Söyleşi

İtalya’da yaşayan gazeteci Esma Çakır: İnsani açıdan ürpertici, gazetecilik açısından gerçeküstü bir deneyim

Esma Çakır
Çin’den tüm dünyaya yayılan yeni tip bir koronavirüsün neden olduğu COVID-19 salgını Avrupa’da en çok İtalya’yı etkiledi. 10 yıldır İtalya’da gazetecilik yapan ve bugünlerde haber bültenlerinin canlı bağlantılarında sık sık gördüğümüz Esma Çakır ile konuştuk. Bu tarihi günlerde İtalya’dan haber yapmanın “mesleki açıdan çok değişik, gerçeküstü bir deneyim” olduğunu belirten Çakır, insani açıdan ise “çok ürpertici, kaygı verici” bir süreç yaşandığını söylüyor.
Çakır, “19 yıl önce, Hürriyet gazetesinin polis-adliye haberleri servisinde mesleğe başladığımdan beri hep sahada çalıştım, acı hikâyelere tanıklık ettim, pek çok kez gazetecilik maskem düştü ve kendimi bir anda ağlayarak acılarını paylaşırken buldum insanların. Ama mesleki hayatımın hiçbir dönemi bu kadar keskin olmamıştı” diyor.

İtalya’da ilk ölüm, SARS-CoV-2 adı verilen yeni tip koronavirüsün bu ülkede tespit edilmesinden bir hafta sonra, 21 Şubat’ta yaşandı. O günlerde yalnızca İtalya’nın kuzey bölgesinde bulunan virüs, üç hafta içinde bütün ülkeyi etkisi altına aldı. İtalya’da bugüne kadar bin 800’ü aşkın kişi hayatını kaybetti ve virüs yaklaşık 20 bin kişiye bulaştı. İtalyan hükûmeti, virüs ortaya çıktıktan sonra önlem almakta geciktiği için eleştiriliyor.

Peki, bu şartlar altında gazetecilik nasıl sürdürülüyor? Gazeteciler bu süreçten nasıl etkileniyor?

10 yıldır İtalya’da gazetecilik yapan ve bugünlerde NTV’de yapılan canlı bağlantılarla İtalya’da yaşananları anbean aktaran Esma Çakır “korona günlerinde gazeteciliği” anlattı. İtalyan medyası konuyu en başından beri nasıl ele aldı? Haberlerinde nelere dikkat ediyor? Panik yaratmama uyarıları otosansüre neden oluyor mu? Bu ve bunun gibi pek çok sorumuza yanıtları için söz Esma Çakır’da…

14 Mart tarihinde İtalya’da son 24 saat içinde 250 kişinin öldüğü duyuruldu. Bu şimdiye kadarki en yüksek sayı oldu. İtalya’da insanlar neler yapıyor, ne gibi tedbirler üzerinde yoğunlaşıyor?
Ne yazık ki, uzmanların da altını çizdiği gibi İtalya, koronavirüsün Avrupa’daki laboratuvarı haline dönüştü. İlk İtalyan vatandaşında virüsün tespit edildiği 21 Şubat’tan bu yana Çin’den sonra bu mücadelede diğer ülkelerden daha önce tecrübe etti her şeyi. Şimdi bir bir ülkeler sert tedbirlerle mücadeleye başlıyor. İtalya ise virüsün bu kadar yayılabileceğinin öngörülememesi üzerine belki de “hafif” diyebileceğimiz önlemlerle başladı.

Kademeli olarak alınan tedbirlerin başını, toplamda 50 bin nüfuslu kuzeydeki 11 kasabanın derhal karantinaya alınması çekti. Ne var ki virüsün “kırmızı alan” dışında hızla yayılması durdurulamadı. Muhalefetin ve bazı uzmanların ısrarı üzerine bundan iki hafta sonra, 8 Mart’ta, 16 milyon insanı ilgilendiren, Milano’nun baş şehri olduğu Lombardiya ile Venedik de dâhil 14 şehir kırmızı bölgeye alındı. Kuzeydeki gündelik hayat, orta kesim ve güneye kıyasla daha önce etkilendi. Okullar tatil edildi; diskolar, spor salonları gibi yerler kapatıldı; kafe, pub ve restoranlar saat 18.00’den sonra kepenk indirdi.

Karantina altındaki Roma’da sokak röportajları

Ancak hükûmet, bunun da yetersiz olduğu eleştirileri ve uzman görüşlerinin ardından ertesi gün tüm ülkeye adeta kilit vurdu. Burada tüm önlemleri tek tek sıralamak istemiyorum, zira günlerdir haberlerimizde aktarıyoruz, ancak İtalyanların 20 günden fazladır günden güne sertleştirilen tedbirlere uymaya dair bilincinin çok fazla arttığını, yetkililerin aldığı tedbirlere güvenin tam olduğunu söyleyebilirim. Nitekim bu gerçeği bir anda kucağında bulmasından ötürü başta kafa karışıklığı yaşansa da, bilgi aktarımındaki şeffaflık, tedbirler konusunda herkesin aynı ağızdan konuşmaya başlaması ve Başbakan Giuseppe Conte’nin pek çoklarınca güven verici bulunan iletişim dili bunda etkili oldu.

Karantina altındaki Romalıların nabzını tutmak için yaptığım sokak söyleşilerinde, virüsün bu kadar yayılmaması için tedbirlerin geç alınmış olabileceği, öte yandan belki de en iyisinin böyle olduğu ve bir günde hayatı durduracak şekilde olsaydı psikolojilerinin daha çok etkileneceğini söyleyenler çoktu. Disiplin sevmeyen İtalyan halkı bu süreçte gerçekten iyi bir sınav verdi.

Siz nasılsınız? Bu süreç sizi nasıl etkiliyor?
Öncelikle görüşlerime ve gözlemlerime değer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. İtalya’da yaşananları anbean benim gibi aktaran Türkiye’den ve diğer ülkelerden meslektaşlarım için olduğu kadar benim için de çok zor, yorucu ve ağır geçti bu dönem.  Türkiye’de vakalar patlak vermeden önce ailem ve arkadaşlarım oraya dönmem için çok ısrar etti, benim için endişelenmişlerdi. Ancak burada olanları birebir yaşayıp aktarmak benim güvenliğimden daha önemli geldi bana. Çünkü İtalya, Çin’den sonra en ağır mücadeleyi vermesi bakımından önemli olmaya başlamıştı.

‘Benim için ikinci tarihi gazetecilik deneyimi’

Mesleki açıdan çok değişik, gerçeküstü bir deneyim. İkisi çok ama çok farklı şeyler olsa da, 2013 yılında Papa 16. Benediktus’un; bir Papa’nın, yaklaşık 600 yıl sonra ilk kez görevinden feragat etmesinden bu yana aslında ikinci tarihi deneyim benim için.

İnsani açıdan ise çok ürpertici, kaygı vericiydi. Birinci neden; dışarıdan belki sert bir yapım olduğu algılanabilir, ama esasen filmlerin duygulandırıcı sahnelerine ağlayacak kadar hassasım. 19 yıl önce, Hürriyet gazetesinin polis-adliye haberleri servisinde mesleğe başladığımdan beri hep sahada çalıştım, acı hikâyelere tanıklık ettim, pek çok kez gazetecilik maskem düştü ve kendimi bir anda ağlayarak acılarını paylaşırken buldum insanların. Ama mesleki hayatımın hiçbir dönemi bu kadar keskin olmamıştı.

Haberlerinizde en çok nelere dikkat ediyorsunuz?
Mutlaka hatalar yapıyorumdur, ama titiz olmaya gayret gösteriyorum. Hâlihazırda bir ajans (DHA) ve bir televizyon kanalına (NTV) çalışıyorum ve hız gerektiren oluşumlar bunlar. Ancak bir virüs gibi içimize giren, bilgiyi teyit etmeden amacın sadece hızlı aktarmak olduğu “fast journalism (hızlı gazetecilik)” tuzaklarına düşmemeye özen gösteriyor, iyi, temiz ve doğru bir şey ortaya koyma şiarıyla “slow journalism (yavaş gazetecilik)” yolundan gidiyorum.

Genel olarak, her gazetecinin yapması gerektiği gibi; objektifliğe, bir habere her açıdan bakmaya, okuyanın kafasında soru işareti bırakmayacak şekilde her detayı düşünmeye, yazılı ise yazım hatası yapmamaya, dil bilgisine ve başlığın bir fantezi ürünü olmadan haberin içeriğiyle birebir uyumlu olmasına, görüntülü canlı bağlantılar ise laf kalabalığı yapmadan her kelimesinde bilgi aktarmaya dikkat ediyorum. Zira canlı bağlantılarda sadece iki üç dakikada her şeyi anlatmış olmanız gerekiyor.

‘Amacım iyi, temiz, doğru bir ürün ortaya koymak’

Bu tür kriz anlarında ise gerçekçi haberler aktarmak ve eğer şartlar uygunsa mutlaka olay, etkinlik yerinde olmak, kendi gözlerimle görmek ve kulaklarımla duymak. Bu arada ben, upuzun haberlerim ve bağlantılarımla meşhurum her detayı vereyim diye. Bu nedenle sık sık uyarılar almaktayım editörlerden 🙂 Özetle; iyi, temiz ve doğru bir ürün ortaya koymak amacım.

Böyle bir ortamda mesleğinizi sürdürebilmek ve kendi sağlığınızı da koruyabilmek için ne gibi önlemler alıyorsunuz?
Haber aktarma sorumluluğu o kadar fazla ki bende, bu yüzden kendimden önce haberin sağlıklı olmasını düşünüyorum 🙂  Şaka bir yana, tabii ki şu an büyük korkuya yol açan bir salgın yaşıyoruz ve aslında kendimi korumaktan ziyade diğerlerini korumaya dikkat ediyorum. Virüsün merkezi olan kuzeyden döndüğümde kendimi karantinaya bu nedenle aldım. Maske de takmak istiyorum, ancak üç haftadır bulmak mümkün değil. Evde peçetelerle yapmaya çalıştıklarımı da beceremedim.

Panik yaratmamak gerektiği çokça dile getiriliyor; bu bir otosansüre yol açıyor mu?
Otosansürden ziyade bir filtrelemeden bahsetmek daha doğru olur. Hassasiyetler çok fazla böyle kriz dönemlerinde ve artık sadece biz gazeteciler değil, özellikle sosyal medyada herkes bilgi paylaşıyor. Bazen şaşkınlık içinde kalıyorum; sosyal medyada paylaştığım ve doğruluğundan tamamen emin olduğum bilgilerin altına yazılan, aksini iddia eden iletileri görünce. Ancak karşımdakinin üslubunun çirkinliğine rağmen kesinlikle herkese karşı kibar ve sabırlı davranarak, tek tek cevaplamaya çalışıyorum. Özellikle kriz anlarında bu üslupla paylaşılan bilgileri daha fazla dikkate alıyor insanlar.

Korku ve endişeyi önlemek için yetkililer şeffaf olmalı

Varsayımlar çok paylaşılıyor sosyal medyada. Bu, insanları daha çok korku ve endişeye sürükler. Bunun önüne geçmek de bu süreci yöneten yetkililerin şeffaf olmasından geçer. Bu arada kendi adıma konuşayım: İlk başta endişelendim bu salgın ortaya çıkınca, ama panik yapmadım. Yani markete gidip yiyecek istiflemedim mesela eve.

