Gazeteciliğin dev ismi Musa Anter, “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil! Sanığıyım, mahkûmuyum ve davacısıyım” diyerek ülkenin ve kendisinin durduğu yeri özetlemişti. Tam 32 yıl önce kaybettiğimiz Apê Musa’yı, çalışma arkadaşlarıyla konuştuk.
Mardin’in Nusaybin ilçesindeki Eskimağara (Zivingê) köyünde 1920 yılında doğan Musa Anter, ilkokulu Mardin’de, ortaokul ve liseyi Adana’da okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.
Üniversitenin ardından, 1950’li yıllardan itibaren Şark Postası, Dicle Kaynağı, İleri Yurt, Barış Dünyası, Yeni Ülke, Welat, Rewşen ve Tewlo isimli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanan Musa Anter, yok sayılan bir halka dair, karanlıkta tutulmak istenen gerçekleri görünür kılarak Kürt basın tarihinde yeni bir yol açtı.
Apê Musa, 1959’da İleri Yurt gazetesinde yayımlanan Kürtçe şiiri “Qimil” (Kımıl) gerekçesiyle idamla yargılandı. 1960 darbesinin ardından serbest kalan Musa Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Deng, Barış Dünyası ve Yön dergilerinde yazdı.
7 kitap, bir de Kürtçe-Türkçe sözlük yayımlayan ve ömrünün 10 yıldan fazlasını hapiste geçiren gazeteci, yazar ve şair Musa Anter, 20 Eylül 1992’de bir kültür-sanat festivaline katılmak için gittiği Diyarbakır’ın Seyrantepe semtinde uğradığı silahlı saldırıda katledildiğinde 72 yaşındaydı. Yargılama zamanaşımı nedeniyle durduruldu ve Anter’in katilleri hâlâ yakalanmadı.
Apê Musa‘yı, 32. ölüm yıldönümü vesilesiyle, Yeni Ülke gazetesinde birlikte mesai yaptığı gazeteci ve yazar üç arkadaşına sorduk. Onların ağzından Musa Anter gazeteciliğini, Journo takipçileriyle paylaşıyoruz.
Esra Çiftçi: “Hepimiz ondan çok şey öğrendik”
Müthiş bir genel kültüre sahipti. İki yıl boyunca evinde kaldım. O, gazeteye yazdığı köşe yazılarını bana okur ben de daktilo ederdim. Normal koşullarda yarım saatte yazılacak bir yazıyı saatler sonra ancak bitirirdik. Nedeni ise; Musa Amca yazıda hangi kişi, konu ve mekân geçiyorsa onunla ilgili bilgiler verir, masal gibi anlatırdı. Çok okurdu, disiplinliydi, tabii aksi yanları da yok değildi.
90’lı yıllar ateşten gömlek gibiydi. Bölgede yoğun bir savaş vardı; evler yakılıyor, köyler yakılıyor, insanlar yoğun işkencelere maruz kalıyor, gözaltına alınıp kaybediliyordu. Bu olayları haberleştirmek de kolay olmuyordu. Teknoloji bu kadar gelişkin değildi, elimizde bir fotoğraf makinesiyle olay yerini çekmeye çalışıyorduk. Tabii polise, askere yakalanmazsak o haberi bir şekil gazeteye ulaştırıyorduk.
Mesele polise yakalanıp fotoğraf makinesini kaptırmak da değildi, sizi orada anında öldürebilirlerdi. Bir yandan her gün bir faili meçhul cinayet haberi alıyorduk. Gazeteciler hedef tahtasındaydı ve meslektaşlarımız da faili meçhul cinayetlere kurban gidiyordu. Tabir-i caizse ölümü ensemizde hissederek gazetecilik yapmaya çalışıyorduk.
Musa Amca’nın ölümü kamuoyunda çok büyük bir tepki yarattı. Öldürüldüğünde 72 yaşındaydı. Devletin ona karşı olan kini bitmemişti ve yaşına bakılmaksızın katledildi. Bugün hâlâ ölümü tartışılıyor ve bildiğiniz gibi dava zaman aşımına uğradı. İnsanlık suçları zaman aşımına uğramaz.
