Geçtiğimiz hafta Digital Age Summit 2017’de Serdar Kuzuloğlu, Mehmet Atakan Foça ve Serdar Başeğmez’le birlikte yalan haber nedir, nasıl mücadele etmeliyiz sorusunun yanıtlarını tartıştık. Kısa ama verimli bir tartışmaydı; herkes kendi açısından meseleyi ele alırken yanlış/yalan bilgi ile yanlış/yalan haber arasında kategorik bir ayrım yapmak konusunda sıkıntı çektiğimizi fark ettim. Bu sıkıntının temelinde de haberin ne olduğuna ilişkin bir kafa karışıklığının yattığını düşünüyorum.
Öncelikle şu yalan haber denen şeyi tanımlayalım. Bence yalan haber olgu, gerçeklik ya da veriye dayanmayan; onu bilinçli/bilinçsiz çarpıtan haberdir. Biz ‘fake news’ kavramının yerine yalan haber kavramını kullanıyoruz çoğunlukla. Sahte ile yalan kelimeleri üzerinde durmaktansa burada haber kavramı üzerinde durarak bir otopsi yapmak niyetindeyim. Zira yalan haberlerle ilgili en temel sıkıntı haber tanımını yanlış kullanışımızda.
Buna bağlı olarak sahte haber tartışmasına bu açıdan hangi tür içeriklerin haber olup olamayacağını tanımlayarak başlamak gerekiyor. Örneğin ‘yurttaş gazeteciliği’ pratiği olarak adlandırılan pratik habercilik midir ya da her üretimleri haber midir? Burada benim yanıtım yurttaş gazetecilik olarak kendini tanımlayan pratiklerin çoğu zaman haberin temel ögeleri olmadan haber oluşturdukları hipotezi üzerine şekilleniyor. Bu konudaki ana sebep bir haberi haber yapan temel gerekçeleri gözden kaçırmak: Yani 5N1K gibi teknikler ve toplumsal katkısı/değerini, üretim süreci, amacı ve aşamalarını.
Haberi tanımlarken: Toplumsal yarar ve profesyonellik
Önce haberi, profesyonel bir uğraş sonucu üretilen/üretenin karşılığında ücret aldığı içerik olarak tanımlamak gerekiyor. Burada yurttaş gazetecilerin yaptıkları şeyler ‘haber değildir’ demiyorum; ancak üretim sürecinin bir ücret karşılığında olmasının ve profesyonelleşmenin benim odağım olduğunu vurgulamış oluyorum. Zira profesyoneller tarafından üretilen yalan haberlerin aşağıdan -amatör ellerde- üretilmiş yalan içeriklere göre daha etkili olduğunu düşünüyorum. Buna bağlı olarak ikinci odak da yarı-profesyonel ya da amatör olarak haber üretenler oluyor. Bunlar çoğunlukla yalnızca toplumsal yarar ya da politik ajanda gereği haber üretiyor. Gazetecilik eğitimleri olsa da bir finansal çıkar sağlamaksızın haber üretiyorlar.
İki tür üretimde de ortak bir nokta var: haberin temel kaynakları. Birinci odak için de ikinci odak için de geçerli olan ortak kaynak kamu kuruluşları ve kurumların servis ettiği veriler. İkinci kaynak, ajanslardan gelen ham ve detaylandırılmamış haber ya da bilgiler. Üçüncü kaynak ise, yurttaşlar, başlarından geçenleri yazan/anlatan/görüntüleyen ve paylaşanlar.
Haberin kaynakları: Devlet, şirket ve bireyler
Önce yalan haberle kaynakların ilgilerini araştıralım. ABD’de nasıl Pentagon, White House, The Hill üçlüsü haberin önde gelen kaynaklarıysa Türkiye’de de Beştepe, Çankaya ve TBMM temel kaynaklar olarak öne çıkıyor. Özellikle yüksek siyaset haberlerine erişim için bu kurumların sözcüleri ya da kamu diplomasisini yöneten mekanizmalarına muhtaç durumdayız. Birçok noktada, en basit siyasal etkinlikte dahi bazı ifadeler basına servis edilmiyor, mikrofonlar kapanıyor, ses kaydı olmayan görüntüler tüm medyaya servis ediliyor.
Ajanslar hem devlete bağlılar, hem de mevcut sermaye koşulları gereği bağımlılar. Kullandıkları dil ve içerik çoğu zaman haberin değil devlet tarafından servis edilen enformasyonun birebir şekilde aktarımından ibaret oluyor. İçeriğin -haber diyemiyorum- dili üzerinde bile oynama yapamayacak kadar güçsüz durumdalar.
Yurttaşlar veya daha doğru ifadeyle başından geçenleri anlatan paylaşanlar ise bazen ilgi çekmek, bazen ait hissettikleri ideolojik pozisyona hizmet etmek için bilgiyi çarpıtarak yayınlamaya, dramatize etmeye eğilimliler.
Politik doğruculuğa değil, hakikate ihtiyacımız var
Özetle kurumlar klasik ekonomik ve politik çıkarları gereği manipule etmeye yatkın; bireyler de ideolojik motivasyonla çarptırmaya/gölgelemeye. Yani gazetecinin ciddi bir zaman ve maddi kaynak ayırmaksızın düzgün/doğru bir haber ortaya çıkarması çok güç. O yüzden tartışmalar uzun yıllardır gerçeklikten ziyade haberin dili üzerine, politik doğruculuk üzerine kurulu.
Alternatif medyada geleneksel sermaye medyasındaki haberlerin doğru hallerini değil, daha politik anlamda kabul edilebilir şekilde yazılmış hâllerini okuyoruz. Ötesi değil. Dahası alternatif medya da çoğunlukla kavramın tanımından uzaklaşıp pravdalaşma eğiliminde olduğundan siyasal pozisyonu pekiştirme amaçlı propaganda aracına dönüşebiliyor.
Tarafsızlık: Anahtar sözcük
Peki tarafsızlık nasıl sağlanacak? Politik bir çıkar olmaksızın, gazeteciliğin temel değerlerine hizmet amaçlı bir pratik ortaya çıkarılabilir mi? Önce şunu söylemek şart: Tarafsızlık neyi yayınlayıp neyi yayınlamadığımızla sınırlı değil; nasıl yayınladığımız sorusuyla da alakalı. Yayınlarken nasıl bir ajandanız olduğu da burada kilit bir faktör. Unutmadan gazeteciler de ideolojik eğilimleri ve zorunlu taraflılıkları (bu apayrı bir mesele) gereği tam güvenilir değiller. Burada mesele Doğruluk Payı ve Teyit gibi platformlarda kilitleniyor. Herkes bu platformlardan kendi ‘davalarına’ hizmet bekliyor.
Çünkü medyayı alternatif olarak adlandırılan mecralardan alıştığımız üzere geleneksel olarak ‘küçük birer pravda’ olarak görüyoruz; tüm medya girişimlerine de o misyonu yüklüyoruz. İşimize yarayacak yalan haberleri yalanladıklarında onları lanetliyoruz. Yani yalan haberi üreten/yayan olmakta değil karşı tarafın üretmesinde görüyoruz sorunu. İş burada karışıyor. Ama bunun da bir sebebi var. İdeal bir demokraside medya ‘parti gazetelerinden’ oluşmaz/oluşamaz. İdeal bir liberal ekonomide de bu imkânsızdır, neticede gazete şirkettir; finansal olarak devlete ya da partilere bağımlılık da bu karaktere aykırıdır.
Bu ideal duruma aykırı olarak, Türkiye’deyse şirket olarak yönetilen gazeteler medya sahipliği yapısı ve sermayenin farklı alanlardaki yatırımları gereği aşırı politikleşmiş durumdalar, taraflar. Parti basını ise, gazeteciye fikrini parti ile uyuştuğu sürece ifade imkânı tanıma eğiliminde olabiliyor. Yani mevcut ekonomik yapı başlı başına sahte haberin üretimini/yayılımını teşvik ediyor.
Haber odalarının ekonomi politiği, gazetecinin iş güvencesi olmaması, ideolojik yayınların hesap vermezliği ise konuyu kilitliyor. Bu nedenle doğrulama platformları kadar kaynağını kitlesinden alan; reklama ya da devlet desteğine dayanmayan medya da şart. Tam da bu nedenle Teyit’ten ya da Doğruluk Payı’ndan hayatımızı ve gazetecilik mesleğinin onurunu kurtarmayı beklemek oldukça yanlış. Ya kendi özgür, gazeteciliği profesyonel olarak benimseyen, etiğini parti temelli ajandasının önüne koyan bağımsız gazeteler ve deneyimler oluşturacağız ya da Teyit ve Doğruluk Payı ile bile kavga edeceğiz.