‘Sosyal medya Donald Trump’ın seçilmesinde etkili’ desem, aklınıza ilk olarak Facebook’daki yalan haberler gelecektir. Oysa, Facebook yalan haberler sorununu çözmenin bir yolunu bulsa dahi, daha ciddi bir sorunumuz mevcudiyetini koyuyor olacak: Sosyal medyanın bugün yaşadığı dönüşüm, televizyonun kendinden önceki mecraları mutlak hakimiyetine almasına benziyor.
Online aktivizm nedeniyle Tahran’da 6 yıl hapis yatıp çıktığım 2014 yılından bu yana, bu konu hakkında yazıyor ve insanları uyarmaya çalışıyorum. Hapse girmemden önce, blog yazılarımı ‘açık Web’de paylaşıyordum. Bu ‘açık Web’ şimdikinin aksine, merkezi bir yapıya sahip değildi, metne dayalıydı, derinlemesine bilgilere dayanan, çok farklı, zengin kaynaklara ulaşabileceğiniz birçok hiperlinkle bezeliydi. Çok farklı görüşler, burada barınabiliyordu. Kitapların dünyasına ait bir yapıydı.
Sonrasında 6 yıl boyunca İnternet’e erişimim olmadı; hapisten çıkıp ilk kez online olduğumda, yepyeni cesur bir dünya ile karşı karşıyaydım. Facebook ve Twitter, blogların yerini almıştı ve İnternet’i bir televizyona dönüştürmüştü: Merkezi bir yapı, görsele dayanan, linksiz içerikler.
Aynen televizyon gibi, bu yeni İnternet’te eğleniyoruz ve televizyondan bile daha beter bir şekilde, mevcut inanç ve kanaatlerimizi burada katmerliyoruz. Burada düşünmekten çok hissediyoruz; kendimizi zorlamaktansa konfortizme kapılıyoruz. Sonuç ise bölünmüş, kendi ait olduğu grup dışından bilgi sahibi olmayan, duygularıyla hareket eden bir toplum… Post-truth (post-gerçek), yani ‘nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu’ bu sebepten Oxford sözlüğü tarafından 2016 yılının kelimesi seçildi.
Daha 1985’te, Neil Postman bu yaşayacaklarımıza dair bizi uyarmıştı. New York Üniversitesi’nde iletişim profesörü olan Postman, Amusing Ourselves to Death: Public Discourse in the Age of Show Business (Televizyon: Öldüren Eğlence) isimli kitabında, televizyonun kamusal tartışma ortamını nasıl (olumsuz yönde) dönüştürdüğünü, kitlelerin düşünmekten çok duygusal hezeyanlara kapıldığını ve kamuoyu yoklama şirketlerinin de bu hezeyanları ‘kamuoyu kanaatleri’ olarak sunduğunu açıklar. Postman’a göre bu dönüşümün en ürkütücü yanı, tüm haberlerin artık dezenformasyona dönüşmüş olmasıdır. Kendi sözleriyle:
“Dezenformasyon yanlış bilgi demek değildir. Yanlış yönlendiren, yanlış bağlamda sunulan, alakasız, gerçeğin sadece belli bir parçasını sunan, kişide bir şeyi biliyormuş ilizyonunu yaratan ama aslında kişiyi gerçekten uzaklaştıran bilgidir dezenformasyon… Sorun, televizyonun eğlenceli içerik sunması değil, tüm içeriklerin eğlenceli bir şekilde sunulmasıdır.”
Postman’a göre haberler eğlence olarak sunulduğunda, sağlıklı bir demokrasi için taşıdıkları işlevi de yitirirler.
“Söylediğim şey, gerçekten uzaklaşıyor olmamızdan daha fazlası. Diyorum ki, bir konu hakkında iyi bilgilenmiş olmak ne demektir, unutmuş durumdayız. Cehalet her zaman düzeltilebilir. Peki ya cehaletin kendisi, bilgili olmak zannedilirse ne yapacağız?”