Musa Amca karşılaştığı onca haksızlığa, gördüğü onca zulme karşın, kin gütmeden, nefretle yüklenmeden, sağduyusunu, serinkanlılığını hep koruyarak sürdürdü mücadelesini. Yaşar Kemal’e, “Musa Anter gibi öfkesiz bir Kürt görmedim. Onu öldürdüğü için bağışlamıyorum bu devleti” dedirten şey, onun her durumda muhafaza ettiği bu barışçıl yanıdır.
Bugün Musa Amca için öykü, şiir, haber dalında ödül törenleri düzenleniyor; onunla ilgili oyunlar sergileniyor. Bunlar çok kıymetli. Daha fazlası da yapılabilir ama her şeyden önce onun nasıl, neden, kimler tarafından katledildiği ortaya çıkarılarak davanın zaman aşımına uğraması bir an önce kalkmalı ve gerçekler ortaya çıkana kadar mücadele edilmeli.
Hepimiz ondan çok şey öğrendik. Onun ardılları olarak ısrarla gazetecilik yapmaya devam ediyoruz, bu rotadan hiç çıkmadık. Tabii 90’lar gibi olmasa da gazeteciler üzerinde bugün de baskılar var. Özellikle özgür basın geleneğinden gelen meslektaşlarımız gerçekleri yazdıkları için sürekli gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Musa Amca’nın ölümünün üzerinden 32 yıl geçti, yeni çocuklar doğdu, Musa Amca’yla hiç tanışmayan, onu hiç görmeyen yeni genç gazeteciler var ve “Musa Anter’in ardıllarıyız” diyorlar. Bu bile Musa Amca’nın gazetecilik dünyasında nasıl bir iz bıraktığının kanıtıdır.
Hüseyin Aykol: “En iyi, en anlamlı, en direngen miras”
Musa Anter, 1950’li yıllarda aktif bir gazeteci idi. Yani dergi ve gazetelerin kurucusu, yöneticisi ve o yayın organlarındaki yazıların çoğunu yazan kişiydi. 1990’lı yıllarda ise başkalarının çıkardığı dergiler ya da gazetelerde yazdı. Bu gazetelerin yayın yönetimleriyle ilgisi pek yoktu.
Biz Yeni Ülke’yi yayımlamaya başladığımızda, 2000’e Doğru isimli bir haftalık dergide yazıları çıkıyordu. Kendisine, “Artık kendi gazetemiz var, bundan sonra yazılarınızı bize vermelisiniz” dedik. Bu talebimizi ikiletmedi ve yazılarını bize vermeye başladı. Her hafta bir ya da iki kez, haftalık gazetemizin İstanbul bürosuna uğrardı; ancak bu uğrayışlarda bizimle —yayın yönetimiyle— gazetenin o hafta neleri işlemesi gerektiği gibisinden yayın sohbetlerimiz ya da toplantılarımız hiç olmadı.
Apê Musa ile daha çok genel konularda sohbet ettik. Dahası büromuza geldiğinde daha sonra kurulacak olan Mezopotamya Kültür Merkezi, Kürt Enstitüsü gibi kurumları birlikte kuracağı kişilerle tartışır ya da sohbet ederdi. Gazetede bana —genel yayın yönetmenine— ayrılan odamı onlara vermiştim. Benim tüm dikkatim haftalık gazetenin hat kaçırmaması üzerine olduğu için onunla uzun uzun sohbetler bile edemedim. O yıllarla ilgili en çok da bu hususa yanarım!
1990’lı yılların başlarında, ülkede emekçilerin Bahar Eylemleri yaşanıyordu. Yani 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’ndan çıkışın yaşandığı görece demokratik bir ortam vardı. Ancak Kürtler de bir yandan yayıncılık açısından adeta bir Rönesans yaşarken; devlet aklı bu gelişmeyi daha en başından boğmak için hem yasal önlemleri alıyor, hem de ölümüne bastırma operasyonları düzenliyordu.
