Hollywood’un altın çağının son yıldızlarından olan Kirk Douglas 103 yaşında hayatını kaybetti. Douglas’ın ölümüne dair bugünkü haberlerde onun en iyi filmleri olarak Spartaküs ve Zafer Yolları (Paths of Glory) gibi klasiklerin anıldığını görüyoruz. Bense Douglas’ı, gazeteciliğe dair gözlem ve eleştirilerle dolu Ace in the Hole (Karnaval) ile hatırlayacağım. Biraz hakkı yenmiş bu harika filmde, aykırı bir muhabiri canlandıran Douglas adeta devleşmişti. Son bir haftadır dünyada en çok işlenen haber konusuna (koronavirüs salgını) ve en fazla etkileşim yaratana (Kobe Bryant’ın ölümü) baktığımızda, Douglas’ın o filmdeki Chuck Tatum karakterinin “kötü haberler” ve ‘insan hikâyesi’ne dair gözlemlerini anmadan edemiyoruz.
1916 doğumlu Kirk Douglas 70 yıl boyunca Hollywood’a damga vuran bir jöndü. Hollywood’un altın çağında ilk Oscar adaylığını 1949’da boks filmi Champion ile kazanmasının ardından 2000’li yıllara kadar 90’ı aşkın filmde rol aldı. Bugün Kirk Douglas’ın ölümünü duyuran haberlerde oynadığı filmlerden bahsedilirken, 1951 yapımı “Ace in the Hole” ya hiç anılmıyor veya bir cümleyle geçiştiriliyor. Oysa Journo’ nun yayımladığı “En İyi Gazetecilik Filmleri” arasında Kerem Akça’nın da listesine giren bu film, en azından benim izlediğim Douglas filmleri arasında en güzellerinden biri.
Kirk Douglas’ın gazetecilik etiği nedir bilmeyen, gözden düşmüş muhabir Chuck Tatum’u canlandırdığı 1951 yapımı Ace in the Hole, Hollywood dâhilerinden Billy Wilder’ın Amerikan toplumunu anlattığı kara film üçlemesinin son bölümünü oluşturuyor. Üçlemenin ilk iki filmi (1944 yapımı Double Indemnity ve 1950 yapımı Sunset Boulevard) daha çok bilinir.
Ace in the Hole sinema sanatının önemli bir örneği olsa da, 1950’lerde ABD’de gösterime girdiğinde gişede tutmamış. Bunun üzerine yapımcılar filmi bir de “Big Carnival” ismiyle gösterime sokup şanslarını denemişler. Türkiye’de de hem “Karnaval” hem de “Diri Gömülenler” adıyla gösterilmişti. Filmin orijinal ismi olan “Ace in the Hole” ise “delikteki as” anlamına geliyor. “Stud” tarzı kapalı pokerde, oyuncunun önündeki kapalı karta “delik” deniliyor. Sadece oyuncunun gördüğü bu kart eğer bir as ise, oyuncu gizli bir avantaja/koza sahip olmuş oluyor.
Kirk Douglas’ın Ace in the Hole’da canlandırdığı Chuck Tatum, New York medyasında tutunamayınca kendisini New Mexico’da bir yerel gazetede bulmuş bir muhabirdir. Büyük şehrin yoğun gündeminden çıkıp geldiği taşra kasabasında yerel haberlerin temposu ve ağırlığı ona yetmez. Bir gün rutin bir habere giderken tarihi bir Kızılderili bölgesinde bir mağaranın çöktüğünü, bir kişinin mahsur kaldığını öğrenir. Mahsur kalan kişi, mağaradaki tarihi eserleri çıkarıp satmaktadır.
Tam bir medya sirki
Mağarada mahsur kalan adam artık ihtiraslı muhabir için gizli bir kozdur. Tatum bu olayı ülke çapında büyük bir habere dönüştürebilmek için her tür mesleki ahlâksızlığı yapar. Kurtarma çalışmalarını kasten uzatır, ‘insan hikâyesi’ni uydurma ayrıntılarla süsler, kendi yerel gazetesini devreden çıkarıp büyük haberi New York medyasına satmaya çalışır. Tüm bunlar olurken mağaranın önünde yüzlerce izleyici birikmiş, siyasetçilerden satıcılara, gazeteci ordusundan polislere dev bir karnaval yeri, tam bir medya sirki oluşmuştur. (Filmin bence sinematik açıdan en şahane sahnesi, trenden inen kalabalığın bu alana koştuğu sekanstır)
Daha fazla anlatıp filmi berbat etmeyeceğim. Filmin gazeteciliğe bakışına dair kısa bir yorumla kapatıyorum. Bu bakışı en net şekilde, deneyimli muhabir Tatum ile, mağara haberinde ona eşlik eden genç fotomuhabir Herbie Cook arasındaki diyaloglarda görüyoruz. Alaylı bir gazeteci olarak Tatum, gazetecilik okulu mezunu Cook’u küçümser. Ona göre önemli olan gerçekler değil, gazetenin satmasıdır. Yönetmen Wilder, bugünün medyasının “tık avcılığı” ortamında sık sık şahit olduğumuz bu durumu eleştirmektedir.
Bununla birlikte, Tatum’un gazeteciliğe dair “yaşanmışlıklara” dayanan birçok gözleminin isabetli olduğunu kabul etmek gerekir. Gazeteciliğin etiğinden ve profesyonalizminden nasibini almamış olsa da, Cook ile bir sohbetinde de belirttiği gibi, bir dönem gazete satıcılığı yapması, gerçekten de onun okurun ilgi ve hassasiyetlerini daha iyi özümsemesini sağlamıştır.
Kötü haber daha çok satar
Meslek hayatımda ben de bu duruma çok kez şahit oldum. Okurla daha fazla temasta olan muhabirler ve editörler, hangi haberin daha çok okunacağını, daha çok talep edileceğini de genelde daha iyi kestirirler. Bu temas farklı boyutlarda gerçekleşebilir. Kâğıt gazete için çalışan bir muhabir, haber toplarken uğradığı kahvehanede yaptığı doğrudan gözlemden, “okuru öğrenme” yolunda bilgi sağlar. İyi bir dijital editör ise hangi haberin ne kadar trafik getirdiğini, sosyal medyada ne kadar paylaşıldığını sürekli izlediğinden, okura dair öğrendiği tüm bu bilgileri zamanla içselleştirir.
Tatum’un şu gözlemi de, 1950’lerden çok daha eski bir gazetecilik şiarına dayanır: “Herbie, oğlum, şu gazetecilik okuluna kaç yıl gittin? O üç yılı çöpe gitmiş sayabilirsin. Ben okula falan gitmedim ama iyi hikâye nasıl olur bilirim. Çünkü bir gazetede çalışmadan önce onları köşe başlarında satıyordum. Öğrendiğim ilk şey neydi biliyor musun? Kötü haber satar. Çünkü iyi haber, haber değildir.”
2014‘te ve 2018‘de hürriyet.com.tr’de yazdığım iki yazıda, dijital verilerin de bu gözlemi desteklediğini ifade etmiştim. Son günlerin en çok okunan haberlerine baktığımızda da bu gözlem doğrulanıyor. Axios’un yayımladığı verilere göre, sosyal medyada geçen hafta en çok paylaşılan haberler Kobe Bryant’ın ölümü ve koronavirüs salgını olmuş. Türkiye özelinde bunlara depremleri, Van’daki çığı ve İstanbul’da bir yolcu uçağının pistten çıkmasını da ekleyebiliriz. Tüm bu haberleri birbirine bağlayanların bugün #Kıyamet etiketini Twitter’da “TT” yapabilmesini de açıklıyor bu…
Tek insanın hikâyesi daha fazla ilgi çeker
Tatum’un bir başka gözlemini de psikoloji bilimi doğruluyor.
Filmin bir yerinde Herbie, mağarada mahsur kalan adamın yüz ifadesini, ABD’de o dönemde bir kömür madeninde mahsur kalan 84 madenciye benzetince, Tatum cevap verir:
“Bir adam 84 adamdan daha iyidir. Size bunu okulda öğretmiyorlar mı? İnsan hikâyesi. Gazeteyi alınca 84 adamla veya 284 adamla veya Çin’de açlıktan ölen 1 milyon insanla ilgili bir şeyler okursun. Okursun ve aklında kalmaz. Ama tek bir adam olursa farklıdır. Onunla ilgili daha çok şey öğrenmek istersin. İşte bu insan hikâyesidir.”
Geçen hafta Kobe Bryant’ın ölümü hakkında 97 bin haber yazılmış. Koronavirüs hakkında ise 174 binden fazla haber. Buna karşın Kobe Bryant haberleri 208 milyon, koronavirüs haberleri ise 66 milyon etkileşim almış. Yani yüzlerce kişinin öldüğü Çin’deki salgın yaklaşık iki kat daha fazla haberleştirilmesine karşın, tek bir ünlünün ölümünü anlatan haberin dörtte biri kadar ilgi çekebilmiş. İşte insan hikâyesi faktörü… (Bu arada “insani unsur/açı” diye de çevirebileceğimiz “human interest” ifadesi aslında Ace in the Hole’un orijinal isminde de yer alıyormuş. “The Human Interest Story” şeklindeki bu ismi prodüktörler istememiş.)
Özetle ben Kirk Douglas’ı, Ace in the Hole filminde muhteşem canlandırdığı Tatum karakterinin ağzından çıkan gazetecilik aforizmalarıyla hatırlayacağım. Üzerinde uzun uzun mesleki ve akademik tartışmalar yapılabilecek yukarıdaki ifadelerinin yanı sıra eğlenceli olanları da…
Mesela: “Büyük haberleri yapabilirim. Küçük haberleri de yapabilirim. Haber yoksa da gider bir köpeği ısırırım…”
Veya güncel olmayan haberin nasıl değersizleştiğini anlatan o sözü: “Bugün için bu güzel bir gazete haberi. Yarın ise onu balık sarmak için kullanacaklar.”