Görüş

Faruk Bildirici mi, Nevşin Mengü mü haklı? Uluslararası gazetecilik ilkelerine göre yanıt belli

Yıllarca birlikte çalıştığım iki gazetecinin, Faruk Bildirici ile Nevşin Mengü‘nün “doğal reklam” tartışması bu haftanın medya polemiğini başlattı. Sosyal medya kaosunun içinde kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi adına konuyu uluslararası gazetecilik standartları açısından irdelemek faydalı olabilir. Özellikle genç gazeteciler için önemli bir tartışma bu.

Tüm dünyadaki meslek örgütlerinin metinlerini analiz eden Etik Gazetecilik Ağı kurucusu Aidan White’a ne düşündüğünü sordum. New York Times ve BBC yönergelerini de inceledim. Buna göre ortada tartışmalı bir durum yok, çünkü en güncel uluslararası gazetecilik ilkeleri çok net. Bu uzun hafta sonu okumasında sizleri önce 10 yıl öncesine götüreyim.

2012’nin mart ayında bir hafta sonu Hürriyet’in 25 çalışanı, İstanbul yakınlarında bir otele kapandı. “Fikir Fabrikası” adındaki beyin fırtınasının amacı, Hürriyet’in dijitalleşme sürecine yönelik yenilikçi fikirler geliştirmekti.

O dönemde dış haberler şefiydim. O beyin fırtınasında yaşanan tartışmalardan birini hatırlıyorum: Benim gibi yayın birimlerini temsilen orada bulunan çalışanlar, reklam/satış kadrolarının alanına giren dijitalleşme projeleri de önerebilir mi? Ya da tam tersi?

Hürriyet’te dijitalleşme çabaları, 2000’lerin başından beri sürüyordu ama atılan birçok adım istenen sonucu vermemişti. 

2007’den itibaren akıllı telefonların ve yeni sosyal medya platformlarının yaygınlaşması ise yaratıcı/yıkıcı fikirleri gazetenin geleceği açısından zorunlu kılıyordu: Basılı gazetenin yıllardır azalan reklam gelirleri, “önce dijital” diyen yeni bir stratejiyle dengelenebilir miydi? (Dijital dönüşümün Türkiye’deki reklam bütçelerine etkisini şurada yazmıştım.)

Eski medyada ortak mesainin ardından herkes yeni medyada

Pazartesi herkes işine döndü. Ben de her gün olduğu gibi, dış haberlerde rutinin dışına çıkan, katma değerli neler yapabiliriz diye bakınmaya başladım. 

Hürriyet’in hafta sonu ilavelerinde çalıştığı dönemde tanıştığımız Nevşin Mengü, bizim kuşakta tanıdığım en iyi gazetecilerden biriydi. O dönemde CNN Türk’e transfer olmuştu ve seçim kampanyasını belgeselleştirmek için ABD’ye gitmişti. O günlerde birlikte ne yapabiliriz diye onunla konuştuğumuzu ve sonrasında Hürriyet’e ABD seçimleriyle ilgili harika haberler yaptığını hatırlıyorum. 

Gündelik iş rutininde başka ne olurdu? 

Örneğin o dönemde Hürriyet Okur Temsilcisi olan Faruk Bildirici ile zaman zaman yazışırdık (Ankara’da yaşadığından nadiren yüz yüze görüşürdük). Bazen dış haberlerden çıkan bir içerikteki eksiği veya hatayı köşesinde yazmaya karar verir ve servis olarak görüşümüzü almak isterdi. Bazen de teknoloji ve sosyal medya gibi konularda şahsi fikrimi sorardı. Bildirici özellikle köşe yazarlarının etik ihlallerine karşı neredeyse tek başına, gazetecilik ilkelerinden taviz vermeden yıllarca mücadele etti. 

