Hallerimiz

Bağımsız gazeteciliğin ilk manifestosu: Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval için yazdığı mukaddime

Şinasi imzalı mukaddime, Tercüman-ı Ahval'in 22 Ekim 1860 tarihli ilk sayısında yayımlanmıştı.

Gazeteci ve edebiyatçı İbrahim Şinasi, bundan tam 163 yıl önce, Tercüman-ı Ahval’in ilk sayısında yayımladığı mukaddime (sunuş veya önsöz) yazısında, Türkiye’de bağımsız gazeteciliğin ilk manifestosunu açıklamıştı. Şinasi, mukaddimede üç önemli tezi dile getiriyordu:

  1. Bir ülkede vatandaşların yasalara karşı sorumluluğu varsa, basın ve ifade özgürlüğü hakları da olmalıdır.

  2. Gazetecilik, eğitimli ve uygar insanların yaşadığı ülkelerde, iktidarın güdümünde olmayan özel gazeteler eliyle gelişir.

  3. Gazeteler, haberlerin ve öğrenilmesinde fayda bulunan diğer bilgilerin topluma yayılması için, halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dil kullanmalıdır.

Journo’da Türkiye’nin ilk gazetelerini anlatırken “Osmanlı döneminde bir Türk’ün çıkardığı ilk özel gazete” olan Tercüman-ı Ahval‘e değinmiştik.

Bu gazeteyi 1860’da Agâh Efendi ile kuran İbrahim Şinasi Efendi‘nin, bu sayede Türkiye’ye ilk kez noktalama işaretlerini öğrettiğini de anlatmıştık.

Bağımsızlık yayıncılık iddiasını taşıyan ilk Türkçe gazete olarak tarihe geçen Tercüman-ı Ahval, 1860-1866 yılları arasında yayımlanan 792 sayısında basın tarihimiz için daha birçok ilke imza attı. Bunlardan bazıları şöyle:

  • Haftanın 6 günü yayımlanan ilk gazete
  • İlk defa halkın rahatça anlayabildiği bir haber dili
  • Haberlerde ilk kez arabaşlık, altbaşlık ve paragraf kullanımı
  • Haberlerinde kaynak gösteren ilk gazete
  • Diğer gazetelerde çıkan haberlerin doğruluk kontrolünü yapan ilk gazete
  • Bir hata yaptığında ertesi gün düzeltme yayımlayan ilk gazete
  • Haber ve diğer içeriklerini ayıran ilk gazete
  • Birçok bayide satılan ilk gazete (İstanbul Şehzadebaşı, Üsküdar, Beşiktaş, Salıpazarı, Kasımpaşa vs.)
  • Abonelik sistemini uygulayan ve Türkiye’nin dört bir yanına postayla ulaşan ilk gazete
  • Her gün reklam tarifesi yayımlayan ilk Türkçe gazete
  • İlk bulmaca 
  • İlk imzalı başyazı
  • Eğitim ve ekonomi alanındaki ilk eleştirel köşe yazıları
  • Türkiye’de siyasi iktidarın kapattırdığı ilk gazete

Birçok ilke imza atan Ceride-i Havadis’e rakip oldu

Tercüman-ı Ahval, Türkiye’deki ilk Türkçe özel gazete olarak ondan 20 yıl önce kurulan Ceride-i Havadis’e rakip olarak çıkarılmıştı.

Türkçe basında ilk defa dış muhabir (1840’ta İskenderiye) ve savaş muhabiri (1854’te Kırım) görevlendiren, ilk ticarî reklamı ve ilanları yayımlayan (20 Ağustos 1840 tarihli 3. sayısında Galata’da bir dükkânda satılan Fransız yapımı duvar kâğıdının tanıtımı), okurlara sağlık önerilerinde bulunan, vefat ilanlarına ve ölenlerin biyografilerine (bugün İngilizce “obituary” deniyor) yer veren Ceride-i Havadis’ti.

Dünyadaki ilk örneklerini Fransız basınında gördüğümüz, “tefrika” adı verilen edebî yazı dizilerini de Türkiye’de ilk kez Ceride-i Havadis gazetesi başlatmıştı.  İngiltere vatandaşı William Churchill’in 1840’ta kurup Osmanlı Devleti’nin desteğiyle çıkardığı bu gazetede, Galata’daki Naum Tiyatrosu’nda oynanan piyeslerin Türkçe çevirilerinin yanı sıra Muhammed Mihri’nin Sudan Seyahatnâmesi tefrika edilmişti.

Rakip olarak karşısına Tercüman-ı Ahval’ın çıkması üzerine Ceride-i Havadis, “Rûznâme” adlı günlük bir ilave yayımlayarak bu alanda da bir ilke imza attı.

Ancak tefrikaları düzenli olarak yayımlayıp popüleştiren, Tercüman-ı Ahval oldu. Bu başarıda, Şinasi’nin yazdığı ve Türk edebiyatının Batılı tarzda ilk tiyatro eseri olarak kabul edilen Şair Evlenmesi adlı komedi türündeki piyesin 1860’ta ilk kez Tercüman-ı Ahval’de tefrika edilmesinin payı büyüktü.

Genel olarak Ceride-i Havadis’in başarısızlığını, Tercüman-ı Ahval’in ise başarısını getiren bir başka önemli unsur, bu yayınlardan ilkinin İngiltere’nin güdümünde görünmesi, ikincisinin ise tam anlamıyla editöryel bağımsızlığa sahip olmasıydı.

Tercüman- Ahval’de Şinasi’nin yazdığı mukaddime: Tam metin

Tercüman-ı Ahval’in büyük boy 4 sayfa olarak yayımlanan ilk 6 ayında başyazarı Şinasi idi. En zengin içeriğe sahip olduğu dönem de budur.

İbrahim Şinasi, 1824 veya 1826’da İstanbul’un Cihangir semtinde doğdu. Yüzbaşı olan babası Mehmet Bey, 1828’te Şumnu’da Rus ordusuna karşı savaşırken öldü. Yokluk içinde bir çocukluk geçiren Şinasi, annesinin daha sonra evlendiği bir binbaşının yardımıyla 15 yaşında memuriyete girdi. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenen Şinasi, çalışkanlığı ve yeteneği sayesinde, basında olduğu gibi memuriyette de hızla yükseldi.

Gazetenin 22 Ekim (bazı kaynaklarda hatalı olarak 21 Ekim yazıyor) 1860 tarihli ilk sayısında Şinasi’nin yazdığı mukaddimeyi (önsöz veya sunuş) günümüz Türkçesi ile hatırlayalım:

  • Madem ki bir sosyal toplulukta yaşayan halkın bunca yasal sorumluluğu var, o zaman elbette sözle ve yazıyla kendi vatanının yararına fikirlerini açıklama hakları da var demektir. Eğer bunun ispatı istenecek olursa, eğitim gücüyle bilinci açılmış uygar milletlerin siyasi gazetelerini göstermek yeterli olabilir.
  • Bu konu, Yüce Devlet (Osmanlı) tarafından da doğrulanmıştır. Tanzimat Yüksek Meclisi‘nin kuruluşu sırasında yasalarla ve düzenle ilgili tasarıların yazılı olarak sunulması için halka resmî izin verilmişti. Hatta Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman olmayan azınlıkların kendi dillerinde hâlâ çıkardıkları gazeteler bile, belki hak ettiklerinden daha fazla özgürdür. Ancak asıl Osmanlı gazetelerine gelince, özel bir gazetenin sürdürülebilirliği konusunda çoğunlukta olan milletten (Türkler) şu ana kadar kimse çaba göstermedi.
  • Fakat şükürler olsun ki kaybedilen haklar yüce adalet sayesinde geri kazanılabildi. Öyle ki Türkçe bir gazetenin yayımlanması isteğiyle geçenlerde sunulan bir dilekçenin içeriğini tasdikleyen Genel Eğitim Meclisi tarafından verilen tutanak üzerine, anlayış sahibi Vekiller Meclisi‘nden de onay çıktı ve bu konuda Padişah’ın izniyle, her defasında bir kopyası, ona layık olmasa bile huzuruna sunulma şerefiyle onurlandırıldı. Bu şekilde, daha önceki teşviklere nazaran daha ateşli olan bu desteklere teşekkür etmedeki aczimiz bu durumumuzdan belli olsa bile yine de bu aczimizi açıkça herkese ilan ediyoruz.
  • Şimdi bu gazete, iç ve dış olaylardan seçilmiş bazı haberler ve çeşitli bilgilerle diğer yararlı konuları yaymak ve dile getirmek için bir araç olacağından, ona “Tercüman-ı Ahval” (Durumun Çevirmeni) ismini uygun gördük. Sözler, amacı ifade etmeye yaradığı gibi, insan zekâsının en güzel icadı olan yazı da sözü anlatma sanatından ibarettir. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dille bu gazeteyi kaleme almak gerektiğini duyuruyoruz.
  • Değil mi Tanrı’nın ihsânı akl-ü kalb-ü lisan / Bu lûtfu etmelidir fikr-ü şükr-ü zikr insan. (Akıl, gönül ve dil, Tanrı’nın insanlara lütfu değil midir? / İnsanlar Tanrı’nın bu lütfunu düşünmeli, ona şükretmeli ve şükrünü ifade etmelidir.)

Başlangıçta yalnız pazar günleri 40 × 55 cm. ebadında çıkan gazete, yoğun ilgi üzerine 25. sayısından itibaren ebadı küçültülerek (20,5 × 31 cm.) haftada 3 gün, daha sonra 5 gün ve 740. sayıdan itibaren cuma hariç her gün yayımlanmıştı.

Şinasi ayrıldı, Tercüman-ı Ahval’in bağımsızlığına gölge düştü

Aynı zamanda bir bürokrat olarak Türkiye’nin ilk resmî pullarını bastıran ve posta kutusu uygulamasını başlatan Agâh Efendi, Şinasi’nin ayrılmasının ardından Tercüman-ı Ahval’ın fiyatı, içerik yelpazesi ve yayın günlerinin yeniden ayarlanması da dâhil birçok idarî değişikliği yaptı.

740. sayısında bir mukaddime daha yayımlanarak Tercüman-ı Ahval’in Osmanlı ülkesinin ilk “millet gazetesi” olduğu hatırlatılmıştı. Bu gazetenin temel amaçlarından birinin “halkın geneline hizmet” olduğu da bu ikinci mukaddimede vurgulanmıştı.

Agâh Efendi habercilikte doğruluğun ve tarafsızlığın önemini vurgulamaya devam etse de, Tercüman-ı Ahval’ı çıkarmaya başladıktan sonra posta, kömürcülük ve vapurculuk gibi alanlardan sorumlu bakanlık koltuklarına oturması, “Türkiye’nin ilk bağımsız gazetesinin” sonraki yıllarda bu iddiayı sürdürmesini zorlaştırdı. Resmî ilan alması da gazetenin bağımsızlığı açısından bir sorun olarak görülebilir. Zaten bu süreçte rakip gazeteler de çıkmıştı. Tirajı çok düşen Tercüman-ı Ahval, 11 Mart 1866’da yayın hayatına veda etti.

Şinasi ilk okur mektuplarını da Tasvir-i Efkâr’da yayımladı

Kuruluşundan sadece 6 ay sonra Tercüman-ı Ahval’i Âgâh Efendi’ye bırakıp kendisi bir matbaa kuran Şinasi ise 27 Haziran 1862’den itibaren burada Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmaya başlamıştı. Yenilikçi yaklaşımını kendisine ait bu yeni gazetede de sürdürdü. Örneğin Tasvir-i Efkâr, Türkiye’de okur mektuplarına yer veren ilk gazete oldu.

William ve Alfred Churchill ile Agâh Efendi’nin aksine Şinasî, gazeteciliği öncelikle ticarî değil, kamu yararına bir iş olarak görüyordu. Diğer gazetelerin ya Osmanlı Devleti’nden ya da İstanbul’daki yabancı büyükelçilerden para alarak çıktığı bir dönemde Şinasî, editöryel bağımsızlığın ekonomik sürdürülebilirliğe bağlı olduğunu bilerek gazetesini abonelik ve reklam gelirleriyle kendi ayakları üstünde tutmaya çalışıyordu. Padişahın 500 altınlık yardımını, “Bu kadar parayla görülecek işim yoktur” diyerek bu yüzden reddetmiş olsa gerek.

Biraz da Şinasî’nin ekonomik bağımsızlıktaki inadı nedeniyle Tasvir-i Efkâr basım teknolojisinde Batı’daki çağdaşlarının gerisinde kaldı. Avrupa’da birkaç saatte binlerce gazete basabilen rotatif makinelerinin icat edildiği çok olmuştu. Şinasî ise evinin bir odasını matbaaya çevirmiş, gece-gündüz ter dökerek gazetesini bizzat yayına hazırlayıp basıyordu. Tasvir-i Efkâr daha sonra, Ceride-i Havadis ve Tercüman-ı Ahval’in da ilk kez yayımlandığı Bahçekapı’daki şekerci Hacı Bekir’in dükkânının karşısındaki bir hana taşındı. 1911-1925 arasında buraya Mimar Kemaleddin’in anıtsal eserlerinden olan Dördüncü Vakıf Han binası inşa edildi. 1926-1938 arasında İstanbul borsasına evsahipliği yapan bu bina bugün otel olarak kullanılıyor:

Siyasî iktidarı hiciv ve eleştirel yorumlarıyla rahatsız eden Tasvir-i Efkâr gazetesi yüzünden Şinasi’nin aynı anda Eğitim Meclisi’nde sürdürdüğü memurluğuna, Sultan Abdülaziz’in emriyle 4 Temmuz 1863’te son verildi.

Basın özgürlüğü ihlallerinin ağırlaşmasıyla Tasvir-i Efkâr’ı Namık Kemal’e bırakıp 1865’te Fransa’ya giden Şinasi, 1869’da İstanbul’a dönebildi. Yurtdışında yayıncılıkta teknolojinin önemini de anlamış olacak ki, basındaki yenilikçi çabalarını dizgicilik tekniği alanına genişletti. Ancak bu çabaları sürerken 13 Eylül 1871’de beyin tümöründen öldüğünde henüz 45 yaşındaydı.

Şinasi’nin uzun yıllar kayıp kalan mezarının, Beyoğlu’ndaki Ayaspaşa Palas binasının bulunduğu bölgede yer aldığı 2021’de açıklandı:

Prof. Dr. İsmail Arda Odabaşı, Şinasi‘yi ve Tercüman-Ahval’deki mukaddimesini, TRT 2’nin “İletişim Arkeolojisi” programında şöyle anlatmıştı:

Tercüman-ı Ahval: Gerçek anlamda bir gazete

Bu gazete özel teşebbüs mahsulü ve devletten destek almadan çıkartılan ilk gazete. Ama belki daha önemlisi, bizde fikir gazeteciliğini başlatan gazete.

Evvelkiler daha resmî nitelikli oldukları için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle “ufukları kendiliğinden daha dar” olan gazetelerdi. Tercüman-ı Ahval ise bugün gazete dediğimiz ve gazete derken anladığımız şeye daha yakın. Gerçek anlamda bir gazete diyebiliriz.

Agâh Efendi ve İbrahim Şinasi Efendi birlikte çıkartıyorlar. Gazetenin sahibi Agâh Efendi. İkisinin de yolu Paris’ten geçmiş, Batı’yı ve Avrupa’yı iyi tanıyorlar. 

Şinasi Efendi, Tanzimat Dönemi’nde, 1849’da Paris’e maliye okumak üzere gönderilen öğrencilerden bir tanesi. Agâh Efendi de oralarda bulunmuş bir isim ve tanışıklıkları var. Birlikte bir gazete çıkartıyorlar.

Sorgulayan, tartışan, gündem oluşturan ilk gazetemiz

Bu üçüncü Türkçe gazete. Yani Takvim-i Vekayi ve Ceride-i Havadis’ten sonra üçüncüsü olmuş oluyor. 1860 senesinde Tercüman-ı Ahval ile birlikte artık basının, matbuat dünyasının rengi değişmeye ve daha farklı bir görünüm almaya başlayacak. Gerçek anlamda sorgulayan, soruşturan, tartışan, toplumsal sorunları gündeme getiren bir gazetecilik anlayışı ortaya çıkmaya başlayacak.

Bunun tabii ki siyasi bir arkaplanı da var. Tercüman-ı Ahval’in, 1876’daki Birinci Meşrutiyet’e kadar giden sürecin önemli bir unsuru olduğunu söyleyebiliriz.  

Şinasi’nin kaleme aldığı önemli bir sunuş yazısı, yani mukaddime var. Orada geçen birkaç satır: “Bir sosyal toplulukta yaşayan halk madem ki bir sürü yasal yükümlülük taşımaktadır, elbette vatanının çıkarlarına dair sözle ve yazıyla fikir açıklamayı, kazanmış olduğu hakların çerçevesi içinde sayar.”

Bu Osmanlı toplumu için yepyeni bir fikir. Yani İbrahim Şinasi Efendi şunu söylüyor: Halkın, sıradan insanların birtakım sorumlulukları varsa, aynı zamanda hakları da vardır. Çünkü halkın yükümlülükleri olabilir; vergi, askerlik gibi… Ama haklar esas olarak monarkta, yani sultanda ve siyasi iktidarda toplanmıştır. İlk kez halkın da hakları ve çıkarları olduğunu dile getiren bir ifade bu.

Tercüman-ı Ahval’i farklı kılan özellikler

Zaten Tercümanı Ahval-i farklı kılan da budur. 1860’lara geldiğimiz zaman artık “efkarı umumiye” yani kamuoyu dediğimiz şey ortaya çıkmış durumda. Sıradan insanları düşünen, bunlar için yayın yapan, bir yandan onların eğitilmesini amaçlayan, bir yandan da onların haklarını savunmaya çalışan yazar, muharrir veya gazetecilerin artık devlet tarafından, toplumun tarafına geçmesi olarak ifade edebiliriz.  

Mukaddime esas meselenin dil olduğundan da bahsediyor. Çünkü odağınız halk olduğu zaman, halkın anlayacağı bir dil kullanmak ve halka ulaşacak iletişim kanallarını yaratmak durumundasınız. Burada da dil meselesi çok önemli bir rol oynayacak.

Gerek Tercüman-ı Ahval’de gerekse Şinasi Efendi’nin 1862’de çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde dil meselesi çok önemli. Çünkü geçmiş çağlarda seçkinlerle halkın kullandığı dil arasında farklılıklar var. Kabaca ifade edersek sarayda ve özellikle yazı dilinde farklı bir dil kullanıyor. Bu dil daha ağdalı, kendine has özellikleri olan, kendine has üslubu olan bir dil. Bu yazı, kitabet dilini sıradan insanlar anlayamıyorlar. Bunu ancak belirli bir eğitimden geçmiş, elit kesime mensup insanlar anlayabiliyorlar. 

1860’lardan itibaren Agâh Efendi’nin ve Şinasi’nin gazeteleriyle birlikte başlayan şey halkla iletişim kurmaktı. Halkla iletişim kurabilmeniz için de halkın kullandığı dili kullanmanız lazım. Yani tamlamalardan, terkiplerden uzak, yabancı kelimelerden, yabancı kurallardan uzak, basit yani anlaşılması kolay olan bir dil.

Bu bütün dünyada da böyledir. Yani yazı diliyle konuşma dilinin birbirine yaklaşması böyle olur. Bugün mesela devlet kurumunun bir yazılı metnini ortalama eğitim almış bir insan kolayca anlar, ama geçmişte bu böyle değildi. Şinasi Efendi’nin vurgusu da buna: Halkın anlayacağı bir dille gazete çıkarmak. 

İkinci Mahmud “Sâde bir dille yazın” demişti

İkinci Mahmud’un da bu konuda duyarlılığı olduğunu biliyoruz. Takvim-i Vekayi’nin başında bulunan Vakanüvis Mehmet Esat Efendi’ye sâde yazması konusunda bir takım uyarıları var.

Ama dil dediğimiz şey bir organizma, o kadar kolay değişmiyor. Esat Efendi’nin de daha sâde bir dile meyili olmakla birlikte bunu yapamıyorlar. Sultan İkinci Mahmud’un isteği var ama halkın diline yeterince yakın bir dil kullanılmıyor.

Ceride-i Havadis’te biraz daha sâdeleşme başlayacak. Aslında ne kadar gerçek anlamda bir gazete oluyorsanız o kadar da diliniz halkın diline benzemeye başlıyor, çünkü sonuç itibarıyla bir kitle iletişim aracının doğası gereği kitleye ulaşması gerekiyor. Bunun için de en önemli kanal zaten dil. Dil konusunda anlaşamıyorsanız zaten iletişim yok demektir. 

Tercüman-ı Ahval’de yazarlar genel olarak aydınlardan oluşuyor olsa da devlet memuriyeti meselesi tam olarak bitmiş değil. Örneğin Agâh Efendi sonraları posta nazırı (bakan) oluyor, hatta bizdeki ilk posta pulunu basan da odur. Şinasi Efendi’nin memuriyeti devam ediyor ama sonrasında azledilecek çünkü muhalif ve daha eleştirel bir tavrı var ve bundan rahatsız olan kesimler var. Hatta 1865 senesinde tutuklanacağından korkarak Paris’e kaçıyor. 

Tercüman-ı Ahval’in mizanpajı:  Büyük başlıklar, ara başlıklar…

Evvelki resmî ve yarı resmî gazetelerden farklı olarak Tercüman-ı Ahval’de mizanpaj değişti. Takvim-i Vekayi’nin ve Ceride-i Havadis’in başlıkları az sayıda ve daha sönük, iyi görünmeyen başlıklardı. Daha çok resmî bir içerik taşıyorlardı. Tercüman-ı Ahval’e baktığımız zaman daha büyük başlıklar kullanıldığını görüyoruz. Arabaşlıkların, altbaşlıkların kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Bunlar hep okumayı kolaylaştıran unsurlar. Noktalama kullanımı da yavaş yavaş başlıyor.

Şinasi’nin mukaddimesinin imzalı olarak basılmasıyla imzalı başyazı geleneği de başlıyor. Bu bireyselleşmenin de bir ifadesi. Daha önceleri Ceride-i Havadis’te sadece Münif Paşa’nın “Münif” şeklinde imzası var ama başmakaleleri yazan başmuharrirler imza kullanmıyorlardı.

Tercüman-ı Ahval’in içeriği: Siyaset, ekonomi, sanat, eğitim…

Gazetenin içeriği değişiyor. Artık daha geniş bir ufku var. Ekonomiden, sanattan, edebiyattan, tiyatrodan, siyasi konulardan, eğitim meselelerinden bahsediyor. Örneğin Ziya Paşa’nın eğitim politikalarını eleştiriyorlar.  Bu eleştirel yazı yüzünden gazete 2 hafta kapatılıyor. Tercüman-ı Ahval ilk kapatılan gazete olarak basın tarihimizden payesini alıyor

Tercüman-ı Ahval’de tefrika geleneği başlayacak. Tefrika da gazeteciliğin önemli unsurlarından biri. Bugünkü televizyon dizilerinin atası; edebiyat, roman ve hikâye tefrikalarıdır diyebiliriz. Gazetedeki edebi tefrikalar daha sonra sinemadaki seri filmlere radyo dizilerine ve bugünkü televizyon dizilerine uzanacak. Ve bunların hepsi aslında aynı gelenekten gelirler ve aynı mantığı içerirler.

Tarihimizin ilk basın polemiklerinden biri

19. yüzyılda esas olarak tefrikanın bir Fransız buluşu olduğunu söyleyebiliriz. Bu satışları da çok etkileyen bir unsur. Yani kitle gazeteciliğinin en önemli enstrümanlarından biridir tefrika. Çünkü merakı ayakta tutup okuyucunun bir sonraki sayıyı almasını sağlar. Okur sayısını artırmada önemli bir faktördür.

Şinasi’nin Şair Evlenmesi’nin öneminin altını çizmek lazım. İlk tefrikalardan biri. Tercüman-ı Ahval’e okur sağlayan, sürüm yaptıran bir tefrika. Aynı zamanda bizim ilk tiyatro eserimiz. Yeni fikirleri içinde barından, nispeten halkın dilini kullanan, dolayısıyla daha halka yönelik ve malzemesini halktan almış bir eser. İçerik anlamında da, şekil anlamında da önemli bir yeri var.

Aynı zamanda polemik sebebi de oluyor. 1860’ta Tercüman-ı Ahval çıktığında Ceride-i Havadis’e bir rakip çıkmış oluyor. İki gazete arasında rekabet oluşuyor. Ceride-i Havadis’te Şair Evlenmesi’ni “koca karılara has masal” şeklinde değerlendiriyorlar. Hatta Tercüman-ı Ahval kapatıldığında da Ceride-i Havadis bu olaya olumlu bir şekilde yaklaşıyor. Bunlardan dolayı da bir polemik oluşacak, bu da ilk polemiklerimizden bir tanesidir. 

Tasvir-i Efkâr, o güne kadarki gazetelerin en kalitelisiydi

Şinasi Efendi, Tercüman-ı Ahval’de 6 ay çalıştıktan sonra gazeteyi bırakıyor ve yeni bir gazete kurma başvurusunda bulunuyor. Hazırlıkları biraz uzun sürecek. 1862’in haziran ayında Tasvir-i Efkâr-ı çıkarıyor. Bu gazetede ilerleyen süreçte Namık Kemal de var.

Tasvir-i Efkâr aslında Tercüman-ı Ahval’in başladığı şeyi daha ileri götüren bir gazete. İsmine de baktığımız zaman, efkâr fikir kelimesinin çoğuludur. “Fikirlerin tasviri” anlamına geliyor, yani fikir gazeteciliği yapacağını burada ifade etmiş oluyor.

Bu gazete aslında o zamana kadar çıkan gazetelerin en kalitelisidir diyebiliriz. Tercüman-ı Ahval için söylediğimiz şeyleri daha ileri götürüyor. Başlıklar, ara başlıklar, daha sâde bir dil kullanılması, içeriğin çeşitlenmesi, yabancı dillerden çeviriler, siyasetle ilişkili konular, iktisat, edebiyat, ahlâk konusu, fenler, ilimler gibi içerik açısından oldukça zengin. Bu yüzden de ilgi görüyor. Tercüman-ı Ahval de ilgi gören bir gazete. Bunlar zaten daha evvelki gazetelerin o dar sınırlarını aşıp bugünkü anlamda gazeteye dönmüş olan gazeteler. 

Şinasi, dizgideki harfleri de sâdeleştirdi

Gazetenin üretiminde mürettiplerin yaptığı dizgi işlemi çok önemli bir aşama. Normalde tertip yapılırken Osmanlı Türkçesi ile 500 civarında şekil kullanılıyor. Çünkü Osmanlıca’nın yapısı gereği harfler kelimenin başında farklı, sonunda farklı, ortasında farklı yazılıyor. Dolayısıyla tertip ederken dizgide kullanacağınız şekil sayısı 500 yüz civarında ve henüz mekanik olan basım tekniği olmadığı için hepsi tek tek diziliyor. Bunu basitleştirmek için hurufat sayısını, yani harflerin sayısını azaltmak lazım. Şinasi bunu yapıyor ve bu sayıyı 112’ye indiriyor ve dizgi süreci hızlanıyor.

Hatta daha sonralarda Ebuzziya Tevfik Bey, Şinasi’yi eleştiriyor. “Nefaseti bozdu” [basılı yazıyı çirkinleştirdi] diyor. Çünkü işi yapmak kolaylaştı ve her köşe başında matbaa açılır oldu.

Ebuzziya Tevfik Bey de çok önemli matbaacılardan bir tanesi. O da Tasvir-i Efkâr çevresinde yetişmiş bir isim. Ebuzziya Tevfik Bey’in önemli özelliklerinden biri aslında hayatını matbaayla kazanma yoluna girmiş ve bunda da başarılı olmuş bir isim olması. Matbuat kapitalizminin geliştiğini gösteren önemli bir emaredir Ebuzziya Tevfik Bey’in yaşamı.

Ebuzziya Tevfik’in Şinasi’ye karşı bu tespiti çeşitli şekillerde yorumlanabilir. Ama şunu söylemek lazım: Matbaaların ne kadar çok arttığını vurguluyor. Bu işi gerçekten büyük  bir titizlikle yapanlar var. Nefasetine, yani şıklığına dikkat edenler var. Gerçekten de Ebuzziya Tevfik’in bastığı kitaplara, dergilere baktığınız zaman çok kaliteli ve nitelikli. Ama hiç böyle olmayan matbaalar da var. Bu biraz bunlara yönelik bir eleştiri gibi görünüyor.

Tasvir-i Efkâr’daki ilk okur mektupları

Tasvir-i Efkâr’daki okur mektuplarına da değinmek lazım. Okur mektubu demek bir yayınla okuru arasında ilişki kurulması demek. Bu da yeni bir şeydi. Daha önce matbu bir ürünün okurla doğrudan iletişim kurması olan bir şey değildi. Zaten matbu yayınlar da azdı. Okur mektubu hem okurla ilişki kurması anlamına geliyor, hem de sıradan insanların meramını anlatabilecekleri bir kürsü olduğu anlamına geliyor . Orada şikâyetlerini, fikirlerini, farklı duygularını dile getirebiliyorlar. Bu da en başından beri söylediğimiz Tercüman-ı Ahval’in, Tasvir-i Efkâr’ın ve özellikle Şinasi Efendi’nin Fransız Devrimi’nin de etkisiyle halka yöneldiğini gösteren bir unsur. 

Tasvir-i Efkâr’da modern bir gazetede bulabileceğimiz neredeyse her şeyi bulabiliyoruz. Özellikle de içerik olarak. Namık Kemal döneminde daha da siyasileşecek. Yeni Osmanlılar Cemiyeti dediğimiz cemiyetin de beşiğidir Tasvir-i Efkâr. 1876’da Birinci Meşrutiyet’in ilanıyla idarehanelerinin artık siyasî, düşünsel, ideolojik yerler hâline geldiğini görüyoruz. Gazetelerin artık dördüncü kuvvet olmaya başladığını görüyoruz. 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: BASIN TARİHİ

1894 İstanbul depremi: Gazetelerdeki komplo teorileri, sansür ve propaganda

İlk Türk kadın gazeteci: Selma Rıza

Ahmet Mithat Efendi: 40 beygir gücünde yazı makinesi

Gazeteci Teodor Kasap’ın inanılmaz ama gerçek hikâyesi

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten