Dosya Kitap

Nehir söyleşi kitapları gazetecilik mi? 3 uzman 4 soruda yanıtladı

 “Nehir söyleşi” kitaplarıyla ilgili bir kafa karışıklığı var. Çoğunu gazetecilerin yazdığı bu kitapların türü ne, biyografi mi? Nehir söyleşileri hazırlarken hangi gazetecilik teknikleri kullanılıyor? Ortaya sahiden gazetecilik ürünleri mi çıkıyor? Kitabın “sahibi” gazeteci mi oluyor, yoksa söyleşi yapılan kişi mi? İşte bu 4 soruyu, nehir söyleşi alanında ürün veren, yazarlık ve editörlük yapan 3 isme sorduk: Yenal Bilgici, Aslıhan Lodi ve Levent Cinemre.

Soru 1: Nehir söyleşinin türü nedir? Biyografi, anı, otobiyografi?

“Nehir Söyleşi Biyografinin Yerini Tutar mı?” başlığıyla 2008’de yayımlanan bir yazıda, Talat Sait Halman; “Başarılı bir mülakatçının soruları insana yeni ufuklar açıyor; oysa kendi hayatımın öyküsünü yazsam Sayın (Cahide) Birgül’ün soruları sayesinde ele aldığımız birçok konular ve gerçekler hiç aklıma gelmeyebilirdi” diyor.

Buket Uzuner nehir söyleşileri psikanalize benzetiyor. Ahmet Oktay ve Sennur Sezer ise karşı köşede yerlerini alıyor ve bu kitapları özneyi tanıma adına çok anlamlı bulmadıklarını belirtiyorlar.

Yenal Bilgici: Nehir söyleşilere otobiyografi demeyi tercih ederim

Nehir söyleşi kitaplarında yazar olarak imzası bulunmasının yanında editörlük de yapan gazeteci Yenal Bilgici’nin görüşü ise nehir söyleşilerin biyografik ögeler de taşıdığı, ama bunların  sadece biyografi olarak tanımlanamayacağı yönünde:

  • Evet, biyografik ögeler kaçınılmaz olarak var ama benim İlber Ortaylı ile yaptığım söyleşi “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” onun biyografisini aktarmak için yapılan bir söyleşi değil; daha çok onun hayat hakkındaki tavsiyelerini okurla paylaşan bir çalışma. Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu’nun ‘Bıçkın ve Ağlak’ı da tamamen biyografi değil mesela; daha çok Türkiye’nin 2000’li yıllarını anlatan bir eser. Dışarıdan bir örnek: Umberto Eco ve Jean Claude Carriere’in Jean-Philippe de Tonnac moderatörlüğünde söyleştiği ‘Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’ı nereye koyabiliriz?

Bilgici illa bir kıyas yapılacaksa nehir söyleşilerin otobiyografiyle kıyaslanabileceğini söylüyor:

  • Biyografi doğal olarak birçok başka görüşmeyi, belgeyi ve yazar adına daha özgün ve özgür bir bakış açısını gerektirir. Genellikle tek kişinin tanıklığı üzerinde ilerlediği için, nehir söyleşileri bir biyografi faaliyeti olarak görmüyorum. Otobiyografi demeyi tercih ederim.
İlber Ortaylı (solda) ve Yenal Bilgici. (Fotoğraf: Sebati Karakurt)

Levent Cinemre: Otobiyografi ya da anı kitabı olarak görülmeli

İş Bankası Kültür Yayınları editörü Levent Cinemre, 2005-2012 yılları arasında yönettiği Nehir Söyleşi Dizisi bünyesinde, bu türde çok sayıda kitabı yayına hazırladı. 2010 yılından beri de Biyografi Dizisi’ni yönetiyor. Ön hazırlık ve içerik olarak nehir söyleşi kitaplarını biyografi saymanın doğru olmayacağını ifade eden Cinemre, bu düşüncesini şu sözlerle temellendiriyor:

  • Nehir söyleşi kitabı biyografi sayılmaz. Söyleşiyi veren öznenin otobiyografisi veya anıları diye düşünmek daha doğru olur. Nesnel değil, öznel özellikleri daha ağır basar. Biyografi yazarıysa öznesinin hayatına dair kendi araştırmasını yapar, kitabına alacağı şeyleri birçok kaynaktan doğrulatmaya çalışır. Hatta çelişkili durumlarda diğer kaynaklardan yararlanarak öznesinin anlatımlarını düzeltebilir veya tamamen reddedebilir. Ben artık İş Kültür Yayınları’nın biyografi dizisinin editörlüğünü yaptığım için aradaki farkı çok net görebiliyorum.
  • Örneğin Gerald Martin, ancak 10 yılı aşkın süre boyunca araştırdıktan sonra Gabriel Garcia Marquez biyografisini yazmaya koyulmuş. Nehir söyleşi ise esas olarak birkaç aylık söyleşilerden oluşur. Gerçi yine araştırma yapılabilir ama çok daha sınırlı bir araştırmadır bu. Nehir söyleşiyi biyografi olarak değil, ileride yazılacak biyografilere malzeme olarak görebiliriz. Bir gün Halil İnalcık’ın, İlber Ortaylı’nın, Doğan Kuban’ın, Türkan Saylan’ın biyografileri yazılacaktır ve bu işe girişecek yazarların ana kaynaklarından biri, onların nehir söyleşileri olacaktır.

“Nehir söyleşinin öznel yorumlara açık olması sıkıntı yaratabiliyor”

Cinemre nehir söyleşi dizisi editörlüğü yaparken söyleşi yapan kişilere öznenin hayatındaki kişilerle de söyleşi yapmalarını önerdiklerini anlatıyor. Bu sayede daha geniş bir perspektiften soru hazırlama imkanı doğacağını söyleyen Cinemre yine de ana kaynağın söyleşiyi veren kişi olduğunun altını çiziyor ve bunun bazen sorun yaratabileceğini söylüyor:

  • Nehir söyleşinin kısıtlı kapsamı ve öznel yorumlara açık olması bazen sıkıntı yaratabiliyor. Nitekim bazı kitaplarımızda bu yönden sıkıntılar yaşadık. Öznenin bu tür tutumları karşısında söyleşiyi yapan kişinin hareket alanı sınırlıdır. Kendini özneden bağımsızlaştırarak kitabı kendi istediği gibi kaleme aldığı takdirde de anıların asıl sahibi olan özne bu duruma müdahale edip değişiklik yaptırabilir.

Yayınevi editörü olması dolayısıyla nehir söyleşi kitaplarına yönelik edebi değer üzerinden de bir okuma yapan Cinemre; nehir söyleşinin kapsamı ve edebi düzeyinin öznenin hatırladıklarıyla, anlatmak istedikleriyle ve anlatabilecekleriyle sınırlı olduğunu ifade ediyor. Konuşma diliyle kaleme alınmasının okumayı kolaylaştıran bir yanı olsa da edebi keyfi azalttığını söyleyen Cinemre, “Tabii özneniz Aydın Boysan, Tarık Minkari gibi dili kendiliğinden lezzetli isimlerse, o başka” diye de şerh düşüyor bu tezine.

Soru 2: Nehir söyleşi kitapları bir gazetecilik ürünü müdür?

Nehir söyleşi kitaplarında dikkat çekici bir özellik, neredeyse tümünün gazeteciler tarafından hayata geçirilmiş olması… Yazı biçimi olarak da söyleşi formunun kullanılması, nehir söyleşi kitaplarının bir gazetecilik ürünü sayılıp sayılamayacağı sorusunu akıllara getiriyor.

Levent Cinemre’nin bu soruya yanıtı çok kısa ve net: “Benim tecrübeme göre nehir söyleşi kitapları bir gazetecilik ürünü değildir. Gazeteci olmayan birisi de nehir söyleşi kitabı yapabilir.”