Yayın ve reklam ekipleri ayrıdır ve genelde çatışır

Gazetecilerin birçoğunun egosu yüksektir ve kendilerini eleştirenlere otomatik olarak tepki gösterirler. Oysa kurumların ve toplulukların iç denetim mekanizmaları aslında herkese (özellikle okurlara ve izleyicilere) fayda sağlar. Bazen anlaşamazsak da Bildirici ile diyaloğumuz, ikimiz açısından da hep bu yapıcı zeminde devam etti. Hürriyet’in dijital yöneticisi olduğum sonraki yıllarda da bu durum değişmedi. Zaman zaman karşıt fikirlerde olurduk ve Hürriyet okuru iki görüşü de öğrenebilirdi (örneğin şu olay).

Aslına bakılırsa reklamlar söz konusu olduğunda, gazetecilerden oluşan yayın ekipleri hemen her zaman okur ile (dolayısıyla okur temsilcisiyle) aynı saftadır. Reklam satış/pazarlama ekipleri ise şirketlerin bakış açısına daha yakındır. Kamu yararı ile ticari çıkarları dengeleme gerekliliği bu yüzden gazetecilik işini özel kılar.

Gazeteciler örneğin haber sitesinin ana sayfasında çok fazla reklam olsun istemez. Kullanıcıyı soğutabilecek, kaçırabilecek reklam uygulamalarına karşıdırlar. Çünkü kullanıcı deneyimini bozmak ve okur güvenini sarsmak, yayın ekiplerinin hedeflerine (daha fazla ziyaretçinin siteye daha sık gelmesi ve içeride daha uzun süre kalması vs.) ulaşmalarını da zorlaştırır. 

Oysa pazarlama ve benzeri birimler, öncelikle (ve genellikle kısa vadede) geliri artırmaya ve satış hedeflerini tutturmaya çalışır. Hem kendi yayın şirketlerinin mali hedeflerini ıskalamamalı, hem de reklamveren şirketleri memnun etmelidirler. Bu yüzden pazarlama birimleri mesela ana sayfaya daha fazla reklam alanı sokmak istediklerinde yayın yöneticileri genelde buna karşı çıkar ve yaşanan gerilime “piksel savaşları” denir.

(Uzun vadeli stratejik çıkarları —dolayısıyla markanın gerçek değerini— önemsediği için kullanıcı deneyimi ve okur güvenini hep dikkate alan vizyonlu pazarlama yöneticileri de elbette var.)

Reklamcılar marka yaratır, gazeteciler gerektiğinde onları yıkar

2013’te attığım şu tweet’te aktardığım bir olay, iletişimin iki dalı olan gazeteci-reklamcı ayrımının kesinliğine işaret ediyordu. Reklamcı bir arkadaşım “Aslında bizim yaptığımız iş, sizin gazeteciler olarak yaptığınız işe çok benziyor” dediğinde ona şu yanıtı vermiştim:

  • Aksine, bunlar iki zıt iş. Reklamcılar ticari markalar yaratır ve onları ne pahasına olursa olsun savunur. Gazeteciler ise bu markaları —kamu yararı için— gerektiğinde yok eder.  

Bu döngü, piyasa ekonomisine dayalı demokratik ülkelerde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı ile ticari çıkarlar arasında dengeyi sağlayan süreçleri besler. Çünkü haber-reklam ayrımı, medyanın sadece siyasi iktidarı değil, ekonomik iktidarı da (şirketleri) denetleyebilmesini sağlar. Bu ayrım, seçmenin ve tüketicinin haklarını ilgilendirdiği için özünde bir demokrasi meselesidir.  

Son 100 yıl içinde birçok ülkede en saygın gazeteler, büyük bir reklam gelirinden mahrum kalmak pahasına bile olsa tütün, enerji, bankacılık ve ilaç gibi dev sektörlerin en muktedir holdinglerinin kamu yararına aykırı uygulamalarını ifşa etmekten geri durmadı.

Yazının başında bahsettiğim Fikir Fabrikası’nda gündeme gelen tartışmalı soru, kurumsallaşmış medyada yanıtını işte böyle buluyor: 

  • Dünyanın her yerinde, en saygın medya şirketlerinde editöryel faaliyetleri yürüten yayın ekipleri, iş faaliyetlerini yürüten diğer ekiplerden (pazarlama) kesin çizgilerle ayrıdır. Tarih içinde gelişen ve günümüzün en büyük dijital medya şirketlerine da taşınan haber-reklam ayrımı, bağımsız ve etik gazeteciliğin de güvencesidir.

Merkez medya çöktüyse gazeteci ne yapacak?

Bugün Türkiye’de merkez medya çökmüş durumda ve neredeyse hiçbir “kurum” kalmadı. Bu ortamda bireysel girişimler başlatan gazeteciler, son derece anlaşılabilir bir şekilde, reklam geliri de elde etmek istediğinde ne yapacak? 

Reklam satış, pazarlama, ürün geliştirme vb. birimlerde uzmanlar istihdam edip kurumsallaşacak mali kaynağa (henüz) sahip olmayan bu gazeteciler, yayın ve iş faaliyetlerini aynı anda yönetmek zorunda kaldığında nasıl ilerlemeli?

Bu yanıtlar için hızla ileri saralım.

Nevşin Mengü 2017’de siyasi iktidarın baskısıyla CNN Türk’ten ayrılmak zorunda kaldı. Bu süreçte hiçbir güç odağına —argo deyişle— “eyvallahı olmadı.”

Sonrasında kendi medyasını kurmaya girişti. YouTube başta olmak üzere farklı platformlarda kamu yararı yüksek bir gazetecilik faaliyetine, tüm baskılara rağmen devam etti. Tek başına, şu an için birkaç aileyi geçindirebilen bir gazetecilik girişimi yarattı ve “çalışanlarına” da eskinin merkez medyası ortalamasından oldukça yüksek maaşlarla, daha iyi şartlar sağlayabildi.

O bunu hiçbir yerde söylemese, kendi tanıtımını yapmasa da Mengü’nün “kendisi kalmak için” bugün de bedel ödemekten kaçınmadığını biliyorum. Birkaç ay önce üçüncü bir kaynaktan aldığım bilgiye göre, içeriğinden ve stilinden taviz vermemesinin bir sonucu olarak büyük bir teknoloji şirketinin reklam teklifini elinin tersiyle itmiş oldu mesela…

Genç gazeteciler, sosyal medya kafanızı karıştırmasın

Demirören’e satılmasından birkaç ay sonra, orada gazetecilik yapmanın artık mümkün olmadığına kanaat getirerek tesadüfen aynı hafta içerisinde Hürriyet’ten beraber ayrıldığımız Faruk Bildirici ise 2019’dan beri dijitalde okur temsilciliğine devam ediyor. Ben de dijital bir yayın olan Journo’nun proje editörlüğünü yapıyorum.

Bildirici’nin 23 Şubat’ta Twitter’da, Mengü’nün Instagram hesabında paylaştığı reklam içeriğini eleştirmesiyle başlayan tartışmayı, buraya kadar bahsettiğim olgular da dikkate alınırsa elbette pas geçemezdim.

Doğal reklam” (native ad) adı verilen tartışmalı formatta sunulan bir “takviye edici gıda” (multivitamin mineral kompleksi) tanıtımıydı bu. Mengü, YouTube kanalında bu eleştiriye şöyle yanıt verdi:

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların, trollerin, şovmenlerin, tacirlerin ve linç zihniyetinin egemenliğindeki sosyal medyaya aldanıp konuya dair sağlıksız bir fikir edinmesinler diye, özellikle genç gazeteciler için, önce önemli bir uzmanın görüşüne başvurdum. 

Financial Times ve The Guardian gibi İngiltere’nin en saygın medya kuruluşlarında uzun yıllar gazetecilik yapan Aidan White, tüm dünyada örgütlü Uluslararası Gazetecilik Federasyonu’nun (IFJ) genel sekreterliğini 25 yıl yürüttükten sonra 2012’de Etik Gazetecilik Ağı’nı (EJN) kurmuştu.

Türkiye’deki son tartışma bağlamında White’ın bir uzman olarak önemi, EJN için dünyanın dört bir yanındaki meslek örgütlerinin etik ilkelerini ve standartlarını belirleyen yaklaşık 400 metni analiz etmesinden kaynaklanıyor. 

Aidan White: Gazeteciler ürün pazarlarsa meslek de zarar görür

White, Türkiye’deki tartışmayı kendisine aktardığımda şu yorumları yaptı:

  • Gazeteciler de hayatını kazanmak zorunda. Bu yüzden Nevşin Mengü’nün de diğer insanlar gibi gelirine katkı sağlamak için reklama başvurmasına şaşırmadım. Ama burada etik bir zorluk var: Gazeteciliğimizi ticari promosyonlardan uzak tutmak. Bunu yapmazsak kamuoyunun gazeteciliğimize güvenini zedeleriz.
  • Bu vaka özelindeki sorun, Instagram ve YouTube farklı mecralar olsa da, birçok insanın ikisini de kullanmasıdır. Bazı insanlar Nevşin’i iki platformda da görecek; “kişisel” ve “mesleki” paylaşımları için kullandığı bu siteler ve paylaşımları arasındaki farkın ayırdına varamayacaklar. Aldığı reklamın, onun gazetecilik stilinde sunulduğunu gördüklerinde bu aslında Nevşin’in ve mesleğinin itibarına zarar verecek.
  • Genel olarak gazetecilerin tam olarak bağımsız olmadıklarını düşündürecek bir algı yaratması etik dışıdır. Eğer insanlar gazetecilerin bir ürün ve fikir pazarladıklarını düşünürlerse bu, yaptıkları gazeteciliğe yönelik güveni de potansiyel olarak tahrip eder.
  • Bu olay özelinde benim görüşüm, Nevşin Mengü’nün bir risk aldığıdır. Gazeteciler sosyal medya ‘influencer’ı değildir. Bağımsızlığımızı korumak için elimizden gelen her şeyi yapmalı ve etik bir çitle çevreleyerek işimizi korumalı; böylece insanların güvenilir, doğru ve her şeyden önce tarafsız bir iş yaptığımızdan emin olmalarını sağlamalıyız.

White’ı da “boomer” diye duymazdan gelmeyelim: Mesela Nevşin Mengü ile yaşıt bir editör olarak bu yorumlara ben de imzamı atarım. Bizim kuşaktan ve hatta bizden çok daha genç birçok gazetecinin de bu bilince sahip olduğunu birkaç gündür sosyal medyanın boğucu cehaleti içinde zorlukla seçilen parıltılar olarak gördüm.

BBC’nin etik kuralı: Haberciler, ticari reklamlarda yer alamaz

“Sadece Türkiye’de değil, dünyada da gazetecilik örgütleri anlamını yitirdi. Yazdıkları etik metinlerin de —güncel bile olsa— anlamı yok” şeklinde bir başka karşı çıkış gelebilir.

O zaman bir de meslek örgütlerine değil, dijitalleşmeyi başarmış iki saygın kurumun gazeteciler için belirlediği (bu yayınlara katkıda bulunan serbest gazetecileri de kapsayan) etik standartlara bakalım.

Mesela BBC, bu meselelere, editöryel rehberinin “çıkar çatışması” bölümünde şöyle değiniyor: 

  • Reklamlar, içeriğin editöryel unsurlarını taklit etmemelidir. (Gazeteciler bir reklamı, doğal bir paylaşım veya habermiş gibi sunamaz. Hangi etiketin kullanıldığı vb. ayrıntıların bir önemi yok.)
  • Haberleri, güncel gelişmeleri ve ekonomiye dair bilgileri aktarmak üzere BBC ekranına çıkanların, üçüncü tarafların tanıtım etkinliklerinde yer almasına izin verilmemiştir. 
  • Kamuoyunu ilgilendiren politikalarla, siyasetle ve ekonomiyle ilgili olgulara dayalı haberler yapan muhabirlere ve sunuculara herhangi bir reklamda yer alma izni normalde verilmez. Kurum dışı bir tanıtım etkinliği için izin alıp alamayacakları ise BBC’de nesnel bir gazeteci olarak görev yapıp yapmadıklarına bağlı biçimde belirlenir. (Gazeteci olanlar reklamda oynayamaz. BBC ekranına gazetecilik dışı uzmanlıkları ile çıkanlara ise özel izin verilebilir.) 
  • Olgusal içerik üreten çalışanların (haberciler, belgeselciler vb.) kurum dışı tanıtımlarda yer alıp alamayacağıyla ilgili temel değerlendirme ölçütü, bu tanıtımın BBC ekranlarındaki (tarafsız ve nesnel) pozisyonlarına zarar verip vermeyeceğidir. Bu kararı, ilgili birim sorumlusu, Editöryel Politikalar Birimi’ne danışarak verir.
  • Bireyler; bir ürüne, hizmete veya örgüte desteklerini beyan etmek için bir reklamda veya şahıslarına yahut üçüncü taraflara ait sitelerde ekrandaki rollerini taklit edemez… Ekrana çıkanların tanıttığı hiçbir ürün, hizmet ve örgüt, sundukları BBC programlarında gösterilemez, tanıtılamaz, incelenemez ve tartışılamaz.
  • Bazı ürünlerin satın alınmasına yahut kullanılmasına dair belirgin önerilere yer verilen yaşam tarzı programlarını sunanlar, bu tür ürünlerin herhangi bir türdeki reklamında yer almamalıdır.
  • Belirli sorunların nasıl çözülebileceğini anlatan programları sunanlar, bu sorunları çözme iddiasındaki ürün ve hizmetlerin reklam ve tanıtımında yer almamalıdır.
  • Spor gazetecileri de BBC’nin haber programları için getirilen kısıtlamalara tâbidir. Diğer haberciler gibi onlar da, ticari reklamlarda yer alamaz.

NYT’nin etik kuralı: Haber ve reklam kesin olarak ayrılmıştır

New York Times’ın etik yayıncılık standartlarında ise şu ifadeler var: 

  • Gazeteciler, reklam konularını mümkün olduğunca iş tarafındaki diğer çalışanlara bırakmalıdır… Kulağa bir satış teklifi gibi gelen ifadeler kullanmaktan kaçınmalı ve kendi uzmanlık alanlarında kalmalıdırlar.
  • Haber ve reklam, birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. Bu iki faaliyeti yürüten çalışanların ayrı sorumluluk ve çıkarları vardır. İki grup, birbirine etki etmeye çalışmaz.

Batı’nın en saygın medya kuruluşlarını geçtim; Polonya ve Güney Afrika gibi ülkelerin önde gelen yayınlarının sitelerinde de buna benzer etik gazetecilik kurallarını bulabilirsiniz.

“Ama Türkiye’nin şartları çok özel; gazeteciler ne yapsın, taş mı yesin?” diye bir karşılık gelebilir şimdi de…

“Bon pour l’orient” tarzı bu tür bir yaklaşımın hepimizi aşağıladığı gerçeğini bir kenara bırakıp onlara şunu söyleyebilirim:

Türkiye ulusal komitesinde Nevşin Mengü ile birlikte yer aldığımız Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) yönetim kurulu toplantısı için geçen hafta Macaristan’daydım. Ağır basın özgürlüğü ihlalleri yaşanan bu ülkenin en çok okunan yayınlarından birini yöneten bir meslektaşın yanı sıra, durumun daha da vahim olduğu Rusya’daki bağımsız bir gazeteciye de Türkiye’deki meseleyi önceki gün sordum. 

Gazetecinin reklamda oynaması, “evi sel basmasın diye şehri yakmak gibi”

Rus ve Macar gazeteciler şuna şaşırdı: Gazeteciler nasıl olup da reklam metni yazıp videosunda rol almanın normal bir şey olduğunu düşünebilir ki? Hangi ağır şartlar bunu meşrulaştırabilir? “Evi sel basmasın diye şehri yakmaya benziyor bu…”

Özetle, koşullar ne olursa olsun bir gazetecinin, uluslararası bir ilaç şirketinin ürününün reklamında oynayıp bir reklam metnini herhangi bir platformda sanki gündelik hayatından bir kesitmiş gibi paylaşması, dünya medyasında tartışmasız bir biçimde gazetecilik etiğine aykırı bulunuyor.

İyi de, ne yapmalı? 

Bireysel bir gazeteci, bir editör veya medya yöneticisi, kamu yararı ile mali sürdürülebilirliği, dijitalleşen dünyada etik ilkeleri çiğnemeden nasıl dengeleyebilir?

Bu somut olay üzerinden 3 öneri paylaşarak bu uzun ve yer yer sıkıcı yazıyı tamamlıyorum.

1. Bireysel gazeteci, doğal reklamdan uzak durmalı

Modern gazeteciliğin iş modeli 19. yüzyılda haber, yorum ve reklam üçlüsünün kesin biçimde ayrılmasıyla doğdu. 20. yüzyılda gazetecilik örgütleri bu ayrıma dair meslek standartlarını oluşturdu ve bugün de bunlar sürekli güncelleniyor (Bu tarihsel gelişimi şurada aktarmıştım).

Dijitalleşme ile birlikte gazeteciliğin geleneksel iş modelinin çökmesi, bu ayrımdan tavizler verilmesine neden oldu. Haber-reklam ayrımını flulaştıran, sponsorlu içerik (advertorial) ve “doğal reklam” denen formatlar da bu çerçevede tartışmalı bir gelirleştirme yöntemi olarak ortaya çıktı.

Doğal reklamın bir medya şirketi için kabul edilebilir olup olmadığı, önerilen içeriğe bakarak değerlendirilmeli. Kamu yararına ve haber kuruluşunun marka değerine zarar vermeyen reklamlar yayımlanabilir. Nitekim yaklaşık 10 yıldır dünyanın en saygın gazetelerinde bile doğal reklam görüyoruz. 

Örneğin New York Times, 2014’te ABD’deki kadın mahkumlara yönelik adaletsizliği gösteren verilere dayanan çok güzel bir içerik yayımlamıştı. Aslında “Orange Is the New Black” dizisinin tanıtımı amacıyla hazırlanan bu içeriği Netflix’in gazeteye para vererek yayımlattığı, sayfanın en üstünde “PAID POST” (ücretli gönderi) uyarısıyla daha baştan vurgulanıyordu. Bu nitelikteki sponsorlu bir içerikte gazetecilik açısından bence bir sorun yok. 

Ancak bireysel olarak gazeteciler, doğal reklam ve benzeri yöntemlerden uzak durmalı çünkü fiziksel veya dijital, kamuya açık tüm platformlarda gazeteci, hep gazetecidir. Vatandaş onu böyle algılar. 

Reklamda rol almak (hele ki bu reklam bir şekilde perdelenmişse) gazeteci için sadece etik dışı değil, aynı zamanda ekonomik sürdürülebilirlik açısından da mantıksız. Doğal reklamda oynadığı için uzun vadede kaybedeceği kamusal güvenin yaratacağı maddi zarar, gazetecinin oradan elde edeceği geçici gelirden çok daha büyük olur.

Bunun da ötesinde bence gazeteciler, doğal reklamların üretim süreçlerine de hiçbir şekilde dâhil olmamalı, yani metin yazarlığı vs. yapmamalı. NYT ve BBC gibi büyük yayınlarda bu iş için (yayın ekiplerinin dışında) ayrı birimler var ama dünyada birçok medya kuruluşunda doğal reklamları gazetecilerin bizzat hazırladığını da biliyorum. Etik açıdan bu, hâlâ tartışmalı bir mesele.

Tavsiyem: NYT gibi nitelikli bir doğal reklam içeriğini etik biçimde yayımlayamıyorsanız bu yöntemden bireysel olarak da, kurumsal olarak da uzak durun.

Buna alternatif olan ve pek kimsenin itiraz etmeyeceği gösterim (display) temelli reklamların yayıncılara giderek daha az para kazandırdığı (ve çerezsiz gelecekte dijital reklam gelirinin daha da düşeceği) doğru.

Zaten bu yüzden dünyanın en büyük gazeteleri reklam gelirine odaklanmayı yıllar önce bırakıp abonelik gelirini önceliklendirdi. Abonelik geliri içinse okurlarınızın güvenini, para karşılığı ürün tavsiye etmek gibi yöntemlerle sarsmamanız zaten şart.

2. Gazeteciler eleştiriye açık, meslek içi diyalogda yapıcı olmalı

Gelişmiş demokrasilerde gazeteciliğin etik normlarını, yasalardan ve hatta okurların taleplerinden ziyade, mesleki topluluk içindeki sürekli diyalog ve iç denetim belirler.

Türkiye’deki çoğu meslek örgütünün, bazılarının gösterdiği iyi niyetli çabalara rağmen birçok açıdan modern medya ekosisteminin ihtiyaç ve taleplerinin oldukça gerisinde kalması, bu gerçeği değiştirmiyor. 

Aksine, böyle bir ortamda gazetecilerin, kendi meslektaşlarından gelen eleştirilere (haksız bile olsa) açık olması elzem. Özellikle de nitelikli gazetecilik yapanların birbirlerine karşı daha yapıcı olması gerekiyor. 

Ancak böyle bir yapıcılık ve açık fikirlilikle beslenen mesleki tartışma zemininde, gazetecilik etiğinin köhnemeden, tersine daha güçlenerek gelecek kuşaklara aktarılması mümkün olabilir.

3. Gazeteciliğin etkisini abartmayalım, şova çevirip bozmayalım

Medyadaki teknolojik dönüşümün kendine özgü bazı etkileri olsa da, aslında son 20 yılda gazetecilik etiğinin temeline dair hemen hiçbir şey değişmedi, değişmiyor.

Ekonomik baskıların arttığı dönemlerde her sektörde üreticiler, ürünün kalitesini düşürme veya işin doğasıyla çelişen gelir modellerine tenezzül etme hatasını hep yapmıştır.

1980’lerin ‘sarı basın’ından 1990’ların promosyon kampanyalarına, 2000’lerin ucuz foto galerilerinden günümüzde süren kopyala yapıştır haberciliğine ve tık avcılığına dek, Türkiye medyasında da her zaman böyle oldu.

Gelişmiş demokrasilerde hiçbir saygın gazeteci reklamlarda oynamazken Türkiye’de birçok medya mensubunun uluslararası meslek etiğine göre asla yapmamaları gereken bir şeyi yapıp toplumun güvenini suistimal ederek markaların ve hatta ticari lobilerin yüzü hâline geldiğini bile gördük.

Güneşin altında yeni bir şey yok. Gazeteciliğin geçmişinde yaşanan birçok zorluk ve bunlarla mücadele yöntemleri, bugünkü sorunları da çözebilecek dersler içeriyor. Geçmişin medyasının (mutlaka bir şekilde meşrulaştırmaya çalıştığı) yanlışlarını yeni medya ortamına taşımamak gerekliliği de bugünün dersi olsun.

Bu yüzden iyi gazeteciler, kamusal tartışmaya bireysel olarak ancak küçük bir katkı sunabileceklerinin mütevazı bilincinde, geçmişin birikimlerinden faydalanan bir sağduyuyla; sadece kendilerinin değil, mesleklerinin ve tüm meslektaşlarının uzun vadeli geleceğini de gözeterek işlerini yaparlar.

TV’nin reyting sisteminde olduğu gibi, bugün teknoloji platformlarının algoritmik tekelinde şekillenen internetin tık/izlenme mekanizması da, akla değil duygulara hitap edenleri, bilgiyi değil eğlenceyi kayırıyor olabilir. Bu noktada elbette isteyen ‘show business’ı seçer, ama nitelikli gazetecilik iddiasından vazgeçerek…

Bu ülkede on yıllardır vatandaşların haber alma hakkı uğruna öldürülen, hapse giren, ömrünü mahkemelerde geçiren, ağır para cezaları ödeyen, işten atılan, yani gerçek fedakarlıklar yapan gazeteciler var ve en büyük saygıyı onlar hak ediyor. Biz “birinci dünya problemlerimizi” tartışırken bu gazetecilerden birçoğunun adını bile bilmiyoruz. Belki bir gün onlar için bir “Meçhul Gazeteci Anıtı” dikeriz.

Çok uzattım, bitirirken…

Her insan gibi (çoğu gazeteciden çok daha fazla) hata yapmaya hakkı olan Nevşin Mengü’nün nitelikli gazetecilik yapmayı tam gaz sürdüreceğine bir izleyicisi olarak yürekten inanıyorum.

Medya sektöründeki hemen herkesle birlikte Faruk Bildirici’nin yazılarının takipçisi olarak onun değerli birikimlerinden faydalanmaya daha uzun yıllar devam edeceğimizi de umuyorum.

27.02.2022 tarihinde eklenen not: Çeşitli dijital reklam formatlarının tanımlanması ve sınıflandırılması da ayrı bir mesele. Doğal reklam (veya sponsorluk içerik), sözlük tanımlarına göre “üzerinde bulunduğu platformun biçim ve işlevleriyle örtüşen” reklamlara deniyor. Nevşin Mengü’nün Instagram hesabındaki bu ticari tanıtımın, sanki her gün yapılan bir paylaşımmış gibi sunulması nedeniyle bence bu da teknik olarak doğal reklam sınıfına giriyor. Journo için “Doğal reklam nedir” içeriğini hazırlayan Ilgaz Fakıoğlu ise üstteki yazının yayımlanmasından sonra gönderdiği e-postada, “Mengü’nün uyguladığı modele doğal reklam diyemeyiz, bu bir ürün odaklı influencer pazarlama. Öte yandan globalde de birçok gri alan var, birçok stüdyo bütünleşik üretim yapıyor ve ayıranlar (Times) da dâhil olmak üzere yaratıcı içeriklerde konseptleştirme tekniklerinde birlikte çalışıyorlar” diyor.

Ben bu görüşe kısmen katılıyorum. Söz konusu reklamın “ürün odaklı influencer pazarlama” kategorisine de girdiğine şüphe yok. Ancak bu durum, onu doğal reklam sınıfından çıkarmıyor. Nitekim “influencer pazarlama” yönteminin kullanıldığı doğal reklamlar da var. Doğal reklamı konu alan İngilizce Wikipedia sayfasında da bu yöntemde bazen içerik üreticisi ‘influencer’ların kullanıldığına dört ayrı yerde dikkat çekiliyor. Bu arada “influencer” gibi görece yeni terimler kafa karıştırmasın. Aslında “içerik pazarlama” Batı’da 100 yılı aşkın süredir yapılıyor ve “ünlüler” neredeyse başından beri bu faaliyetin bir parçası.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – MEDYA İŞİ YAZI DİZİSİ: GAZETECİLİKTE DÖRT TEMEL GELİR MODELİ

Emre Kızılkaya

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Uluslararası İlişkiler lisansının ardından Marmara Üniversitesi'nde Gazetecilik yüksek lisansını tamamladı. 2003-2019 yılları arasında Hürriyet gazetesinde editör, dış haberler şefi ve dijital içerik koordinatörü; Hürriyet Daily News'da idari editör görevlerinde bulundu. İstifasının ardından 2019'da Harvard Üniversitesi'nde Knight Vakfı ve Nieman Vakfı'nın ortak bursuyla misafir araştırmacı olarak medyada sürdürülebilirlik konusunda çalıştı. Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) Başkan Yardımcılığını ve IPI Türkiye Ulusal Komitesi Başkanlığını yaptı. Journo'da proje editörü ve Harvard Kennedy School bünyesindeki Carr Center'da misafir araştırmacı olarak görevini sürdürüyor.

Journo E-Bülten