Koronavirüsün Çin’de ortaya çıktığı ve yayılmaya başladığı ilk günlerden itibaren konu İtalyan medyasında nasıl işlendi? Örneğin bizde “Türk genine bulaşmaz” diyen bir doçentin ekranlarda boy gösterdiğini gördük. Orada nasıl işlendi?
Peki, İtalya’da yaşayan bir Türk’e bulaşır mıymış? Bunu kendisine sormayı çok isterim kendimi güvende hissetmek için 🙂

Şaka bir yana, İtalyan medyasında da tabii ki çok farklı duruşlara sahip olan ve çeşitli kalite düzeylerinde yayın yapan kuruluşlar var. Buradaki bazı uzmanların, “Bu basit bir grip, bu kadar panik yapmayın” dediği açıklamalarını aktardılar önce. Aslında pek çok ülkede bu yönde açıklamalar yapan uzmanlar oldu. Ancak tablo ağırlaşınca ve birçok virolog durumun ciddi olduğunu söylemeye başlayınca o haberler artık pek görünmez oldu. Bu süreçte ana akım medyanın sorumlu bir çizgi izlediğini söyleyebilirim.

İtalya ve Türkiye’de medyanın tutumu birbirinden çok farklı

Burada özellikle toplumun daha çok dikkate aldığı ana akım basın, bu sürecin başından beri sağduyulu davrandı ve siyasilerin çıkarlarını korumaktansa toplum sağlığını ön plana aldı. Mesela, “Bu virüs salgını Tanrı’nın biz yoldan çıkanlara bir laneti” yönünde açıklama yapan bir pederi ana akım dikkate almadı, onu haberlerine taşımadı. Yani absürt bir duruş sergilemedi. O pederi sadece sosyal medyada görebildik.

Salgının ilk günlerinde yaşanan kaos anında hem uzmanlar hem de yöneticilerden farklı yönlerde açıklamalar gelmesi üzerine basın biraz şaşkınca davrandı ve her kafadan bir ses çıktı İtalya’da. Ancak sonra bu gerçekle yaşanılmaya alışıldı ve çok bilinçli yayınlar yapılmaya başlandı. Saygın uzmanlar ve konuya hâkim saygın yorumcuları gördük hep sayfalarında, ekranlarında.

Mesela Türkiye’de denk gelebildiğim TV programlarına bazen göz atıyorum. Bazı kanalların durumu gerçekten içler acısı. Konu ne olursa olsun hep aynı isimler var ekranlarında. Suriye Savaşı, ekonomi, sosyal meseleler, aklınıza ne gelirse hep aynı kişiler ekranlarına sabitlenmiş ve onlara yorumlatılıyor. Bu aynı kişiler şimdi de koronavirüsü yorumluyor!

Bu tür olağanüstü durumlarda İtalyan medyası pusulasını, toplumun çıkarı ve sağlığı, insan hayatı yönüne çevirdi, hükûmetin ya da partilerin siyasi çıkarları yönünde değil!

Umarım Türkiye’de de siyasi duruşlar bir kenara bırakılır ve bu zor salgın süreci, basının bilinçli yayınları ışığında büyük bir olgunlukla atlatılır. İtalyanlar, hem yetkililerin doğru duruşu, hem de basının bu sorumlu yayınlarıyla çok çabuk bilinçlendi virüsle mücadele konusunda.

Türkiye medyası ile İtalyan medyasını karşılaştırınca başka ne gözlemler yaparsınız?
İtalya’da basın, birçok ülkeye göre daha özgür. Türkiye’deki tablo ise hepimizin malumu. Türkiye’de, özellikle bu salgın sürecinde ana akımın siyasetten bağımsız özgür yayınlar yapmasını çok isterim. Çünkü küresel bir felaketle karşı karşıyayız ve koronavirüs gibi nereye doğru gideceği henüz bilinemeyen bir salgın meselesinde basın, siyasi duruşları bir yana bırakıp, şeffaf bir şekilde toplumu bilgilendirmeli. Aksi halde belirsizlikler, şüpheler, varsayımlar Türkiye gibi kırılgan bir toplumda büyük infiale yol açar.

İtalyan medyası genel anlamda, virüs salgını sırasındaki yayınlarıyla iyi bir sınav verdi, diyebilirim.

Peki, WhatsApp’taki gazeteci gruplarında durum nedir? “Bir arkadaş söyledi” ve “Şu hastanede korona hastası varmış” türünde duyuma dayalı paylaşımlar oluyor mu mesela?
Bu gruplarda kurallarımız katı, bu tür şeyleri kimse paylaşmıyor. Asla izin vermiyoruz ki zaten herkes bunun bilincinde. Bu gibi paylaşımlar olduğunda uyarmak en doğrusu. Ciddiyetsiz kuruluşlar alıp kullanıyor, çünkü gazeteciler kendi aralarında paylaşıyor. Asla izin verilmemeli.

‘Ekranda bir önceki yayında verdiğim bilgileri de özetliyorum’

NTV’de kısacık bir zaman dilimi içinde İtalya’nın durumunu öyle bir aktarıyorsunuz ki en ufak bir detay eksik kalmıyor; tablo çok net oluyor. Bunu yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?
Tablonun bütün olması için hep, gün içinde paylaştığım bir önceki bilgilerin özetini de ekliyorum yenilerine. Çünkü bu yayını izleyen büyük ihtimal diğerlerini izlememiştir diye düşünüyorum ve bütün bilgileri hızlı olmak kaydıyla aktarıyorum. Ancak TV kökenli olmadığımdan ekran benimmiş gibi anlatmaya kaptırıp kendimi gidiyorum hep ve sonunda kulaklıktan zılgıtı yiyorum ‘bitir Esma’ uyarısıyla 🙂 Zılgıt diyorum, ama biraz gülmek için. NTV’de öyle güzel, öyle kibar insanlardan oluşan bir ekip var ki, anlatamam.

Bu virüsün küresel anlamda değişimlere neden olacağı yorumları var. Bu gazetecilik mesleğinde de bir değişim yaratabilir mi? Yaratırsa nasıl bir gelişme olabilir?
Gazetecilik zaten bir süredir çok hızlı ve tatsız bir değişimin içindeydi. Türkiye genelinde bakarsak, ya siyasi ya da maddi nedenlerle pek çok gazetecinin haber üretme ve haber aktarma hakkı elinden alındı. Küresel genel bir tabloya bakacak olursak, daha çok maddi gerekçelerle biz gazetecilerin hareket alanları, özgürlükleri kısıtlandı.

Yakın zamanda öldürüldüğü için bu örneği veriyorum. Mesela iki yıl önce evinin önünde düzenlenen silahlı saldırıda nişanlısıyla birlikte öldürülen Slovak araştırmacı gazeteci Jan Kuciak’ın hikâyesi bana çok dramatik gelir.

İtalyan mafyasıyla bağlantılı bir iş adamının ülkesindeki siyasilerle bağlantılarını araştırıyordu o. Aldığı tehditlere rağmen kendisine koruma verilmediği gibi bu tehditlere dair açtığı beş davayı da avukat parasını ödeyemediği için geri çekmişti.

Bizimle paylaşabileceğiniz, hiç unutmayacağım dediğiniz bir anınız oldu mu bu süreçte?
Başbakan Conte’nin tüm İtalya’nın karantinaya alındığını açıklamasından birkaç dakika sonra, 9 Mart pazartesi akşamı son dakika gelişmesi olarak NTV’ye bağlanmam istendi. Ancak bu haber beni o kadar çok etkilemişti ki, kafamda bundan sonra ne olacak, bu hayatımızı nasıl etkileyecek soruları dolaşıyordu; endişelenmiştim. Bağlantı sırasında iki cümleden sonra kilitlendim kaldım, çünkü bu durumu daha ben algılayamamıştım.

Üç hafta önce karantinaya alınan kasabaların sınırlarındaki güvenlik tedbirlerini görüntülemek için kuzeye gittim. İnsanların polis çemberi içinde, binlerce kişinin tutulduğu adeta açık bir cezaevinde yaşamlarını sürdürecek olması bana çok gerçeküstü geldi. Zannediyorum görev değişim saatine denk gelmiş olacağız, iki meslektaşımla birlikte bu kasabalardan birine de yanlışlıkla kiraladığımız arabayla girdik. Çok dramatikti; kendisinde virüs bulunduğu için ev karantinasında olan yaşlı bir kadının, gazeteci olduğumuzu anlayınca balkondan bize derdini anlatma çabası.

Ne var ki tam o sırada, bir polis arabasından inen maskeli belediye başkanı bizi kırmızı alana girdiğimiz için tutuklamakla tehdit etti ve derhal bizi oradan çıkardı.

‘Roma’ya dönünce 14 gün boyunca kendimi izole ettim’

Hiçbir semptom olmamasına karşın tedbir adına Roma’ya döndüğümde 14 gün boyunca kendimi evde izole ettim, sadece açık alanda canlı bağlantılar yapmak ve kapalı alanlara girmemek şartıyla fotoğraf ve görüntüler çekmek için dışarı çıktım. Zira istesem de hemen sosyal hayatıma devam edemedim çünkü kimse benimle buluşmak istemiyordu; İtalya’da virüsün merkez üssü olan kuzey bölgelerinden henüz dönmüştüm.

Bazen içime kapandım ölüm vakalarının ardı arkası kesilmeyince ve o gün haberlere dair hiçbir şey duymak istemedim. Bu yüzden insani yönü mükemmel olan NTV Dış Haberler Servisi’nin her üyesine, o anlarımda bana gösterdikleri sabırlarından dolayı ayrıca teşekkür etmek isterim.

İtalya’da meslektaşlarınızla bir araya geliyor musunuz? Aranızda geçen belki tedirgin edici, belki gülümseten bir korona anısı oldu mu?
Roma’nın merkezinde bizim Yabancı Basın Derneği’nin bir binası var, ancak ülkedeki salgından dolayı, hükûmetin aldığı tedbirler çerçevesinde ne yazık ki bu dönemde orası kapalı. Aksi halde orası bizim buluşma yerimizdi. Artık gazeteciler ya evinden çalışıyor ya da benim gibi canlı TV bağlantıları yapmak ya da şehrin hayalet halini görüntülemek için çıkıyorlar evlerinden. Sosyal hayatımız şu an sıfır. Tüm mekânlar, diskolar kapalı olduğu için aslında bu akşam video konferans yöntemiyle bir dans partimiz vardı, ama size söz verdiğim için bu söyleşi için o yüzden ona katılamadım 🙂


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – GAZETECİLER İÇİN KORONAVİRÜS ÖNERİLERİ

Eylem Yılmaz

Agos, Radikal ve T24 gibi kurumlarda editör ve muhabir olarak çalıştı. 2016’de Objective'den kazandığı bursla Cizre, Nusaybin, Yüksekova'dan İstanbul'a göç etmek zorunda kalan ailelerle görüşerek hendek çatışmaları ve göçe ilişkin bir yazı dizisi yayımladı. P24'ün Barış Portreleri kitap çalışmasına bir portre yazdı. Prof. Dr. Fuat Keyman ve Ayşe Köse Badur'un Kürt Sorunu: Yerel Dinamikler ve Çatışma Çözümü kitap çalışmasında araştırmacı olarak yer aldı. Euronews Türkçe, Independent Türkçe gibi kurumlara serbest gazeteci olarak yazıyor. Kendi kitabını tamamlıyor.

Journo E-Bülten