Söyleşi

Ana akım medyanın sonu, Doğan’ın Hürriyet’i satın almasıyla başladı

Hürriyet gazetesinin 77 yıllık yayın hayatının dörtte birine içeriden tanıklık eden gazeteci Ali Dağlar, ‘ana akım medyanın sonu’nu ele aldığı doktora tezini kitaplaştırdı. Son 4.5 yılına şahit olduğu Simavi döneminin “ana akım medyanın ruhuna en çok yakışan dönem” olduğunu söyleyen Dağlar, “sonun başlangıcı” olarak Aydın Doğan’ın Hürriyet’i satın almasıyla uygulanan sendikasızlaştırma sürecini gösteriyor. Dağlar’a göre meslek bugün yeniden formatlandı” ancak YouTube usûlü kulis haberciliğini “gazetecilik mesleğiyle özdeşleştirmek mümkün değil.”

Ali Dağlar’ın İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Ana Bilim Dalı’nda hazırladığı doktora tezi, “Basının Amiral Gemisi Hürriyet Gazetesinin El Değiştirme Sürecinde Anaakım Medyanın Sonu ve Basın Özgürlüğü Sorunu” başlığıyla Nobel Kitap tarafından yayımlandı

Uzun yıllar Hürriyet gazetesinde çalışmış kıdemli adliye muhabirlerinden Dağlar, 238 sayfalık kitapta, darbe yıllarından plazalaşma sürecine dek Türkiye’de medyayı derinden etkileyen kritik dönemeçleri irdeliyor. Geçmişten günümüzde bir medya analizi sunan Dağlar, bu kitapla ilgili sorularımızı Journo takipçileri için yanıtladı.

‘Ana akım medya’nın anlamı

Habercilikten gelme gelenekle kitabınız için dikkat çekici bir bir başlık seçmişsiniz. Sözkonusu başlığı seçme nedeninizi nedir?
Ana akım medya çok satar, geniş kesimlere ulaşır, her kesimden insanın ortak beğenilerini ifade eder. Daha özet ve sade dille haber yapar ve görsele önem verir. Batılı anlamda kitlesel gazeteciliği ifade eder. Bizde de Hürriyet gazetesi bunun en tepe noktasındaydı. 

Holdingleşme, tekelleşme sürecinde ana akım medya birkaç grubun çatısı altına toplandı. Burada önemli olan asgari düzeyde bile olsa editöryel bağımsızlığa sahip olabilmek. Bu ana akım medya dediğimiz olgunun içinde mevcut.

Özetle güç odaklarına, siyasi odaklara belli mesafede durabilen bir medyadan bahsediyoruz. Doğal olarak ana akım medyanın gerilemesi beraberinde basın özgürlüğü sorununu ve tiraj kaybını getirir. Aslında 1980 askeri darbesinden bugüne değin uzanan bir süreçten bahsediyoruz. Bu gerekçeyle kitaba bu başlığı verdim.

Siz ana akım medyada haber üreten kıdemli muhabirlerden biriydiniz. Şimdi akademisyen kimliğiyle “karşı sahayageçip gazeteyi bilimsel açıdan ele almak sizi eleştirilerden muaf tutar mı? Sonuçta haberin mutfağındaydınız…
Yetmiş yıllık bir gazeteden bahsediyoruz. Hürriyet gazetesinin dörtte birlik bölümüne bizzat tanık olmuş bir isimim. Gazetenin habere yaklaşım politikalarını ben de çok eleştirdim. Sonuç olarak ana akım medyanın tanınmış isimlerinden biri olarak bulunduğum kurumda devam etmek durumundaydım. Bu doğrultuda fazla idealist bir yaklaşım sergileyemezdim. Ana akım medyada sizin ideolojik söyleminiz haberinize yansımaz, çünkü editöryel süreç vardır. Sokağa çıktığımızda tabii ki haberlerimizle ilgili eleştirilerle karşılaşıyordum…

Sermaye tarafından sendikasızlaştırılan basın

Meslekten gelen Simavi ailesiyle de, işadamı Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Doğan Medya Grubu’yla da çalıştınız. Bir kıyaslama yapacak olursanız neler söylemek istersiniz?
Ana akım medyanın ruhuna en çok yakışan dönem Simavi dönemidir. Çünkü 1946 seçimleri ve çok partili döneme geçiş sözkonusu. İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkılmış, batıya yakınlaşma ve görece olarak bir özgürlük ortamı var. İşte bu bahsettiğimiz süreci de içine alan 1948 yılında Hürriyet gazetesi yayın hayatına başladı. Yeni bir gazetenin doğuşu tesadüf değil… Bu yüzden Hürriyet gazetesini ana akım medya kavramı içerisine alıyoruz. Gazete görsele ağırlık veren bir formatla piyasaya çıktı, halk katmanlarına yakın bir habercilik algısı benimsedi ve toplumun her kesimine hitap etmeyi başardı. Bunun en önemli göstergelerinden biri de 3 ay içerisinde 100.000’i aşkın tiraj yakalaması.

Simavi döneminin son 4.5 yılına tanık oldum. Sonrasında gazete, sermayenin, yani Aydın Doğan’ın eline geçti. Belli bir kurumsallığın içerisinde olduğumuz için ilk başta olacakları kestiremedik. Fakat Doğan Grubu gazeteyi satın alır almaz sendikalı gazetecilere baskı yapılmaya başlandı ve gazeteciler toplu istifaya zorlandı. Neredeyse herkes istifa etti. Biz 4 arkadaş sendikada kalma konusunda direndik. Kitlesel istifalar yaşanınca birkaç kişinin sendikalı olması çok önemsenmedi. İsmi tanınan başarılı polis-adliye muhabiriydim, dolayısıyla 2015 yılında gazeteyle ilişiğim kesilene kadar sendikalı olmaya ve çalışmaya devam ettim.

Kitabınızda 1980 darbesinin apolitik bir ortam yarattığından bahsediyorsunuz. Yine sayfalar arasında basının en büyük sorunlarından birine değiniyorsunuz: Kadrosuz ve özlük haklarından yoksun çalıştırılan binlerce gazeteci…
Sadece Aydın Doğan döneminde değil, Simavi döneminde de “Basın Yasası” olarak adlandırılan ve gazetecilere özlük haklarını veren 212 sayılı yasa uyarınca çalıştırılmak pek mümkün değildi, yöneticinizin takdirine bağlıydı. Aynı bölümde birlikte okuduğumuz ve mezun arkadaşlar Simavi döneminde de kadrosuz çalıştılar. 90’lı yıllar gazetecilerin özlük haklarını her anlamda olumsuz etkiledi.

Ali Dağlar

Ana akım medyanın yıpranması 70’li yılların sonunda başladı

Sermaye ne zaman basın üzerinde tahakküm kurmaya başladı?
Sermayenin ana akım medyaya girişi Simaviler ile başladı. 70’li yıllarda gazetecilik dışında ticari faaliyete yöneldiler. Mesela gurbetçilerle bağlantılı olarak kooperatifçilik ve beyaz et ticareti yaptılar. Bu noktada neoliberal düzenin etkisinden bahsetmek pek de yanlış olmaz. Dolayısıyla ana akım medyada yıpranma, sanılanın aksine, gerçek anlamda 70’li yılların sonuyla birlikte başladı. 90’larda plazalara taşınma süreciyle ivme kazandı. Masabaşı gazeteciliği ön plana çıktı. Gazeteler şirket mantığıyla yönetildi ve insan kaynakları bölümleri kuruldu. Basına, kâr getiren bir iş olarak bakılmaya başlandı.

Kitabınızda ‘Basın Birliği’nden bahsediyorsunuz… Bizlere konuyu ana hatlarıyla özetler misiniz?
Cumhuriyet’in kuruluş yılları oldukça sancılı yıllar. Yeni bir ülkenin temelleri atılıyor ve Takrir-i Sükûn yasasıyla basın kontrol altına alınıyor. Bu örneği “kontrolü” tolere etmek bağlamında vermiyorum… 1930’lu yıllarda “Basın Birliğidenen bir kurum ortaya çıktı. Akademide birlik fikrinin Nazi Almanyası’ndan esinlenildiği sıkça ele alınır ve bu doğrultuda eleştiriler vardır. Birliğin amacı basını denetlemektir. Öyle ki bırakın haber yapmayı, birliğe dâhil değilseniz herhangi bir yayın bile yapamazsınız.

Çok partili sürece geçiş yıllarıyla birlikte Basın Birliği işlevsiz kaldı ve Sedat Simavi’nin de ön ayak olmasıyla Gazeteciler Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı gazetecilerin dayanışma içerisinde olması ve birlikte hareket etmesiydi… Fakat amacına tam anlamıyla ulaşamadı. Basın Konseyi’nin de kurulmasıyla cemiyet işlevsiz hâle geldi.

Merkez siyaset 1990’larda çökerken merkez medyada da “çöktü”

Yine kitapta en dikkat çekici bölümlerden biri anayasalarla ilgili bölüm, özellikle 1961 Anayası’na yaptığınız atıflar. Anayasa değişikliklerinin basına yansımaları nasıl oldu?
1921 Anayasası’nda basınla ilgili hiçbir madde yok. Anayasal düzlemde gazeteciliğin de içerisinde dâhil edildiği yasalar 1961 Anayasası’ndan sonra çıktı. Mesela 212 sayılı Basın Yasası ile, kâğıt üzerinde bile olsa gazeteciliğin özlük hakları geri verildi. Bu yüzden çok sayıda yeni yayın piyasaya çıktı. 

212 sayılı yasada patronların hoşuna gitmeyen pek çok ayrıntı mevcuttu. Protesto için 3 gün gazetelerin baskıyı durdurduğunu görüyoruz. O dönemde gazeteciler benzeri görülmemiş bir dayanışma gösterip “Basın Gazetesi ismiyle bir gazete yayımlıyorlar…

1982 Anayasası ise toplumu kontrol altına almaya çalışan bir anayasa ve ne yazık ki etkileri bugüne değin devam ediyor.

Yakın tarihe damga vuran darbeli yılları de kitapta ele alıyorsunuz. Bu bölümde en dikkat çekici olan kısım 1997’de başlayan 28 Şubat Süreci. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
28 Şubat sürecine post-modern darbe olarak nitelendirilmektedir.. Hürriyet gazetesi başta olmak üzere Doğan Grubu bu doğrultuda kötü bir sınav verdi. Askerden alınan bilgilerle sürecin hazırlanmasına zemin hazırlandı. İslamî olarak kodladığınız iktidar yapısını uzak tutmaya çabalarken demokrasiden tavizler verildi ve merkez medya hırpalandı. Bir yanda merkez siyaset çökerken beraberinde merkez medya da çöktü.

Doğan Medya Grubu’nun en tepesindeki isimler son yıllarda [belki otosansürle de olsa] kitaplar kaleme alıyorlar. Bu kitaplar hakkında düşünceniz nedir?
Üst düzey isimlerin geçmişe yönelik günah çıkarttığını görüyoruz, fakat bugüne gelinmesinde rolleri çok büyük. Gazetecilik adına sınavı ne kadar düzgün verebildiler? Asıl bu soruyu kendilerine sormaları gerekiyor.

“Meslekte devam edebilmek adına çok çaba sarf ettim ama…”

Sıcak gündemin içerisindeyken birçok gazeteci gibi akademiye yöneldiniz, peki neden?
Son güne kadar gazeteciliği büyük bir heyecanla yaptım. 2011 yılında emekli oldum fakat 2015 yılına kadar çalıştım. Dibe doğru gidişin farkındaydım çünkü muhabirler üzerinde de baskı vardı. [Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu] TMSF eliyle medya kuruluşlarının yandaş kuruluşlara devredilmesiyle birlikte pek çok meslektaşım gibi çalışabileceğim gazete kalmadı. İnternet gazeteciliği de yaptım. Meslekte devam edebilmek adına çok çaba sarf ettim ama sonuç ortada. 

Yüksek lisansım vardı, dolayısıyla makas değiştirip akademiye geçtim. Yine uzmanlığım olan iletişim alanında kaldım. Akademiye geçerken çok şey yapabileceğimi düşündüm, sahada da kendimi ispatlamıştım. Fakat yaşanan sürecin yıkıcı etkileri akademide de mevcut…  

Son olarak şunu sormak isterim: Meslekten gazeteciler işsiz kalırken ünlü spikerlerin, sahadaki muhabirlerin yerini aldığını görüyoruz. Sizce nedir bunun nedeni?
Saha gazeteciliği kan kaybedince kulis haberciliği ön plana çıktı. Kulaktan dolma bilgilerle habercilik olmaz. Kulis haberciliği de “check” etmeyi gerektirir, dolayısıyla gazetecilik yeniden formatlandı diyebiliriz. Kamuoyunda spikerler haber yapıyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Bunu gazetecilik mesleğiyle özdeşleştirmek mümkün değil.

Ali Dağlar kimdir?

Ali Dağlar, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını aynı üniversitede yaptı. Sonrasında Adalet Yüksek Okulu’nu bitirdi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora eğitimini tamamladı.

Çeşitli ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde makaleleri yayımlandı. Hürriyet gazetesinde 27 yıl adliye muhabiri ve uzman yargı muhabiri olarak çalıştı. Özel haber dosyaları hazırladı, röportajlar yaptı. Araştırmaları gazetecilik örgütleri tarafından ödüllendirildi. Bu süreçte araştırmaları üç ayrı kitap halinde yayımlandı.

Dağlar 2025 itibarıyla bir vakıf üniversitesinde iletişim alanında ders veriyor. Ayrıca, medya alanında resmî adlî bilirkişilik yapıyor. Sürekli sarı basın kartı sahibi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği üyesi.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

Murat Yetkin: Mesleğimi yapabilmek için işi bıraktım

Vercihan Ziflioğlu

Uzun yıllar ulusal ve uluslararası medyada görev yaptı. Başta İsveç olmak üzere çeşitli ülkelerden gazetecilik ödülleriyle onurlandırıldı. Röportajlarıyla, Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından çeşitli yıllarda verilen iki ödülün sahibi oldu. Farklı disiplinlerde ve dillerde 10 kitap kaleme aldı. Eserlerinin birkaçı yabancı dillere tercüme edildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi.

Journo E-Bülten