Hallerimiz

Soma’da gazetecilik: Travmatize oldum, ayıp mı?

Gazeteciler arasında, şahit olduğumuz olaylardan ötürü yaşadığımız travmaları anlatmak her zaman ayıplanır. Biz bütün üzüntümüzü ve sıkıntımızı içimize gömmek zorundayızdır. Ama ben öyle yapmayacağım; ilk taşı ben atmak istiyorum.

A: Ben Soma’da travmatize oldum.

B. Oooo!

C: Alışırsın biraderim. Biz neler neler gördük…

D: İlk olayında böyle olacaksan, seni ileride düşünemiyorum.

E: Peki X ne yapsın? Adam yıllarca polis muhabirliği yaptı. Binlerce ceset gördü!

F: Sen nasıl profesyonelsin ya?

G: Senden olmaz aslanım.

Gazeteciler arasında, şahit olduğumuz olaylardan ötürü yaşadığımız travmaları anlatmak her zaman ayıplanır. Biz bütün üzüntümüzü ve sıkıntımızı içimize gömmek zorundayızdır. Ama ben öyle yapmayacağım; ilk taşı ben atmak istiyorum. Evet, ben Soma’da travmatize oldum. Bütün gazeteci arkadaşlarımın o kinayeli ve üstten bakan tavırlarına inat söylüyorum. Türkiye’nin en büyük madenci katliamında hayatını kaybedenlerin hikâyelerini toplamaya ve tanıklıklar bulmaya çalışırken travmatize oldum. Ayıp mıdır? Bence değildir…

Bir gazeteci, her şeyden önce bir insanım. Benim de bu hayatta travmalarım, kırgınlıklarım, üzüntülerim ve kayıplarım var.

13 Mayıs 2014 günü sıcak haberin heyecanıyla kendimi Soma’da buldum. Oysa Soma’da zorunlu hizmetini yapan emekli hemşire annem, “Gitme oğlum, kötü olursun” demişti. Vardığımda her yer kapkaraydı; nefes bile alamıyorduk. Ben gece 3’te gittiğimde madendeki herkes ölmüş, ölü sayısı bile netleşmiş meğer. Sabah cenazeleri gördüğüm zaman bacaklarımı hissetmiyordum. Ölümün o soğukluğuyla ilk defa yüzleşiyordum. Ulusal Medikal Arama Kurtarma ekibinin yanına gittim. “Ocağın ağzından çıkan kömür dumanı beni öldürür mü? Ben o dumanı çok soludum. Kanser hastası olur muyum?” sorumun ardından UMKE ekibinin şefi beni bir güzel haşladı. Bir süre daha çalıştıktan sonra İzmir’e döndüm ve soluğu psikiyatristin yanında aldım.

Nasıl uzak durabilirdim ki Soma’dan? Bırakır mıyım ben o sahayı? Belgelenecek birçok konu, dinlenecek ve yazılacak onlarca hikâye vardı. Adını anmadan geçersem ona çok büyük haksızlık olur. Onur Yıldırım ile yürüttük bu süreci. İyi ki vardı! Onun varlığından hep güç aldım.

Kolektif çalışmamızı şimdilik bir kenara bırakıyor, Soma’da nasıl travmatize olduğumu anlatmak istiyorum.

İlk mülakatımız arama kurtarma çalışmalarına katılan bir maden işçisiyle olmuştu. Bu madenci Çukurca’daki bir karakol baskınından, 13 Mayıs 2014 günü gece vardiyasında çalıştığı için katliamdan sağ kurtulmuştu. Kendisinin anlattıklarını şaşkınlıkla dinliyorduk. Bana bantlara konan cenazeleri ve yanmış insan bedenlerini anlatıyordu.

