Film

Oya Aydoğan’ı son filmlerinden biriyle uğurlamak

Pazar sabahı 07:30 sularında, bir haftadır tedavi gördüğü hastanede hayata veda etti ünlü oyuncu Oya Aydoğan (59). Üzücü haberi on buçuk civarında aldım. Aydoğan’ın son oynadığı filmlerden biri olan 2013 yapımı ‘Kedi Özledi’yi  izliyordum televizyonda. Hastanede yaşam mücadelesi verdiğini düşünerek, hayata bak diyordum kendi kendime…

İsminden ümitlendiğim kadar iyi değildi film. Başrollerdeki Algı Eke ve İlker Ayrık kendilerince iyilerdi -kendilerini ispatlamış oyuncular neticede- ama senaryo öyle düşük profilli tasarlanmış, öyle mantık hatalarına yenilmiş ki, filme karşı doğru düzgün bir şey hissetmek mümkün olamıyor. Ne karakterlere ne de aralarındaki sözüm ona ‘büyük aşk’a inandırabiliyor seyirciyi.

Kentli bir romantik komedi diye yola çıkıp, ‘Ruslara gitmek’ adlı varoş Türk erkeği sporu için çabalayan üç kafadarın yalanlarla dolu zamparalık faaliyetlerine teslim olan şahsiyetsiz bir maceraya varıyor.

Çıtayı bu kadar düşük tutmasalar hedefi tutturan bir film olabilirmiş. Üstelik başrolde bir kedi sempatisi varken nasıl kaçırmışlar bu fırsatı hayret kere hayret. Fakat Bunuel’in, “En kötü filmde bile seyredilecek bir on dakika bulunur” kuralı burada da geçerliydi. (Çok daha kötülerini gördük/görüyoruz ayrıca, haksızlık olmasın)

Sürpriz şu ki, Kedi Özledi’nin en hoş ve eğlendirici yanı Oya Aydoğan’ın canlandırdığı ‘çapkın teyze’ karakteriydi bana göre. Menopoza girdiğini zannederken hamile kaldığını öğrenen ve kimden olduğu hakkında pek bir fikri olmayan çılgın ve bekâr bir kadın…

Tahminlerine göre baba adayları ikiden fazla değildi. Biri üçüncü köprü inşaatında çalışan bir Japon mühendis, diğeri Türkiye’de menajerlik yapan Kenyalı bir veteran futbolcu.

“Doğrucam tabii ki ve çocuk hangisine benziyorsa onunla evlenicem, ikisi de evlenme teklif etti” diyen sıra dışı bir kadın. Tam bir romatik komedi karakteri.

Filmin ilerleyen sahnelerinde ikiz doğuracağını öğreniyor. Ve finalde; biri çekik gözlü diğeri siyahi, iki benzemez ikiz alıyor kucağına. Kimle evleneceğini öğrenemiyoruz maalesef. Son jenerik akarken, saçında kırmızı lohusa fiyonguyla gülücükler saçıyor Aydoğan…

Üçlemenin ilk filmiymiş meğer. Devamı nasıl olacak, ya da olacak mı göreceğiz. Fakat bu filmde Oya Aydoğan’ı ne fragmanda ne afişte kullanmışlar. Geçtim saygısızlığı, romantik komedi özelliklerini en yoğun taşıyan karakterini es geçmişler filmin. Verdiği bir röportajdan anlaşılıyor ki, Aydoğan da haksızlığa uğradığını düşünmüş bu yapımda.

Yeşilçam oyuncularından faydalanan, faydalanmayı düşünen tüm projelerin kulağına küpe olsun, telâfisi yok böyle şeylerin.

İşte böyle veda ettim ben Oya Aydoğan’a. Geç de olsa izlediğim iyi oldu filmi. Düşünüyorum da böylesi Türk filmi klişelerine uzak, seyirciyi şoke eden bir rolü kaç oyuncu üstlenebilir ve onlardan kaçı inandırıcı kılabilirdi?

Aydoğan’ın özel yanı buydu işte. Nev-i şahsına münhasır bir kadındı hep.

Yeşilçam’dan sonra köşesine çekilmeyen, kaybolmayan, sönmeyen ender yıldızlardan. Değişen zamana ve koşullara ayak uyduran cevval bir kadın.

Sinema, televizyon ve magazin kameraları hep sevdi onu. Gülen yüzü, pozitif enerjisi, edalı işveli ve aheste konuşmalarında ortaya koyduğu huysuz ve tatlı duruşuyla ‘kadın’dı. Kadın doğulmaz, kadın olunur tezini haklı çıkaran cinsten bir kadın.

Başkaları gibi ‘iyi kız’ı oynayarak idare etmeye çalışmadı. İnsan olmanın iyi kötü birçok zenginliğini doğal bir şekilde ortaya koydu. Sorulduğunda, düşündüklerini çekinmeden söyledi.

Hayatı bir ceza, bir görev gibi değil, kendisine sunulmuş bir ödül gibi yaşayanlardan oldu. Güldü, güldürdü. Kendi doğrularını kendisi koydu. Ömrünün son gününe kadar da star kalmayı başardı. İçinde kopan fırtınaları bilemesek de, uzaktan uzağa hissettirdiği ve yansıttığı bunlardı.

Her kayıp üzüyor ama dünyayı daha renkli, daha eğlenceli, daha katlanılır bir yer yapanların gidişi başka türlü üzüyor. Hayatlara dokunmak dediğimiz böyle bir şey galiba.

Güle güle tatlı ve özel kadın…

Filmlerin kaldı yadigâr. Emin ol, güzel yaşayacak hatıran.

Meşhur “Sirke mi, limon mu?” kavgasının yapıldığı Arzu Film klasiği Neşeli Günler’in, Gezi Parkı merdivenlerinde cereyan eden açlık grevi sahnesini misâl, kim unutabilir ki?

Sevim Gözay

1993 yılında girdiği medyada birçok yapımda kamera arkasında çalıştı. 2000’de kamera önüne geçti ve kendi programlarına imza attı. Ödüllü programları Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis. Kitapları: Kasetten Canlı (2013), Sinemaskop Randevular (2015). İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 14 Ocak 2021'de hayata gözlerini yumdu.

Journo E-Bülten