Görüş

10 Ekim’den sonra gazetecilik neye yarar?

Suruç Katliamı’ndan üç gün sonra İdris Emen’in Radikal’deki “Suruç bombacısının ağabeyinin açtığı çay ocağı Adıyaman’daki IŞİD bürosu muydu?” başlıklı haberinde Ankara bombacılarından birinin ismi yer alıyordu. Ancak haber gündemde tutulamadı. (Fotoğraf: Mahir Alan / DHA)
Günümüzün enformasyon sağanağı altında, hayati önemdeki haberleri gündemde tutmak çok zor ama imkânsız değil.

Klişe ve yanlış anlaşılmış bir örnektir bu. Başlıkta gönderme yaptığım Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarcadır” vecizesinden söz ediyorum. Adorno, Nazi Almanyası’nın ağır koşulları sürerken şiir yazmanın nafileliğine değineyim derken elbette bu sözün klişeleşecek ölçüde yayılacağını düşünmemişti. Hatta sonradan bu sözü telafi edici nitelikte sözler de söyledi. Konumuz Adorno veya Auschwitz değil ama önümüzde duran bir soru var:

10 Ekim Katliamı’ndan sonra gazetecilik mümkün mü ya da gazetecilik neye yarar?

HATIRLAYIN
Bu soruyu sorduran pek çok şey var. Bir kere bu katliamın göz göre geldiğini biliyoruz. Çünkü bu katliamın hikâyesi belki de insani yardım götürdüğü söylenen TIR’lardan başlıyor. O TIR’lara işaret eden gazetecilerin nasıl “hain” ilan edildiğini hatırlayın. Bu katliam Suruç’la da, Reyhanlı ile de bağlantılı. Reyhanlı’daki saldırıdan sonra apar topar yayın yasağı getirilmesini hatırlayın. Hemen ardından da “devletimiz zararı karşılayıp yaraları saracak” haberleri şişirilmişti bir kısım medya tarafından. Suruç Katliamı’ndan üç gün sonra İdris Emen’in Radikal’deki “Suruç bombacısının ağabeyinin açtığı çay ocağı Adıyaman’daki IŞİD bürosu muydu?” başlıklı haberi de hatırlayın. Suruç katliamının canlı bombacısı Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün abisi Yunus Emre Alagöz tarafından işletilen ve IŞİD Bürosu olduğu iddia edilen bir çay ocağından söz ediyordu. Yani o günlerde 10 Ekim’de Ankara’daki katliamı gerçekleştiren canlı bombalardan birinin adı alenen geçmişti. Dolayısıyla gazeteci işini yapmış, bir şüpheliyi işaret etmişti. Bu sadece bir örnek. Bu saldırının öncesinde Türkiye’deki IŞİD hareketleriyle ilgili pek çok haber yapıldı. Peki insanların ölmesini engelleyebildi mi? Hayır. Bu sorudan kritik bir soru daha çıkıyor:

Günümüzün enformasyon yağmurunda hayati derecede kritik bir haber nasıl öne çıkar?

Hepimiz deneyimliyoruz. Müthiş bir enformasyon yağmuru var. Haberin online sitelerin sayfasında durduğu süre bile dakikalara indi. Haberler hızla aşağıya kayıyor. Çünkü sayfanın tıklanma sayıları bu işin gelir modeli için önemli. Sürekli dikkat çekmesi gereken yepyeni haberlere ihtiyaç var. Hâl öyle olunca birçok haber eskisi kadar büyük etkiler yaratmıyor. Çünkü Douglas Rushkoff’un “Present Shock: When everything happens now?” (Hemen Şimdi Budalası: Güncelin Müptelası Yeni İnsan, Ufuk Yayıncılık, 2015) kitabında müthiş detaylandırdığı gibi: “İçinde bulunduğumuz bu yeni dünyada zaman ve mekan sıkıştıkça sıkışıyor ve bitmek tükenmek bilmeyen bir ‘şimdi’nin içinde hapsoluyor. Artık geçmiş yok, gelecek yok.”

TELAŞTAYIZ
Gazetecilik de işte bu bitmek tükenmek bilmeyen “şimdi”ye sürekli taze malzeme taşıyan bir endüstriye dönüyor. Gazeteciler, reklamcılar, başka içerik sağlayıcıları (sinema, müzik, dizi, spor endüstrileri vb) birbirinin rakibi. Çünkü günümüzde algı, eskinin klasik “haber bülteni biter dizi başlar, ardından müzik programı başlar” şeklinde ilerlemiyor. Artık asimetrik bir akış var. Hepimiz bu “şimdi”nin içinde, zihinlerde yer kapma telaşındayız. Yani sadece diğer gazetecilerle değil, bir Twitter fenomeniyle bile rekabet içindeyiz. İşte “şimdi”nin hükümdarlığı bu şekilde kurulduğu için, aylar önce “bombacı”ya işaret eden haber pek azımızın zihninde kalıyor. Asıl bu haberle ilgili harekete geçmesi gereken devlet görevlilerinin, kolluk kuvvetlerinin sorumluluğunu tartışmıyorum. Orası elbette en önemlisi ve gazeteciliğin de takipçisi olması gereken bir alan. Peki kamuoyu bu ve benzeri haberlerle ne kadar ilgilendi? Yüksek olasılıkla böyle bir haber akarken aynı slider’da olan -tamamen atıyorum- “Cristiano Ronaldo’nun yeni saç modeliyle” ilgili haber daha çok tıklandı. Bu durumun “sosyolojinin, psikolojisinin” çalışma alanı olan pek çok nedeni var. Gazeteciliğin durumu ise bizim tartışma konumuz. Bu “şimdi”nin içinde gerçekten önemli olduğunu düşündüğümüz bir haberi hak ettiği ölçüde gündemde tutmanın bir formülü var mı? Bilemeyiz. Ancak iki konu önemli:

1-Haberi hikayeleştirme sanatı
2-Tekrardan sakınmamak

HİKÂYE
Zihinde yer kapma mücadelesinde haberin nasıl yazıldığı, nasıl bir görselle sunulduğu eskisinden çok daha önemli. Bu konuda eğer okumadıysanız Alain De Botton’un yazdığı The News: A User’s Manual (Haberler: Bir Kullanma Kılavuzu, Sel Yayıncılık, 2015) kitabı oldukça ufuk açıcı. Klasik haber dili, artık insanların “şimdi”sinde yer kapmak için eskisi kadar yeterli değil. Gezi’de öldürülen çocukları hatırlayalım. Maalesef bazı isimler daha öne çıktı, bazı isimler daha geride kaldı. Bu tamamen var olan ya da sunulan hikâyelerle ilgili. Aslında bu geçmişte de böyleydi (Deniz, Hüseyin, Yusuf’un Denizler diye anılması gibi) ama zihinlerde tutacağımız alan küçüldükçe hikâyeyi ve haberi nasıl yazdığımız daha çok önem kazandı. Empatik iletişim de aynı şekilde. Bunun bir formülü yok, ama üzerine düşünmek gazetecilik mesleğinin evrileceği yer açısından önemli. Düşünenler ve tatbik edenler vardır ama odağı buraya çevirmek şart.

ISRAR
Aslında “tekrar”ı iki yönlü ele almak gerek. Birincisi; gazeteciliğin en eski kavramlarından biri olan “fikri takip”i de bir tür tekrar sayabiliriz. Haberin peşini bırakmadan yeni gelişmelerle tazelenerek tekrar tekrar sunulması olan “fikri takip” bu sonsuz “şimdi”nin içinde daha önemli hale geldi. Çünkü aynı zamanda haberi de zihinlerde var etmek anlamına geliyor artık bu. Tekrarla ilgili ikinci konuysa “ısrar.” Bu da haberi defalarca yayınlamanın bir yolunu bulmakla ilgili.

Yine atıyorum: Az önce ele aldığımız İdris Emen haberinin yayınlandığı günden itibaren “Yunus Emre Alagöz ve arkadaşları nerede?” diye bir kampanya başlatılabilir miydi? Belki de. Bilemeyiz ama bazı haberler gerçekten bu çekirdeği taşıyor, fırsatı veriyor. Haberi yapan muhabirin görevinin bittiği yerde belki de onu hikâyeleştirecek editörün görevi başlayacak. Hatta bazı haberleri gündeme tutundurmayla ilgili özel stratejiler yazılması gerekecek. Çünkü belirttiğim gibi artık tek rakip başka bir gazete ya da gazeteci değil. Artık rakip aynı “şimdi”ye oynayan herkes.

“10 Ekim’den sonra gazetecilik mümkün mü?” sorusunu işte bu yönleriyle ele almak gerekiyor. 10 Ekim hepimize “gazetecilik” üzerine tekrar düşünme mecburiyeti verdi. Türkiye’deki sansür, otosansür, basın üzerindeki baskı, yayın yasakları, medya dışı sermaye elbette engel. Gazeteciliği kurtarmanın bir yolu onlarla mücadele etmek, bir yolu geçmişle yüzleşmek. Bu ikisiyle eşzamanlı mücadele ederken “şimdi”nin içinde asıl gazeteciliği nasıl var ederiz ona bakmak lazım. Belki bu yazıda bahsettiğim kadar basit de değil. Henüz bir formül yok zaten: Olsaydı 10 Ekim’e gelmeden belki bombacılar üzerine bir kamuoyu oluşmuş olurdu. O zaman “iyi ki gazetecilik var” sözünü daha kuvvetli söylerdik.

 

Ümit Alan

Journo E-Bülten