Dosya

Fikri takip: Edirne’de göçmenleri izleyen gazeteciler anlatıyor

Fotoğraf: Emrah Temizkan
“Türkiye, Yunan sınırındaki zıtlaşmada geri adım attı.” New York Times gazetesinin 13 Mart tarihli haber başlığı böyleydi. Ankara, Suriye’ye yönelik yeni askeri operasyonla birlikte Yunanistan sınırına yönelttiği on binlerce göçmeni sessiz sedasız “geri çekmişti.” Göçmenlerin küçük bir bölümü Yunanistan’a geçmeyi başarırken kalanlar otobüslerle İstanbul’a döndü. Bu süreci haberleştirmek isterken gözaltına alınan çok sayıda gazeteci arasında yer alan Rudaw muhabiri Rawin Sterk ise hâlâ tutuklu…
Gündeme damga vuran koronavirüs haberleri nedeniyle unutulanları, sınırdan kişisel izlenimlerle aktarıyoruz. Gazeteci Tunca Öğreten’in ifadesiyle Edirne’de gazeteciler arasında yaşanan kavga, “Türkiye’de hakikat gazeteciliğinin bitip yerini magazin ve devlet propagandası temelli haberciliğin aldığını bir kez daha gözler önüne sermesi açısından önemliydi.”

Türkiye’nin geçen ay sonunda aldığı sınır geçişlerini engellememe kararı sonrasında sığınmacılar Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşmak için Edirne, Çanakkale ve Balıkesir’in çeşitli noktalarına gitti.

Ulusal ve uluslararası basın temsilcisi birçok gazeteci de 28 Şubat sabahı sığınmacıların olduğu bölgelerdeydi. Gazeteciler, Çanakkale ve Balıkesir’de deniz geçişini, Edirne’de ise hem deniz hem de kara geçişini takip etti.

Sürecin başladığı o günden bu yana 20’ye yakın gazetecinin 1’inci Derece Askeri Yasak Bölge’ye girdikleri gerekçesiyle gözaltına alındıkları açıklandı. Gözaltına alınan muhabirler arasında uluslararası basının temsilcileri de vardı. Rudaw muhabiri Rawin Sterk’in Ankara’daki Sincan Cezaevi’nde tutukluluğu sürüyor.

Sınıra gittiğim 5 Mart günü, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bölgeye yapacağı ziyaretin de etkisiyle Pazarkule’ye birkaç kilometre kala yollar kesildi, gazetecilerin geçişine izin verilmedi.

Sınırda İranlı Menice’yi beklerken

Benim de aralarında bulunduğum gazeteciler, geçişe izin verilmeyen Pazarkule kavşağında (Süleyman Demirel Fen Lisesi’nin karşısı), Yunanistan’a girdikten sonra ailesiyle ayrı araçlarda Türkiye’ye gönderilen ve günlerdir ailesini arayan 12 yaşındaki İran vatandaşı Menice Arapzade’nin ailesiyle buluşma ânını beklemeye başladı.

Kısa bir bekleyişin ardından Edirne Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Bilgin Özbaş’la birlikte bir otomobilden inen Menice, aynı yerde bekleyen servisin içindeki babasıyla buluştu.

Gazetecilerin arasındaki savaş tam bu anda başladı. Görüntü almaya çalışan muhabirler arasında bağrışma yaşandı, Türkçe ve İngilizce küfürlerle birlikte “Ayıp ama!” sözleriyle sükûnet çağrıları yankılandı. Tüm bu kargaşayı izleyici konumunda takip eden birkaç gazeteciden biriydim.

Menice servise bindi, bazı kameralar geride kaldı. Yaklaşık iki dakika süren ve alanda bulunan deneyimli gazetecilerin tespitiyle “Türkiye’nin içinde bulunduğu hâli ve gazeteciliğin geldiği noktayı” anlatan bu kaos, Anadolu Ajansı ve TRT Haber muhabirlerinin servise bindirilip kapının kapatılmasıyla son buldu.

Kutuplaşan Türkiye’nin şaşırtmayan sonucu mu?

Gazeteciler arasında yaşananlar sadece haber merkezlerinden gelen baskıdan mı kaynaklanıyordu yoksa ‘kutuplaşan Türkiye’nin’ şaşırtmayan sonucu muydu?

“Gazeteciler sınırda nasıl çalışıyor,”“Birbirleriyle kurdukları ilişkiler kurumlarının isimleri ve iktidarın hedef göstermelerinden etkileniyor mu,”“Gazeteciler, Edirne’de yaşanan tüm bu süreci nasıl gözlemledi?”

Bu soruların cevabını almak ve alanda yaşananları öğrenmek için Edirne’de görev yapan gazetecilere mikrofonu uzattık. Burada şunu eklemem gerekiyor: Konuşmak istediğim ana akım medya temsilcilerinden olumsuz yanıt aldım.

Deutsche Welle muhabiri Tunca Öğreten, Menice’nin getirildiği anda alanda görev yapan gazetecilerden biriydi. Öğreten, Menice’nin getirildiği anda yaşanan kaosu şu sözlerle anlatıyor:

“Türkiye’de hakikat gazeteciliğinin bitip yerini magazin ve devlet propagandası temelli haberciliğin aldığını bir kez daha gözler önüne sermesi açısından önemliydi. Muhabirler, Menice’yi bir dramın öznesi olarak değil, Türkiye hükûmetinin şefkatli kollarıyla babasına teslim edilmiş bir çocuk olarak gösterme yarışına girmişlerdi. Baba kızın muhabirlerin görüntü alma yarışı nedeniyle bir türlü buluşamaması bir tarafa, muhabirlerin ısrarla ‘Seni babanla Türk devleti buluşturdu, ne düşünüyorsun’ diye sorması gazeteciliğin başka bir şeye dönüşmesine sebep oldu.”

Gazeteciliğin temel esasının soru sormak olduğunu söyleyen Öğreten, buradan hareketle bir muhabirin ilk sorusunun “Menice neden ailesinden iki gün boyunca ayrı kaldı” olması gerektiğini düşünüyor ve ekliyor: “Ancak bu sorunun yanıtı ‘Türkiye, göçmenleri bir şantaj malzemesi olarak kullandığı için Menice ailesinden ayrı düştü’ olacağından, muhabirler kendilerine izin verilen ‘magazin’ ve ‘propaganda’ gazeteciliğinden öteye gidemediler.”

‘Meslek büyüklerimiz işin saygı kısmını öğretmişti’

Sınıra 28 Şubat günü giden gazetecilerden biri de serbest gazeteci Murat Dündar. Menice’nin gelişi sırasında yaşanan arbedeyi hatırlattığımız Dündar, gözlemlerini paylaşıyor:

“Mesleğe ilk başladığımızda büyüklerimiz bu işin saygı kısmını öğretti. Hem çekim yaptığın yer ve insanlara karşı hem de meslektaşlarına karşı. Biz bunun eğitimini aldık, ondan sonra kamerayı sırtımıza aldık. Eskiden bu saygıyı görebiliyorduk ancak şu an korkunç bir duruma geldi.”

Uluslararası bir kurum için alanda olan ve ismini vermek istemeyen bir gazeteci ise, Menice’nin babasıyla kavuşması esnasında utandığını söylüyor ve ekliyor:

“Çünkü elbirliğiyle bir babanın kızına ağız tadıyla kavuşmasını engelledik. Herkes için olumlu olabilecek bir tecrübeyi, herkesin iyi görüntü alabileceği bir ânı, kişisel hırslar sebebiyle sadece birkaç kamera layığıyla çekebildi. Sanıyorum ana akım medyada çalışanların, özellikle de o an canlı yayına girenlerin üzerlerinde öyle bir ‘iyi açı’ baskısı var ki, çevrelerinde olup biteni, meslektaşlarının da aynı amaçla orada olduklarını o an görmez duymaz olabiliyorlar.”

Menice’nin getirildiği an. Fotoğraf: Emrah Temizkan

‘A Haber rota gösteriyor’

2019 yılının ekim ayında başlatılan “Barış Pınarı Harekâtı” için bölgeye giden Kanal D Ana Haber Spikeri Buket Aydın’ın kamuflaj pantolon giyerek verdiği poz, Nusaybin’de görev yapan İhlas Haber Ajansı Muhabiri Beril Solmuşgül ile vatandaşlar arasında yaşanan tartışma ve A Haber Yurt Haber Müdürü Kerim Ulak’ın sınır hattından yaptığı yayının ‘kurmaca’ olduğu çok konuşulmuştu.

Bunları hatırlatarak sohbete başladığımız bir serbest gazeteci, Edirne’de görev yapan A Haber muhabirinin sınırdan geçmeye çalışan sığınmacılara rota önerdiğine şahit olduğunu anlatıyor. Ulusal ve uluslararası basın için serbest çalışan gazeteci, isminin verilmesini istemediğini belirterek, A Haber muhabirini yaptığından ötürü uyardığını ve bu sayede söz konusu diyaloğun son bulduğunu ekliyor.

TRT Arapça’nın, sürecin başladığı 28 Şubat günü İdlib’den yola çıkarak Türkiye üzerinden Avrupa’ya hangi yollardan ulaşabileceğini gösteren haritayı resmi sosyal medya hesabı yayımlaması hâlâ akıllarda.

Kanalın Twitter hesabından “Fransa’ya giden yol” başlığıyla paylaşılan harita üzerinde Suriye’nin İdlib şehrinden bir ok çıkartarak dört farklı yolla Türkiye’den Avrupa’ya gidilebileceği anlatılmıştı.

Gazetecilerin sınırda görev yapan güvenlik güçleriyle ilişkisi nasıl?

Deutsche Presse-Agentur için alanda bulunan gazeteci Linda Say, polisin bir meslektaşına “Hindistan Müslümanları öldürmesin” demesine çok şaşırdığını belirterek ulusal basından olmadıkları için kolluk kuvveti ve resmi makamlardan daha yumuşak bir tavır gördüklerini söylüyor. Say’a göre Türk resmi makamları, sınırda yaşananların görülmesini istediği için gazetecilere bu süreçte rahat bir çalışma alanı sağladı. Öğreten ise bu konudaki gözlemlerini şöyle paylaşıyor:

“Gazeteciyle ilk temasını sınır kapısına uzanan yoldaki kontrol noktasında ‘Yerli mi, yabancı mı’ sorusuyla kuran kolluğun pek çok kez zorluk çıkardığını söyleyebilirim. Siyasi iktidar ve onun hem medya hem de düşünce kuruluşu unsurlarının yabancı medya çalışanlarını hedef göstermesi, sahada daha da fazla vücut buluyor. Yabancı medyaya çalışan gazetecilerin tamamı ajan muamelesi görüyor.  Yanlış hatırlamıyorsam 20’ye yakın gazeteci Edirne’de gözaltına alındı. Bunların çoğu yabancı medya için çalışanlardı. Geriye kalanlar da Kürt medyasıydı. Ancak iktidar medyası için çalışan gazetecilere her türlü kolaylık sağlanıyordu. Biz, yasalar gerekçe gösterilerek sınır hattına alınmazken, iktidar medyası çalışanlarının sınırın sıfır noktasında kurmaca hikâyeler çektiklerine tanıklık ettik.”

Uluslararası basına eskisine kıyasla tepki var

“İlk günler rahat çalıştık ama ufak bir gözaltı süreci yaşadık” diyen Dündar, uluslararası basın temsilcilerinin özellikle daha çok zorlandığını söylüyor. “30 yıllık gazeteciyim. Ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarıyla çalıştım. Elbette ayrı muamele yapılıyor” diyen Dündar, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Eskiden uluslararası basına bir hürmet vardı. Ulusal basın temsilcileri tepki görüp alınmazken, uluslararası basın temsilcileri oralara alınırdı. Bahsettiğim şey yıllar önce. Şimdi uluslararası basın temsilcilerine bir tepki var. Sadece kolluk kuvvetleri tarafında değil, yurttaşlarda da bir tepki var. Sığınmacılardan bahsetmiyorum ama uluslararası basın temsilcilerinin iktidar tarafından hedef gösterilmesi nedeniyle mesela Güneydoğu’da halkın tepkisini de görüyoruz.”

Denik N gazetesi için Edirne’ye gelen Çekyalı gazeteci Petra Procházková ise 4 Mart günü gözaltına alındıklarını ve yedi saat boyunca hiçbir şey öğrenemeden tutulduklarını söylüyor.

“Önce askeri bölgede bekletildik. Daha sonra polis bizi aldı ve karakola götürdü. Kimse İngilizce bilmiyordu. Hiçbir bilgi verilmeden saatlerce tutulduk. Üzerimizdeki her şeye el konuldu” sözleriyle süreci aktaran Procházková, ülkesinin büyükelçilik aracılığıyla devreye girdiğini ve bu sayede serbest bırakıldıklarını tahmin ettiğini anlatıyor.

Alandaki gazetecilerin birbirleriyle ilişkisi nasıl?

Alandaki gazetecilerin birbirleriyle kurduğu ilişkiyi sorduğumuz gazeteci Öğreten, siyasi iktidarın kendisine angaje olmayı reddeden mecra ve gazetecileri kriminalize ediyor oluşunun alandaki gazeteciler arasındaki ilişkiye de yansıdığını söylüyor.

“Devlet ve kolluk kuvvetleri bağımsız gazetecilere nasıl davranıyorsa, iktidara yakın gazeteci de o tutumu sergiliyor. Özellikle uluslararası ve alternatif medya mecralarında çalışan gazetecilere meslektaş muamelesi yapılmıyor” diyen Öğreten’e göre bu durum, bağımsız gazetecilerin bir kez daha dışlanmasına ve yok sayılmasına neden oluyor.

Uluslararası bir kurum için alanda olan ve ismini vermek istemeyen bir gazeteci, Edirne’de oldukları süre boyunca güvenlik güçlerinin kendilerine istisnasız şekilde kibar yaklaştığını ve tavırlarını “yardımcı olma” prensibiyle koruduklarını anlatıyor.

“Önemsedikleri şey, bizim nerede olup neyi çektiğimiz gibi yorumladık. Yani bulunmamızın onlar açısından sakıncası olmadığını düşündükleri yerlerde çalışmamıza karışmadılar” diyerek sözlerine devam eden gazeteci, sığınmacıların birçoğunun kamera gördüklerinde yanlarına yaklaşıp konuşmak istediğini ancak bazılarının kendilerini korumak amacıyla yüzlerinin çekilmemesini istediğini anlatıyor.

Yeni nesil farklı bir gazetecilik eğitimi alıyor

Haber merkezlerinin alandaki muhabirlere yönelik baskısının her zaman olduğunu ancak gazetecilerin bunu kendileri arasında dengelemesi gerektiğini savunan Dündar, yeni neslin kendilerinin gördüğü tarzda bir eğitimden geçmediğini söylüyor ve bunu jenerasyon farkına bağlıyor.

Ulusal basının özgürce hareket edemediğini ve hükûmetin basın üzerindeki otoritesi nedeniyle birçok yönden kısıtlandığını belirten Dündar, bu dönemde uluslararası basına çalışmanın görece daha rahat olduğunu düşünüyor.

Fotoğraf: Emrah Temizkan

Kendisini en çok yurttaşların uluslararası basına tepkisinin üzdüğünü söyleyen Dündar, oluşturulan algının aksine uluslararası basın temsilcilerinin haberin her yönünü gözeterek çalıştığını ekliyor.

İlk günlerde Pazarkule’nin içinde olduklarını ve sınır köylerinde çalıştıklarını anlatan Dündar, günler sonra yaşanan farkı şöyle özetliyor: “Artık hiçbir şey göremiyoruz.”

‘Bize hep aynı şeyleri sordular’

Edirne’deki izlenimlerin yer aldığı bazı yazılarda abartılı bir duygusal ton tutturulduğunu ve bu durumun da gerçeği yansıtmanın önüne geçtiğini söyleyen gazeteci Linda Say, bu yazıların okuyucu için doyurucu olmadığını düşünüyor. 

“Buraya gelen gazeteci haber aktarmalı ve gördüğünü yazmalı. Evet, çok üzücü şeylerle karşılaşıyoruz, bu durum gazetecilerin işini zorlaştırıyor ancak önceliğin haber olduğu unutulmamalı” diyerek sözlerine devam eden Say’a göre, sınırdaki belirsiz durum süreç ilerledikçe belirginleşecek.

Say, yaptığı söyleşilerde sığınmacıların yaşananlara dair “hiçbir şey bilmediklerini” gözlemlemiş.

“Bize hep aynı şeyleri sordular: ‘Biz buraya neden geldik? Bu kapılar açılacak mı? Yeni bir gelişme var mı?’. Yerleri belli değil, oradan oraya gidiyorlar. Kaçak yollardan geçmeye çalışıyorlar. Bizden gidiş rotasına dair tüyo almaya çalışıyorlar.”

Edirne’den birçok tüccarın sınıra yakın bölgelere geldiğini ve fahiş fiyatlarla mallarını satmaya çalıştıklarını aktaran Say, sığınmacılar gibi gazetecilerin de yaşananlara tam anlamıyla hâkim olmadığını söylüyor.

Sığınmacılar arasında da ayrışma var

Say, alandaki izlenimlerini şöyle paylaşıyor: “Suriyeliler özellikle Afganlara tepki gösteriyor ve sığınmacılar arasında bir ayrışma yaşanıyor. Suriyeliler ‘Bizim ülkemiz yok, dönecek yerimiz yok, savaştan kaçtık, burada iyi bir hayatımız yok ama Afganlar, Ürdünlüler, Filistinliler öyle değil. Yerleşikler, Türkiye’de bir düzenleri var’ diyorlar. Fırsatçılık yaptıklarını düşünüyorlar. Sığınmacılar arasında bir çatışma var.”

Linda Say sözlerini, bir akşam önce Edirne’de kaldığı otelin lobisinde yaşadığı bir olayı anlatarak bitiriyor:

“Karşı masamda iyi giyimli bir adamın konuşmasına kulak misafiri oldum. ‘Merak etmeyin. Tüm sığınmacıları sınıra götürüyoruz. Hiçbirini Edirne merkezde bırakmıyoruz’ diyordu telefonda. Bu sözleri duyduktan kısa bir süre sonra adamın yanına giderek tanışmak istedim. ‘Ne iş yapıyorsunuz?’ diye sorduğumda ‘Biz buradaki sığınmacıları İstanbul’a güvenle geri götürüyoruz’ dedi. Telefonda söylediğinin tam tersi. ‘Telefondakinin tam tersini söylüyorsunuz’ dediğimde masama bakarak ‘Siz biraz fazla bira içmişsiniz sanırım’ dedi ve sohbetimizi kesti.”

‘Kardak Krizi’nin ortasındaki gazeteciler

Sınırda gazeteciliği ele alırken savaş muhabirliği tanımını da tartışmaya açmadan geçmemeli.  Dünyanın birçok yerinde sayısız savaş ve çatışma izleyen gazeteci Coşkun Aral, savaş muhabirliği terimini tercih etmediğini şu sözlerle anlatıyor: “Çünkü ben muhabirim, savaşa da giderim, düğüne de, festivale de…”

Edirne’de yaşananları Türkiye-Yunanistan arasında bir kriz olarak da okuyacak olursak iki ülkenin ilk kez bir savaşın eşiğine geldiği 1996 yılındaki ‘Kardak Krizi’ni anmalı. Gazeteci ve akademisyen Prof. Dr. Haluk Şahin, o dönemin canlı tanıklarından.

Şahin, 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen “Barış Süreçleri ve Medya” seminerinde ‘Kardak Krizi’nin yaşandığı dönemde Yunan ve Türk gazetecilerin bir araya gelme çabalarını anlatmıştı.

Daha ilk toplantıda Türk bir gazetecinin konuşmasının içeriğinden rahatsız olan Yunan meslektaşının tepkisi üzerine grubun dağıldığını söyleyen Şahin, süreci şöyle aktarmıştı:

“Tekrar toplanmaya karar verdiğimizde şöyle bir kural koyduk: Herkes kendi medyasını eleştirecekti. Biz Türkiye medyasını eleştirdik, onlar da Yunanistan medyasını. Sonra bir de baktık, gayet iyi anlaşıyoruz. Gördük ki karşılıklı olarak tarafların birbirini tanıması husumet değil dostluk yaratıyor.”

Menice’nin karşılandığı anda yaşanan kaostan yola çıkılırsa, gazetecilerin kurtuluşu önce kendilerini eleştirmekten geçiyor olabilir.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – SURİYE, YUNANİSTAN DERKEN, BARIŞ GAZETECİLİĞİ MÜMKÜN MÜ?

Emrah Temizkan

Kadıköy Anadolu Lisesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü’nden mezun oldu. Gazeteciliğe başladığı 2008 yılında 32.Gün'de yapım asistanı ve stüdyo şefi olarak çalıştı. Birand Yapım bünyesinde hazırlanan belgesellerde editör ve yönetmen yardımcısı olarak görev aldı. BirGün gazetesinde muhabir ve editör görevlerinin ardından Diken'de 2014-2018 yılları arasında editörlük ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü yaptı. Son olarak Açık Radyo'nun web operasyonunu yürüten Temizkan, serbest gazeteci olarak devam ediyor.

Journo E-Bülten