Daha az metin ve daha az hiperlink’e dayanan bugünün İnternet’i televizyonun bu kötü yanlarını taşımakla kalmıyor, yeni kötülükleri de beraberinde getiriyor. Geleneksel televizyon ile onun modern hâli olan İnternet’in en temel farkı şu: İnternet’e kişiye özel içerik sunulabiliyor. Geleneksel televizyon, hiç olmazsa bir sürpriz faktörü barındırıyordu. Televizyonda gördüğünüz içerikler insan editörler tarafından derleniyor. Her ne kadar bu derleme sürecinde içeriklerin, yayın masraflarını çıkarıp yayıncıyı kâra geçirebilmesi için eğlenceli ve izleyici açısından çekici olma kaygısı güdülse de, bu yayınlarda kendi kanaatiniz (aslında duygularınız) dışında bir içerikle karşılaşmanız oldukça olası.
Öte yandan sosyal medyada bu mümkün değil. Sosyal medya platformları, çeşitlilikten uzak, kullanıcıyı konfor alanına hapseden içerikleri sunacak şekilde tasarlanmış algoritmalar kullanıyor; zira bu platformların iş modeli tamamen kullanıcılarının platform içinde geçirdikleri zamanı maksimize etmeye dayanıyor. Kim herkesin negatif, kötücül olduğu ve fikirlerinize katılmayıp karşı çıktığı bir yerde zaman geçirmek ister ki? Tüm bunların sonucu olarak, duyguların körüklendiği, radikalleştirildiği insanlar ve bölünmüş bir toplum. Bu öyle bir sonuç ki, bilgili katılımcılara dayanan demokrasi anlayışını tamamen yerle bir edebilecek bir potansiyel taşıyor.
Peki ne yapılabilir? Tabii ki Trump’ın yükselişi, sadece teknoloji ya da medya odaklı argümanlarla açıklanamaz. Artan eşitsizlik, yok olan orta sınıf, küreselleşme yüzünden işsiz kalan kitleler ve benzeri birçok sorun var olmasaydı, ne Trump, ne de Brexit’i tecrübe etmek zorunda kalacaktık. Bu meseleler çok daha derinlerde yatan bir soruna dayanıyor ve bu sorun medya tarafından yaratılmış değil; ancak medya tarafından manipüle ediliyor, çapı büyütülüyor. Artık, teknolojik gelişmenin her türlüsünü doğal, kaçınılmaz ve haliyle iyi olarak görmekten vazgeçmemiz gerekiyor. Mesela, en basitinden, ‘düşünen hayvanlar’ olarak soyumuzu devam ettirebilmemiz için daha fazla videoya ve görsele değil, metne dayalı içeriklere ihtiyacımız var. Postman’ın (McLuhan’a atıfla) tarif ettiği gibi, tipografi, kompleks iletilerin aktarılmasında imgeye göre çok daha becerikli, bu sayede de okuru düşünmeye teşvik ediyor. Bu da şu anlama geliyor: daha çok okuyup yazmamız, daha çok link vermemiz, daha az televizyon izlememiz, daha az video içerik tüketmemiz, Facebook, Instagram ve YouTube’da daha az zaman geçirmemiz gerekiyor.
Eğer sosyal medyada var olma arzusuna karşı koyamıyorsak ve mevcut algoritmalar da bize karşıt görüşleri sunmamakta ısrarcıysa, aktif bir şekilde bizler bu içerikleri arayıp bulmalıyız. Biz platform tarafından önerilmeyen kişi ve sayfalara ilgili anahtar kelimelerle aramalar yaparak erişebiliriz. Farklı bir taktik olarak, aslında katılmadığınız, beğenmediğiniz içerikleri ‘like ederek’ algoritmaları kandırabilirsiniz de; bu şekilde çok daha çeşitli kaynaklardan beslenen bir içerik akışına sahip olabilirsiniz. Sosyal medya platformlarını algoritmalarını şeffaflaştırmaları hususunda zorlayabiliriz ve hatta algoritmanın modifiye edilebilmesini, kişiselleştirilebilmesini sağlamalarını talep edebiliriz. Bu şekilde online içeriklere kalbimiz değil, aklımızla tepki vermeye başlayabiliriz: İhtiyacımız olan şey beğendi/beğenmedi butonları değil; katıldı/katılmadı ve güvendi/güvenmedi butonları.
Mevcut alışkanlıklarımız ve duygularımız bizleri ve dünyamızı öldürüyor. Bu ölümcül cazibeye hep birlikte karşı koyabiliriz.
İlk kez MIT Technology Review‘da yayımlanan bu içerik Orhan Şener tarafından Türkçeleştirildi.