Kritik

Vampir yeniçeriler: Osmanlı’nın ilk “Dezenformasyon Bülteni” siyasî propaganda için kullanılmıştı

İllüstrasyon: Serdar Çalışkan*

Türkiye’deki ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi’nin 6 Ekim 1833 tarihli sayısında yayımlanan bir haberde, Edirne yakınlarındaki Tırnova’da bir mezarlıkta yatan Tetikoğlu Ali Alemdar ve Abdi Alemdar adlı iki eski yeniçerinin hortladığı öne sürülüyordu. Habere göre kasaba halkının şahit olduğu paranormal olaylar üzerine Müslüman yetkililerden izin alınarak çağrılan Hristiyan “exorcist” Nikola cesetleri yakıp ‘cadı terörü’ne son vermişti.

“Tırnova Cadıları” vakası, Sultan İkinci Mahmud’un dezenformasyonla mücadele için çıkardığını açıkladığı resmî gazetenin, siyasî propaganda ve karalama amacıyla kullanılmasının çarpıcı bir örneğiydi. Modern reformlara karşı çıkan Yeniçeri Ocağı’nı birkaç yıl önce kaldıran Osmanlı devleti, bu ‘vampir’lerin öldükten sonra bile halkın huzurunu kaçırdığı mesajını vererek kamuoyunun desteğini almaya çalışıyordu.

Dünyanın hızla değiştiği 19. yüzyıla girilirken yeniçeriler çok uzun süre önce Osmanlı İmparatorluğu için etkin bir savaş gücü olma niteliğini kaybetmiş, bir yandan devletten askerlik için maaş alıp bir yandan esnaflık yapan bir topluluk hâline gelmişti.

Özellikle son 100 yıldır devletin sırtında bir yük olmalarının yanı sıra halk da yeniçerilerden çok şikâyetçiydi. Yeniçerilik unvanı kullanılarak zorbalık yapılıyor, halkın can ve mal güvenliği tehdit ediliyordu. Hem başkent İstanbul hem taşrada sarhoş yeniçeriler sokaklarda kavga çıkarıyor, “bahşiş” adı altında halkı haraca kesiyor, kendilerine ucuz mal satmayan dükkânları yakıyor, gasp ve hırsızlık yapıyor, kadınları kaçırıp onlara tecavüz ediyor, yangın söndürme bahanesiyle evleri soyuyor, depremlerden sonra yağmacılığa girişiyorlardı. Esnaf yeniçeriler arasında meslekî hile ve usulsüzlük yapanlar, vergi vermeyenler çoktu.

Ortaçağ askerî geleneklerine dayanan Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp, 1789’daki Fransız Devrimi ve ardından gelen Napolyon Savaşları ile Avrupa’da yaygınlaşan modern ordu yapısını kurmak ise bu dönemde giderek zayıflayan Osmanlı Devleti için kolay iş değildi. Yeniçeriler siyasetin, bürokrasinin ve ekonominin her kademesinde mevzilenmişti. Reform girişimlerini henüz fikir aşamasındayken öğrenip şiddetle karşı koyuyorlardı. Sultan Üçüncü Selim, 1807 yılında Yeniçeri Ocağı’na alternatif olarak “Nizam-ı Cedid” (Yeni Düzen) adlı bir ordu kurmak isteyince ayaklanma çıkmıştı. Kabakçı Mustafa’nın önderliğindeki isyancı yeniçeriler, bazı paşaların ve ayaktakımının da desteğiyle saraya yürüyüp sultanı tahttan indirmiş ve sonunda onun öldürülmesine sebep olmuşlardı.

Kendisi çocuk sahibi olmayan Üçüncü Selim, amcasının oğlu Şehzade Mahmud’u şefkat ve ilgiyle yetiştirmişti. Şehzade Mahmud, yeniçeri isyancıların desteğiyle tahta çıkan ağabeyi Dördüncü Mustafa’nın, kuzeni Üçüncü Selim’i boğarak öldürtmesini unutmadı. O gece canını zor kurtaran şehzade, kendisinin de ölüm emrini veren ağabeyi Dördüncü Mustafa’yı 14 ay sonra devirip 1808’de Sultan İkinci Mahmud sânıyla padişah oldu.

İkinci Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığı “Hayırlı Olay”

İkinci Mahmud, ağabeyinin kısa saltanatında devletin tamamen isyancı yeniçerilere bırakılmasından rahatsızdı. Şehzadeliği döneminde onunla öz oğluymuş gibi ilgilenen kendisinden 24 yaş büyük kuzeni Üçüncü Selim’in intikamını da kuşkusuz almak istiyordu. Bununla birlikte İkinci Mahmud, Üçüncü Selim’den çok daha sabırlı ve ihtiyatlıydı. Acele etmeyecek, yeniçerilerle baş edebilecek bir askerî gücü ve siyasî ittifakı sessizce oluşturduktan sonra işe girişecekti.

Nitekim öyle oldu. Modern ve merkeziyetçi bir otokrasi kurmak isteyen İkinci Mahmud, uzun bir süre ülkenin farklı noktalarındaki isyanlarla, savaşlarla, diplomasiyle uğraştı. 17 yıl sonra nihayet en cesur reformu için harekete geçti. Padişah, Avrupa orduları gibi eğitilip donatılan “Eşkinci Ocağı” adlı yeni bir askerî sınıf kurduğunu 1826 mayısının sonunda açıkladı. Yeniçeri ocaklarından kaydırılıp Eşkinci yapılan askerler 12 Haziran 1826’da özel bir törenle eğitime başladı. Ocaklarının yakında tamamen kaldırılacağı söylentisi yayılırken yeniçeriler ertesi gün yine isyan başlattı. Ancak geçen uzun sürede İkinci Mahmud devlette tam hâkimiyet sağlamış, yeniçeriler desteksiz kalmıştı.

Yeniçeriler dışındaki tüm askerî ocakların yanı sıra yargı, eğitim ve din işleri bürokrasisinin de (yani ulemânın) desteğini alan İkinci Mahmud, bir yandan Sancak-ı Şerif’i (halifelik bayrağı) Topkapı Sarayı’ndan çıkararak halkı da yeniçerilere karşı savaşmaya çağırdı. İsyancıların kazan kaldırarak toplandıkları Aksaray’daki Etmeydanı’nda bulunan yeniçeri kışlaları topçu ateşine tutuldu. İki gün içinde binlerce yeniçeri öldürüldü, tutuklandı veya sürgüne gönderildi. Yüzlerce yıllık Yeniçeri Ocağı’nın 17 Haziran 1826’da kaldırılıp yerine ‘Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin (Muhammed’in Zafer Kazanmış Orduları) kurulması “Vaka-yi Hayriye” (Hayırlı Olay) diye adlandırıldı.

Türkiye’nin ilk gazetesi Takvim-i Vekayi, propaganda aracı oldu

İkinci Mahmud, “yeniçerilerin dönüşü” riskini de ortadan kaldırmak gerektiğini biliyordu. Bunun için kapsamlı bir operasyon düzenlendi. Yeniçerilerin uğrak yeri olan kahvehaneler kapatıldı, toplandıkları kışlalar ve Bektaşi tekkeleri yıkıldı, tuttukları defter ve belgeler imha edildi, yeniçerilere ait mezar taşları bile sökülüp parçalandı. Yeniçerilerin belkemiği olduğu eski orduyu hatırlatan savaş bandosu Mehteran’ın kaldırılması ve bugün Osmanlı arşivinde tek bir Mehter marşı notasının bile bulunmaması da bu operasyonun bir sonucudur.

Ama daha önemlisi, yeniçerilerin bir gün geri dönmemesi için halkı ikna etmek ve “eğitmek” gerekiyordu. İkinci Mahmud, bir yandan Avrupa’da basınla birlikte “kamuoyu” denilen kavramın doğduğunu, bir yandan ilk Türkçe gazetenin Osmanlı’dan kopan Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından 1828’de çıkarıldığını ve siyasî propaganda amacıyla kullanıldığını görüyordu. Bu nedenle, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan 5 yıl sonra, 1831’de, bugünkü Türkiye topraklarında çıkan ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi‘yi kurdurdu.

Sultan İkinci Mahmud, bu gazeteyi neden kurdurduğunu Sadrazam Reşad Mehmed Paşa’ya şöyle anlatmıştı:

  • Bak Paşa, Takvim-i Vekayi’nin ilk günkü sayısında bir “Mukaddime” yazılsın. Yazılsın ve şöyle densin: “Son 20-30 yıl içinde olan nice olayları halkıma duyurmak için şahname yazarları, kalemi kuvvetli vak’anüvisler görevlendirildi. Velâkin olanlar bitenler ayrıntıları ile anlatılamadığından, insanlar, Devlet-i Âliye’nin en tabii iç ve dış işlerine akıl erdiremediler. Bununla kalmayıp, birtakım gizli anlamlar verir oldular. Çeşitli kötü ve yıkıcı söylentiler, iftiralar ortada kol gezerdi. İşte bu gazete, bütün bunlara son vermek, yersiz yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için çıkmaktadır. Halkımız, Takvim-i Vekayi’yi okuyarak günlük olayları en doğru biçimiyle öğrenecektir.”

Yani İkinci Mahmud, devlete zarar veren “yalan haberler” diye gördüğü kasıtlı söylentilerin (dezenformasyon) ve yanlış anlamaların (misenformasyon) halk arasında yayılmasını engellemek amacıyla bu gazeteyi kurmuştu. Ancak kısa süre sonra padişahın Takvim-i Vekayi’deki siyasî propagandası da yer yer bir dezenformasyon niteliği kazanacaktı.

“Yeniçerilerin ölüsü bile halka zararlı” mesajı veren haber

Bunun en çarpıcı örneği, İkinci Mahmud’un sürdürdüğü “Vaka-yi Hayriye” operasyonu kapsamında yeniçerileri “öcü” olarak gösterip halkın onlara nefretini körüklemeyi amaçlayan 6 Ekim 1833 (Hicri takvimde 21 Cemaziyelevvel 1249) tarihli bir haberdir.

Prof. Dr. İlber Ortaylı, “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı kitabında, Takvim-i Vekayi’nin 68. sayısında çıkan o haberle ilgili şöyle diyor:

  • Devletin ideolojisi anti-yeniçeriydi. Uzun zaman, yeniçerilerin dirisi yanında ölüleri bile kinle anıldı. Takvim-i Vekayi’de 1833 yılındaki bir nüshada Tırnova’da hortlayan ve vampirlik yapan iki yeniçeriyle ilgili uydurma bir haberi, devletin resmî yayın organı verebiliyordu.**
1833 ekiminden bir Takvim-i Vekayi nüshası

Edirne’nin 170 kilometre kuzeybatısındaki Tırnova, nüfusunun yaklaşık yarısı Müslüman olan bir kasabaydı. Balkan dağlarının kuzey yamaçlarına kurulan, 14. yüzyıl sonuna kadar İkinci Bulgar Krallığı’na başkentlik yapan ve 19. yüzyıl başında Osmanlı Devleti’nin Niğbolu sancağının kaza merkezi olan bu kasabanın bugünkü Bulgarca adı ise Veliko Tırnovo.

Prof. Dr. Zeynep Aycibin, bu kasabadan bir Osmanlı yerel yetkilisinin ağzıyla nakledilen hortlak olayına değinen makalesinde Takvim-i Vekayi haberini şöyle özetliyor:

  • Bulgaristan’ın Tırnova kazasında yaşanan bir cadı avı haber konusu edilmiştir. Tırnova Naibi (kadı yardımcısı) Ahmet Şükrü Efendi tarafından merkeze iletilen haberde, bazı görünmez yaratıkların evleri basarak ortalığı karıştırdığından, insanların üzerine saldırdığından bahsedilmektedir. Olup bitenlerden dolayı korkuya kapılan Tırnovalılar’dan iki mahalle dolusu insan evlerini başka yerlere taşımak zorunda kalmışlardır. Nihayet bu görünmez yaratıkların “cadı,” ya da günümüzdeki daha popüler adıyla “hortlak” olduğuna karar verilmiş ve hortlakların yattığı yeri bulmakla meşhur Nikola denen bir gayrimüslimin yardımına başvurulmuştur.
  • Tırnova mezarlığında cadı avına çıkan Cadıcı Nikola’nın tespit ettiği mezarlar iki eski yeniçeriye aittir. Mezarlar açıldığında karşılaşılan manzara ise yeniçerilerin çürümemiş cesetleridir. Bedenleri büyümüş, saçları ve tırnakları uzamış, gözleri ise kan dolmuş vaziyettedir. Bütün bu alâmetler her iki yeniçerinin cesedinde kötü ruh barındığını ispatlamaktadır. Kötü ruhlardan kurtulmak için Nikola’nın salık verdiği ilk yöntem cesetlerin karınlarına kazık saplanıp yüreklerine kaynar su dökülmesidir. Ancak yöntem işe yaramamıştır. Bunun üzerine Cadıcı Nikola, cesetlerin ateşe verilmesi gerektiğini bildirmiştir. Şer‘an uygun olduğunun onaylanmasından sonra cesetler yakılmış ve böylelikle Tırnova halkı cadı belasından kurtulmuştur.

Prof. Dr. Ortaylı’nın yanı sıra, “serbest gazetecilerin piri” diye andığımız Reşad Ekrem Koçu da “Tırnova Cadıları” vakasını halkın bâtıl inançlarına oynayan bir yalan haber olarak ele alır.

Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ndeki çizim

Prof. Dr. Aycibin ise bunun tamamen uydurma bir vaka olduğuna şüpheyle baksa da, olayın Takvim-i Vekayi’de siyasî propaganda amacıyla haberleştirilmiş olabileceğini onaylıyor:

  • Nitekim haberin bütününde yeniçerilere yönelik bir düşmanlık açıkça hissedilebilmektedir. Bu iki yeniçerinin hayatta iken yaptıkları kötülükler ile ölümlerinden sonra başlarına gelenler arasındaki bağlantı vurgulanmaya çalışılmıştır. Son kısımda Tırnova halkının ağzından nakledilen, yeniçerilerden zaten öteden beri nefret ettikleri, bu olaydan sonra ise nefretlerinin iki misli arttığı şeklindeki söz özellikle dikkat çekicidir. Bu hâliyle haber, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması esnasında ve sonrasında kendilerine karşı uygulanan sert muamele dolayısıyla yeniçerilerin halk arasında kazanmış olabilecekleri “mazlum” imajını yıkmak için gayet uygun bir araç görünümündedir.

Vampir yeniçeriler” deyince, bu kavramın Osmanlı folklöründeki karşılığının Bram Stoker’ın Dracula’sına pek benzemediğini belirtmek gerekir. Hayattayken gasp, tecavüz ve cinayet gibi suçlar işledikleri vurgulanan iki eski yeniçeri, geceleri mezardan çıkıp insanları boynundan ısırarak kan içmekle suçlanmaz.

Takvim-i Vekayi’deki habere göre hortlayan yeniçeriler, görünmez olup köydeki evleri geceleri birbirine katmakta, eşyaların ve erzakların yerlerini değiştirmekte, birkaç aylık bir bebeği annesinin yatağından oda kapısına kadar çekmekte, insanların üstüne tabak-çanak fırlatmakta, birkaçına saldırıp üstlerine “manda gibi” çökmektedirler.

Sonunda, Tırnova ile Edirne arasındaki yol üstünde en büyük kasabalardan olan İslimiye’den (bugünkü adı Sliven) çağrılan Cadıcı Nikola 800 kuruşluk ücret karşılığında “şeytan çıkarma” (exorcism) işini üstlenir.

“Çok şükür kasabamız cadı şerrinden kurtuldu”

Haberin bu bölümünü aktaran Koçu’dan, Nikola’nın, “ouija” veya “cadı tahtası” diye bilinene benzer bir araç kullanarak cesetleri bulup mezardan çıkardığını öğreniyoruz:

  • Bu adamın elinde resimli bir tahta vardı. Mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzerinde çevirir, resmi hangi mezara bakarsa cadı o mezardaki kötü ruhmuş (ruh-i habis). Büyük bir kalabalıkla mezarlığa gidildi. Resimli tahtayı parmağında çevirmeye başlayınca resim, sağlıklarında Yeniçeri Ocağı’nın kanlı zorbalarından olan Tetikoğlu Ali Alemdar ile Apti Alemdar denilen iki şakinin (eşkıya) mezarlarına karşı durdu.