 

Levent Cinemre

Yenal Bilgici: Gazeteciler daha rahat üretir ama şart da değildir

Yenal Bilgici, gerek nehir söyleşi kitaplarının gerekse gazeteciliğin icra yöntemlerinin genişliğinden dem vuruyor. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak bu tür kitapların mesleği gereği, bir gazetecinin daha rahat üretebileceği kitaplar olduğunu söyleyen Bilgici “Ama sözgelimi bir yazarın ya da soru sormayı bilen iyi bir okurun yapamayacağı işler de diyemem. ‘Hardcore’ bir gazetecilik faaliyeti olarak yine biyografiyi gösterebilirim” diyerek nehir söyleşiyi gazetecilerin parantezinden çıkarıyor.

Yenal Bilgici’nin İlber Ortaylı ile söyleştiği “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” kitabı, çok satanlar listesine girmeyi başarmıştı. Bilgici, Ortaylı ile geçmişe dayanan bir iş ilişkileri olduğunu söyleyerek anlatıyor kitabın hikâyesini:

  • Ben Hürriyet gazetesinde Ortaylı’nın editörlüğünü yapıyordum. Yazıları üzerinde sıklıkla konuşurduk. Bu editör-yazar ilişkisinin öncesinde de onunla iki üç defa uzun röportajlar yapmıştım; bu yüzden Ortaylı ile çalışmaya, söyleşmeye aşinaydım. Bu tanışıklığın getirdiği rahatlıkla söyleşiyi çok fazla zorlanmadan yürüttüğümüzü söyleyebilirim ama bizi epey zorlayan faktörler de yok değildi: İlber Hoca’nın programı çok yoğundu; dersler, konferanslar, kitap çalışmaları vs. arasında uzun süreler bulmak epey güçtü, bu konu yayınevinin ciddi çabasıyla, her ânı verimli kullanmak için ideal ortam yaratmasıyla çözüldü.

Ortaylı ile nehir söyleşi kitabı teklifi Kronik Kitap’tan gelmiş. Sonrasında ise kitabın içeriğini ve bölümlerini Yenal Bilgici tasarlamış. Bilgici kitapla ilgili kafasındaki fikirleri şu sözlerle anlatıyor:

  • Bir tarih röportajı yapmak istemiyordum; onunla ara ara konuştuğumuz çalışmak, okumak, seyahat etmek gibi konuları daha geniş ele almak istiyordum. Ortaylı da uygun görünce başladık. Epey bir okuma gerektirdiğini, bir yandan da önceden okunan birçok metnin üzerinden tekrar geçmek gerektiğini söyleyebilirim.

Aslıhan Lodi: Gazetecilik ve nehir söyleşide ortak payda; insan hikayeleri

Doğan Burda Rizzoli, Doğan Burda, Turkuvaz Dergi Grubu ve Ommedya çatısı altındaki farklı dergilerde muhabir, editör, yazı işleri müdürü ve yayın yönetmeni olarak çalışan Aslıhan Lodi, son yıllarda birbiri ardına çıkan nehir söyleşi kitaplarıyla da dikkat çekiyor. Lodi, kendisi için insan hikâyelerinin önemli olduğundan bahsediyor. Yolunu nehir söyleşi kitaplarıyla kesiştiren şey de insan hikâyelerine duyduğu bu merak olmuş:

  • İşsiz kalıp çeşitli gazete ve dergilere “freelance” çalıştığım bir dönemde Habertürk gazetesinin hafta sonu ekleri için röportajlar yaptım. Bunlardan ikisi Matematik Köyü’nün kurucusu Prof. Ali Nesin ve Baksı Müzesi kurucusu Prof. Hüsamettin Koçan’dı. Röportajlar yayımlandı ama bir şekilde onlara karşı görevimin bitmediğini hissettim. Bu işleri yapan insanları içeriden, derinlemesine anlatmalıydım. Kitapları yapma fikri böyle doğdu. İlk iki kitaptan sonraki üç kitabımı ise istek üzerine yaptım.
Aslıhan Lodi (solda) ve Ali Nesin

Lodi bugüne dek Ali Nesin, Hüsamettin Koçan, Yusuf Ata Arıak gibi isimlerle nehir söyleşiler yapmış. Kitap süresince bazen zorluklar yaşanabildiğini söyleyen Lodi, esas olanın sorunları yönetebilmek olduğunu söylüyor:

  • Çalıştığım, hikâyelerini yazdığım kişilerin güçlü karakterler olması zaman zaman zorlayıcı oldu ama yaşadıklarımız ilke gereği onlarla aramızda. Kurumların sipariş ettiği çalışmalarda da farklı yaklaşım ve beklentiler olabiliyor, kimseyi kırmadan veya üç taraf için de sınırları belirleyerek bunları doğru yönetmek gerekiyor.

Lodi’ye göre nehir söyleşi kitaplarını aynı zamanda gazetecilik faaliyeti yapan şeyler; “Konuyla ilgili ön çalışma, tarafsız kalma refleksiyle fikri takip, akışa göre soru üretme ve sorma tecrübesiyle sonuçta elde ettiğiniz içerik malzemesini bir heykel gibi yontarak ortaya çıkarmak.”

Lodi, gazetecilik mesleğinin gerektirdiği ve getirdiği disiplinle insan ilişkileri çeşitliliğinin yanında, yıllarca ses kaydı çözmenin, haberler yapmanın getirdiği pratiğin de nehir söyleşi kitapları hazırlama sürecinde olumlu rol oynadığını söylüyor.

Soru 3: Gazetecilik teknikleri ve pratikleri, nehir söyleşi kitabının hazırlık sürecinde ne kadar işe yarar?

Mevzu nehir söyleşi olduğunda bir kez dahi söyleşi yapmış ya da bu konuda fikri olan biri için en göz korkutucu an, saatler saatlerce uzayıp giden ses kayıtlarının deşifre edileceği o meşum anlardır.

Nehir söyleşi demek upuzun saatler söyleşmek, sonra onları deşifre etmek, her sorunun yanıtını belli bir mantık çerçevesinde, sündürmeden ama özünü de vererek kurgulamak ve sonra tüm parçaları olabilecek en akıcı kurguyla dizebilmek demek. İşin sadece bu yönü bile bu türde neden sağlam bir gazetecilik pratiğine sahip kişilerin daha çok eser verdiğine dair önemli ipuçları sunuyor.

Bilgici: Ses kaydını bizzat deşifre etmelisin; sohbetin tonu metnin temposunu belirler

Biraz muzip biçimde deşifre çilesiyle nasıl başa çıktığını sorduğumuz Bilgici, gerçek bir gazeteci manevrasıyla “Ben ne kadar konuştuysak o kadar rahat ederim” diyor:

  • Ses kaydının uzun olmasının bir röportajcıyı zorlayacağını sanmam. Ben ne kadar çok konuştuysak, o kadar rahat ederim. Doyurucu bir kitap için, en az 20 saatlik dolu dolu bir sohbeti gerekli görürüm. Ayrıca röportajcıların da mümkünse ses kaydını bizzat deşifre etmeleri gerektiğini düşünürüm.
  • Hele bir nehir röportajda yapmak gereken, her görüşmeden sonra kaydı dinlemek ve deşifre etmektir. Röportajcı bu şekilde sohbetin tonu ile metnin temposu arasında bir bağ yakalar ve ikinci, üçüncü, sonraki tüm görüşmeleri kafasında  geliştirmeye devam ettiği bu bağın eşliğinde gerçekleştirir.
  • Röportajlarda ses önemlidir. Sesin içindeki duygunun kâğıda doğru yansıyıp yansımadığını okur anlar. Bu sadece nehir söyleşilerde değil, röportajın her türünde geçerli ama röportajcıların, hatta daha dar anlamda gazetecilerin “ses” konusunu genelde atladığını düşünüyorum.

Lodi: Ses kayıt sürelerine bakmam

Ses kayıtlarının deşifre kısmında baştan planlanmış vuruş sayısına uymak, konuşulanları sarkmadan toparlamak da gazetecilerin sorumlu olduğu meselelerden. Çalışma motivasyonunu olumsuz etkilememesi için ses kayıt sürelerine bakmadığını söyleyen Aslıhan Lodi; kitabın kurgulanışıyla ilgili deneyim kazandıkça değiştirdiği yöntemler olduğunu söylüyor:

  • İlk kitapta editörümle bir vuruş sayısı konuşması yaptığımı da hatırlıyorum ama sonra işe dergi-gazete malzemesi gibi bakmaktan vazgeçtim. Kitabın kurgusuyla ilgili de denemekten bozmaktan çekinmem. Başta kafamda bir akış olsa da hikayenin gidişatına göre değiştirdiğim ya da yıkıp baştan kurguladığım oldu. İstediğim sonucu alana kadar devam ederim.

Önemli olan zamanında yazmak: Gazetecilik kitaplara mı göç ediyor?

Cinemre: Söyleşiyi gazetecilerin yapması genelde lehimize işledi

Levent Cinemre, söyleşiyi gazete ve dergicilerin yapmasının editör olarak işlerini kolaylaştırdığını söylüyor. Gazetecilerin söyleşi tekniğine hâkim olmalarının süreci çok kolaylaştırdığını ifade eden Cinemre, gazetecilerle çalışmanın tüm kolaylığının yanında bazı handikapları da olabileceğini belirtiyor:

  • Bazen sansasyona yönelerek [ve] özneyi de bu doğrultuda yönlendirerek kişisel sataşmalara meydan vermeleri, gazetecilerle çalışmanın en büyük dezavantajını oluşturuyordu. Yine de bu konuları fazla sorun yaşamadan hallettik. Özellikle dergiciler, yazma konusunda daha iyiydiler. Bazı gazetecilerinse kitap formatında zorlandıklarını hatırlıyorum. Ama bu çok sınırlıydı. Genel olarak gazetecilerle çalışmaktan memnunum.

“Gazeteci kısa vadeli çalışmaya alışıktır, sonucu da hemen almak ister”

Cinemre, yayınevi editörü olarak gazetecilerle diğer yazarların çalışma alışkanlıkların da kıyaslıyor ve gazetecilerin yazarların aksine kısa vadede hızlı çalışmaya alışkın olmasını en büyük fark olarak niteliyor:

  • Benim deneyimlediğim şekliyle gazetecilerle çalışmak, diğer yazarlarla çalışmaktan farklıydı. Yazar uzun vâdeli çalışmaya alışıktır; bir kitap yazmak için aylarca, yıllarca emek verir ve kitabının etkisini uzun vâdede görür. Gazeteciyse hemen o gün haberini yazar ve ertesi gün gazetede ya da bir hafta sonra dergide görür; haber hemen etkisini gösterir. Kısa vâdeli çalışmaya alışıktır. En büyük fark buydu.

Cinemre’nin gazetecilerle çalışırken gözlemlediği diğer farklılıklar ise şöyle:

  • Belli bir alanda kitap yazan bir yazar, o konudaki bilgi birikimine hâkimdir. Dolayısıyla bir yazarla kitabın kapsamı konusunda anlaştıktan sonra işi ona bırakmak gerekir. Gazetecininse bilgisi sınırlı olabilir ama çevresi geniştir. Aradığı bilgiye, fotoğrafa kısa sürede ulaşabilir. Bu da onun en önemli artısıdır.

Haber, kitaba saklanır mı? Efsanevi gazetecinin kararı, etik tartışması başlattı

Cinemre editör olarak gazetecilerle çalışmanın artı eksileriyle ilgili yaptığı değerlendirmeyi mesleğin değişen ve zorlaşan şartlarına vurgu yaparak sonlandırıyor:

  • Tabii gazeteciler hakkında söylediklerim günümüzdeki medya düzeninde değişti. Artık kamusal bir görev olarak gazeteci tanımını hak eden sınırlı sayıda insanımız var. Onlar da bir yandan çok bilgili ve birikimli olmak, bir yandan da hayatlarını ve düzenlerini tehdit eden gündelik siyasi gelişmelere göğüs germek durumundalar. Çok zor bir görev yerine getiriyorlar. Onlara çok şey borçluyuz.

Soru 4: Nehir söyleşinin sahibi gazeteci midir, söyleşi yapılan özne mi?

Nehir söyleşi kitaplarında bazen söyleşi yapılan kişinin fotoğrafını kapağa basıp büyük puntolarla o kişinin adını yazmak, söyleşen kişi bilgisini ise daha küçük yazmak, belki kitabı okurla daha hızlı buluşturuyordur ama bir kafa karışıklığı yarattığı da gerçek.

Bilgici: Portresi yapılan kişi, resmin sahibi olabilir mi?

Belki okur nezninde kafalar karışıyor olabilir ama Bilgici’nin nehir söyleşi kitaplarının sahiplerinin kim olduğu hakkında fikri net:

  • Her röportajın sahibi o röportajı yapan kişidir. Nehir söyleşi kitaplarında da bu böyledir. Portresi yapılan bir kişi resmin sahibi olabilir mi? Söyleşi yapılan kişi ile metnin üzerinde beraberce çalışmışsa ve bu metne yansıdıysa belki farklıdır ama örnek de az. Ben bu kitapları illa biyografinin bir türü olarak görmediğimi söylemiştim ama biyografiyle örtüştüğü yerlerde de gazeteciliğin temel ilkesi geçerlidir: Siz ne kadar iyi sordunuz; o ne kadar samimiyetle yanıtladı. Başka bir ölçü yok.

Sadece dekor değil: İyi bir kitaplık nasıl kurulur?

Lodi: Kitapların sahibi yazan kişidir ama hikâye de kahramanındır

Lodi, “Nehir söyleşi kitaplarının asıl sahipleri kimdir?” sorusuna ılımlı yaklaşıyor:

  • Kitapların sahibi yazan kişidir ama hikâye de kahramanındır. Bu, telif kanunuyla netleştirilmiş bir konu olsa da benim açımdan büyük bir güven ilişkisidir. Karşınızdaki kişi geçmişte yaşadığı bir olayı farklı, sadeleştirerek veya değiştirerek anlatabilir. Bu doğrudan bir yönlendirmedir elbette. Farklı kaynaklar okuyarak, farklı kişilerle görüşerek sağlama yapabilirsiniz ancak neticede kitapta anlatılan en çok kahramanın bakış açısıdır.

Cinemre: Nehir söyleşi kitabı iki kişinin ortak ürünüdür

Levent Cinemre de nehir söyleşi kitaplarının söyleşenle söyleşilenin ortak ürünü olduğunu söylüyor:

  • Söyleşiyi veren kişi, bir tür toplumsal varlığımızdır. Kitabın ana unsuru odur, onun hayatı ve anlatacakları toplum nezdinde önemli olduğu için bu kitaplar yayımlanır. Söyleşiyi yapan kişiyse çeşitli araştırmalar yapar, kayıt alır, o kayıtları kitaba dönüştürür. Aylarca çalışır, emek verir. Dolayısıyla kitap varlığıyla ve emeğiyle katkıda bulunan her iki kişiye de aittir. Nitekim ben İş Kültür Yayınları’nda bu dizinin editörü olduktan söyleşinin iki tarafını da telif hakkı sahibi kabul ederek ortak sözleşme imzalamaya başladık.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – SERBEST GAZETECİLER İÇİN İÇERİK ÖNERİSİ TAVSİYELERİ:

Pitch nedir, nasıl yapılır? Asla reddedilemeyecek bir içerik önerisinin püf noktaları

Emel Altay

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Televizyon bölümü mezunu. Bir süre dizi setlerinde sanat yönetmeni asistanlığı yaptı. Dergi sektöründe 6 yıl muhabirlik ve editörlük alanlarında dirsek çürüttü. Mart ayında karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı sevdası ile işinden ayrıldı. O günden beri çeşitli mecralara kültür sanat odaklı içerikler üretiyor.

Journo E-Bülten