Görüş

Tutuklu gazeteci Öznur Değer’in sansürlenen mektubu: “Hakikat ışığımız sönmeyecek”

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde açıklanan raporunda tutuklu gazetecilerin mektuplarına da yer verilmişti. Cezaevi yönetimi el koyduğu için o günlerde yayımlanamayan Öznur Değer’in mektubuna ulaştık. Tutuklu yargılandığı davadaki* ilk duruşması Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 22 Mayıs Perşembe günü görülecek Değer’in mektubu şöyle:

Merhabalar

Hepinizi sevgi ile selamlıyor, her anlamda iyi olmanızı diliyorum. Sizden gelen talep üzerine “Parmaklıkların Ardından Türkiye’de Basın Özgürlüğü” temalı “Basın Özgürlüğü” raporuna, mektubum ile katkı sunmaya çalışacağım.

Her şeyden önce Türkiye’de mevcut konjonktüre baktığımızda basın özgürlüğünden bahsedebilmek mümkün mü, diye sormak gerek. Esasında, olmayan ama olması için çetin mücadele yürütülen bir şeyden bahsediyoruz. Basın özgürlüğü… Türkiye’de tutuklu gazeteci sayısına baktığımızda bile basın özgürlüğünün geldiği noktayı görmüş oluruz. Öyle ki gazeteciler ve basına yönelik baskı politikaları üzerinden yeni bir toplum ve sistem inşa edilmek isteniyor. Yaratılmak istenen biatkâr ve köle bir toplum. O nedenle sesini yükselten, itirazını haykıran ve sisteme yönelik eleştirilerini dile getiren her birey toplumsal yapıdan uzaklaştırılarak “ıslah” edilmek üzere “ıslah evlerine” gönderiliyor. Bununla birlikte duyurulmaya çalışılan çığlığı, haykırışı, itirazı ve eleştiriyi kamuoyuna duyuran, gösteren, yazan, çeken gazeteciler de “ıslah” zihniyetinin hedefi hâline geliyor. Özünde “ıslah” edilmesi gereken baskı ve sömürü sistemi, özgürlük ve demokrasi talebini “ıslah” etmek istiyor. Böylece hapishaneler, gazeteciler başta olmak üzere, baskı sistemiyle sömürü zihniyetinin “ıslah” etmek istediği zihinlerle dolu.

Gazetecilerin tutuklanmasıyla, toplumsal çürüme ile ahlakî yozlaşmanın da hız kazandığını söylemek mümkün. Çünkü toplumsal ahlâkın çürüme ve yozlaşmasının önünü yaptığı haber ile alan gazetecinin tutuklanması, aynı zamanda kirli politikaların denetlenmesini ve kamuoyuna duyurulmasını da önlemiş oluyor. Yakın hafızadan Narin Güran cinayetini buna örnek göstermek mümkün. Din, tarikat, siyaset üçlüsünün toplumdaki çürüme ve yozlaşmayı getirdiği noktanın en acı örneği Narin. Ve bugün bu ismi anabiliyorsak bu biraz da hakikati irdeleyen özgür basın sayesinde. Özcesi basın bu toplumun temel yapıtaşı. Ve basını özgür olmayan bir toplum, çürümeden de baskıdan da kurtulamaz. Basına yönelik baskı politikaları, toplum üzerindeki “siyaset” ve “yargı” sopasını da gözler önüne seriyor. Toplumun özgürlüğü basın özgürlüğü ile doğrudan ilintili. Sesini olabildiğince duyuramayan bir insanın özgür olmadığı gibi “yargı sansürü” ile “iktidar otosansürüne” maruz kalan gazeteci de özgür olamaz.

Basın özgürlüğü parmaklıklarla sınırlandırılamaz. Fizikî özgürlüğünden yoksun bırakılan biz tutuklu gazeteciler düşünsel özgürlüğümüzü ve irademizi koruyabiliyorken, fiziksel özgürlüğe sahip bir gazeteci düşünsel özgürlüğü ile iradesini aynı oranda koruyamayabiliyor. Üzülerek belirtmeliyim ki, Yasama-Yürütme-Yargı üçlüsünün ardından temel denetleme mekanizması olarak bilinen ve 4. güç diye adlandırılan basın bugün iktidar tekeline girmekten kurtulamadı. Öyle ki “yandaş” ve “muhalif” basın olarak ülkede basını ikiye ayırıyoruz. Bir taraf fiziken baskılanırken diğer taraf ise fikren baskılanıyor. Böylece Türkiye’de basın ne fiziken ne de fikren özgür. Ya bedenimize ya da fikrimize sansür uygulanıyor. Ben tutuklu bir gazeteci olarak fikren özgür olduğumu söyleyebilirim ancak sahada çalışan birçok meslektaşım için aynı şeyi söylemem mümkün değil. O nedenle basın özgürlüğü fikrî ve fizikî olarak bütünsel ele alınmalı. Bu çerçevede ele aldığımızda ise maalesef ülkede bir basın özgürlüğünden bahsetmek mümkün değil. Ancak şunu söylemek mümkün ki; basın etiğini, ilkesini ve özgürlüğünü korumaya çalışan ve bunun için mücadele eden yüzlerce özgür basın emekçisi var.