Birçok suçtan hükümlü iki yeniçerinin “ocakları lağvedildiği zaman her nasılsa yaşlarına riayet olunarak cellada verilmediği, ecelleriyle öldüğü, ancak sağlıklarında yaptıkları yetmemiş gibi şimdi de halka kötü ruh olarak musallat oldukları” haberde vurgulanır.

Habere göre Nikola, kasaba halkının gözleri önünde iki cesedin göbeğine birer ağaç kazık sapladı, kalplerini çıkarıp kızgın suda haşladı. Bunların “etki etmediği” görülünce bu kez Müslüman dinî yetkililerden izin alınıp yeniçerilerin cesetleri mezarlıkta yakıldı ve “çok şükür kasabamız cadı şerrinden kurtuldu.”

Bu haber, birçok tarihî bilgiyi ilk kez kayıtlara geçirdi

Daha önceki ve daha sonraki yıllarda da Osmanlı kayıtlarına yansımış “cadı” olayları olsa bile, 19. yüzyılda Türkçe bir gazetede yayımlanmış bu tür tek haber olması, 1833 sonbaharındaki Tırnova vakasını özel kılıyor.

Dezenformasyonla mücadele bahanesiyle dezenformasyon yapılmasının yahut en azından siyasî propaganda amaçlı sansasyonel haberciliğin Türkçe ilk örneğinin Takvim-i Vekayi’deki “Tırnova Cadıları” haberi olduğunu söyleyebiliriz.

Ayrıca Osmanlı cadılarının görünmezlik yeteneği, “cadıcılık” diye bir mesleğin varlığı ve hortlaklardan kurtulma yöntemi olarak kalbin kaynar suda haşlanması da ilk kez bu haberde karşımıza çıkıyor.

Özetle, Takvim-i Vekayi’deki “Tırnova Cadıları” haberiyle Sultan İkinci Mahmud, “Vaka-yi Hayriye” operasyonunun propaganda ayağında, Osmanlı kamuoyuna uyarı niteliğinde bir mesaj vermişti: “Bir zamanlar hepimizin başına bela olan yeniçerilerin hortlamaması için şimdi devlet ve halk olarak hep beraber çalışmalıyız.”

Journo’nun notu:

* Yazının girişindeki illüstrasyon, Serdar Çalışkan’ın şu sayfada yayımladığı “Vampire Janissary” başlıklı konsept çalışmasıdır. Eserinin bu içerikte yayımlanmasına izin verdiği için Çalışkan’a teşekkür ederiz.

** Bu içeriği hazırlarken, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı kitabında Takvim-i Vekayi’deki haberin tarihini 19 Rebiülevvel 1249, Reşad Ekrem Koçu’nun ise “Tarihimizde Garip Vakalar” kitabında aynı tarihi 19 Rebiülahir 1249 olarak verdiklerini saptadık. Hakemli dergilerdeki yayınlarda ise 21 Cemaziyelevvel 1249 (miladî takvimde 6 Ekim 1833) tarihi veriliyor. Takvim-i Vekayi’nin bu aylarda çıkan sayıları dijital arşivlerde yer almadığından birinci elden teyit etmemiz mümkün olmasa da, çok sayıda akademik çalışmada (örneğin 1 ve 2) verilen bu son tarih doğru görünüyor. Gazeteci ve tarih yazarı Murat Bardakçı da 2012’de Tırnova Cadıları haberini ele aldığı yazısında 21 Cemaziyelevvel 1249 tarihini vermişti.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: BASIN TARİHİ

Türkiye’nin ilk gazeteleri: Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis ve Tercüman-ı Ahval

Baba Tahir: Yalan habercilerin, gizli reklamcıların, saray jurnalcilerinin ve medyamızdaki ihale takipçilerinin atası

Türkiye’nin gazetecilikten gelen ilk başbakanı, uzun cümlelere savaş ilan etmişti

İlk Türk kadın gazeteci: Selma Rıza

Bağımsız gazeteciliğin ilk manifestosu: Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval için yazdığı mukaddime

135 yıl önce İstanbul’da bir gazeteci aylık maaşıyla 80 kilo kahve alabiliyordu

Dezenformasyon yapan Dezenformasyon Bülteni: Hedef bağımsız medya

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten