Dizi Televizyon

Psikoloji dizileri: ‘Büyük olaylar’dan sıkıldık, kendi hikâyelerimizle şifa arıyoruz

Televizyon sayesinde Türkiye'de milyonlarca insan, psikiyatrik görüşme ve ruhsal durum muayenesinin "normalliğini" öğrendi. Kırmızı Oda'daki bu görüşme sahnesi ve benzerleri, İstanbullu Gelin'den Bir Başkadır'a dek çok sayıda popüler diziyle evlere girdi.

Türkiye’deki televizyon kanallarında psikoloji ve psikiyatri odaklı dizi furyası var. Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı ve Doğduğun Ev Kaderindir gibi gerçek hikâyelerden uyarlandığını vurgulayan diziler, bu sezon reytinglerde zirveye oynuyor. Peki, bu tür diziler neden aniden popüler oldu? İzleyiciler bu dizilerle “ufak çaplı bir psikoterapiden” mi geçiyor? Psikiyatrlarla, senaristlerle, gazetecilerle ve izleyicilerle bunu konuştuk.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Zaman Kullanım Araştırması’na göre televizyon izlemek, gün içinde çalışma zamanı dışında gerçekleştirilen faaliyetlerin yüzde 94’ünü kaplıyor. Demek oluyor ki Türkiye’de insanlar gününün, dolayısıyla hayatının çoğunu TV karşısında geçiriyor.

Dijital platformların artışı izleme pratiğini değiştirse de Türk halkının televizyonla olan randevusu bitmiyor. Dijital de olsa, analog da olsa televizyon birçok insan için dünyaya açılan bir pencere.

Reytinglerde görülen ise bu pencerenin favorisi her daim diziler. Genel bir kanı olarak “kadınlar romantik komedilere meyilli, erkekler ise aksiyonu bol dizilerin müptelası” diye sınırlar çizilirken, yeni sezonda ekran çeşitlendi ve gördük ki Türk insanı gerçek dünyayla bağı kopmuş dizilere sırtını dönüp derinlere inme iddiasındaki insan hikâyelerine yüzünü çevirdi.

Dünyada bunun örneklerine çok daha önceleri rastladık. Örneğin 2000’li yılların ses getiren yapımlarından The Sopranos, terapi seanslarını ekrana taşıması açısından oldukça dikkat çeken dizilerden biri oldu. Hatta dizinin baş karakteri Tony Soprano’nun terapisti Dr. Jennifer Melfi mesleği en iyi şekilde temsil eden kurgu karakterlerden biri olarak değerlendirildi uzmanlar tarafından.

Türkiye’deki yapımlarda İstanbullu Gelin dizisindeki seans sahneleri izleyicinin ruhuna dokundu ilk olarak. Şimdilerde ise Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı, Doğduğun Ev Kaderindir gibi temeline insan psikolojisini yerleştiren diziler yayımlandıkları günde en çok izlenen yapım olarak reyting listelerinin zirvesine oturuyor haftalardır.

Yazdığı kitaplarla bu dört dizinin de kaynağını oluşturan Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu‘na, Masumlar Apartmanı dizisinin senaristleri Deniz Madanoğlu ve Rana Mamatlıoğlu‘na, gazeteci yazar ve namıdiğer “dizi doktoru” Oya Doğan‘a ve psikiyatr-psikoterapist Bahar Tezcan‘a Türkiye’deki izleyicilerin bu dizilere olan ilgisinin nedenini sorduk. İzleyici görüşü almayı da ihmal etmedik.

Psikiyatr ve yazar Gülseren Budayıcıoğlu: Bu dizilerin toplumun genel huzurunu arttırdığı kanısındayım

“Bugüne kadar kitaplarımdan uyarlanan dört dizi geldi ekranlara. Bunlar; İstanbullu Gelin, Doğduğun Ev Kaderindir,  Masumlar Apartmanı ve  Kırmızı Oda… Tüm bu dizilerin insanlar tarafından çok izleniyor olmasının bence en önemli nedeni hepsinin de hayatın gerçek yüzünü anlatıyor olmasıdır. Bu dizilerde insanlar hem kendilerini, hem de yakından tanıdıkları anne babalarını, çocuklarını, eşlerini, dostlarını, arkadaşlarını görüyor.  Karakterlerin hiçbiri ona yabancı değil. Bu nedenle onları çok iyi anlıyor ve hissediyor. Yani her biriyle empati yapabiliyor” diyor Budayıcıoğlu.

İzleyicinin dizilerde yaşanan olaylara yabancı olmadığının altını çizen psikiyatr, bunu şu sözlerle ifade ediyor: “Bunun bir benzerini ya kendisi ya da yakınları yaşamış zaten. Olaylara ve kişilere kendini yabancı hissetmiyor. Sanki bir komşusu ya da arkadaşının başına gelmiş gibi izliyor onları. Üstelik senaryolar gerçek hayatlardan uyarlandığı için merak ediyor, üzülüyor ya da o karakter adına seviniyor. Kimine kızıyor, kimine hak veriyor, onlarla birlikte gülüp onlarla birlikte ağlıyor.”

Gülseren Buğdaycıoğlu

Seyircinin aslında sadece bir diziyi izlemekle kalmadığını, ona tanıklık edip ondan etkilendiğini ve kendi hayatı üzerinde yorumlar yaparak bazı konularda düşüncelerini değiştirdiğini belirten Gülseren Budayıcıoğlu şunu ekliyor:

“İnsanların neyi, neden yaptığını anladıkça hayata bakışı değişiyor. O dizileri izlediği geceler kendini daha huzurlu ve hayatla barışık hissediyor, belki o gece daha rahat bir uyku uyuyor. İnsanlar bu dizileri sadece hoş vakit geçirmek için izlemiyor. Bu diziler onları hem eğlendiriyor, hem de hayatla ve kendileriyle ilgili yeni şeyler öğreniyorlar. Dizinin o bölümü bitse bile, o bölümde olanları eşle dostla konuşup paylaşıyorken, sanki hepsinin yakından tanıdığı birilerini konuşur gibi hissediyorlar kendilerini. Ve bu hikâye böyle devam ederken bir yandan o dizileri izlemek yavaş yavaş insanların hayatlarının bir parçası hâline geliyor, bir yandan da ufak çaplı bir psikoterapiden geçmiş oluyorlar. Psikoterapi dediğimiz şey aslında çok kısaca söyleyecek olursak, kişiyi kendine affettirme, kendiyle barıştırma sanatıdır. Bu dizilerin toplumun genel huzurunu da arttırdığı kanısındayım. Her biri topluma şifa olsun.”

Senarist Deniz Madanoğlu: Sıradan ama yaralı hayatları ele alıyoruz

Masumlar Apartmanı dizisinin senaristlerinden Deniz Madanoğlu ise izleyicinin artık “büyük büyük olaylar” yerine karakterlerin, aileleriyle ve yakınlarıyla ilişkilerini sahici şekilde işleyen, psikolojik katmanlarına odaklanan, sansasyonel olaylardan bağımsız, hayatın içinden acıları, tecrübeleri anlatan hikâyelere ilgi duymasını, diğer şeylerin tüketilmesine bağlıyor. “Normalde sezon sonu yapacağımız tabancayla vurulmaları, yangınları, kaçırılmaları iki üç bölümde bir yapar hâle geldik. Daha üzerine nasıl çıkılır ki heyecan anlamında? Eh her seferinde o tehlikeleri başrollerin atlatacağını da biliyor seyirci, neyi merak edecek” diye soruyor Madanoğlu.

Deniz Madanoğlu

Öte yandan Masumlar Apartmanı’nda sıradan insanların, sıradan ama yaralı hayatlarını, o yaraların nedenlerine inerek ve çocukluklarında gezinerek ele aldıklarını belirtiyor Madanoğlu.  İlginin nedenini ise şöyle açıklıyor;

“İzleyicinin de başından geçmiş olması muhtemel buruk deneyimleri anlatıyor, beraberce şifalanıyoruz bence, ‘Bak yalnız değilmişim’ hissini uyandırıyor. ‘Deli değilmişim, hayat beni zorlamış’ deyip kendi başımızı okşamayı öğreniyoruz ve belki de ön yargılarla ötekileştirerek değil, insanca anlamayı. Tuhaf olandan korkmayı değil, onu merak etmeyi ve bir hikâyesi olduğunu bilmeyi öğreniyoruz. İnsan çok karmaşık ve çok büyük bir malzeme. Mafyaya, kan dökmeye gerek kalmadan gündelik hayattaki şiddeti ele alıyoruz ki, hayatta herkes bundan kendi payına düşeni alıyor. Bu yüzden de seyirciye daha yakın işler bunlar.”

Senarist Rana Mamatlıoğlu: İzleyici karakterle empati kurabiliyor

Masumlar Apartmanı’nın bir diğer senaristi Rana Mamatlıoğlu ise dizi hakkında şunları söylüyor:

“Belki de seyirci hikâyemize başta, OKB’nin [Obsesif kompulsif bozukluk] çeşitli hâlleriyle mücadele eden sıra dışı karakterler dikkatini çektiği ettiği için bir şans verdi. Özellikle bir pandemi sürecinden geçerken elinden çamaşır suyunu düşürmeyen, temizlik takıntılı Safiye’nin herkesin ilgisini çekmiş olması çok da şaşırtıcı gelmiyordur kimseye sanırım. Böyle karakterlerin hikâyenin merkezinde olması, seyirci tarafından diğer dizilerden ‘farklı’  bir vaat olarak görülmüş, bu nedenle dikkatini çekmiş olabilir … Ancak ben seyircimizin bu hikâyeyi tam anlamıyla sahiplenmesinin temelinde, karakterlerin bu sivri taraflarından ziyade onların geçmiş travmalarına tanıklık etmelerinin yattığını düşünüyorum. Karakterler, eleştirdiği, hatta belki yeri gelip çok kızdığı davranışlarda da bulunsa, o davranışın neden kaynaklandığını gördüğünde o karakterle empati kurabiliyor izleyici. Ve bu empatiyle, o karakterler bir ‘dizi kişisi’nden çıkıp adeta derdini dinlediği bir tanıdığa dönüşebiliyor. Hayatta kimsenin hasarsız, yarasız olmadığını görmek, izleyenin yarasına da merhem oluyor belki de.”

Rana Mamatlıoğlu

Mamatlıoğlu’na göre anlatılan hikâyenin gerçek kişilerin yaşamından uyarlaması payı büyük. Seyirci, seyrettiği kişilerin kendisinden çok farklı olmadığını, kendisine çok uzak gördüğü karakterlerin aslında kendine ne kadar yakın olduğunu anlıyor. Hayatta herkesin o ya da bu şekilde bir hasar aldığını görüyor. Senarist bunu şöyle açıklıyor:

“Her karaktere bir yerinden hak vermenin, bunun yanında hiçbirinin ‘kusursuz’ olmadığını görmenin de seyredenin diziyle kurduğu bağı beslediğini düşünüyorum. Bir ‘esas oğlanı’ kendinden beklenen güçlü, sorumlulukları sırtlayan tarafının yanında zaaflarıyla izlemek; bir ‘esas kızın,’ aşkını bir erkeğin kanatlarının altına girmeyi bir kurtuluş gibi görmeden yaşadığını seyretmek; takıntılı, kırılganlıklarla dolu bir kadın karakterin güçlü, kudretli taraflarını da keşfedebilmek günümüz seyircisinin görmeyi arzu ettiği bir anlatım biçimi galiba. Psikolojik temelli bir iş yazmak, karakterleri tüm günah ve sevaplarıyla, boyutlu bir şekilde anlatmanız için size daha fazla alan tanıyor. Sanırım bu da izleyeni yargılayan konumundan, anlamaya çalışan konumuna getiriyor. Böylece seyirci, sırf ‘bu hikâye acaba nasıl devam edecek’ merakından sıyrılıp hikâyeyi duygusal olarak da bir bağ kurarak takip etme imkânı buluyor.”

Gazeteci ve yazar Oya Doğan: Dizilerin ortak noktası toplum üzerinde yarattığı farkındalık

Yıllarca dizi yorumculuğu yapan ve şimdilerde dizidoktoru.com sitesiyle dizi dünyasının merkezinde yer alan gazeteci Oya Doğan ise son 10 yılda Türk izleyicisinin “profesyonelleştiğini” söyleyerek bu dizilere olan ilgiyi şöyle değerlendiriyor:

“Televizyon dizilerinin hayatına girdiği 1974 yılından beri, yani 47 yıldır Türk izleyicisi hep başkalarının hayatlarını gözetledi. Bu bazen evli bir çiftin yaşadıkları, bazen bir mahallenin sorunları, kimi zaman bir dönemde yaşananlar, çoğu zamanda aile içi olaylar oldu. Bir olayın peşine takılıp gitmek Türk izleyicisinin geleneksel kası haline geldi. Ancak son 10 yılda Türk izleyicisi inanılmaz profesyonelleşti. O kadar çok dizi izlediler ki, bir dizinin olay örgüsünü daha ilk dakikalardan anlar hâle geldiler. Önce bildikleri şeyi izlemek güzel geldi ama zamanla ondan da sıkıldılar. Hâl böyle olunca televizyoncular yeni içerik arayışlarına yöneldiler.”

Oya Doğan

Bu noktada televizyon kanallarının yardımına Prof. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun eserlerinin yetiştiğini belirten gazeteci şunları söylüyor:

“Önce İstanbullu Gelin geldi. Türkiye’de ilk defa bir dizide her hafta terapi sahnesi yazıldı. O terapi sahneleri o kadar sevildi ki, yapımcısı hatta senaristleri bile şaşırdı. İzleyici kendi psikolojisine dair bir şeyler öğrenmeye, çocukken yaşadıklarının kendi hayatını nasıl etkilediğini izlemeyi sevdi. Kendi hayatıyla empati yaptı. Bugüne kadar bakmaya çekindikleri o pencerenin perdesini de araladılar. Bunu fark eden televizyoncular bu sezon Kırmızı Oda, Doğduğun Ev Kaderindir ve Masumlar Apartmanı’yla dozu artırdı. Kırmızı Oda’da terapi odasına girip başkasının hayatından kendi yaşamına düşen payı alıyorlar, Masumlar Apartmanı’nda sevgisiz ve şiddet içinde büyümüş karakterlerin yolculuğunu izlerken iğneyi kendi hayatlarına da batırıyorlar, Doğduğun Ev Kaderindir daha çok yaşamdaki eş seçimlerini sorgulatıyor. İzlenen tüm dizilerin ortak noktası toplum üzerinde yarattığı farkındalık. Eskiden psikoloğa gitmenin delilik sayıldığı ülkede şimdi izleyiciler televizyondan terapi alıyorlar.”

Psikiyatr ve psikoterapist Bahar Tezcan:  İnsanlar kendi iç dünyalarını keşfetmeye aç

Psikiyatri biliminin ve psikoterapinin işlevini ve yararlılığını anlatabilmek adına, dizilere ve filmlere konu olmasının yaygınlaşmasını çok faydalı bulan psikiyatr ve psikoterapist Bahar Tezcan ise şu ifadeler:

“Psikoterapistlerin ve terapi seanslarının olduğu diziler ve filmler sinemanın icadından beri sahnelerde yer aldı. Çünkü insanlar ruhsal dünyanın bilinmezlerini ve kendi iç dünyalarını keşfetmeye, en az bedenlerini keşfe ilgi duydukları kadar meraklı ve öğrenmeye açtı. Kendisinin ve başka insanların ruhsal dünyasını anlamlandıran bir insan ancak yaşamın nasıl bir anlamı olduğu hakkında fikir sahibi olabilirdi. Terapi sahneleri bize kendimizle ilgili doğru soruları sormayı, hayatımızda olanları yorumlamayı, çocukluk yaşantılarının önemini, duygularımız hakkında ve olan bitenlerle ilgili konuşabilmeyi öğretebilir. Ruhsal sorunların varlığının kabulünü, bunların bir tedavi süreciyle düzeleceğinin iyimserliğini sunabilir. Ya da insan ruhuna dair türlü karanlık yapıları göstererek başkalarını tanımaya çalışmamızda yol gösterici olabilir. Tüm bunlar ve daha pek çok nedenle ruhsal tedavilere ve psikoterapistlere ilgi hiç bitmeyecek.”

Bahar Tezcan

İzleyici Yıldız Gülşen: Kendi gerçeğimi yansıtıyor

42 yaşındaki izleyici Yıldız Gülşen, Masumlar Apartmanı dizisinin izleme sebebini şöyle açıklıyor:

“Her şey yazın son günlerini İzmir’de geçirirken bir akşam gözümün televizyona ilişmesiyle başladı. Hiç Türk dizisi izlemeyen biri olarak Safiye’nin domatesleri sabunla yıkaması elbette bir anda ilgi odağım olmuştu. Zaten psikiyatrik hastalıklarla yakından ilgilenen biri olarak (çevremde fazlasıyla var) Safiye’nin 4 takıntısını da gördükten sonra, ‘Tamam artık her salı bu dizi izlenir’ dedim. Bir yandan da kendi gerçeğimi yansıtıyordu çünkü. Başlarda yine Türk dizisi olduğu için ‘En fazla 5 bölüm izlenir, sonra kendini tekrarlamaya başlar’ diyerek diziye ne kadar da haksızlık ettiğimi geçen bölümde Gülben’in hayallerini izlerken fark ettim. Hem de ne haksızlık. Gittikçe lezzeti artan ve her yeni bölümde insanı ekrana kilitleyen Masumlar Apartmanı’na hakkını teslim etmek gerekirse bir psikiyatristin bakışından obsesif kompülsüf bozukluğu ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi hiç abartısız. Ve tabii ki Ezgi Mola’nın oyunculuğuyla… Öyle ki oğlum bile, ne zaman evde iki domates yıkasam, ‘Anne Safiyeleşme’ diyor.”

İzleyici Özgür Kaya: Annem kötü hayatları gördüğünde hayatına şükrediyor

22 yaşında üniversite öğrencisi Özgür Kaya’ya göre ise insanların eğlenceli yapımları tercih etmesi normal. Kırmızı Oda dizisini ailesi izlediği için izlediğini belirten Kaya, “İster istemez göz ucuyla da olsa izliyorum. Gerçekten etkileyici ve fazla dramatik. Annemin diziyi izleyip ağlaması bana bir çeşit mazoşistlik gibi geliyor” diyor. Kaya şöyle devam ediyor: “Anneme bu diziyi neden izlediğini sorduğumda, ‘kötü hayatları gördüğünde kendisinin hayatına şükrettiğini’ söylüyor. Babam ise oyunculukların çok başarılı olduğunu, bu sebeple izlemekten zevk aldığını belirtiyor. ”

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – MUHAFIZ, BARTU, MASUM: TÜRK DİZİSİ ALGISI DEĞİŞİYOR MU?

Demet Sarova

1996 yılında Sabah gazetesinde stajyer olarak gazeteciliğe başladı. 2002 yılındaki kuruluşundan 2018 yılına dek Vatan gazetesinde kültür, sanat ve TV editörü; aynı zamanda köşe yazarı olarak görev aldı. Gazete bünyesindeki kitap eki için de yazılar kaleme aldı. Serbest gazeteci olarak mesleğini sürdürüyor.

Journo E-Bülten