Ben tutuklama kararının ardından “Özgür Basın Susturulamaz” dediğim için polisler tarafından ağzım kapatılarak ve ellerim arkadan ters kelepçelenerek adliye koridorlarından sürüklenerek çıkarıldım. Temel meslek ilkemiz hâline gelen bir sloganın ötesinde anlam taşımayan bu söze yönelik öfke, özünde Özgür Basın’dan duyulan korkunun ta kendisi. Yine 7 Şubat Mardin’deki evime yapılan baskında telefon, bilgisayar, fotoğraf makinesi, arşivimiz olduğu harddisk, hafıza kartları ve tüm dijital materyallerime el konulması da Özgür Basın’dan duyulan korkunun bir göstergesi. Bir intikam operasyonu ile, işkence ile göz altına alındım ve tutuklandım. 2022 yılında Sanal Medya X hesabım üzerinden paylaştığım birtakım haber fotoğrafları ile Newroz’da çektiğim fotoğraflar gerekçe gösterilerek Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkımda “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla soruşturma açılmış ve akabinde “kovuşturmaya yer olmadığına” yönelik karar verilmişti. Ancak 3 yıl sonra aynı dosya üzerindeki takipsizlik kararı bir sulh ceza hâkimi tarafından bozuluyor ve tutuklanmama gerekçe yapılıyor. Üstelik kararı bozan ve hakkımda tutuklama kararı veren hâkimin aynı olması da ayrı bir tesadüf (!). 22 Mayıs’ta Mardin 2. ACM’de ilk duruşmam görülecek. Hakkında hiçbir yasal işlem yapılmamış ve hâlâ yayında olan haberlerimi X hesabında paylaşmakla; yine Yeni Yaşam gazetesi, Mezopotamya Ajansı ve haber sitelerindeki birtakım haberleri tweet etmekle suçlanıyorum. Açıkçası oldukça gülünç ve uydurma bir dosya. Her ne kadar 2 sayfalık iddianamede yer almasa da esas olarak Rojava’da katledilen gazeteci arkadaşım Cihan Bilgin’in Midyat’ta kurulan taziyesine katıldığım ve orada bir polisin bana yönelik cinsiyetçi söylemine tepki gösterdiğim için yargılanıyorum. Yani gazeteci olmamın yanı sıra Kürt ve kadın olduğum için tutukluyum ve yargılanıyorum.

Gözaltı ve tutuklanma öykünü daha önce dışarı gönderdiğim mektupta genişçe açtığım için tekrar etmek istemiyorum. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü parmaklıklar ardında karşılayan sayısız gazeteciden yalnızca biriyim. Ancak basına yönelik katliam, gözaltı, tutuklama, baskı ve baskı politikalarına rağmen bulunduğum her yerde – hapishane dâhil – hakikati ve basın özgürlüğünü haykırmaya devam edeceğim. Yaptığım haberlerden dolayı daha önce de tutuklandım, sayısız soruşturmalara mâruz kaldım ancak Apê Musa’nın, Gurbetelli Ersöz’ün, Nagihan Akarsal’ın, Cihan Bilgin’in, Nazım Daştan’ın ve nice Özgür Basın şehidinin bıraktığı hakikat mirasından taviz vermedim. Hakikat ışığında doldurduğum mürekkebim burada da solmadı. Bir gazeteci her yerde gazetecidir ve ben parmaklıklar ardında da gazetecilik yapmaya devam ediyorum. Hakikat ışığımız sönmeyecek ve Özgür Basın susmayacak.

Basının ve toplumun özgür olacağı günler dileği ile

Selam ve sevgilerimle…

 

Öznur DEĞER

Erzincan Kadın Kapalı Hapishanesi

14 Nisan 2025

 

* JINNEWS Haber Müdürü Öznur Değer, Mardin’deki aile evine 7 Şubat’ta yapılan polis baskınıyla gözaltına alınmış, savcılığın “örgüt propagandası” suçlamasının ardından tutuklanmıştı. Değer’in TGS Basın Özgürlüğü Raporu’nda yayımlanmak üzere 14 Nisan’da yazdığı bu mektuba, “örgütün motivasyonunu artıran nedenler” gerekçe gösterilerek cezaevi yönetimi tarafından el konulmuştu. Son olarak Furkan Karabay‘ın tutuklanmasıyla cezaevlerindeki gazeteci sayısı, TGS verilerine göre 18’e çıktı.

İLGİLİ:

Tutuklu gazetecilerden mektup var: “Baskılara boyun eğmediğimiz için cezalandırılıyoruz”

TGS Basın Özgürlüğü Raporu açıklandı: “Anti-demokratik uygulamaların tedavisi özgür habercilik”

Musa Anter: Hakikatin şahidi, sanığı, mahkûmu ve davacısı

Rewşen Bedirxan: Kadın hakları mücadelesini dünyaya taşıyan Kürt gazeteci

Tutuklu gazeteci Elif Akgül: Cezaevine düşerseniz yanınıza almanız gereken 3 şey

Gazeteci Furkan Karabay ile ilk kitabı Gurban’ı konuştuk: Düşenin yenildiği bir “Yeni Türkiye” özeti

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten