Dosya

Birinci sayfalar: Gazete tasarımında dijitalleşmeyle değişen kurallar

Basılı gazeteler, dijitalleşme başta olmak üzere çeşitli nedenlerle artık eskisi kadar çok okura ulaşmıyor. Peki, gazetelerin birinci sayfaları bu süreçte değişiyor mu? Örneğin tasarımda “19 kuralı” ne oldu? Ulusal ve yerel medyada hem basılı hem dijital yayınlarda uzun yıllar sayfa sekreterliği ve editörlük gibi görevlerde bulunan deneyimli gazeteci Levent Elpen anlatıyor.

Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, Sabah ve Milliyet’i yeniden tasarlayan ekipleri yöneten gazeteci Ali Acar ve Türk basınında bu alanın tarihini yazan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdülrezak Altun ile konuşan Elpen, dünyanın bir numaralı mizanpaj tasarımcısı Mario Garcia‘nın neden “Türkiye’de bütün gazeteler anarşi kokuyor” dediğini de anlatıyor.

Haber kuruluşları artık dijital yayınlara ağırlık verse de gazeteler kâğıda basılmaya devam ettiği sürece bu basım tekniğine uygun sayfa tasarımı anlayışı geçerliliğini koruyacak. Kaldı ki birçok gazete artık basılmasa bile PDF gibi biçimlerde dijital olarak yayına hazırlanmayı sürdürüyor. Bu yayınlarda da benzer bir sayfa tasarım anlayışı uygulanıyor. Bu nedenle, gazete sayfa tasarımının geçmişine dair pek bilinmeyen bazı kuralları, unutulmadan kayda geçirelim.

Gazete sayfa tasarımı, bilinen grafik tasarım teknikleri içinde basın özelinde ayrı bir yere ve anlayışa sahip. Örneğin “19 kuralı,” gazetenin birinci sayfasında kaç haber yer aldığını anlatıyor. Yazı işlerinde çalışan ve birinci sayfayı çizen sayfa sekreterlerinin göz önünde bulundurduğu bu ilginç yaklaşım, aslında bir “kural” değil. Hatta “19” sayısı da değiştirilebilir. Zaten bugün gazete birinci sayfalarında çok daha az habere yer verilebildiğini görüyoruz. Bu nedenle bu yaklaşımı, “birinci sayfada en fazla 19 habere yer verilmesi” diye özetlemek daha doğru olur.

Ancak 19 kuralı, tasarım için tek başına yeterli değil. Öncelikle, gazete birinci sayfasını tasarlarken uyulması gerektiği düşünülen, meslekî olarak deneyimlenmiş genel grafik özelliklerini ve teknik gazetecilik kurallarını, bazı kavramlarla birlikte açıklamak gerekiyor. Bu kurallar ve özellikler, sadece birinci sayfa için değil, iç sayfalar ve arka sayfa için de gerekli, elbette.

Sayfa tasarımının ‘olmazsa olmaz’ları

Başlık puntoları, yani haber başlığında kullanılan yazı karakterinin büyüklüğü ve yüksekliği (yayıncılık jargonunda punto; İngilizce, size) sayfanın yukarısından aşağıya, büyükten küçüğe doğru gider. En üstteki manşetin puntosu örneğin 120 ise onun bir altındaki bütün başlıklar mutlaka 120’den küçük olmalıdır.

İki başlık yan yana gelmez, gelirse “çakışma olmuş” denir. Başlıklar kaçınılmaz olarak yan yana gelirse araya mutlaka bir resim veya “dişi” (negatif, siyah ya da çok koyu renkli) bir alan girmelidir.

Ancak yüksek puntolu başlığın yanında (sağında veya solunda) tek veya iki sütundaki kısa haberlerin başlıkları bulunabilir. Bunlar yine kaçınılmaz olarak yanındaki başlıktan çok daha küçük puntolu olacaktır.

Gazetenin tasarım anlayışına göre bu başlıklar kalın (bold), italik (yatık) veya ince (beyaz –renk anlamında değil) olabilir. Bu şekilde yanındaki büyük başlığın yazı karakteri ve türünden de ayrılabilirler. Aynı şekilde iki ayrı haberde iki resim varsa bunlar da yan yana gelmez.

Başlığın yanında bir kişinin yüz veya omuz üstü fotoğrafı varsa, bu kişi mutlaka başlığa doğru bakmalıdır. Kişinin fotoğrafı başlığın ters yönüne doğru yerleştirilmişse, mutlaka, fotoğraf üzerinde yazı olmamasına dikkat ederek, emisyonu ters çevirilir. Yani mesela kişi gerçekte sağa doğru bakmışsa, fotoğraf sola doğru baktırılır.

Eskiden fotoğraflar filme veya copyproof’a alınırken, kamera teknik elemanına “emisyonu ters olacak” şeklinde önceden bilgi vermemiz gerekiyordu. Ancak sayfalar bilgisayarda yapılmaya ve özellikle QuarkXpress kullanılmaya başlandıktan sonra bir fotoğrafı yerleştirildiği yerde kolayca -180 derece ölçü vererek ters yüz etmek mümkün. Bu kurala, özellikle sürmanşet ve manşetlerde dikkat etmek gerekir.

“Ciddi” gazetelerle “boyalı basın” tasarımında fark

Sayfa tasarımındaki yazı tipi (font) tercihi de önemlidir. Gazete, yazı oranını daha fazla kullanacak ve daha klasik bir görünüm verip, resim alanlarını daha ekonomik kullanacaksa, yazıların tırnaklı (serif) olması tercih edilir.

Bunu batıda İngiliz The Times, New York Times, Los Angeles Times, Le Monde, Die Welt, Frankfurter Allgemeine Zeitung ve diğer “ciddi” gazetelerde görüyoruz. Zaten bu gazetelerin özellikle The Times’ın adından da Times yazı karakteri (font) türetilmiştir.

Bu tasarım türünün Türkiye’deki en önemli temsilcisi ise Cumhuriyet gazetesidir. Cumhuriyet gazetesinde başlıklar ve haber içi yazılar tamamen bu Times yazı karakterinin türeviyle tasarlanmış olup tek istisnası köşe yazılarıdır. Köşe yazıları nedense tırnaksız karakterlerle tasarlanmaktadır.

Türkiye’de eskiden “boyalı basın” diye genelleştirilerek anılan, dünyada “tabloid” denilenler gibi resim alanları daha bol olan gazeteler için ise tırnaksız (sans serif) yazı karakteri tercih edilmekte, başlıklar mümkün olduğu kadar kalın (bold) karakterle tasarlanmaktadır.

Sürmanşet ve manşet puntolarının yukarıdan aşağıya doğru büyüklük bakımından sıralanışı, en çok bu tasarım anlayışında dikkat çekicidir. Bazen başlık puntoları en üstlerde iyice abartılır. Özellikle büyük olaylar haberleştirilirken normalde kullanılan başlık puntoları ve kalınlığından çok daha abartılısı kullanılabilir.

Birinci sayfada uzun metin kullanılmaz, resme yer açılır

Bu tip gazete tasarımında, bol resim ve zeminli renk kullanımı gerektiğinden, birinci sayfada uzun haber metni girmek mümkün değildir. Her şey, başlıkta ve altındaki varsa alt başlık ve mutlaka olması gereken spot yazılarında özetlenerek aktarılır ve haber metninin tamamı için iç sayfaya gönderme yapılır (İç sayfadaki haber metni de zaten asla uzun değildir).

Birinci sayfada resimler, vitrin anlayışı gereği çoğunlukla büyük kullanılmak zorunda olduğundan, bu tasarım anlayışında 19 habere birden yer vermek zordur. Genellikle en fazla 13-14 civarı birinci sayfa haberi ve kutusuyla tasarım tamamlanır.

Bahsettiğim kurallara ilişkin 2011 yılında yapmış olduğum bir yerel gazete birinci sayfa tasarımı taslak çalışmasını alıp kutularla işaretleyerek örneklemeye çalıştım. Sayılacak olursa, en fazla 13-14 kutu alanı bulunacaktır:

Gazetelerin tasarım anlayışlarının farklılaşmasına örnek olarak, tasarladığım 14 Temmuz 1985 tarihli Bursa Hakimiyet birinci sayfasını da gösteriyorum. O zamanki teknik zorunluluklar ve yerel gazete anlayışı gereği, görüldüğü gibi birinci sayfada en fazla 5 kutuluk yer kullanmışız:

 

19 kuralı, tipo tekniğinin zorunluluklarından mı kaynaklandı?

Gazete sayfa sekreteri olarak çalıştığım 1980’li (1983-1988 arası) ve kısmen, bu işi editörlükle birlikte yürüttüğüm 1990’lı yıllarda (1994-1996 ve 1998-1999 arası) Türkiye’de kabul edilen gazete sayfa tasarımı anlayışı ve ofset tekniğine uygun birinci sayfa grafik/teknik kuralları, tam olarak bu yöndeydi. 19 kuralı ve geçmişe yönelik sayfa tasarımı anlayışının canlı tanığı olarak mesleğin çok az bilinen veya hakkında hemen hemen hiç yazılmamış, araştırma yapılmamış bu yönünü hatırladığım ve bildiğim kadarıyla anlatmaya çalıştım.

19 kuralına eski birinci sayfalardan örnek vermek için tipo baskılı eski gazete sayfalarından da bazı örnekleri, üzerinde kutulayarak burada paylaşıyorum. Cumhuriyet gazetesinin tipo baskılı daha eski örneklerinde genellikle 19 sayısına hemen hiç ulaşılamazken, Yeni İstanbul gazetesinin bu kuralı en titizlikle uygulayan gazete olduğu anlaşılıyor. Şu örnekte, tam 19 sayısını bulan 29 Mayıs 1960 tarihli Yeni İstanbul’un birinci sayfa tasarımını görebilirsiniz:

Kaynak: uzumbaba.com

Hürriyet ve Sabah gazetelerinin günümüzdeki örneklerinde ise birinci sayfada 19 habere yakın kutu koyma geleneğinin devam ettiğini gözlemliyoruz. Sabah gazetesinin 22 Ağustos 2022 tarihli birinci sayfasında, 16 adet haber kutusu var:

Kaynak: sabah.com.tr

Hürriyet gazetesinin 22 Ağustos 2022 tarihli birinci sayfasında ise 13 adet haber kutusu sayılıyor:

Kaynak: hurriyet.com.tr

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı üzere 19 kuralının tam olarak uygulanabileceği en uygun tasarım biçimi, serif yazı karakteriyle tasarlanan, az ve öz resimli, birinci sayfada yazı yoğunluğu fazla olan klasik görünümlü gazetelerdir. Bu tasarım anlayışının ise az-çok, resim kullanımının, klişe maliyetinin yüksekliğinden ve diğer teknik sebeplerden dolayı belirli bir oranı geçemediği tipo baskı tekniğine uygun eski tip tasarım anlayışından türediğine ilişkin genel bir kanaat olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu konuda yapılmış ayrıntılı bir inceleme olmadığından, şu an için bunu kanıtlanmış kabul edemiyoruz.

“Bu durumu en iyi tipodan ofset baskı tekniğine geçişte görev almış gazete sayfa tasarımcıları veya gazete grafiğinin tarihçesi üzerine araştırma yapmış akademisyenler bilir” düşüncesiyle konunun iki uzmanına sordum: Cumhuriyet gazetesinin 1983’de tipodan ofset tekniğine geçişinde gazete tasarım ve uygulamasını baştan sona yüklenen gazeteci Ali Acar ve “Türk Basınının Değişen Yüzü” adlı kitabıyla Türkiye’de gazete sayfa tasarımlarının tarihini yazan ender araştırmacılardan olan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı  Prof. Dr. Abdülrezak Altun.

Önce kaderine terk edilirsin, sonra “en canavar sayfa sekreteri” olursun

Acar’ın gazete sayfa sekreterliğine başlangıç hikâyesinin hemen bütün sayfa sekreterlerinin meslekteki ilk başlangıç zamanlarına benzerliğinin dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim. Evet, ben de dâhil hepimiz, ilk sayfa çizim tecrübemizde mutlaka bir “terk edilme” veya “kaderiyle baş başa bırakılma” süreci yaşadık.

Bu usulün mesleğin sayfa sekreterliği özelinde bir tür “gelenek” olduğunu belirtmekte fayda var. Acar’ın da spor sayfaları özelinde yaşadığı tecrübeyi belirttiği gibi sayfa sekreterliğine “aday” olacak gazeteci, ilk önce birkaç gün işlerin nasıl yürüdüğüne ilişkin bazı gözlemler ve iş pratiği yapmasına fırsat verildikten sonra, bir “bahane” ile yalnız bırakılarak sayfa tasarımı işi resmen “üzerine yıkılır” ve böylece meslekte “bir anda pişmesi” sağlanır!

Ardından “işin asıl sahibi çıkagelir” ve sayfa tasarımında nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında “kritik” yapılır. Böylece ilk tecrübesizliğinde (!) teknik serviste (tipo döneminde mürettiphanede) yaptığı hatalar yüzünden fırça yediğinden, “aday” sayfa sekreterimiz, bir daha o hataları yapmaz, kısa sürede meslekte ilerler, “en canavar sayfa sekreteri” olur!

Ali Acar: Sayfa tasarımında “mutlak kurallarolmaz

Cumhuriyet gazetesinin tipodan ofsete geçişinde tasarım anlayışını başarıyla taşıdığını belirtmiş olduğum Ali Acar ile 31 Ekim 2022 tarihinde konu hakkında yaptığımız röportajı, aşağıda okuyabilirsiniz. Ali Acar’ın çalıştığı dönemden, 20 Temmuz 1980 tarihli tipo baskılı (altta solda) ve 15 Temmuz 1983 tarihli (altta sağda) iki ayrı Cumhuriyet gazetesi birinci sayfa örneğini de, bir gazetenin tipo ve ofset baskıları arasındaki farkın ve Acar’ın tasarımının görülmesi için paylaşıyorum:

Tipo anlayışındaki Cumhuriyet gazetesinin 1983’de okur alışkanlıklarını ve görüntü algısını önemli ölçüde değiştirmeden ofsete geçişinde neler yaşadınız? Sıkıntılar oldu mu, bu sorunsuz geçişin başarılmasında en önemli etkenler nelerdi?
Tamamen alaylı olarak, gazeteciliğe 1968’de Yeni İstanbul gazetesinde spor muhabiri olarak başladım. Tipodan ofsete konusunda, benim konumum çok farklı. Yeni İstanbul’da bir yılım dolmadan, tam yeni kurulduğu sırada Günaydın gazetesine transfer oldum. Birkaç ay spor muhabirliği yaptım, fakat spor sorumlu müdürü, aynı zamanda spor sayfalarının tasarımını yapan Orhan Baykara, bir gün bana “Ali gel bana yardım et” deyince, yanında oturdum, üç beş gün ona yardım ettim.

Ancak, haftası dolmadan bir gün telefon açtı, “Ben gelemeyeceğim, sayfayı sen yap” dedi. “Bunu nasıl yaparım, nasıl ederim” diye sızlanırken, “Yaparsın, yaparsın” diyerek cesaret verdi. O gün gazetenin spor sayfasını yaptım, o da ertesi günü geldi, üzerinde konuştuk. “Şöyle yapsan iyi olurdu, şurası iyi olmamış, burası fena değil” gibi şeyler söyledi. Sonra beni kaderimle baş başa bıraktı. Çok zorlandım. Yani hiç bilmediğim, yapmadığım, görmediğim, bir şeydi o zamana kadar.

Sayfa sekreterliğine başlayan herkes aynı deneyimi yaşadı, evet…
Günaydın ofset basılıyordu ve sayfalar pikajda üretiliyordu. Yani ekranda değil, elle yapılıyordu. Kısacası ben bu işe gözümü ofsette açtım. Yavaş yavaş bu işten keyif almaya başladım. Daha sonra Günaydın gazetesinden kovulunca, soluğu bir şekilde Cumhuriyet’te aldım.

Tabii Cumhuriyet tipo ile basılıyordu ve bu teknik bana çok yabancıydı. Tipo için sayfa tasarımını da orada becermeye çalıştım. Sonraları bu işe iyice merak salınca, bunu bir eğlence, bir keyif hâline getirince, bu sefer bütün dergi ve gazeteleri taramaya, sayfa tasarımlarını incelemeye başladım. O zamanlar Türkiye’ye yabancı dergi, gazete getiren Hachette Yayınevi’ne, mesela İsveç’de yayımlanan gazeteleri sipariş ederdim. O gazetelerin farklı dizaynı vardı. O tasarımlardan ilham almaya, esinlenmeye çalışırdım, herkes de bütün bunları ben üretiyorum sanıyordu.

25 yılım Cumhuriyet’te geçti. Bunun aşağı yukarı 10 yılı tipoda çalışma dönemimdir. Elbette tipodan ofsete geçerken çok zorlandı Cumhuriyet gazetesi. Çünkü aynı zamanda ekonomik kriz içerisindeydi. Ekonomik nedenlerle birçok gazeteden çok daha sonra ofsete geçti. Bu yarışın içinde olabilmesi için ofsete bir an önce geçmesi gerekiyordu, çünkü rekabet edemeyecekti. O nedenle, İmar Bankası’ndan büyük krediler alındı ve daha sonra ödenemedi. Gazete iflasını istedi.

Dünyanın en iyi sayfa tasarımcısı Sabah grubu için geldi

O kriz anında da Yeni Yüzyıl gazetesi kuruluyordu, beni çağırdılar. Dinç Bilgin, “Okay Gönensin ile birlikte bu gazeteyi yapın. Bunun tasarımını da sana emanet ediyorum” dedi.

Orada bir şeyler yapmaya başladım. Aynı zamanda araştırıyordum, internete girip boş zamanlarımda bir şeyler yakalamaya çalışıyor, hoşuma gidenleri uygulamaya çalışıyordum. Birebir yapmasam bile Türk damak tadına, göz tadına göre diyeyim, harmanlıyordum. Fakat birdenbire o tasarımları tamamen kendim üretiyormuşum gibi gündeme geldim. Halbuki ben hep şöyle söylerim: “Ekiple çalışıyorum, takım arkadaşlarım… Biz hep birlikte bunları yaptık…”Fakat işin başında ben olduğum için artısı bana yazıldı.

Sabah grubunda Yeni Yüzyıl’ı Milliyet’e rakip olarak çıkarmışlardı (1995). Benden de istedikleri, yine Cumhuriyet çizgisinde olsun ama o kadar soğuk olmasın, birazcık pop olsun, renkli olsun, filandı. Ancak o sırada Sabah gazetesinin dizaynından yönetim çok memnun değildi. Bu yüzden, “sayfa tasarımında dünyada bir numara” olarak bilinen Mario Garcia’yı getirdiler. Onun, yeryüzünde sıfırdan veya yeniden yapmadığı gazete yok. Dünyanın üç yerinde ofisleri var, oralara gidip çalışıyor. Dinç Bilgin’in Amerikalı damadı vasıtasıyla bu Mario Garcia’yı bulmuşlar ve ondan yepyeni bir Sabah gazetesi tasarımı istemişlerdi. Garcia da “Bana 6 ay süre tanıyın, size yepyeni bir konseptle geleyim” demiş. Adam çalışmış, etmiş, Sabah üzerinde yepyeni bir gazete tasarlamış.

“Zafer Mutlu aldı adamı bana getirdi”

Tabii ne yaptığını ne ettiğini bilmiyorum. İstanbul’a davet edildiğinde Türkiye’de yayımlanan bütün gazetelere bakmış adam, içlerinden bir tek Yeni Yüzyıl’ı kendi çizgisine uygun görmüş. “Bu gazete nerede” diye sorunca “Bizim alt katta çıkıyor” demişler. Bunun üzerine Zafer Mutlu aldı adamı bana getirdi. Mario Garcia’yla beni tanıştırdı. Adamın adını hiç duymamışım, kim olduğunu da bilmiyorum, söylemiyorlar. Sadece  Mario Garcia deyip tanıştırıyor, sanki kim olduğunu, ne iş yaptığını biliyormuşum gibi…

Garcia bana “Bu çizgiyi ne amaçla yapıyorsun, mektepli misin alaylı mısın” diye sordu. Ben de “Beni tesadüfen bir masaya oturttular ve ben bugün buradayım” dedim. Sonra adamın kim olduğunu anladım. Neyse, onun Sabah için tasarladıklarına baktım. Türkiye’de çığır açacak bir şeydi. İnanılmaz örnekler yapmış adam. Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu, bu örneklerin hiçbirini cesaret edip de hayata geçiremedi. Çünkü bambaşka bir gazete tasarımıydı. Çok batılıydı. İşkembecide çorba içerken birdenbire istiridye kabuğu içinde karides sunuyordu adam… Baktım, bayıldım, “Bu müthiş” dedim.

Küba asıllı ABD vatandaşı tasarımcı Mario Garcia, 13 Mayıs 2011’de Norveç’in Bergen kentinde düzenlenen Kuzey Avrupa (Nordic) Medya Festivali’nde konuşmacılar arasındaydı. Fotoğraf: Eirik Helland Urke

“Ne köfteci ne rafine lokanta, ben senden McDonald’s istiyorum”

Ancak patronlar, “Biz bunu hayata geçiremeyiz” gerekçesiyle beni çağırdılar, “Sen Yeni Yüzyıl’ı bırak Sabah’a gel, bize bir şey yap. Böyle çok uçuk olmasın. Türk insanına hitap eden bir şey olsun” dediler. O sırada 50’li yaşlardaydım ve meslek hayatımda 25-30 yılım geçmişti. Dinç Bilgin ve Ercan Arıklı ile toplantı yaptık. “Dinç Bey nasıl bir gazete istiyorsunuz, benden” diye sordum. “Senin kafanda ne var” dedi. “Biz bunu iki şekilde yapabiliriz” dedim: “Birincisi, Sultanahmet köftecisinin vitrini gibi. Ne varsa koyarım. İkincisini de çok rafine bir lokanta gibi yaparım…”

Adam dinledi, dinledi, bana hayatımın dersini verdi, hayata bakışımı değiştirdi işim konusunda… Dedi ki; “Ben senden ne köfteciyi ne de o rafine şeyi istiyorum. Birinde yemek yemek bir sanat, ötekinde karnını doyurursun. Ben senden McDonald’s istiyorum. 7 yaşında çocuğun da 70 yaşında dedenin de, anneannenin de gireceği bir menü istiyorum senden!”…

Ercan Arıklı, “Ali bütün karizmanı çizdirdin” dedi

Bu benim hayatımın dönüm noktası oldu. Odadan çıktıktan sonra Ercan Arıklı bana aynen şunları söyledi:

  • Ali bütün karizmanı çizdirdin. Adama sorulur mu, nasıl bir gazete istiyorsun diye… Sen yapardın, ona gösterirdin, sorulmaz. Sana bir örnek vereyim. Dünyanın en ünlü terzisi Londra’daki Bijan’dır. Oraya gittiğin zaman adam senin boyuna bosuna ten rengine bakarak kumaşı indirir, sana elbise diker. Sen hiçbir zaman şu kumaşı istiyorum, üç düğme, beş düğme, yırtmaçlı falan diyemezsin. Adamın sanatına hakarettir. Sen bu işin Bijan’ısın. Nasıl böyle bir soru sordun?

Tabii benim aklıma hiç böyle düşünmek gelmemişti. Neyse Sabah’ın tasarımını değiştirdik ama hiçbir zaman Mario’nun yaptığı gibi olmadı. Sadece ondan birçok esinti vardı. Herkes yine o tasarımı benim yarattığımı zannetti…

Sabah’tan sonra Milliyet gazetesine transfer oldum. Ancak bu arada Mario’nun Avrupa’daki gazeteleri yapmak için kullandığı Hamburg’daki ofisini ziyaret ettim. Orada ulusal ve yerel gazetelerin tasarımlarını yeniliyordu. Bir iki hafta tasarımla uğraştıktan sonra asistanları onun tasarımını hemen bilgisayar sistemine aktarıyordu. Orada o güne kadar yaptıklarımın hepsini bilinçsizce yaptığımın farkına vardım. Sadece gözüme öyle hoş gelir diye o renkleri kullanmıştım. Halbuki her rengin bir anlamı varmış. Kullandığımız renge belirli bir anlam yüklüyormuşuz. Mario’nun renkleri karıştırarak yeni renkler elde ettiğini gördüm. Tasarım dünyam, bambaşka bir yöne evrildi oradaki izlenimlerim sayesinde.

Mario Garcia’nın yorumu: Türkiye’de bütün gazeteler anarşi kokuyor

Kısaca anlatmak istediğim, benimki daha çok bir ofset çalışması hikâyesi… Tipoyu sonradan öğrendim. Tipodan ofsete geçerken, yaşadıklarımı soruyorsun ama benimki tam tersi oldu. Bütün başarı hikâyeleri bana mâl edildi ama gerçekten Cumhuriyet’te, Yeni Yüzyıl’da, Sabah’ta ve Milliyet’te hep çok çok iyi bir ekiple, çok iyi grafikerlerle çalıştım. İşlerini seven insanlardı. İş yapmaktan çok, eğleniyorduk. İşimden keyif almamın nedenlerinden biri de şu: Yazısını yazan, haberini, grafiğini yapan, fotoğrafını çeken, senin gözünün içine bakıyor. O işi sayfada iyi değerlendireyim diye düşünüyorsun böylece. Birdenbire son sözü söyleyen insan sen oluyorsun. Çünkü en kötü haberi bile köpürtür öyle farklı sunarsın ki, çok önemli bir habermiş gibi olur ya da tam tersi…

Oysa şimdi Türkiye’deki gazetelerde –bana göre- editöryel cinlik görmüyorum. Bir iki kişi var Bâb-ı Âli’de, hâlâ böyle çalışan… Rutin bir habere öyle bir başlık atıyor, öyle bir background’uyla falan harmanlıyor ki, okuyucuyu oraya odaklıyor. Her sayfanın her haberinin böyle olması lâzım. Tabii bu, işin içerik ve editoryal yönü… Ama görsel veya “lay-out” yönünden bana soracak olursan, Mario Garcia’nın Türkiye’de yayımlanan gazeteler için söylediği lafın aynısını söyleyeceğim: “Bütün gazeteler anarşi kokuyor!”

Anarşi mi?
Evet, anarşi… Yani bir yangın yeri gibi. Tamamen kırmızıya bürünmüş, kan rengi olmuş. Garcia’nın söylediği, giyimiyle kuşamıyla, karakteriyle, eğitimiyle, birikimiyle, kimin hangi gazeteyi yaptığına bağlı aslında. Hep şunu söylerdi: “Hiçbir zaman süslü olmayacaksın, elegan olacaksın, klas olacaksın. Sayfaya da klas’lık vereceksin”… Renklerin anlamını da şöyle anlatırdı: “İnsana en çok yakışan renkler, buz rengidir, toprak rengidir, soft renklerdir ama bir yerde gerekirse, mesela plajla ilgili bir haberde tabii ki oranj kullanacaksın…”

Garcia ve ekibi artık web sitesi de tasarlıyor

Garcia ve ekibi tasarladığı onlarca gazetenin yanında artık web sitesi de tasarlıyor. Ben onun çizgisindeyim ama o çizgiyi Türkiye’de uygulayabildim mi, hayır! Uygulamamı da uygun görmediler. Ama hiçbir zaman da Die Welt veya Frankfurter Allgemeine gibi çok soğuk, kolon kolon yazılarla dolu, tamamen bürokratlara yönelik gazeteler değil, daha pop gazeteler yapmaya yatkındım.

Bazı gazete tasarımları var ki kuralsızlığı kural hâline getirmişler… Hürriyet’in birinci sayfası, Bild’in bütün sayfaları gibi… Zaten Ertuğrul Özkök birazcık Bild’den de esinlenmişti. Çünkü onun genel yayın müdürü [Kai Diekmann], çok yakın arkadaşıydı. Çok fikir alışverişinde bulunurlardı…

Yani göz yorulmayacak, göz gezecek, dolaşacak, bir ritm içerisinde. Mesela Bild gazetesi beni yoruyor, Hürriyet de yoruyor beni. Diğer gazeteler de Hürriyet’i taklit ettiği için bir karmaşa hâkim. Gazeteyi eline aldığın zaman bir şeye gözün gidecek ve iraden dışında gözün ikinci habere, üçüncü görsele, beşinci grafiğe, görsele gidecek. Kendini zorlamayacaksın, yormayacaksın. Garcia’nın bütün felsefesi bu. Almanya’da yayımlanan Hamburg Morgenpost (altta) diye bir gazete var. Bana hem klas hem pop geliyor. Blazer ceketin altına blue-jean giymiş gibi… Çok ciddi değil ama zarif geliyor.

Gazetelerde sayfa tasarımını kurallara çok bağlı kalarak değil, biraz esnek yapmak lazım

Neredeyse 80 yaşıma geldim. Hâlâ gazete yapacakmışım gibi beğendiğim sayfaları memory’e alıyorum. Yıllarca Eskişehir’de iletişim fakültesinde lay-out (mizanpaj) dersleri verdim ama hiçbir zaman bir teoriye bağlı olarak, tasarım ille böyle olacak demedim. Üniversitede o güne kadar hiç itibar etmedikleri, üç beş kişiyle ders yaptıkları lay-out dersine neredeyse sınıfın tamamı ve başka bölümlerden de öğrenciler geliyordu. Çünkü sohbet şeklinde eğlenerek ders yapıyorduk. Araya da bir sayfa sıkıştırıyorduk.

Mario da benim gibi alaylı ve o da hiçbir grafik eğitimi almamış. Bir ilkokul çocuğunun çizdiği insan figürü, inan benim çizdiğimden çok daha iyidir. Ama bir görsel tasarımı zihnimde canlandırabilirim, kafamın çalıştığı tek şey, bu. Dünyanın en basit işi ama eğitimini almış, çizgi bilgisi olan insanların bu işi yapmasını daha çok tercih ederim. Fakat akademik olarak gazete tasarımından çok reklam tasarımı ağırlıklı eğitim veriliyor. Çok iyi dergi yapanlar da var ama bunlar gazete tasarımında çok başarılı olamıyor. Gazeteleri de dergi gibi yapıyor. Çok kurallara bağlı kalarak değil, birazcık esnek olarak bu işi yapmak lâzım. Bir şarkı, notasıyla değil yorum farkıyla öne geçer.

Ama artık yazılı basın bittiği için bunların hiçbirini önemsemiyorum… Dünyada bitti, can çekişiyor.

Tipodan ofset sayfa tasarımına geçerken varlığını korumayı başaran birinci sayfada (en fazla) 19 haber (veya kutu) olması gerektiği kuralına dikkat etmiş miydiniz? Bu kuralı uygulayan tipo tasarımcıları var mıydı, ofsete geçtikten sonra buna dikkat etmenizi söyleyen olmuş muydu? Bunun gibi başka eski sayfa tasarımı kurallarının uygulanmasını isteyen var mıydı?
19 haber kuralı dediğinizi ben sonradan öğrendim. Türkiye’de insanların kafasına yerleşmiş. İşte 19 haber olacak, kutular olacak, falan. Neden? O sayfaya çok takılasın diye yapılan bir uygulama bu. Ama öyle bir dizayn tarzı vardır ki yukarıdan aşağıya küçük puntolarla bir sürü haber koyarsın. Bir tanesini öylesine büyütür, öylesine köpürtür, öylesine görseli kadrajlar, o kadar seksi bir başlık verirsin ki insanların aklında kalır. Çok şeye bakıp edip hiçbir şey akılda kalmamaktansa, bir tanesini köpürterek veya bir ikinci haberi de belki köpürterek vermek, daha doğru.

Tabii, ben bu işlerden keyif aldığım için, işi bıraktıktan sonra bugün dahi dünyada yayımlanan gazetelerin lay-out’larına bakıyorum. Bir arkadaşım, bana Almanya’da yayımlanan gazeteleri gönderiyor.

“Gazetenin her sayfası televizyon kanalları gibidir”

Mario Garcia, gazetelerle ilgili yapılan bilimsel araştırmaların sonucunu hep yansıtıyordu. İnsanlar uzun haber okumaktan sıkılıyor. Bir araştırma yapılmış, uzun bir haber, birkaç kişiye sunulmuş. Bunların büyük bir kısmı sadece birinci, ikinci, üçüncü paragrafı okumuş, gerisini okumamış. En son paragrafa kadar okuyan insan sayısı, yok denecek kadar az. Kısaca, çok haber koyup bir tanesini büyütüp odaklamak…

Garcia’nın söylediği bir şey daha: “Gazetenin her sayfası televizyon kanalları gibidir. Bir yeri zapladığında ilgini çekmiyorsa bir başka kanala geçersin. Gazete sayfası da öyle. İlgini çeken bir yer yoksa, hemen bir başka sayfaya geçersin…” Oysa okuru her sayfaya ya başlığıyla, ya görseliyle, ya haberin önemiyle, mutlaka odaklayacaksın. Onun için rutin olan bir haberi bile özel haber haline getirerek, çok seksi, çok renkli, çok akılda kalacak başlık vererek sunacaksın.

Tabii bu çok büyük editoryal çaba gerektiren bir şey. Mario’nun bütün başarısı bu. Bunları öğrendik ama tabii gazeteyi yaparken bütün her şeyin başlığı, spotu vesâiresiyle uğraşmıyorsun. Yazı işleri müdürü var, genel yayın müdürü var, editörü var, haberler dağılıyor, herkes bir haberi seçiyor, ona göre başlık veriyor. Yani herkesin çok cin fikirli ve çok donanımlı olması, güncelliği, dünya basınını takip ediyor olması lâzım, dil biliyor olmak lâzım… Lâzım, lâzım, lâzım…

Bu 19 kuralı hiçbir zaman tam olarak uygulanmadı, biliyorsunuz. 19’u uygulayan çok az birinci sayfa görmüşümdür… Siz net olarak birinci sayfaya 19 haber koyanı gördünüz mü?
Eski gazetelere bak, öyle 19 tane haber falan yok. İnsanlar sayfalara çok takılsın, uzun soluklu kalsınlar diye böyle bir şey düşünülmüş. Ne kadar çok haber varsa o kadar iyidir mantığıyla…

Bunun mantığı vitrinleme mi?
Vitrinleme tabii. Her şey vitrin. Dünyanın en iyi üretilmiş ürününü iyi ambalajlayamıyorsanız, iyi giydiremiyorsanız, o ürünü satamazsınız. 19 haber hep istenmiştir ama ben hiç taraftar değilimdir. Okur her şeyi birinci sayfada görsün, merak ediyorsa öbür tarafa geçsin… Oysa ikinci veya üçüncü sayfayı da öyle meraklandır, dördüncü sayfayı da beşinci sayfayı da öyle yap…

Bu, tipodan kaynaklanan bir gelenek mi?
Cumhuriyet’te 25 sene çalıştım, tipo dönemi de dahil. Çok haber koyardık ama o kural var mıydı, hiç hatırlamıyorum. İşime bir fizik profesörü gibi bakmadım. Hep işin eğlenceli tarafındaydım. Hiç katı kurallarım olmadı. Yöneticilik dönemimde de olmadı. Çalışanları hep özgür bırakmışımdır. Hiç birine şunu şöyle yap, demedim. Ama sen böyle yapmışsın, acaba şöyle yapılsaydı nasıl olurdu, ikisini kıyasla, demişimdir… Kimisi kibarlığından evet, derdi, kimisi de benimle tartışırdı. Ben de tartışırdım. “Bak, burada da sen bunu iyi yapmışsın, ben bunu düşünememişim” derdim.

Tiponun bazı sınırlamalarından mı kaynaklanıyor acaba? Tipo baskı gazeteler, çok fazla kutu kutudur, bilirsiniz.
Dünyada hiçbir gazetenin birinci sayfalarında kutu kutu var mı? Zeitung hariç. Dünyanın bütün pop gazetelerine bak. Hiçbirinde kutu kutu 19 haber diye bir şey göremezsin!

“Gazete bitti gazete, tasarımı bırak”

Tamamen bize özgü bir durum. Bu kuralın nereden kaynaklandığını bulmaya çalışıyorum.
Ben de bilmiyorum. Merak dahi etmedim. Sabah’ta da Milliyet’te de hep bana çok haber koyalım dediler, ben de eyvallah dedim. Öyle övünürlerdi: Birinci sayfaya ne kadar çok haber koyarsan, o kadar başarılısın… Dünyanın hiçbir yerinde yok bu.

Mario’nun getirdiği örneklerde de öyle 18-19 haber yok. O da çok haber koymaya çalışmış ama o kadar zarif, o kadar kibar ki… O gazete tasarımının niçin hayata geçmediğine hep şaşmış ve üzülmüşümdür. Dinç Bilgin, “Okuru birdenbire şok etmeyelim” dedi. Bizim okurumuz alışmış belli şekle. Türk okurunun muhafazakârlığı mı diyeyim, her ne ise… Yani Türkiye’deki tasarım anlayışı, dünyanın hiçbir ülkesinde yok!

Şu sıralarda tasarladığınız bir gazete var mı?
Hiçbir şey yok. Özgürlüğümün efendiliğini yaşıyorum. Sadece emekli olduktan sonra bazı kurumların aylık veya üç aylık çıkan gazeteleri benden maket istedi, yaptım, verdim. Onun dışında böyle bir şeyle uğraşmak istemiyorum.

Dijital olarak bu işin hiç şansı kalmadı mı? Sayfa dizaynı tamamen bitti mi?
Gazete bitti gazete, tasarımı bırak… Bitmiş bir şeyin tasarımı da olmaz… Gazetelerde özel haber falan buluyor musun? Hep ajanslardan alıyorlar. Gündüz haber sitelerinden ve televizyondan öğrendiğim haberlerin aynısını ertesi günü gazetelerde okuyorum. Bir cinlik yapıp da bir başlığı değiştirip ona bir renk katarsan, biraz eskiden, biraz yeniden bir şey ekleyip de harmanlarsan, okunur hâle geliyor. Onu bile okumuyorum. Yazarları da okumuyorum. Gazetenin kendisinden de okumuyorum, internetten açıp bakıyorum.

