Söyleşi

Reuters foto muhabiri Ümit Bektaş: “Fotoğraflar dünyayı değiştirir mi?”

Yunus Geray'ın Van depremi sonrasında onlarca yayında manşet olan fotoğrafını Ümit Bektaş çekmişti.

30 yıldır afetleri, savaşları izleyen deneyimli foto muhabiri Ümit Bektaş, Journo’nun “Unutulmayan Fotoğraflar” yazı dizisinin dördüncü bölümünde, 2011’deki Van depremi sonrası enkazdan kurtarılmayı beklerken görüntülediği 13 yaşındaki Yunus’un hikâyesini anlatırken şunları soruyor: “Fotoğraflar dünyayı değiştirir mi? Sanmıyorum. Ama bir şeyleri değiştirmeyi düşünen insanlara ihtiyaçları olan gücü, motivasyonu sağlayabilir. Peki, Yunus’un fotoğrafı da öyle bir etki yapmış mıdır?”

23 Ekim 2011 günü saat 13.41’de merkez üssü Van’ın Tabanlı köyü olan 7,2 büyüklüğündeki depremde 600’ü aşkın insan hayatını kaybetmişti. Bu felaketin acı simgelerinden biri, depremde yıkılan Erciş’teki bir internet kafede mahsur kalan 13 yaşındaki Yunus Geray olmuştu. Enkazdan kurtarılmayı bekleyen Yunus Geray’ın unutulmaz fotoğrafını çeken Reuters muhabiri Ümit Bektaş, “Yılın Basın Fotoğrafı” ve “Yılın Haber Fotoğrafı” da dâhil birçok gazetecilik ödülü kazandı.

Olayın basit bir belgesi olmaktan öteye geçip toplumun kalbinde derin bir etki yaratan fotoğraf, insanlığın acı dolu anlarını ve umutsuzluğun gölgesindeki direnişi simgeliyordu. Göçük altında geçirdiği saatler boyunca umutla bekleyen Yunus, kurtarıldıktan sonra bilincini kaybedip hastaneye kaldırıldı ve ne yazık ki kurtarılmadı. Yunus Geray, sadece bir depremzede olarak değil, insanlığın dayanışma ve direnişini simgeleyen bir figür olarak hafızalardaki yerini koruyor. Bu simgesel fotoğrafı çeken Ümit Bektaş, gazeteci olarak o gün yaşadıklarını yaklaşık 13 yıl sonra anlatıyor.

“Ambulansa bindirilirken ‘Geç kaldım. Babam kızar’ dediğini duydum”

Yunus’un fotoğrafının hikâyesini bize anlatır mısınız?
Van Depremi’nin olduğunu haber alır aldığımda Ankara’daydım. Bir yandan yıkımın boyutuna dair detaylara ulaşmaya çalışırken diğer yandan afet bölgesine gitmek için hazırlanmaya başladım. En büyük yıkımın Erciş’te olduğunu gördüğümde, bulabildiğim tek uçak oraya olduğu için Erzurum’a uçtum. Oradan kiraladığım arabayla Erciş’e vardığımda hava kararmıştı. Hemen enkazların yoğun olduğu bölgede dolaşıp fotoğraf çekmeye başladım. Bir enkazın başında diğerlerinden çok daha fazla insan gördüğümü hatırlıyorum. Yaklaşıp ne olduğunu sorduğumda, bir çocuğu kurtarmaya çalıştıklarını söylediler. Biraz daha enkaza yaklaşıp, çalışmalara tele objektifimle baktığımda Yunus’u gördüm. Kocaman gözlerini açmış, kurtarılmayı bekliyordu.

Yunus Geray depreme bir internet kafede yakalanmıştı. Deprem binayı sallarken giriş kattaki internet kafenin kimi müşterileri kendilerini dışarı atabilmiş, kimileri ise içeride can vermişti. Yunus tam kapıda kalmış, belden yukarısı dışarıda, belden aşağısı içeride olacak şekilde kiriş altına sıkışmıştı. Arkasında kalan ve sadece Yunus’un omzunun hizasında cansız elini gördüğümüz başka bir müşterinin siper olmasından olsa gerek hayatta kalmıştı. Yunus çıkarılana kadar orada bekledim. Ne kadar sürdüğünü hatırlamıyorum. Çıkarılıp ambulansa götürülmesine kadar takip etim. Ambulansa bindirilirken “Geç kaldım. Babam kızar” dediğini duydum.

“Her depremde Yunus’u ve kocaman güzel gözlerini anımsarım”

Yunus hastaneye doğru giderken ben başka fotoğraflar çekebilmek için işime döndüm. O gece sabaha kadar, ardından tüm gün boyunca çalıştım. Çok yorulunca da uyumak için bir otele gittim. Uyandığımda telefonumda bir dolu cevapsız arama vardı. Sırayla aradığım numaralara her yanıt veren Yunus’u soruyordu. Fotoğraf her yerde yayımlanmış. Yunus aranmış, bulunmuş ve öldü haberi alınmıştı. Ben öldüğünü telefon konuşmalarımdan öğrendim. Kurtulduğunu düşünmüş, ölebileceğini aklıma dahi getirmemiştim. Çok üzüldüm. Üzerinden onca yıl geçmiş olsa da her depremde Yunus’u ve kocaman güzel gözlerini anımsarım. Işıklar içinde uyusun…

Çok iyi hatırlıyorum; insanların Yunus’la tanışıklığı benim aracılığımla, yani benim çektiğim fotoğrafla, olduğundan sanki bana bir akrabamı kaybetmişim gibi çekinerek ve üzülerek veriyorlardı haberi. Akraba değildik ama bir tele objektifle yakınlaşmış, bir kurtarılma kadar zamanı beraber geçirmiştik. Belki sadece benim farkında olduğum bir bağ oluşturmuştu o kısa süre aramızda. Göz göze gelmiştik. Belki o da beni fark etmişti. O yüzden ölümü beni çok üzdü, üzer.

“Antakya’yı görünce bu naif hayalden vazgeçtim”

Yunus’un fotoğrafının yayımlanmasından sonra neler oldu?
Dediğim gibi, fotoğraf çok ses getirdi. Sanırım insanları etkileyen ve benim de unutamadığım bakışlarıdır. Şaşkın, korkmuş, umutla kendisini kurtarmaya çalışanları izleyen gözleri insanların içine işledi. Fotoğraflar dünyayı değiştirir mi? Sanmıyorum. Ama bir şeyleri değiştirmeyi düşünen insanlara ihtiyaçları olan gücü, motivasyonu sağlayabilir. Peki, Yunus’un fotoğrafı da öyle bir etki yapmış mıdır? Yunus’un fotoğrafını gören bir müteahhittin başka Yunuslar olmasın diye malzemeden çalmadığının, bir belediye yetkilisinin kötü bir inşaata imar vermediğinin, bir devlet yetkilisinin depreme dayanıklı kentsel dönüşümler planladığının hayalini kurar ve bu soruya evet diye yanıt verirdim kendi kendime. Maraş depremine kadar Yunus imgesi benim için bu hayalin bir nevi görsel dışa vurumuydu. Bir umudum vardı. Antakya’yı görünce bu naif hayalden vazgeçtim, umudum kalmadı.

Bu tür trajik olayları belgeleme sürecinde duygusal olarak nasıl bir denge kuruyorsunuz?
30 yıldır hayatı bu tip afetleri, savaşları izlemekle geçen bir fotoğrafçı olarak bir süre sonra bununla yaşamayı öğreniyor insan. Unutmuyor ama derine gömmeyi öğreniyor. Hayatı akışına bırakıp unutmuş gibi yapıyor da diyebilirim. Bu soru çok sorulur bana, yani onca vahşete tanık olup nasıl delirmediğim. Cevabım, “Bilmem!  Belki de delirdim, farkında değilim” olur.

“Binaları ayakta tutamam ama insanlara görsel kanıt sunabilirim”

Bu deneyimden sonra, benzer felaketlerin yaşandığı yerlere yönelik habercilik yaklaşımınızda bir değişiklik oldu mu? 
Gazeteci olarak hep aynı düsturla hareket ettim, ediyorum: Tarafsız bir tanık sıfatıyla topladığım doğruları eğmeden, bükmeden, saklamadan paylaşmak. Başkalarının erişemediği yerlerde onlara olan biteni en yalın haliyle aktarmaya çalışmak. Ben savaşlara son veremem, kayan toprağın önüne set çekemem, yıkılan binaları ayakta tutamam ama bunları birileri yapmadığında başımıza gelebilecek kötü şeyler hakkında insanlara görsel kanıt sunabilirim. Sorumluluğum budur.

Genç gazetecilere ve fotoğrafçılara, benzer zorlu durumlarla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda ne tavsiye edersiniz?
Bir haberi takip ederken korkmak, üzülmek, duygusal olarak bocalamak acemilik değildir. Bu duygularla baş edip doğruları göstermeye çalışmak, yani alanda çalışmak değerli bir çabadır. Ancak bu duygulara yenik düşüldüğünde bırakmak, öncelikle gazetecinin kendisini fiziken ve ruhen koruması da önemlidir. Zorlandığında bırakmak ayıp değildir. Gereksiz risk almak da kahramanlık değil, yanılgıdır.

İLGİLİ:

Gazeteci Bülent Kılıç unutulmayan iki fotoğrafının hikâyesini anlatıyor

Ali Dede ve kedisi: “Çöpe gider” denilen bir haber fotoğrafının hikâyesi

Depremin simge fotoğrafının öyküsü: “İlk defa gözlerim dolarak fotoğraf çektim”

İrfan Tunççelik

Doğa, ekoloji, çevre, göç, mülteciler, kültür ve arkeoloji konularında 7 yıldır haber yapıyor. Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Ortadoğu gündemi ile ilgileniyor.

Journo E-Bülten