Film

The Last Jedi: Seriye yön verecek hikâye

* Bu yazı spoiler içerir.

Sinema tarihinin en çok konuşulan serilerinden biri Star Wars’un son halkası, The Last Jedi gösterime girdi. Hâliyle film bu kadar çok konuşulunca serinin beğenmeyeni de beğeneni kadar çok oluyor. 1970’lerin sonunda başlayan serüvene birkaç yıl önce yeni bir üçleme ekleneceği açıklandığında beni büyük bir heyecan sarmış ve The Force Awakens’a orijinal üçlemenin kadrosunun da katılması ise beklentilerimi daha da artırmıştı. Ancak filmdeki kopukluklar, ayakları yere basmayan karakterler ve Disney etkisi ile olduğunu düşündüğüm daha çerez kıvamındaki senaryo bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Sonrasında gösterime giren spin off Rogue One’ın mükemmelliği ise damağımda kolay unutamayacağım bir tat bıraktı. Dolayısıyla ana öyküdeki aksamalar ve The Force Awakens saçmalığı nedeniyle bu filme sıfır beklentiyle gittim.

En sonda yazılacak cümleyi başta yazmak istiyorum. The Last Jedi çok güzel bir film olmuş. Hatta The Empire Strikes Back’ten sonra izlediğim en iyi ana öykü filmi olabilir diye düşünüyorum. The Last Jedi neden bu kadar başarılı? Filmin senaristi Rian Johnson bazı noktaları çok iyi ele almış. İlk filmde sürekli eleştirdiğimiz Kylo Ren neden kötü, Rey’in sırrı ne, gibi sorular nedeniyle ayağı yere basmayan karakterleri alarak onlara çeşitli katmanlar eklemiş. Elbette ilk film sonrası bunun yapılması kaçınılmazdı. Çünkü çok muğlak bir filmden devraldı mirası Johnson. Filmin en iyi başardığı şey de bu karakterleri belli bir denkleme oturtmak olmuş. Eski karakterler ile yeni karakterler arasındaki ilişkiyi tam da serinin orijinal üçlemede anlattıkları sistematiğe tutarlı bir şekilde oturtan Johnson bu ana odağın yanına orijinal üçlemeyi besleyecek sekanslar da eklemiş. Yazar hikayede orijinal seride çok detaylı anlatılmayan Jedi felsefesi, öğretileri konusuna genişçe yer ayırmış. Sorgulamalar sırasında serinin genelinden daha farklı bir tonlama tercih edilmiş. İyi ile kötü arasındaki siyah-beyaz farklılığı gibi sergilenen yapı ortadan kalkmış ve flu bir ton ile kavramlar yeniden tanımlanmış. Bu bölümler de Luke Skywalker’ın öyküsü üzerinden şekillendiği için orijinal öykünün tam olarak devamı gibi olmuş. Johnson’ın eski Star Wars fanlarını en çok etkileyeceği kısım işte tam da senaryosundaki bu güçlü bağlantılar ve eski anlatılara derinlik sağlamak oluyor. Bu hamle hem eski kuşağı, hem de yeni kuşağı bağlayacak kadar güçlü bir tınıda olduğu için daha da büyük önem taşıyor.

Belli bir nesil için Star Wars çok daha farklı bir anlam ifade ediyor. Bugün sadece birkaç saat içinde yüzlerce teknolojik yenilik veya veri akışı ile karşılaştığımız bu çağdan çok, çok uzun bir zaman önce ışın kılıcı, millenium falcon, x-wing gibi sanat harikaları ile tanışmanın heyecan verdiği bir dönemde izledi belli bir nesil bu seriyi. O zamanlar ne Elon Musk’ın iki günde dünyayı bir yüzyıl ileriye taşıması vardı ne de onlarca bilim kurgu filmi. Yıllarca ışın kılıcının oyuncağının yapılıp yapılmayacağını hayal ettim mesela ben ya da üniversitede hiç çalışmadığım bir sınavda önümde duran su şişesini force push ile uçurmaya çalışırken ders asistanından gelen, güce odaklanmıyorsun uyarısı ile karşılaştım. Bu yüzden orijinal seriyi ya da yenilenmiş versiyonunu sinemada izleyen nesil için filmler çocukluğu, gençliği ve hayal kurmayı temsil ediyor ve tam da bu nedenle Star Wars neredeyse bir kuşak için fetiş halini alıyor. Bu yüzden ilk filmde JJ Abrams’ın eski seri oyuncularını sırf bir popüler kültür ikonu olarak kullanması sonrası yaşanan hayal kırıklığı onları daha anlamlı yere koyan Johnson ile hakettiği noktaya varıyor. Johnson “force” kavramını anlatırken Star Wars evreninde mitleşmiş Jedi efsaneleri, iyilik/kötülük tartışmalarını büyük bir özenle işliyor. Kendine has bir öykü örgüsü ile ilerlemesi, güçlü dialoglar ve beklenmedik sürprizler Star Wars: The Last Jedi’ı senaryo anlamında çok başarılı kılıyor. Filmin metnindeki bir diğer önemli nokta ise Rogue One’daki gibi biraz daha dünya düzenini vurgulama çabası. Filmde silah ticareti konusunda geçen birkaç cümle, direniş kavramı, ezilen halklara ilişkin birkaç tablo ve umudu ayakta tutma çabası The Force Awakens’a nazaran filmi daha izlenir kılıyor. Anakin’in çocukluğunu anlatan üçlemede ezilen bir çocuğun, sistem karşıtı bir tablo çizerek diktatörleşmesi, orijinal üçlemede köylü bir çocuğun bu faşizan tabloyu yıkması ve o üçlemedeki Nazizm göndermeleri bu filmde bir aşama daha farklı bir hal alıyor. Filmde bazı sahnelerde ezilmiş ve dışlanmış bir toplum kompozisyonu da var. Kölelik düzeni içinde çalıştırılan çocuklar ve uzay atlarının umutla ayakta kalma mücadelesi çarpıcı biçimde anlatılmış. Bu karakterlerin filmin sonunda ana öyküye direkt bağlı olmadan ayakta kalmaları ideolojik olarak ayakları yere basan bir filmi bizlere sunuyor. Elbette Star Wars’un bu konuda ideolojik olarak çok büyük bir iddiası yok ama ezilen yapının daha fazla ezilmesindense onlara bir umut vermesi dikkat çekici.

Filmin senaryosunu yazan Johnson’ın yönetmenliği de çok başarılı. Bazı epik sahneler; örneğin kruvazör sahnesi, Kylo Ren’in madenlerin kapısındaki bekleyişi ve sonrası ya da Prenses Leia’nın umut üstüne konuşmaları ve sonrasındaki gelişmeler bu filmi çok daha ayrı bir yere koyuyor. Film görsel açıdan neredeyse serinin bütün filmlerinden daha ihtişamlı ve epik. İşler böyle gidince oyunculuklar da ilk filme göre daha iyi bir noktaya geliyor. Mark Hamill belki de ilk defa Star Wars serisinde dram yönü kuvvetli bir oyunculuk sergiliyor. İlk filmde durduk yere öfkelenen ergen Kylo Ren yerine daha hırslı, ne istediğini bilen, içinde büyük çelişkiler barındıran tipleme çizen Adam Driver da şaşırtan performanslardan biri ile karşımıza çıkıyor. Bu arada bir parantez açarak bu filmdeki bu önemli değişimi daha geniş ele almalıyım. Kylo Ren karakteri ilk filmde sadece babasına kızdığı için karanlık tarafı tercih etmiş ve ne istediği belli olmayan bir karakterdi. Oysa ki serinin bundan önceki filmlerinde daha nitelikli kötülerle karşılaşmıştık. Darth Vader’ın neden kötü olduğunu nedenleri ile birlikte altı filmde peşpeşe öğrenmiştik. Seri aşama aşama bize bu öyküyü göstermişti. Elbette Star Wars orijinal evreni zaten Anakin Skywalker – Darth Vader üstüne kuruluydu ama sinema tarihinin en önemli kötülerinden biri bu evrene aitti. Ha keza diğer kötülerin de karakter matematiği bir şekilde filme oturtuluyordu. Ancak birden tepeden inen Kylo Ren karakteri için iyi bir kompozisyon çizilmesi şarttı. Darth Maul gibi eğitilmiş ve sadece öldürme üstüne kurulu bir kararkter değildi bu. Her şeyden önce Han Solo ve Leia’nın çocuğuydu. Yani ana öyküyü alabildiğine ilerletecek bir yapıya sahip olmalıydı. Neden kötü tarafı seçtiği, neden o maskenin arkasına saklandığı bir sebebe oturtulmalıydı. The Force Awakens’ın bize çizdiği kompozisyonda, babası ile annesinin ayrılığı sonrası sinirlenmiş ve dedesinin maskesinin bir benzerini yaparak sağa sola sataşan bir ergen profilinden başka bir şey yoktu. Ancak The Last Jedi ilk filmdeki bu tabloyu toparlayarak Kylo Ren-Ben Solo’nun eğitiminin kaynağını anlattığı gibi içinde yaşadığı çelişkileri de fazlasıyla ele alan bir durum ortaya çıkarıyor. Rian Johnson’ın getirdiği noktada, üçüncü filmin senaryosunu yazacak kişinin yapması gereken tek şey Kylo Ren’in neden gücün karanlık tarafını seçtiğini anlatmak olacak. Bu açıdan da Adam Driver’ın bu gelişimi oyunculuğuna yansıtmadaki mahareti büyük bir alkış hak ediyor.

Ya Carrie Fisher’a ne demeli? Belki de en iyi oyunculuğuyla veda etti seriye. Filmin çekimlerini tamamlamasının hemen ardından yaşamını yitiren yıldız oyuncu karakterinin sahnede olduğu her an bu rolde ne kadar iyi olduğunu göstererek seriye unutulmaz bir performansla veda ediyor.

Kötü The Force Awakens’ın yıldızı Daisy Ridley bu filmde diğer oyunculukların ayağa kalkması nedeniyle çok parlak bir tablo çizmiyor ancak filme hazırlanırken almış olduğu dersleri dövüş sahnelerinde ustalıkla ortaya koyuyor. Bu da hayatınının rolüne ne kadar önem verdiğinin göstergesi. Adam Driver ile sahnelerindeki performansı ise filmin unutulmazları arasında.

The Last Jedi’nin bu güzellikleri içinde Poe ve Finn karakteri ise hem oyunculukları ile hem filmdeki rolleri nedeniyle fazlasıyla sakil bir tablo çizdi. Belki de filmin Rogue One’a göre biraz daha geri düşmesinin sebepleri bu karakterlerin yeterince işlenmemiş olması olabilir. Bundan önceki Star Wars filmlerinde farklı yollara giden karakterler, filmin son yarım saatinde inanılmaz bir çatışmanın içine girerler ve işler çok kötü giderken son dakikada yaptıkları hamleler ile aynı anda büyük bir zafere imza atarlardı. Bu filmin son bölümünde ise topyekün bir mücadele söz konusu, benzer sahneler ise filmin ortasına serpiştirilmiş. Ancak ne Finn, ne de Poe’nun hikayesinin filmin bütününe bir katkısı var. Elimizde bu oyuncular var, onları da bir yerlerde kullanalım dercesine yaratılmış öykü dinamikleri, oyuncuların üstüne de yansımış gibi. Özellikle John Boyega, Finn rolü ile filmin en zayıf yönü. Filmin en önemli karakterlerinden biri ise BB-8. R2-D2’ya senin devrin bitti dercesine yaptığı kahramanlıklarla Star Wars evreninin en sevimli robotlarından biri olan BB-8’in üçüncü filmde neler yapacağını şimdiden merak ediyorum.

Filmin atmosferi ise The Force Awakens’tan daha çok Rogue One’ı andırıyor. Daha karanlık, dramatik yönü daha güçlü ve daha ne yapmak istediğini bilen bir film. Bu karanlık atmosfere John Williams’ın sunduğu müzik katkıları ise yine fazlasıyla başarılı. Filmi yine kıyas unsuru Rogue One’ın gerisine düşüren nokta ise mizah anlayışı. Rogue One’daki esprilerin hepsi yerli yerinde iken, bu filmde bu konuda zaman zaman kötü örneklere rastlamak mümkün. Yine tuhaf mucizelerden bazıları ise yok artık dedirtecek cinsten.  Ama Star Wars’un tüm filmlerinde bu tip öğelere rastladığımız için bunları çok da yadırgamamak lazım.

Star Wars: The Last Jedi çok güzel bir film. Filmin senaryosunu yazan ve filmi yöneten Rian Johnson ve Star Wars ekibi, muhtemelen The Force Awakens’ı izledikten sonra oturmuş ve bir Star Wars filmi nasıl olmalı uzunca düşünmüş. The Force Awakens’ın yaptığı ne varsa tam tersini yapmış ve ortaya serinin en iyi filmlerinden birini çıkarmış. Bunu yaparken de Jedi ve Force felsefesine ilişkin bize bugüne kadar ana öyküde sunulan öğretileri alıp bir adım öteye götürmeyi unutmamış. Film için söylenecek en önemli söz ise ihtişamlı bir devir teslim töreni ile karşılaştığımız gerçeği. Orijinal filmdeki karakterler, bu filmde yeni karakterlere dev bir kapı açarak bir sonraki Star Wars filminin çok daha büyük olacağını müjdelercesine seriyi noktalıyor.

Star Wars: The Last Jedi – Künye

Türkiye’deki ismi: Star Wars: Son Jedi
Vizyon tarihi: 15 Aralık 2017
Süre: 2 saat 32 dakika
Yönetmen: Rian Johnson
Tür: Bilimkurgu, Aksiyon
Ülke: ABD

Etiketler

Emre Saklıca

Basın emekçisi, program yapım ve sunucusu. Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Mezunu, halen İletişim Fakültesi'nde doktora öğrencisi. Teknoloji, kültür sanat alanında yazılar yazmaktadır.

Journo E-Bülten