Çözüm sürecinin sona ermesinin ardından yeniden başlayan çatışmalı süreç ve sokağa çıkma yasakları ile sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda yaşanan tahribat bölgede onarılması zor yaralar açtı. 16 Ağustos 2015’te Muş’un Varto ilçesinde başlayan sokağa çıkma yasakları, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari ve Mardin ile devam etti. Dokuz kentte ayları bulan sokağa çıkma yasakları ile ilgili insan hakları kuruluşlarının hazırladığı raporlar, yaşanan trajediyi ortaya koyuyor. İnsan Hakları Derneği ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın sokağa çıkma yasakları süresince eriştikleri veriler, en az 321 sivilin yaşamını yitirdiğini gösteriyor. Raporlara göre, Varto’da 2, Silvan’da 14, Bismil’de 8, Sur’da 10, Bağlar’da 2, Lice’de 1, Yüksekova’da 6, Cizre’de 192, Silopi’de 37, İdil’de 20, Şırnak’ta 2, Nusaybin’de 22, Dargeçit’te 5 sivil yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerden 79’u çocuk, 71’i kadın ve 30’u ise 60 yaş üzerindeki yurttaşlardan oluşuyor.
Yaşanan sivil ölümlerine ve ailelerin başvurularına rağmen hukuki süreç ise olduğu yerde sayıyor. Şu ana kadar dava aşamasına geçen herhangi bir dosya bulunmuyor. Açılan bazı soruşturmalarda ise gizlilik kararı var. En çok sivil ölümün yaşandığı Şırnak’ın ilçelerindeki olaylara dair soruşturmalar da aynı akıbete uğradı. Şırnak Barosu konu ile ilgili kurduğu komisyon ile soruşturma dosyalarını takip ederken, komisyon üyelerinden avukat Rojhat Dilsiz, tüm dosyaların hala soruşturma aşamasında olduğunu söyledi. Dilsiz, “Konu ile ilgili yetkili mercilerle sürekli görüşüyoruz ancak bize ‘Daimi arama var’ deniliyor. Açıkçası yaşanan süreçten kaynaklı soruşturmalarla ilgili pek umutlu değiliz. Biz yine de bunun takipçisi olacağız” dedi.
12 yaşındaki Helin başından vuruldu
Diyarbakır’ın Sur ilçesi Hasırlı mahallesinde 12 Ekim 2015’te başından tek kurşunla vurularak öldürülen 12 yaşındaki Helin Hasret Şen, sokağa çıkma yasaklarında vurulan ilk çocuklardan biri. Diyarbakır Valiliği, Şen’in çatışma sırasında vurulduğu yönünde açıklama yaptı. Öte yandan, annesi ve görgü tanıkları, kobra tipi zırhlı araçtan açılan ateş sonucu vurulduğu yönünde ifade verdi. Olayla ilgili yapılan hukuki girişimler sonuçsuz kaldı. Kızlarının öldürülmesinin ardından Bağlar ilçesine yerleşen Şen ailesi, olaydan sonra evlerini de kaybetti. Sur’da taksicilik yapan baba ise işinden oldu. Anne Nazlı Şen, olay gününü şöyle anlattı:
“Yoğun şekilde silah ve patlama sesleri geliyordu. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sonraki iki gün hiçbir silah ve patlama sesi yoktu her yer sakindi. Pazar günü çocuklarımı alıp çıktım evden. Yanımda 63 yaşında ve sakat olan eşimin dayısı ve çocuklarımla üç sokak ileriye kadar gittim ve son sokağa geldiğimde karşıda zırhlı araç ve dışarıda polisler bize silah doğrulttu. Hemen çocukları alıp geri döndüm, biz döner dönmez arkamızdan silah patlattılar. Kendimizi zar zor eve attık ve bir daha çıkmayacağız dedik. O gün hiç çıkmadık. Fırının 2 saatliğine açıldığını söylediler. Çocuklarım, eltim, eltimin oğlu ve komşularımızla birlikte Hasırlı’ya doğru yürüdük. Bizi görür görmez polisler kobradan üzerimize ateş açtı. Herkes bir yere savruldu. Ben etrafımda çocuklarıma baktım ama kızımı göremedim. Üstümüze üç kere ateş ettiler. Komşularım beni kenara çekti ve birden kızımın kanlar içinde yerde yattığını gördüm. Kızım yanımda vurulup devrilmişti. Eğer çatışma olsa çocuklarımızı nasıl dışarı çıkarıp kurşunların arasından götürürdük? Aç da kalırdım ama evimden çıkmazdım.”
‘Kızımı, çocukluk anılarımı, evimizi, işimizi kaybettik’
Olaydan sonra suç duyurusunda bulunduklarını ve şu ana kadar hiçbir yetkilinin kendilerine yanıt vermediğini ifade eden Şen, sözlerine şöyle devam etti:
“Adalete olan güvenim kalmadı artık. Sorumlular yargılanmıyor. Soruşturma bile açılmadı. Kimse bize bir bilgi vermedi. İnsan canı bu kadar ucuz mu? Bir çocuğun öldüğünü duyunca Helin aklıma geliyor, içim yanıyor. Onların annelerini de düşününce yerle bir oluyorum. Büyük bir haksızlığın içindeyiz. Suçumuz nedir? Kızım ve tüm anılarım orada kaldı. Artık kaybedecek bir şeyimiz kalmadı. Kızımı, çocukluk anılarımı, evimi, işimizi kaybettik. Eşim taksi şoförüydü. Olaydan sonra bir daha çalışamadı. Düşününce içim yanıyor.”
Yeğeninin cenazesini almaya giden hala da öldürüldü
24 yaşındaki Engin Gezici ile 55 yaşındaki İsmet Gezici, 5 Kasım 2015’te sokağa çıkma yasakları sırasında hayatını kaybetti. Dom olan Gezici ailesi yıllardır Silvan’da ikamet ediyor. Mevsimlik işçi olarak şehir şehir gezen ve havaların soğumasıyla sokağa çıkma yasağından beş gün önce Silvan’ın Tekel mahallesindeki evlerine geri dönen Gezici ailesi de sorumluların adalet önüne çıkarılmasını bekliyor. Üç çocuk annesi Sevgi Gezici, olay gününün etkisinden hala kurtulamamış. Zorlukla konuşabilen anne Gezici, şunları anlattı:
“Kendimize ayrı ev tutmuştuk ama daha geçmemiştik. Biz yerleştikten dört gün sonra çatışmalar başladı. Üç çocuğum ve eşimle evdeydik. Yoğun bir şekilde silah ve patlama sesleri geliyordu. Çocuklar çok korkuyordu bize sarılıp ağlıyorlardı. Saklanmaya çalışıyorlardı. Psikolojileri tamamen bozulmuştu. Gece yatmıyorlardı. Çatışmalar 3. gününe girince eşim çocukların durumuna daha fazla dayanamayıp ‘Çıkacağız’ dedi. İlk başta engel oldum ama çocukların durumundan kaynaklı ısrar etti ve dışarı çıkıp bir yol aradı. 1 saat geçtikten sonra peş peşe yoğun silah sesleri geldi ve çok yakın geliyordu. Pencerenin önüne koştum ve yerde kanlar içinde olduğunu gördüm. Neye uğradığımı şaşırdım. Tam dışarı çıkacakken yine silah sesleri geldi. Çocuklar da babalarını gördü ve ağlamaya başladı. Komşular Engin’in cenazesini eve getirmek istedi ama onlar çıkınca ateş açıyorlardı. Halası onun vurulduğunu duyunca kendini dışarı atıyor. Halası daha cenazeye yetişemeden onu da vurdular. İsmet yaralıydı ama hastaneye götürülmesine izin verilmedi. Kim yaklaşsa ateş açılıyordu. Uzun süre yerde kaldı ve kan kaybından öldü. İki cenaze de uzun süre yerde kaldı.”
‘Artık devletten hiçbir beklentim yok’
Komşularının eşi ile halasının cenazelerini eve getirdiklerini ve çocuklarıyla birlikte saatlerce cenazelerle durmak zorunda kaldıklarını anlatan Sevgi Gezici, sözlerine şöyle devam etti:
“Çocuklar babalarının yerde yatmış halini görünce şok yaşadılar ve sağa sola kaçıştılar. Büyük oğlum dışarı çıkıp, ‘Anne ambulans getireceğim, babamı hastaneye götürelim’ diyordu. Hepimiz şok halindeydik. Halamı kalçasından, eşimi de göğsünden vurmuşlardı. Daha sonra komşular evin odasının duvarını kırıp bizi çıkardılar. Birkaç evin duvarını kırıp öyle bizi mahalleden çıkardılar. Cenazeler içeride kaldı. Daha sonra çıkardılar. Artık bu devletten ne isteyeceğim? Hiçbir beklentim yok. Aylardır kimse sormadı ve sormayacak. Biz de öylece bekliyoruz. Her gün aynı acıyı yaşıyoruz. Çocuklarım her gün babalarını soruyor. Evin önünde adamlar geçince bakıyorlar ve bana gelip ‘Babam niye gelmiyor’ diye soruyorlar. Ben de işe gitmiş diyorum. Ne zamana kadar sürdürebilirim, bilmiyorum.”
‘Sonuna kadar davacıyız’
Engin Gezici’nin babası Niyazi Gezici ise hukuki sürecin takipçisi olacaklarını ifade etti. Hem oğlunu hem kız kardeşini kaybeden Niyazi Gezici, şöyle devam etti:
“Geçen yıl Muş’a gittik ve orada çalıştık. Daha sonra buraya geldik. Aradan beş gün geçtikten sonra devlet oğlumu öldürdü. Oğluma ‘terörist’ dediler. Kız kardeşim onun vurulduğunu görünce yardımına koştu ve onu da vurup öldürdüler. Devlet, oğlumu ve kız kardeşimi öldürdü. Devletten davacıyız. Hiçbir suçları yoktu. Çobanlıktan gelmiş ve beş gün sonra öldürüyorlar. Kendine ev tutmuştu ve daha eşyalarını bile yeni evine taşıyamadan öldürdüler. Sonra da ‘terörist’ diyorlar. Biz işçiyiz, ‘terörist’ değiliz. Avukat tuttuk ama şu ana kadar hiçbir ilerleme yok. Biz bu savaşı istemiyoruz. Biz barış istiyoruz. Sonuna kadar davacıyız ve bu olayın peşini bırakmayacağız.”
Aktar: Cezasızlık, devlet pratiği
Diyarbakır Barosu’ndan avukat Mehmet Emin Aktar, açılan soruşturmalarda bir gelişme olmadığını belirtti. Aktar, geçmişte yaşanan faili meçhul cinayetlere atıfta bulunarak, şunları söyledi:
“Cezasızlık uygulaması geçmişe dayalı bir devlet pratiği ve bu devlet pratiği kendini tekrar ediyor. Devlet güvenlik görevlilerinin şüpheli ya da fail olduğu olayların hiçbirinde ilerleme sağlanmıyor. Bu geçmişte de böyleydi. ‘Faili meçhul cinayetler’ olarak anılan 90’lı yıllardaki uygulama da buydu. 2009’dan sonra bazı dosyalarda davalar açılıp tutuklamalar olsa bile sonradan bu cezasızlık pratiğinin hayata geçirildiğini ve bu davaların beraatla sonuçlandığını biliyoruz.”
‘Otopsi raporları dahi verilmiyor’
İnsan Hakları Derneği’nden (İHD) avukat Muhterem Süren, dosyalardaki gizlilik kararına dikkati çekti. Süren, otopsi raporlarına dahi ulaşamadıklarını belirterek, “Dosyalar sürüncemede bırakılıyor. Kanunen gizlilik kararı olsa bile verilmesi gereken bazı belgeler vardır ama o belgeleri dahi bize vermiyorlar. Otopsi raporlarını bile vermiyorlar. Bazı dosyalara ‘Meşru müdafaa hakkını kullanmıştır’ gerekçesiyle takipsizlik veriyorlar. Şu aşamada bizim gördüğümüz dosyalarda etkin bir soruşturma yok” diye konuştu.