Gazetelerimize açılan davalar, kapatma ile sonuçlanırken, gazeteci arkadaşlarımıza yönelik saldırılar ölümcül boyutlardaydı. Böylesi saldırıların birinde Musa Anter’i bile kaybettik, biliyorsunuz.
Musa Anter’in katledilmesi, önemli bir ölçüde “bu kadarı da olmaz!” etkisi yarattı. Çünkü ondan önce öldürülen genç gazeteci arkadaşlarımızın her biri öldürüldüğünde, dönemin hükümeti, “Onlar gazeteci değil terörist,” “Hizbullah ile çatışma hâlindeler” şeklinde akla ziyan açıklamalarda bulunuyordu. Oysa Musa Anter’in gazeteci olduğunu bilmeyen yoktu. Dahası 72 yaşındaki birinin öldürülmesi, iktidar içinde bile —daha sonra devlet raporunda itiraf edildiği gibi— yanlış bulunmuştu.
Musa Anter’in anısının canlı tutulması için bizlerin yaptığının daha fazlası yapılmalıdır herhalde. Biz onun katledilmesi unutulmasın diye, hemen onun anısına gazetecilik yarışması düzenleme kararı aldık. Her yıl bu yarışmaya katılan gazetecilerden başlamak üzere, onun nasıl biri olduğu yapılan ödül törenlerinde anlatılıyor. Dahası onu öldürenler hakkında açılan dava her ne kadar geçen yıl zaman aşımından düşmüş olsa da, davanın yeniden açılması ya da uluslararası kimi yargı platformlarına taşınması için mücadele etmeliyiz.
Apê Musa’nın 1950’lerde çıkardığı tüm dergi ya da gazeteler kısa ömürlü oldu. Çoğu ancak birkaç sayı çıkabildi. Ancak devlet aklı onları kapatırken, Musa Anter hep yenilerini çıkarmanın uğraşına girdi ya da başkalarının çıkardığı dergilere, verdiği yazılarıyla destek olmaya çalıştı.
Kapatılan her dergi ya da gazetenin yerine bir başkasını, hatta daha fazlasını çıkarmaya girişmemiz, bize ondan kalan herhâlde en iyi, en anlamlı, en direngen mirastır!..
Günay Aslan: “Apê Musa ile çalışmak bir onurdu”
Kendisiyle tanıştığımda Apê Musa aktif gazetecilik yapmıyordu. 1989 yılıydı ve İstanbul’da hatıralarını yazmaya çalışıyordu. 50’li ve 60 yıllarda gazetecilik yapmış, Dicle Kaynağı, Şark Postası, İleri Yurt gibi gazeteler çıkarmış, yıllarca başyazarlık yapmış ve bir de Kürtçe sözlük hazırlamıştı. Şimdi de hatıralarını yazmaya çalışıyordu. Zaman zaman da dönemin etkili dergilerinden 2000’e Doğru dergisine köşe yazıları yazıyordu.
Onu 1989 senesinde İstanbul’daki evinde 33 Kurşun kitabım için ziyaret ettim. Musa Anter, geçmişte 33 Kurşun Katliamı için epey haber yapmış, yazı yazmış ve bu yüzden çile çekmişti. Bu amaçla kitaba onun önsöz yazması anlamlı olacaktı. Yazdı ve kitap yayımlandı ancak hemen toplatıldı ve Apê Musa ile birlikte DGM’de [Devlet Güvenlik Mahkemesi] yargılandık.
1990 yılında bir grup arkadaşla Yeni Ülke adında bir haftalık gazete hazırladık. Ona gazetede düzenli olarak köşe yazısı yazması teklifinde bulunduk. Kabul etti ve katledildiği güne kadar da yazdı. Yeni Ülke ile başlayan süreçte Özgür Gündem’le devam etti ancak Türk devleti ve onun basındaki uzantıları, onun yazılarından rahatsızdılar, hedef gösterdiler, sonunda JİTEM’e [Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı] öldürttüler…
Apê Musa ile çalışmak bir onurdu. Dediğim gibi aktif gazetecilik yapmıyordu, yazılarını da evden yazıyor gönderiyordu.
1990’lı yıllarda bir yandan sansür-sürgün kararnameleri, terörle mücadele yasaları yürürlükteydi ve bunlardan biri de ünlü “Terörle Mücadele Kanunu 8/1 maddesi” idi. Bu madde basın ve ifade özgürlüğünü engellemek için çıkarılmıştı. Yüzlerce gazeteci, yazar, aydın, akademisyen ve sanatçı bu maddeden yargılandı ve ceza aldı; diğer yandan ise tehditler, fizikî engeller, gazeteci cinayetleri, gazete bürolarının bombalanması gibi saldırılar yaşanıyordu.
Birçok gazeteci arkadaşımız öldürüldü. Bazılarının arkadan kafalarına kurşun sıktılar, bazılarını kaçırdılar ve onlardan hâlâ haber yok. Sadece gazeteciler değil, basın emekçileri, gazete dağıtımcıları ve büro çalışanları da katledildi. Karanlık ve kanlı yıllardı. Sanırım 90’lı yıllarda 38 gazeteci ve basın emekçisi öldürüldü. İşkence görenler, hapse girenler, sürgüne gidenler oldu… Böyle bir süreçti.
Apê Musa’nın öldürülmesi Kürt kamuoyunda derin bir acının yaşanmasına yol açtı. Aslında bir travma yarattı. 72 yaşında yaşlı, koca bir çınardı. Kürtler’in yüz yıllık mücadelesinin yarattığı seçkin bir değerdi ve dolayısıyla katledilmesi ağır oldu. Türkiye’nin ilerici demokrat kesimlerinden de bu cinayete karşı tepkiler geldi. Ancak cinayet, devlet cinayeti olduğu için aydınlanamadı. Apê Musa’nın maalesef hesabı sorulamadı.
Gazetecilik açısından ise etkisi “olumlu” oldu denilebilir. Genç Kürt gazeteciler Apê Musa’nın izinden gittiler, onun kalemini yere düşürmeme sözü verdiler, direndiler, ısrar ettiler ve özgür basın geleneğini bu sayede inşa ettiler…
Apê Musa’nın anısını yaşatmak ve ondan kalan mirası korumak gerekiyor ki bunun için yapılması gerekeni özgür basın kurumları yapıyor. Her yıl Musa Anter Gazetecilik Ödülleri veriliyor, etkinlikler düzenleniyor. Mahkemesi takip ediliyor, cinayetin gündemden düşmesine izin verilmiyor…
Bunlar elbette önemli işler ancak Türkiye’de adalet meselesi, sistemle mücadele meselesidir. Musa Anter’den Tahir Elçi’ye, Mehmet Sincar’dan Medet Serhat’a devletin güvenlik güçleri ya da paramiliter örgütleri tarafından katledilen insanların hesabının sorulması, adaletin sağlanması için sistemi ve devleti bu suçlarla yüzleşmeye ve özür dilemeye zorlayacak güçlü bir muhalefetin olması gerekiyor. Ne yazık ki Türkiye’de Kürtler’in dışında güçlü bir demokratik muhalefet yok. Kürtler’in de gücü sınırlı ve kaldı ki sürekli baskı altındalar…
Apê Musa’nın mirası gazetecilere güç veriyor. Onlara koşullar ne olursa olsun hakikatin peşinden koşma motivasyonu sağlıyor. Kürt dili, kültürü, kimliği, Kürtler’in demokratik hakları konusunda duyarlılık hissi veriyor ki bunun önemli olduğunu düşünüyorum…
İLGİLİ:
Musa Anter Ödülleri’ni kazanan gazeteciler anlatıyor: “Öznesi olduğum bir haber, ödül getirdi”
Mahkeme “umutsuz” kararı tekrarladı: Gazeteci katillerine iyi hal indirimi
Rewşen Bedirxan: Kadın hakları mücadelesini dünyaya taşıyan Kürt gazeteci
5 maddede Rêya Teze: Latin alfabesiyle çıkarılan ilk Kürtçe gazete
Dijital çağda dengbêjlik: Bellek kendini cihazlara teslim etti, divanlar artık çevrim içi