Noktalama işaretlerinin mucidi, yaklaşık 2.300 yıl önce İstanbul’da doğan Aristofanes idi. Noktanın, virgülün ve noktalı virgülün “kısa” tarihi “Bizantiyonlu” bu dilbilimciye uzanıyor. 15. yüzyılda matbaanın icadıyla bir düzene kavuşan noktalama işaretleri, 19. yüzyılda dünyaya yayıldı.
En eski Türkçe metinlerden olan Orhun Yazıtları’ndaki basit noktalama, yüzlerce yıl bir sisteme oturmadı. 1860 yılında İstanbullu gazeteci Şinasi’nin yazdığı “Şair Evlenmesi” ise bir dönüm noktası oldu. Türkçe noktalamada standartlaşmayı, Cumhuriyet sağlayabildi.
Noktalama işaretlerinin tarihi, yazının binlerce yıllık geçmişine kıyasla oldukça kısa.
Tarihte yazıyı ilk kez Sümerler, MÖ 3.400-3.100 yılları arasında Mezopotamya’da kullanmaya başladı. Sonraki yüzyıllarda yazının Sümerler’den bağımsız olarak dünyanın farklı bölgelerinde (Mısır, Çin ve Orta Amerika) birkaç kez “yeniden icat edildiği” kabul ediliyor.
Yazılı metinlerin en eski örneklerinde noktalama işaretleri yoktu. İnsanlık bin yıldan uzun bir süre boyunca bu işaretleri kullanmadan yazdı. Sonrasında farklı alfabelerde ve dillerde, noktalamanın öncülleri sayılan ancak bir standardı olmayan uygulamalar gelişti.
Bugün Türkiye dâhil dünyanın büyük bölümünde kullanılan noktalama standartlarının kökeninde ise yaklaşık 2.250 yıl öncesindeki Antik Yunanca yazımın evrimi var.
Nokta yerine önce “paragrafos” (düz çizgi) vardı
MÖ 300’lü yıllarda papirüse yazılan en eski Yunanca metinlerde, yeni bir konudan bahsedilen satırın başına “paragrafos” denilen düz bir çizgi konulurdu. Aristoteles gibi antik filozofların haberdar oldukları tek noktalama işareti buydu.
İnsanlığın düşünsel birikimi ve ifade kapasitesi arttıkça tek noktalama işaretinin yetersizliği ortaya çıktı. Aristoteles’in ölümünden 65 yıl sonra İstanbul’da doğan bir aydın, bu soruna el atacaktı.
Tıpkı İzmir’de icat edilen “5N1K” yöntemi gibi, noktalama işaretleri de, yazarların ve okurların yanı sıra, konuşarak ikna meselesine kafa yoran hitabet (retorik) ustalarını ilgilendiriyordu.
İstanbul’un henüz “Bizantiyon” (Byzantion veya Byzantium) adıyla anılan bağımsız bir kent devleti olduğu MÖ 257’de burada doğan Aristofanes de bir dilbilimci ve hitabetçiydi. Genç yaşta İstanbul’dan ayrıldı. Mısır’ın İskenderiye şehrindeki meşhur kütüphanenin yöneticisi olarak atandığında 60 yaşlarındaydı.
Nokta, virgül ve noktalı virgülün atası: ‘Stigme’ler
Bizantiyonlu Aristofanes, modern noktalama işaretlerinin mucidi olarak kabul ediliyor. Zira kütüphaneciliği sırasında bugünkü noktanın, virgülün ve noktalı virgülün “atasını” geliştiren oydu. Yunanca’da hâlâ kullanılan aksan işaretlerini de ilk kez Aristofanes geliştirmişti.
Bu ilk noktalama işaretlerinin işlevleri bugün kullandıklarımızla neredeyse aynı olsa bile şekilleri farklıydı.
Hitabet kuramında söylem, farklı uzunluklardaki bölümlere (cümle veya cümleciklere) ayrılıyor. Aristofanes’in “ara nokta” da denilen işaretleri, metni seslendirilen kişinin hangi bölümde ne kadar duraksaması gerektiğini ona bildiriyordu. Bunlar şöyleydi:
- Kısa bölümlerin bittiğini belirten işaret olarak en son harfin tam ortasına yerleştirilen bir “hypostigme” (alt nokta)
- Orta uzunluktaki bölümün son harfinin altına konulan “stigme mese” (orta nokta)
- En uzun bölüm sonundaki harfin üstüne konulan ise “stigme teleia” (bitiren nokta)
Çoğu Latince yazıda, nokta yerine boşluk kullanılırdı
Aristofanes’in “theseis” adını verdiği bu sistem, onun tasarladığı şekliyle Antik Çağ’da pek sık kullanılmasa da bugüne dek uzanan etkiler yarattı.
MÖ 1. yüzyıldan itibaren Romalı yazarlar, Aristofanes’in üç noktalı sisteminin, tamamı büyük harflerden oluşan Latince yazı için uygun olduğunu keşfetti. Yine de Roma dönemindeki çoğu Latince metinde bu sistem kullanılmadı. Bu metinlerde cümlelerin nerede bittiği, arada boşluk bırakılarak gösteriliyordu.
MS 5. yüzyıldan itibaren özellikle İncil çevirileriyle birlikte noktalama işaretleri yaygınlaşmaya başladı. Aristofanes’in “alt nokta” dediği işaret bugünkü virgüle (comma), “orta nokta” dediği işaret noktalı virgüle (ano teleia), “üst nokta” dediği işaret ise noktaya (periodos) evrilecekti.
Elyazmaları çağında tek bir noktalama işareti yerleşebildi
Bu evrim içerisinde farklı coğrafyalarda ve dillerde sayısız alternatifin doğduğunu ve bazılarının bir süre sonra öldüğünü vurgulamak gerekiyor.
Örneğin “virgül” sözcüğünün kökeninde, aynı işleve sahip olan ama Avrupa’da bir dönem kesme işareti (/) gibi yazılan “virgula suspensiva” adlı im vardı. Bu işaret bir süre sonra ortadan kalktı.
Arap aleminde ise İslam’ın doğuşundan kısa bir süre sonra, özellikle Kuran-ı Kerim’in doğru okunup anlaşılması için ilk defa “i‘rab alameti” (hareke) olarak “nokta” kullanılmaya başladı. Fakat bu im, her cümlenin sonunda değil, sadece anlam karışıklığı olabileceği zaman kullanılırdı.
Muhammed b. Tayfur es-Secâvendi ise 12. yüzyılın başında kendi adıyla anılacak (secâvend) bir noktalama işareti sistemini geliştirdi. “Vakıf işaretleri” de denilen bu imler, Kuran’ı anlamını bozmadan ve ahenkle okumak için durulacak, duraksanacak veya asla durulmayacak yerleri belirliyordu.
Ancak gerek Avrupa gerek İslam coğrafyasında, Ortaçağ’daki elyazması eserlerin üretim sürecinde noktalama işaretlerinin standartlaşması beklenemezdi. Zira bu elyazmalarının müellifleri (yazar) ve müstensihleri (kopyalayan) farklı ülkelerde, manastırlar ve medreseler gibi çeşitli merkezlerde, bambaşka üslup ve önceliklerle çalışıyordu.
Bu yüzden Aristofanes’in tohumunu attıkları arasında 9. yüzyıldan itibaren en azından Batı Avrupa’da tam olarak yerleşen tek noktalama işareti “alt nokta” (yani bugünkü virgül) oldu.
Aristofanes’in noktalamasını matbaacılar dünyaya yaydı
Modern noktalama işaretlerinin standartlaşması, yazının “endüstrileşmesinin” bir sonucuydu.
Almanya’da Johannes Gutenberg adlı bir kuyumcu, 1440 yılı civarında “hareketli hurufat” mantığına dayanan matbaayı icat ederek bir devrimi tetikledi. Bu sayede, 15 – 16. yüzyıldaki Rönesans Çağı boyunca Avrupa’daki matbaalar arasında kendiliğinden bir yazım standardı gelişecekti.
Esir düştüğünde Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı mektupla tanıdığımız Fransa Kralı 1. François’nın matbaacısı Claude Garamond, bu dönemde Yunan hurufatındaki noktalama işaretlerini de matbaaya aktarıp kitaplar basmıştı. Diğer Fransız ve İtalyan matbaacılar onu takip edince noktalama işaretleri modern standartlarına kavuşmaya başladı.
Batı Avrupa dillerinin hepsindeki noktalama işaretlerinin kökeni, Fransız ve İtalyan matbaacıların bastığı kitaplardaki bu ilk uygulamalara dayanıyor. Yakın coğrafyada istisnalar da var. Mesela Rusça, Kiril alfabesini benimserken olduğu gibi bu alanda da doğrudan Yunanca’ya başvurdu.
Keşifler Çağı, sömürgeleştirme dönemi ve özellikle Sanayi Devrimi’nin ardından Avrupa’da oturan noktalama işaretleri, dünyanın büyük bir bölümüne de yayıldı. Arapça ve İbranice gibi dillerdeki eserler matbaalarda basıldıkça bu icadın beşiği olan Avrupa’daki noktalama işaretleri de alınmaya başladı. Yapısı gereği bu işaretlere pek ihtiyaç duymayan Çince gibi dillerde bile 19. yüzyıldan itibaren Avrupa noktalaması benimsendi.
Türkçe noktalamada standartlaşma, Tanzimat ile başladı
8. yüzyılda Orhun alfabesiyle taş anıtlara yazılan ilk Türkçe metinlerde söz öbekleri ve satır sonlarını belirten iki noktaya (:) başvurulmuştu. Sonraki yüzyıllarda farklı alfabeler kullanılsa da ‘Eski Türkçe’de noktalama işaretleri çeşitlenmedi ve yerleşmedi.
Divan-ı Lügatit Türk (11. yüzyıl) ve Dede Korkut hikâyelerinin Dresden nüshası (bu hikâyeler sözlü edebiyatta 13. ve 14. yüzyıla tarihlense de en eski yazılı derlemeleri 15. veya 16. yüzyıldandır) gibi “Orta Türkçe” tarihinin önemli eserlerinde bazı noktalama işaretlerine rastlansa bile sistematik bir kullanım için 1839’da başlayan Tanzimat Dönemi’ni beklemek gerekecekti. Çünkü Osmanlı’ya Gutenberg’den yaklaşık 300 yıl sonra İbrahim Müteferrika ile gelen Türkçe matbaa bir türlü yerleşmemiş, ülkedeki modern basın-yayın faaliyetleri 19. yüzyıla dek sınırlı kalmıştı.
19. yüzyıl ortasında Muallim Naci, Osmanlıca yazıda kullanılan Arap harekelerinin Türkçe’ye uymadığını belirterek Fransızca’dan uyarlanan bir ‘ponctuation’ın (noktalamanın) kullanılmasını öneren ilk isimlerden biriydi.
Tartışma yaratan bu öneri, Osmanlı’nın Tanzimat ile hızlanan Batılılaşma süreci ve Avrupa edebiyatının Türkiye’de artan etkisiyle birlikte yavaş yavaş da olsa benimsenecekti.
Şinasi, noktalama işaretlerini ve paragrafı Türkiye’ye öğretti
Batılı anlamda ilk Türk tiyatro eseri sayılan İbrahim Şinasi’nin 1860 tarihli Şair Evlenmesi’nde nokta, ayraç (parantez) ve uzun çizgi kullanılmıştı. Şinasi Türkiye için ilklere imza atmakla kalmıyor, bu noktalama işaretlerinin işlevlerini eserinin başında tek tek okurlara şöyle öğretiyordu:
- Mu’terize ( ) içinde bulunan kelâm hâli tarif eder.
- Şöyle bir hatt-ı ufki — söz başına delalet eder.
- Nokta . sözün nihâyetine alâmet olur.
Şinasi, Osmanlı Devleti’nde bir Türk vatandaşının çıkardığı ilk özel Türkçe gazete olan Tercüman-ı Ahvâl‘ı da 1860’da Agâh Efendi ile birlikte yayımlamaya başladı. Tefrika, yani kurgusal eserlerin “arkası yarın” şeklinde gazetede yayımlanması yöntemini Türkiye’ye ilk kez onlar getirdi. Şair Evlenmesi piyesini Tercüman-ı Ahvâl’da tefrika ederlerken noktalama işaretlerini halka gazete vasıtasıyla da öğretmiş oldular. Bu dönemde Şinasi, paragrafı da ilk kez Tercüman-ı Ahvâl’deki yazılarıyla Türkiye’ye tanıttı.
Özellikle 19. yüzyıl sonundaki Servet-i Fünun ve 20. yüzyıl başındaki Milli Edebiyat dönemlerinde, hem romanlar gibi edebiyat eserleri hem de gazete haberleri gibi kurgu dışı yapıtlarda noktalama işaretlerinin Türkçe kullanımı yaygınlaştı. “Nokta” sözcüğü Arapça’dan, “virgül” ise Latince kökenli Fransızca’dan alınsa bile diğer işaretlerin çoğunun ismi de Türkçeleştirildi. Örneğin “hatt-ı ufki” uzun çizgi, “vakfe” noktalı virgül, “nokta-i istifham” soru işareti ve “sadâ-yı istiğrâb” ünlem oldu.
Yazarlar, şairler ve gazeteciler başta olmak üzere Osmanlı dönemi aydınları, 20. yüzyıl başında noktalama işaretlerini artık yaygın olarak kullanıyordu. Yazım konusunda kural ve standartların belirlenmesi ise ancak 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in çabaları ve yeni kurumlarıyla mümkün oldu.
Türkçe noktalamada son aşama: Harf Devrimi ve TDK
Özel isimleri ayırmak için kullanılan kesme işareti gibi Osmanlıca yazımda var olmayan yeni noktalama imleri, Harf Devrimi ile birlikte Türkçe imlaya girdi.
İbrahim Grantay’ın yazıp Dil Encümeni’nin 1928’de yayımladığı “İmlâ Lügati,” bu alandaki ilk kılavuz olarak yazım kurallarının temelini attı. Bu eser, Türk Dil Kurumu’nun (TDK) 1941’de ‘İmla Kılavuzu’nu yayımlamasına kadar kullanıldı.
TDK, 1941 tarihli kılavuzda, noktalama işaretlerinin aslında imla kuralları içinde yer almadığına dikkat çekmiş, fakat “istek üzerine” kitapta bu konuda da bilgi verildiğini belirtmişti. O günden beri TDK’nin bu alandaki yeni önerileri zaman zaman gazeteciler arasında da tartışma yaratıyor.
Gazeteciler imlada hangi kaynakları referans alıyor? 5 haber merkezinde son durum
Bugün Journo’nun en çok okunan içeriklerinden bazıları, noktalama işaretleri başta olmak üzere dil ve yazımla ilgili.
Kuralları ve standartları öğrenmeye yönelik bir kamuoyu talebini gösteren mevcut durum, bu alandaki temel eğitimin yetersizliğine veya dilde birlik çabalarının verimsizliğine işaret ediyor olabilir. Türkçe haberlerde sıkça yapılan yazım yanlışları da bunun bir başka göstergesi olsa gerek.
İstanbullu dilbilimci Aristofanes’in noktalama işaretlerini 2.250 yıl önce neden icat ettiğini ve bunları modern Türkçe’de ilk kez İstanbullu gazeteci İbrahim Şinasi‘nin 1860’da nasıl kullandığını, biraz da bu güncel sorunlara kafa yoralım diye anlatmak istedim.
“Abone” ve “tefrika” gibi gazetecilik terimlerini Türkçe kullanan ilk isim olan Şinasi, Şair Evlenmesi piyesini, Türkiye’nin ilk özel gazetesi olan Tercüman-ı Ahvâl’de imzasız olarak yayımlamıştı.
Şinasi, Osmanlı’nın önde gelen bilim ve eğitim kurullarında görev yapsa da gazete yazılarında siyasi iktidarı rahatsız edecek eleştiriler kaleme almaktan çekinmedi. Sonunda, yasak olmasına rağmen “sakalını tıraş ettiği” gerekçesiyle memuriyetten ihraç edildi.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: