde dramatik belgeselimsi bir yapıya doğru evriliyor. The Guardian’ın da eski bir BBC belgesel yapımcısı tarafından üretilen, kendi hafta içi podcast’i olan Today in Focus’ı başlatmasına şaşırmamalı. Ciddi, derinliği olan podcast’ler ve sesli kitapların popülaritesi artıyor.

Radyo, podcast, video belgeseller ve TV

Video belgeselciliği de büyüyor. Ciddi araştırmacı dosyalar, fikirler ve dramatik yapının birleşimi, gazeteciliğin geleceği için umut vaat eden bir işaret olarak görülebilir. Netflix benzeri video akış platformlarının ne kadar çok belgesel satın aldığına veya çektirdiğine bir bakın. Kurgu-dışı edebiyat da dünyada iyi bir şekilde ilerliyor. Sadece ABD’de, kurgu-dışı yetişkin edebiyatı, 2013’den bu yana her sene hızla artıyor ve kurguyu geride bıraktı.

Öte yandan, daha geniş bağlama baktığımızda durum pek iç açıcı değil. Medeniyet, “aydınlanma sonrası” olarak tabir ettiğimiz yeni bir evreye geçiyor gibi gözüküyor. Bu evrede metnin ve rasyonalite, yapısal olarak duygular ve görseller ile yer değiştiriyor. Olgular yerini inançlara bırakıyor; tıpkı butonların bağlantıları öldürdüğü gibi… Hayatımızın her bir açısına hükmeden ve her şeyi eğlenceye indirgeyen televizyon geri dönüyor.

Gazeteciliğin önündeki tek tehdit gazeteciliğin kalbinde yer alan (bir format olarak) haberin kendinden koparılıp alınması değil; aynı zamanda demokrasinin eğlence tarafından alt edilerek, tüm var oluş amacını kaybetmesi. Merhum medya araştırmacısı James W. Carey’nin bu konu ile ilgili bir sözü vardır: “Demokratik kurumlar olmadan, gazeteciler propagandacıya ya da komedyene indirgenirler.” Carey’nin söylediği gibi, demokrasi gazeteciliğe ihtiyaç duymanın ötesinde; gazetecilik ile aynı şey ise, bugünlerde hem gazeteciliğin hem de demokrasinin başının büyük bir dertte olduğunu görmek bizi şaşırtmamalı. Demokrasiyi ancak gazeteciliği kurtararak ayakta tutabiliriz – ki tam tersi de geçerli.


* Avrupa Konseyi’nin “Enformasyonel Bozukluk” raporunu hazırlayan ekipte yer alan Hossein Derakhshan’ın bu yazısı The Guardian’da yayımlanmıştır. (Çeviri: Orhan Şener)

Etiketler

Hossein Derakhshan

İran asıllı Kanadalı medya analisti Hossein Derakhshan, Harvard Shorenstein Center ve MIT Media Lab’da iletişim araştırmacısıdır.

Journo E-Bülten