Gazeteciliğin usta ismi Tuğrul Eryılmaz’a alışılmışın dışında sorular da sorduğumuz bir söyleşi yaptık. “İkisi denize düşse hangisini kurtarırsınız” sorusuna Eryılmaz, “Hasan Cemal’i kurtarırdım ama Ertuğrul’a da [Özkök] bir ip sallardım” yanıtını verdi. “Güvenlik tehdidi” gerekçe gösterilerek “sürekli basın kartı” iptal edilen deneyimli gazeteci, “Bu kazanılmış bir haktı ve ben bunu hayatımda görmediğim Stuttgart doğumlu bir Türkiye vatandaşına yedirmem” dedi. “Muhalif gazeteci” sözüne de karşı çıkan Eryılmaz, “Gazetecilik star olmak demek değildir. Gazetecilik bir zanaattır” ifadesini kullandı.
O, mesleğe adını altın harflerle yazdıranlardan biri. Türkiye’deki gazetecilerin birçoğu “Gogol’un Palto’su” misali onun tedrisatından geçti. Dergici, akademisyen, 68’li, Cihangirli gibi birçok sıfatın sahibi. O ise kendisini sadece “gazeteci” olarak tanımlıyor.
Tuğrul Eryılmaz 2018’in aralık ayında İletişim Yayınları’ndan çıkan nehir söyleşi kitabı ‘68’li ve Gazeteci’de Asu Maro’ya hem yaşamının hem meslek hayatının bilinmeyenlerini anlatmıştı. Bu yüzden bu kez onunla alışılmışın dışına çıkmak istedim. Meslek hayatı boyunca birçok gazete ve derginin kurucu ekibinde yer alan Eryılmaz’a, kimileri Journo’nun Şeriban Alkış imzalı yazı dizisinde yer alan sıradışı sorular da yönelttim.
Kendi tâbiriyle “10 sene daha genç olsa beni bu düzenden kurtaracak” olan “Gonzo” Tuğrul Eryılmaz’la, yaşamında büyük bir öneme sahip olan Cihangir’deki evinde yağmurlu bir kış günü buluştum. Sektördeki birçok kişinin hayatını bir şekilde etkileyen Eryılmaz, bir zamanlar başında olduğu Radikal gazetesinde yaptıklarıyla, benim de dolaylı olarak gazeteciliğe yönelmemi sağlamıştı.
Öncelikle sizi tanımayanlar için 4 cümleye kendi yaşam öykünüzü sığdırabilir misiniz?
Tuğrul Eryılmaz, Karşıyakalı, anarko-marksist, iyi bir gazeteci olmak için elinden geleni yapan, Asya’nın dedesi.
Kendi çevremde şu yakınışı çok duyuyorum: “Keşke çocukluğuma dönsem, şunu değiştirirdim…” Sizin çocukluğunuza dönme imkânınız olsa neyi değiştirmek isterdiniz?
Ben pedagog değilim, yetiştirme tarzına bir şey diyemem, ancak şunu diyebilirim: Türkiye’de çocuklar en çok müdahale edilen varlıklar. Bu kadar çok müdahale edilmemesi için ne yapmak gerekiyorsa onu yapmak lazım ama ben çocukları biraz daha özgür bırakmaya çalışan bir topluma dönmek isterdim.
Yakın arkadaş olsak hakkınızda neyi bilmem yeterli olurdu?
Bana “güvenebileceğim bir insan” diyebilmen benim için yeter de artar. Bana sadece bana güvendiğin için yaklaşman yeter. Başka ne olabilir ki zaten? Karşılıklı güveniyorsun, o senin mesleki deneyimine güveniyor, insan olarak, sana iyi bir insan olduğun için güveniyor, bundan ötesi zaten aşık olma, o da çok başka bir şey.
En parlak başarısı: Nokta dergisinde yer almak
Hayatınızdaki en büyük başarı ne?
Tevazu yapmıyorum ancak hayatımda çok büyük bir başarı dediğim bir başarım olmadı. Bugüne kadar çok fazla derginin, gazetenin kurucuları arasında yer aldım ama ben onları mesleki gereklilik gereği yaptım, onlar ticari başarı. İlle öyle bir şey diyorsan, en parlağı Nokta dergisinde yer almam.
Sıkı bir radyo dinleyicisi olduğunuzu biliyorum. Bunu T24’teki köşenizde de sık sık dile getiriyorsunuz. En çok dinlediğiniz radyo kanalları hangileri?
Ben başından beri radyocuyum, zaten hiçbir zaman televizyondan dolayı radyoya ihanet etmedim. Ben sürekli TRT 3’ün radyosunu dinlerim. Rock dinliyorum, klasik müzik dinliyorum, blues dinliyorum.
Podcast dinliyor musunuz?
Podcast konusunda biraz zayıfım. Özellikle çok uzun yapılmışsa dayanamıyorum. Mesela Nilay Örnek beni konuk ettiği zaman kendimi dinledim daha sonra ama tamamen bir halt ettim mi diye dinledim. Yoksa çok istediğim için değil. Ama şöyle bir şey var: Podcastler 20-30 dakika aralığında olsa dinleyebilirim. Podcastte hayat öyküsü anlatılmaz.
İyi bir rock dinleyicisi olduğunuzu biliyorum. Bize en sevdiğiniz ve dinlemekten bıkmadığınız 10 sanatçı önerebilir misiniz?
Elvis Presley, The Beatles, Rolling Stones, Marianne Faithfull, Nina Simone, Pink Floyd, Led Zeppelin… Ben müziğin gerçekten kral olduğu dönemde gençlik yaşadım ve bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum. O dönem çok parlak bir dönemdi, hele 60’lardan 75’e kadar olan dönem güzeldi, çok güzeldi.
Tuğrul Eryılmaz’ın Journo takipçileri için hazırladığı çalma listesi:
Rolling Stones mu, Beatles mı? Biz sizinle bu konuyu daha önce tartışmıştık, hatırlarsanız Pink Floyd dinlediğim için bana kızmıştınız.
Çünkü şöyle, Beatles daha edepli gelir bana, çok severim onları. Rolling Stones’u tercih etmem. Onlar biraz daha bölücü ve yıkıcıdırlar, daha edepsizdirler onlar.
Yarın yeni bir yetenek kazanmış olarak uyansaydınız bu ne olsun isterdiniz?
Mick Jagger kadar güzel şarkı söylemek isterdim.
“Muhaliften kasıt eleştirel olmaksa, zaten başka türlü bir gazetecilik yok”
Sizin için mükemmel bir günün tanımı ne?
Bu o kadar çok değişir ki yaştan yaşa… Bunu 20 sene önce sorsan başka bir şey derdim. Ama şu anda sorduğun zaman sadece aklıma torunum Asya geliyor. Benden sıkılmadan benimle 4-5 saat vakit geçirirse ben dünyanın en mutlu adamı olurum, çünkü ona ayak uyduramıyorum ben ama o gün uydurmuşsam, onunla koşmuşsam, bir şeyler yemişsem, benim için en mükemmel gün olur.
Bugün hayatta olan veya olmayan biriyle yemek yeme fırsatınız olsa kimi tercih ederdiniz?
Marlon Brando’yla yemek yemeği isterdim.
Sözü biraz medya dünyasına getirecek olursak özellikle genç kuşak gazeteciler sizden çok çekiniyor ve size karşı hem korku hem sevgi besliyorlar. Siz bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Çekinmeleri biraz anlamsız. Ben şeye çok sinirleniyorum, bu gazetecilik aynı zamanda yazar olmak demek değildir, gazetecilik star olmak demek değildir. Gazetecilik bir zanaattır, benim bütün derdim bu. Zanaatınızın gerekliliklerini yerine getirin. İstediğin kadar zeki olabilirsin ama gazeteciliğin bütün dünyada geçerli olan kurallarını bilip hazırlanıp bana gelmediysen o zaman kusura bakmayacaksın, benim de işlevim o, gazetecilik aynı zamanda usta çırak ilişkisidir aynı zamanda. Ben yetiştirildim, üstelik de çok beğenmediğim bazı insanlar tarafından… Onlar bana mesleği öğrettiler. Haber nasıl yazılır, bunu bilmeyen gazeteci istediği kadar kültür sanat bilsin, Marx bilsin, Keynes bilsin bana ne… Sen daha mesleği bilmiyorsun, git başka bir şey ol. Hikâye zaten burada kopuyor. Zaman zaman ben de tabii tadını kaçırıyor olabilirim.
Siz yıllarca “sol” gazetelerde çalıştınız, kurucu kadrolarında yer aldınız. Şu an “muhalif gazeteci” tanımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muhalif gazeteci diye bir şey yok. Bu şöyle oldu: Kolaylık olsun diye yandaş olmayan medyada çalışan gazetecilere muhalif gazeteci diyorlar. Muhaliften kasıt eleştiri yapmaksa, eleştirel olmaksa, zaten başka türlü bir gazetecilik yok. Gazetecinin hayatında bizim çocuklar, bizim taraf olamaz.
“Yılmaz Özdil’le, Uğur Dündar’la ne gibi bir ortak yanım var”
Ama şu an birçok farklı gazete kendisini sol, Kemalist gibi sözcüklerle tanımlıyor.
Ben onlardan emin değilim ama öyle davrandıkları kesin. Bunu söylemek de oldukça salakça bir şey. Birey olarak konuş ama gazeteci olduğun zaman sen çıplaksın, öyle zırhların yok ve senin bütün önemin, insanlara haber vermek için görevlendirilmişsin. Senin mesleğin böyle bir meslek, o zaman yapacak bir şey yok. Öyle muhalif gazeteci falan yok. Allah’ını seversen, benim şimdi Yılmaz Özdil’le, Uğur Dündar’la ne gibi bir ortak yanım var? Ben ara ara onu da okumaya çalışıyorum o ayrı. Ama ben sadece şunu demek istiyorum, ben o değilim, o muhalifse ben değilim. Herkes bildiği işi yapsın.
Geçtiğimiz aylarda sürekli basın kartınız “güvenlik tehdidi” sebebiyle iptal edilmişti. Süreci biraz anlatabilir misiniz?
Bunu onlara soracaksın. Devlet denen şeye o yüzden sinirleniyorum, çünkü Türkiye’de kendine muhalif diyen gazeteciler bile “devlet” diye başlıyorlar. Devlet ciddiyeti, ya benim bildiğim devlet bu işlere yarar. Cezaevi vardır, senden vergi alır, askere gönderir, “savaş” der, anlatabiliyor muyum? En son [Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti ve Foto Muhabirleri Derneği] avukatları konuyu Danıştay’a götürdü, onlar da İletişim Başkanlığı’nın bu kararını bozdu. Benim derdim zaten basın kartı değil, ben bu saatten sonra nereye gitsem zaten mesela metroya binerken de ücretsiz biniyorum. Ama bu kazanılmış bir haktı ve ben bunu hayatımda görmediğim Stuttgart doğumlu bir Türkiye vatandaşına [Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun] yedirmem.
Siz 1980 darbesinden önce Ankara Üniversitesi’nin Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Basın Yayın Yüksekokulu’nda (şimdiki İletişim Fakültesi) asistanlık yaptınız. Bir dönem gazeteci Can Dündar ve yazar İlhami Algör gibi isimler de öğrencileriniz arasındaydı. Öğrencilerinizle görüşüyor musunuz?
Tabii ki görüşüyorum, şu anda çok kuvvetli bir iletişimim yok, arada bir mesajlaşıyoruz ama o kadar çok öğrencim var ki özellikle ünlü öğrencilerimi seçip onlarla haberleşmek gibi bir derdim yok. Onlar bilirler, ben hep buradayım, bir faydam olacaksa olur, olmazsa olmaz. Yoksa ona bakarsan Faruk Bildirici de benim öğrencim.
Özellikle T24’teki “Düzeyli Magazin” isimli köşenizde sık sık Ertuğrul Özkök ve Hasan Cemal’e laf atıyorsunuz. Peki bu iki isim denize düşse hangisini kurtarmayı tercih ederdiniz?
Hasan Cemal’i kurtarırdım ama Ertuğrul’a da bir ip sallardım 🙂
Uzun yıllar boyunca dergicilik yaptınız. Şu an Türkiye’deki dergiciliği nasıl yorumluyorsunuz?
Yok gibi, sanki dergicilik diye bir şey kalmadı gibi. Ben mizah dergilerini takip ediyorum Leman, Uykusuz ve Bayan Yanı’nı hep alırım. O ayrı çünkü onlar alınacak, tamamını okuyamasam bile destek olmak için alıyorum. [Uykusuz bu söyleşiden günler sonra son sayısını yayımlayarak kapandı.]
“Türkiye şu an bir alt üst olma yaşıyor”
Son dönemde çoğu karikatürist farklı alanlara yöneldi sanki…
Herkes yöneldi, benim tanıdığım çoğu parlak gazeteci halkla ilişkilere yöneldi, reklamcılık yapıyorlar, o başka bir konu. Türkiye şu an bir alt üst olma yaşıyor.
Onlar da acaba korktukları için mi başka alanlara yöneldiler?
Ne demek korkmak? Bunu suçmuş gibi söylüyorsun. Otosansür tabii ki oluyor. Ben de dikkatli konuşuyorum. Başka türlü de olmaz.
Yazılarınızda Cihangir’den sık sık söz ediyorsunuz. Bu semt sizin hayatınızda nasıl bir öneme sahip?
Cihangir, şu anda burada yaşadığım için en önemli olan yer. Ben 40 yıl önce Cihangir’e taşındım, Bebek’te ev kiraları yükseldiği için ucuz diye buraya taşındım. Burada dışarı çıktığımda Firuzağa Kahvesi’ne giderim, HomeRoom’a giderim, Kaktüs ve 21 gibi 4-5 tane mekân vardır. Ama çok da mekân ayırt etmem çünkü buralar hep benim çevremin olduğu yerler. Sağlığım şimdi çok da uzak mesafe yerlere gitmeye izin vermiyor, hatta bazen sadece gidip köşem için fotoğraf çektirip geri geliyorum, altına haber uydurayım diye.
“Yaşar Kemal’le aramda normal bir okur-yazar ilişkisi vardı”
Hayatta sizi en çok etkileyen isimlerden birinin Yaşar Kemal olduğunu her fırsatta söylüyorsunuz. Yaşar Kemal’le nasıl bir ilişkiniz vardı?
Normal bir okur ve büyük yazar ilişkisi vardı, bayılırdım Yaşar Kemal’e. Tabii ki beraber yemek yemişliğim, sohbet etmişliğim de var. Hayatımda gördüğüm en eğlenceli insanlardan biriydi Yaşar abi. Ama bu şu anlama gelmiyor, ben Yaşar Kemal’in kadim dostuyum, yok öyle bir şey. Ama ne zaman evine gitsem hep hoş karşılandım, sevecen karşılandım.
Biraz absürt bir soruyla devam edeceğim. Sosyal medyada uzun zamandır şöyle bir soru dolaşıyor: Bir günlüğüne karşı cins olsaydınız ilk ne yapardınız?
Canımı sıkan bütün erkekleri sopayla döverdim, bu kadar basit.
Karşı cinse dönüşseydiniz kendinizle arkadaş veya sevgili olmak ister miydiniz?
Hayır, kesinlikle olmazdım. Kendimi kesinlikle sevgili olarak tercih etmezdim.
Karşı cinsten konu açılmışken Türk basınının çok erkek egemen bir sektör olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum, öyle zaten belli değil mi?
Niye öyle peki?
Niyesi var mı ya, Türkiye’de yaşıyorsun, ataerkil toplum, böyle bir toplumda medya neden farklı olsun? Zaman zaman feministler bir şey söylüyor, bir şeyler olmaya çalışıyor. Ama bu hep böyleydi bizim gibi ülkelerde. Maalesef onu bırak, aslında dünyada da öyle, hâlâ bir denge sağlanmış değil, her şey erkek egemen. Bana soracağına sen kendi etrafına bak, kaç tane kadın yayın yönetmeni göreceksin?
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Türkiye’deki 100 medya kuruluşunun 89’unu erkekler yönetiyor