Siber-Güvenlik Söyleşi

‘Türkiyeli kullanıcı sansürü eğlence için aşıyor, haber için değil’

Siyasi olayların internet politikalarına olan etkisini ele alan 'Darbe girişiminden sonra Türkiye'nin internet politikası: Online baskı ve gözetim ağının ortaya çıkışı' başlıklı raporu Efe Kerem Sözeri ile konuştuk.

Türkiye’de internetin tarihi dediğimizde aklımıza; ilginç projeler, websiteleri ya da meme‘ler değil, sansür ve gözetim adına yapılanlar geliyor. İnternetin toplumsal iletişim kültürümüzün bir parçası hâline gelmesiyle beraber, devletin bu alanı da kontrol altında tutmak için çaba göstermeye başlamış olması bunun en önemli sebeplerinden biri olsa gerek. Özellikle 2007 yılından bu yana devam eden bu süreç, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte zirve noktasına ulaştı.

Internet Policy Observatory tarafından yayınlanan ve Bilge Yeşil, Efe Kerem Sözeri ve Emad Khazraee tarafından hazırlanan ‘Turkey’s Internet Policy after the Coup Attempt: The Emergence of a Distributed Network of Online Suppression and Surveillance’ başlıklı rapor, bu süreci başından alarak inceliyor. Raporda özellikle yakın süreçte gerçekleşen kimi önemli olaylar ve darbe girişimi sonrası yapılanlar detaylı bir şekilde ele alınıyor. Türkiye’de devletin internete yaklaşımını geniş bir çerçevede görmemizi sağlayan bu rapor, aynı zamanda son yıllarda gerçekleşen siyasi olayların internet politikalarına olan etkisini de anlamamızı sağlıyor.

İngilizce hazırlanan rapor dijital olarak yayınlandı ve şu anda herkesin erişimine açık. Raporun yazarlarından Efe Kerem Sözeri ile raporu ve interneti ‘kontrol etme’nin arka planını konuştuk.

Oldukça kapsamlı bir rapor olmuş. Yakın zamanda Türkiye internetinin geçirdiği değişimi anlatmakla kalmıyor, sağlam bir arka plan ve tarihçe de sunuyor. Geçmişten bugüne bakınca rapor bize Türkiye internetinin mevcut ekolojisi ve durumu hakkında neler söylüyor?
Rapor için çıkardığımız tarihçe aslında Türkiye’nin yakın dönem siyasi tarihini başka bir taraftan anlatmış oluyor, çünkü Türkiye internetinin ekolojisi dönem dönem, siyasi iktidarın ihtiyaçlarına göre değişiyor. 2007’de 5651 sayılı yasayla gelen ahlâk-temelli düzenlemeler, 2011’de tüm ülkeyi kapsayan muhafazakâr aile filtresi, 2014’te yolsuzluk soruşturmasının ardından çıkarılan ‘kişilik hakları’ eklemesiyle haber sansürleme dönemi, 2015’te İç Güvenlik Yasası’nın dijital uzantısı olan ‘milli güvenlik’ eklemesiyle Kürt basınına toptan sansür… Bu sonuncusu özellikle yayın yasakları ve bölgesel internet karartmalarıyla birlikte düşünüldüğünde toptan sansür kavramının içini iyice doldurdu.
Şu an içinde bulunduğumuz dönemin ise OHAL ve referandum kampanyasına göre şekillendiğini söyleyebiliriz. Bu dönemi öncekilerden ayıran şey ise hâlihazırda devam eden sansürden ziyade propaganda ve gözetim olmalı.

Rapordaki önemli bölümlerden biri de Türkiye’nin Rusya ve Çin’e benzer bir şekilde pro-aktif kontrol yöntemlerine daha sık başvurmaya başlamış olması. Son zamanlarda dünyanın hemen her yerinden bu yöntemlerin farklı kullanımlarına dair duyumlar alıyoruz. Özellikle de Rusya’nın bu konuda kendi ülkesini de aşıp başka ülkelere müdahale için bu yöntemleri kullanmasıyla, bu konu sürekli gündemimize taşınıyor. Sence bu yöntemlerin son zamanlarda daha sık tercih edilmesinin özel bir sebebi var mı?
Kontrol yöntemlerine başvurmak otoriterleşmenin doğal bir sonucu. Muhafazakâr bir iktidar bile olsanız, özgürlüklere saygı duyan bir sistemde tercihleri halka bırakırsınız. Erotik içerikli siteler de vardır, dini içerikli siteler de; isteyen yetişkin istediği siteye girer. 2011’deki internet filtreleri mesela önce herkes için zorunlu olacaktı, sonra toplumsal tepki görünce geri adım atıldı, tercihli bir sisteme geçildi. Fakat ya isteyen yetişkin istediği haber sitesine girmeye başlarsa, öğrendiği haberlere kızıp hükümeti desteklemeyi bırakırsa?
Bilgi tekeli iktidarlar için hayatı kolaylaştırır evet, ama internet, özellikle de sosyal medya, basılı yayınlara veya televizyona kıyasla kontrolün daha zor olduğu bir alan; çünkü siyasi sınır tanımıyor. Şiddet gören bir protestocunun videosu, sınır ötesine gönderilen bir silah kamyonu, kameralar kapalıyken yapılan bir seçim konuşması bir şekilde sızıveriyor, saman alevi gibi yayılıyor. Ama bu aynı nitelik, bazı hükümetlerin interneti kullanarak başka ülkelere müdahale etmesine de olanak tanıyor. Artık neredeyse herkesin bir sosyal medya hesabı var ve bir propaganda savaşında bunların her biri bir reklam panosu işlevi görebiliyor. Yani pro-aktif yöntemlerin kullanılması, bu yöntemlerin etkisinin artmasıyla ilgili bence.

‘Milliyetçi hacker grupları resmi kurumlarda istihdam ediliyor’

Türkiye’nin bu pro-aktif taktiklere daha fazla önem vermesi ve yatırım yapmasının altında ne gibi motivasyonlar olabilir? Rapordaki bulgularınıza bağlı olarak, ilerleyen zamanlarda bu yöntemleri daha aktif kullanmaya yönelik bir eğilim olduğunu söylemek mümkün mü?
Raporda özellikle BTK’nın bir ‘siber ordu’ kurma hazırlıklarından bahsettik. Ulusal Siber Olaylara Müdahale Merkezi’nin (USOM) yüzlerce çalışanı varken, yeni ‘siber yıldız’ ekibine neden ihtiyaç duyulduğu önemli bir soru; özellikle de yapılan sınavın (CTF) internet sitelerine sızma ve veri toplamaya odaklandığını hesaba katınca.
Türkiyeli bazı milliyetçi hacker gruplarının hükümet tarafından resmi kurumlarda istihdam edildiği bir sır değil, siyasi krizlerde yabancı ülkelerin parlamento sayfalarının deface edilmesi, DDoS düzenlenmesi yoluyla resmi olarak üstlenilmeyen tepkiler verilmesini bu ışıkta değerlendirmek gerekiyor bence. Daha birkaç hafta önce Almanya ve Hollanda’yı protesto etmek için bir Twitter uygulamasındaki açıktan faydalanıp yüzlerce hesaptan gamalı haç bulunan mesajlar göndermek de öyle.
Fakat pro-aktif taktikler her zaman bu denli teknik olmak zorunda da değil; doğrulama servisi görünümlü siteler ve sosyal medya hesapları aracılığıyla, İngilizce ve diğer dillerde mesajlar yaymak da dikkate alınması gereken başka bir yol.
Sonuçta karşımızdaki durum, uluslararası hukuk ve diplomasi yoluyla alınamayan sonuçların başka yollarla elde edilmesi çabası. Bu da, ülke içindeki hukuk dışı baskı ve gözetim kadar endişe verici aslında.

‘Medyada övülen siber savaş araçları halka karşı kullanılıyor’

Raporda Türkiye’nin DPI teknolojilerine yatırım yaptığına, en azından birkaç kez farklı yerlerden casus yazılım satın aldığına değiniliyor. Yine raporda sözü geçen hacker toplama yöntemlerini de göz önünde bulunduracak olursak, Türkiye’nin medya tarafından ‘siber savaş’ olarak adlandırılan alanda güçlü bir aktör olmak istediğine dair bir düşünce abartılı mı olur?
Adil olmak gerekirse, bir ülke belirli bir alanda silahlandığında, diğer ülkelerin de bunu bir tehdit olarak algılayıp en azından aynı kapasiteye sahip olmak istemeleri beklenir. Sızma ve veri toplama eğitimi alan hacker’lar pekala ‘beyaz şapkalı’ olabilir, güvenlik amacıyla, sızmaları önlemek için bu eğitimi alıyor olabilirler. Casus yazılımlar mahkeme kararıyla, suç işlenmesini önlemek veya delil toplamak için kullanılabilir. Ve DPI teknolojisi de normalde şirketlerin kendi iç ağlarının güvenliğini sağlamak için kullanılır.
Ama medyada övülen ‘siber savaş’ araçlarının asıl kime karşı kullanıldığı bizim endişemiz olmalı. Ülke içindeki meşru muhalefet partisi milletvekillerinden casus yazılımla bilgi toplamak; ülkenin internet alt yapısına DPI yerleştirerek haber sansürlemek, Twitter’ı yavaşlatmak, Tor ağını yasaklamak; veya çok takipçisi olan gazetecilerin Twitter hesabına girip hükümetin askeri operasyonlarını öven mesajlar yazmak, bu savaşın ne yazık ki ülke içinde yapıldığına dair endişeleri haklı çıkarıyor.

‘Yerli ve milli bilinçle yazılmış propaganda okuyoruz’

‘Yerli ve milli internet’ de, hükümet ya da yakın kaynaklar aracılığıyla sık sık gündemimize giren bir konu. Ancak Türkiye’de internet kullanıcıları interneti hep dünyaya açık olarak bildiler ve sansür söz konusu olduğunda bile bunun üstesinden gelmeyi başardılar. Eğer Türkiye’de Çin ya da İran gibi bir internet kurulmaya çalışılırsa bunun toplum tarafından kabul göreceğini düşünmek zor, sonuçta toplumun her kesiminden insan direkt olarak tepki göstermese de sansürü düzenli olarak atlattı, kabullenmedi. Senin bu konuda görüşlerin nedir? Sence Çin tipi bir internet Türkiye’de kabullenilir mi?
Ben bu konuda biraz daha umutsuzum ne yazık ki. Elbette Türk arama motoru, Türk sosyal ağı vb. şeyler tutmaz; ama ‘yerli ve milli haber siteleri’nin başarılı olduğunu düşünüyorum. Türkiyeli internet kullanıcıları YouTube, Facebook ve Twitter’a girmek için sansürü aşıyor ama haber okumak için aynı çabayı göstermiyor, elde olanla yetiniyor. Henüz sansürlenmemiş internet haber siteleri de kendilerini (oto)sansürlediği için Türkiye içinde bağımsız habere pek ulaşamıyoruz. ‘Yerli ve milli’ bilinçle yazılmış hükümet propagandası okuyoruz daha çok.
Çin ve İran’da her şeye rağmen ateşten duvarları delip dünyaya erişen aktivistler var; bunlar Türkiye’de de hep olacak. Fakat mesele halkın genelinin özgür bilgiye eşit şartlarda ulaşması. Asıl bu konuda Türkiye; Çin, İran ve Rusya’ya giderek daha çok benziyor.

‘İktidarın hangi sitelere erişimi engellediğini listeleyen bir kaynak yok’

Türkiye’de özellikle devletin ve şirketlerin internette gözetim, sansür ve kontrol amaçlı yaptıkları yatırımlar kaçınılmaz olarak gizli yürütülüyor. İnterneti kullanırken ya da bu konuları araştırırken yakalanan ipuçlarıyla, nadir sızıntılar olmadığı sürece tam olarak neler yapıldığını öğrenmek güç. Tahmin ediyorum ki, bu durum sizin raporu hazırlama sürecinize de yansımıştır. Bu gizlilik durumu yüzünden karanlıkta kaldığımız, yeterli bilgi olmadığı için rapora ekleyemediğiniz konular var mı?
Raporu yazarken faydalandığımız EngelliWeb artık yok mesela. Türkiye’deki iktidarın hangi sitelere erişimi engellediğini listeleyen, güncel tutan bir kaynağın eksikliğini şimdiden çok hissediyorum. Bu konudaki Bilgi Edinme Hakkı taleplerimiz ve milletvekillerinin Ulaştırma Bakanlığı’na sordukları yazılı sorular cevapsız bırakıldı. Bu konu artık karanlık.
Raporda yer verdiğimiz sansür ve gözetim ihlallerine dair bilgilerin neredeyse tümü aslında sızıntılardan geliyor. Ekleyemediklerimizin bir kısmı henüz başka kaynaklarla doğrulayamadığımız veya kaynakların güvenliği nedeniyle henüz kamuya açıklayamadığımız bilgiler. ABD’de Snowden’dan sonra tartışmaya açılan özel sektörün gözetim konusunda hükümetle nasıl bir işbirliği içinde olduğu konusunu Türkiye’de henüz yeterince konuşamadık.
Bir de elbette kişiler, kurumlar ve şirketler ağı. Hangi kurumlar gözetimden, hangi şirketler sansürden, kimler propagandadan sorumlu. Rapor sonunda önemli bir propaganda ağının hükümet ve medya ilişkilerini ortaya döktük, ama 15 yıllık bir iktidarda bunun gibi daha onlarca sorunlu ilişki ağı var.

‘Dezenformasyon için sahte doğrulama sitesi açtılar’

Pelikan dosyası ve ardından ortaya çıkan ağ önemli bir olaydı, aynı şekilde raporda da yerini almış. Pelikan’ı bu kadar özel yapan tam olarak nedir? Buna benzer örneklere başka ülkelerde hiç rastladınız mı?
Çin’de iktidar yanlısı yorumlar yazan 50 Cent Grubu/Partisi/Ordusu, Putin’in muhaliflere saldıran trolleri ve Meksika’da seçim kampanyalarını kirleten bot’lar Türkiye ile benzer; ama Pelikan ağının bize özgün bir yapı olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi, iktidar ve medya ilişkisinin bu denli yozlaşmış olması.
Yani dünyanın her yerinde siyasi liderler için internette övgüler yazacak işsiz gençler veya bunu otomatik olarak yapacak yazılımcılar bulabilirsiniz. Ama mesleği gazetecilik olan insanların gerçekleri eğip bükmek için kalemlerini satması beni hâlâ şaşırtıyor. Dünyada hakikat sonrası siyaseti tartıştığımız bir dönemde, dezenformasyon için sahte doğrulama siteleri açmak Türkiye’nin bu alana yaptığı özel bir katkı. Başka ülkeler yakında bunu bizden görüp uygulamaya başlayacaktır sanırım.

‘Sessiz çoğunluktan umutluyum, Türkiye için en hayırlısını istiyorlar’

Son olarak, Türkiye internetini ve kullanıcılarını neler bekliyor? Buradan daha iyiye doğru gidişi mümkün hâle getirmek için neler yapılabilir?
Şu an Türkiye’deki internet özgürlükleri oldukça sınırlı ama henüz dibe vurmadık; bunun da farkında olmak lazım. Senin de verdiğin örnekler içinden Çin, sansür ve gözetimin; Rusya ise (pro-aktif) kontrollerin daha ne kadar artabileceği konusunda bir fikir verebilir. Yeni KHK’larla son kalan birkaç gazete ve haber sitesi daha kapatılabilir, referanduma zaten OHAL şartlarında giriyoruz, Türkiye başkanlık rejimine geçerse her şey olabilir. Orta Asya ülkelerindeki tek adam rejimleri o durumda bizi neler beklediğine dair fikir verebilir.
İnternet ve ifade özgürlüğünde uluslararası standartlara geri dönmek için yargı bağımsızlığına ve hukuk devletine ihtiyaç var. Belki böyle söyleyince çok soyut geliyor ama hakimler iktidara göre değil yasalara göre karar versin yeter. BTK’nın sansür kararları bağımsız mahkemelerce iptal edilebilsin yeter.
Bunun yolu iktidar gücünün yargı ve yasama ile dengelenmesinden geçiyor. 16 Nisan’daki Anayasa değişikliği oylaması bu nedenle Türkiye’deki günlük hayatın her alanını etkileyecek önemde, buna ifade özgürlükleri de dâhil. Türkiye’de durumun kötü olduğunu gören herkesin önünde bir seçenek var. Ben o ‘direkt tepki göstermeyen’ sessiz çoğunluktan umutluyum. Bu çoğunluğun Türkiye için en hayırlısını istediğine eminim. Umarım sonrasında ülkeyi hep birlikte tamir ederiz.

Ahmet A. Sabancı

Yazar, gazeteci ve çevirmen. Teknoloji, güvenlik, felsefe, gelecek ve bilimkurgu üzerine çalışıyor.

Journo E-Bülten