4 Aralık 2014 günü Maden Mühendisleri Odası Soma Temsilciliği’nde aynı masa etrafında sanık maden mühendisleri ile oturmuşum da haberim yok! Ben olayın sıcaklığı ile hepsine yükleniyordum. Sanık bir mühendis beni çok güzel haşladı, bana meslek hayatım boyunca unutamayacağım bir tokat attı. “Konuya hakim değilsin” demişti. Oysa ben duygusallığım ve işçilere olan inancım nedeniyle onların bütün tanıklarını olduğu gibi doğru kabul etmiştim. Fakat böyle karmaşık bir olayda bunu yapmamam gerekiyordu. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuştum. Buradan bir ders çıkardım, katliam ile ilgili ne kadar teknik rapor varsa hepsini okudum.

Aileler ile görüşmeye başlamıştık. Ön görüşme yapmadan mülakata geçmiyor, onlar hakkında topladığımız bilgi ve izlenimleri dosya haline getiriyorduk. Bir görüşmede, bir ağabey hüngür hüngür ağlamaya başladı. Elim ayağıma dolandı. Ne yapacağımı bilemedim. “Ah be Uğur! Adamın ağlamasına sebep oldun!” diye geçirdim içimden. Oysa ben tanıklık topluyordum ve bu insani tepkilerin verilmesi çok normaldi. Bu ön görüşmeden sonra hayatını kaybeden madenciyi ilk defa rüyamda gördüm. Üstünde kırmızı bir kazak ile bana bakıyor ve gülümsüyordu madenden. Buna rağmen çalışmaktan geri durmadım; yaptığımız mülakatın deşifre görevini de kendi rızamla üstlendim. Artık kâbuslar görmeye başlamıştım.

18 yaşındaki oğlunu madende kaybeden bir babayla bir kahvehanede buluşmuştuk soğuk bir gün. Baba “Benim oğlum yandı. Başkaların çocukları yanmasın. Ben size oğlumu anlatırım” demişti. Mülakatı evinde yapmakta -onun çok rahat edebileceği bir ortam olduğu için- ısrarcı olduk. Onun da oğlunun adı Uğur’du. Rahmetlinin çocukluğundan başladık. “Benim oğlum çok ağlardı” dedi ve o da ağlamaya başladı. Ne yapacağımızı bilemedik.

Yalnızca Soma hakkında konuşmaya başladığım için arkadaşlarım beni dışlamaya başlamıştı. Bütün dünyam Soma olmuştu. Arkadaşlarıma S panosuna yapılması gereken nefesliğin yapılmadığını, havanın erken ters çevrilmediği için ölümlerin bu kadar çok olduğunu, Teknik Müdür İsmail Adalı’nın madeni boşaltma talimatını geç verdiğini anlatıyordum.

Hayatına, insanlığına, kişiliğine, kızıyla olan ilişkisine, işçilerin onunla olan ilişkisine imrendiğim bir ‘Koray Şef’ vardı. En çok onun hikâyesini içselleştirdim; mezarlığa gittiğim zaman sadece onun mezarına oturuyor ve ona bir şeyler anlatıyordum. Arkadaşlarından onun yaptığı şakaları dinliyor, her oturduğumuzda onu anıyorduk. O sadece bizim kalbimizde değil, Somalı madencilerin kalbinde de yaşıyor…

Sosyal Haklar Derneği’nde oğlu Uğur’u kaybeden İsmail Çolak isimli bir baba ile tanışıp o babadan, “Sen bana oğlumu hatırlatıyorsun be evlat!” cümlesini duyuyordum. Onlarla konuşmak, sohbet etmek her zamankinden daha zor geliyordu bana. Sanki varlığım ile acılarını tekrar tekrar deşiyordum.

Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde verilen yalan ifadeye katlanamayan işçi Yusuf Koçhan tam yanımda sinir krizi geçirmişti. Hayatımda ilk defa sinir krizi geçiren biri görüyordum. “Yalan söylüyor!” diye bağırıyordu Yusuf Koçhan. Sağlık ekipleri Koçhan’ı dışarı çıkarmış ve müdahale etmişti. Yusuf ağabeyi mahkeme bahçesinde görünce müsaade isteyerek yanına oturdum. O gün neler olduğunu ondan tekrar dinledim. Katliamda hayatını kaybeden maden mühendisi İbrahim Çelik’in o gün neler yaptığını sordum. Koçhan, İbrahim Şef’in son anlarını anlatmaya başladı. Ancak arkamızda annesinin ve kız kardeşinin oturduğunu bilmiyorduk. İbrahim hakkında konuştuğumuzu duyan annesi yanımıza geldi. Yusuf ağabeye “Ne olur İbrahim’i anlat!” dedi. O kadın oğlunun son anlarını Yusuf ağabeyden tekrar dinlemişti. Ben İbrahim Şef’i sorduğuma pişman olmuş ve çok üzülmüştüm. Bu olayın ertesi günü dinlenmem gerekiyorken Akhisar’a gitmiştim. Yorgunluk nedeniyle mahkemede uyumuştum. Kalbimin hızlı atışlarına uyandım ve mahkemede olduğumu gördüm. Artık bedenim de buna tepki veriyordu. Ara vermem gerekiyordu ama yapılması gereken çok iş vardı, ara vermedim.

Artık, Soma katliamını rüyamda yaşamaya başlamıştım. Rüyalarımda bilirkişilerle konuşuyor, katliamın sebebini onlarla tartışıyordum. Hocalara, “Orada kömür yangını mümkün değil çünkü orası taş baca” diyordum. Rüyamda arama kurtarma çalışmalarına katılıyor, kardeşimi arama kurtarma çalışmasında kaybediyordum. Katliamda hayatını kaybeden maden mühendisi Mehmet Efe’nin de cenazesini görüyordum. Evde lamba patlıyordu, uykuya daldığım zaman madende kablo yanıyordu. Geceleri uyayamıyor, sabahları geç kalkıyordum.

Ailelerle ilişkimizin sınırlarını da çizemez olmuştum. Mahkeme aralarında beraber yemek yiyor, beraber üzülüyor, mahkemeyi yine beraber izliyorduk. Sinirlenip mahkemeden çıktıları zaman soluğu yanlarında alıyorduk. Onlarla bir şeyler paylaşmak, onların acılarını dinlemek ve dertleşmek iyi geliyordu onlara. Peki bana bunlar iyi geliyor muydu? Hayır, iyi gelmiyordu. Kaç çalışma daha böyle yapabilirdim? Kaç çalışmamda daha aileler ile bu kadar yoğun duygu yüklü ilişkiler kurabilirdim?

Fiziken ve zihnen Soma’dan asla kopamıyordum. İşçilerin ölümlerinin ayrıntılarını öğrendikçe bu dünyaya ait bütün umutlarım ve hayallerim değişmeye başlamıştı. Bu dünya nereye gidiyordu? Neden çalışırken ölüyorduk? Her şeyi planlayan, risklere karşı önlemler alan Soma Holding, maliyet sebebiyle neden önlemlerden vazgeçiyordu? Aile neydi? Aşk neydi ki? İnsanlar çok sevdiklerini toprağa veriyorlardı. Bu dünyada niye yaşayacaktım? Madencilerin ölümünü kabullenemiyordum.

Son raddeye geldiğim zaman Soma bende yaşadığım ne kadar travma varsa hepsini açığa çıkarmıştı. Bir güneş vardı tepemde, O Soma’ydı ve benim içimdeki bütün buzları çözmüştü. Şimdi çok daha zordu her şey. Bazı şeyler ile yüzleşmeden, bazı sorunları aşmadan böylesine bir çalışmaya başlamanın handikaplarını yaşıyordum.


Travma sonrası stres: Kendimizi nasıl koruyacağız?
İkincil Travma: Okuduğumuz acıyla nasıl baş edeceğiz?

Uğur Şahin Umman

Journo E-Bülten