Fikrime uyan bir şeyi, beni biraz mutlu etsin, gönlümü okşasın diye dönüp okuyorum. Yani (basılı) gazete olayı bitti. Dolayısıyla Türkiye’de de gazetecilik bitti. Öyle haberler var ki, sadece ve sadece grafikle anlatılır. Grafikle o haber beyine daha çok yerleşir, daha kolay anlaşılır. Şimdi bunların hiçbiri yok, hangi gazetede var? Onu bırak, bir tane özen gösterilmiş başlık yok, bir cinlik yok. Aklımda kalacak da, diyeceğim ki; “Bak bugünkü X gazeteyi okudun mu, böyle bir haber var”… Öyle bir haberle karşılaşmıyorum ki, telâffuz edebileyim… Başlık öyle bir başlık olacak ki, görsel öyle bir görsel olacak ki, benim aklımda kalacak. Bütün bir gazeteyi okuyorsun, 24 sayfa, 32 sayfa, neyse, aklında kalan hiçbir şey yok! Birisine anlatacağın bir şey yok! Ölmüş bence. Basın da öldü. Hükümet yanlısı da muhalif de olsa, basın eksilerde. Ortası yok!

Abdülrezak Altun: Toplumsal değişim, gazete tasarımındaki değişikliği belirliyor

“Türk Basınının Değişen Yüzü” adlı kitabın yazarı, Türkiye’de modern yakın dönem gazete sayfa tasarımlarının tarihini araştıran Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdülrezak Altun ile 2 Kasım 2022 tarihinde yaptığımız söyleşiye geçelim.

Tipodan ofsete, ofsetten de dijital baskı ve tasarıma geçerken sayfa düzeni anlayışlarında yaşanan sorunlar nelerdi? Basın tarihinin yakın geçmişinden izlenimlerinizi, araştırmalarınızdan da bahsederek kısaca paylaşabilir misiniz?
“Türk Basınının Değişen Yüzü” kitabımın arka sayfasında, tasarımı yapan arkadaşın da tercihiyle giriş bölümünden şöyle bir alıntı yapmıştık:

  • Gazetecilikte sayfa düzenlemesi, mesajın oluşması bağlamında olmazsa olmaz bir uygulamadır. Bu nedenle içerik ve biçim kavramları arasındaki ilişkinin en somut kanıtlarıyla gözlemlenebileceği bir alandır. Bir ürün olarak gazetede dönemsel/toplumsal koşulların belirlediği içerik, yine o koşulların belirlediği olanaklarla bir biçime kavuşmaktadır. Toplumsal devinim sürdüğü ve içeriği belirlediği sürece biçim de değişken olacaktır. Belki bu noktada söylenebilecek tek şey, değişimin sayfa düzeninde kuralları giderek ortadan kaldırıyor oluşudur. Bu, biraz da günün olanaklarını bilen ve zorlayan tasarımcının bir meslek adamı olma vasfının ilerisine geçen ve hisleriyle yön bulan sanatçı kimliğinin de öne çıkması demektir. Ancak geleceğe dair en gerçek saptama, okuyucular her gün ellerine aldıkları gazetelerin sayfa düzeninde yapılan değişikliğe, çoğunlukla muhafazakârca karşı çıksalar da, eskiyen gazetelerin yeni yüzler aramaya devam edeceğidir.

Bunlar 2000’li yılların başında not edilmiş cümleler. Kitap, 2006’da Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından basılmıştı. Bu çalışmadaki iddiam, gazetecilikte hep içeriğe, habere, yoruma yoğunlaşılmasını belirleyen şeyin ne olduğunu araştırmaktı. Birinci sayfaya sürmanşet ya da iç sayfalarda bir sütuna iki sütuna yayılan bir alan tasarladığınızda aslında haberin değerini belirleyen şey, doğrudan doğruya sayfa tasarımıyla çok ilişkili.

Bilgisayarda sayfa tasarımını Dinç Bilgin ve ekibi başlattı

Çalışmamda gazetelerin sayfa tasarımlarının köklü değişikliklere uğradığı tarihlere ilişkin de belirlemeler ve vurgular var. Genellikle gazeteler sayfa tasarımlarını değiştirdiklerinde, bu işi profesyonelce yaptığınız için siz de bilirsiniz, okuyucular hemen “sevmedik” derler. Çünkü alışkanlıklarına çok bağlıdırlar ve gazete okumak da biraz alışkanlıkla alâkalıdır. Okuyucu bulmacayı nerede bulacağını, kimin köşesinin nerede olduğunu falan, bilir. Alışkanlıklarına bağlı hâlleri vardır.

Kitap, bilgisayar çağında gazetelerin 2000’li yılların başına kadarki dönemini kapsıyor. Tasarımda bilgisayarın bir ölçüde daha etkin kullanılmaya başlandığı zamanlardan bahsediyorum. Bilgisayarın ilk olarak Yeni Asır’da kullanıldığı zamanlara dair Demirtaş Ceyhun’un anlattığı halinden bahsedecek olursak: O zamanlar Yeni Asır ofisini bir anlatıyor ki, zannedersin, NASA’ya gitmiş… O kadar etkileyici buluyor, son teknoloji diye. Yeni Asır’ın sahibi ise Dinç Bilgin… Türk basınında bilgisayarda tasarım yapılması işine ilk kalkışanlar, onlar.

“Bunların her biri aslında tasarımcıyı özgürleştiren şeyler”

Siz de meslekî deneyiminiz itibarıyla bilirsiniz ki, bilgisayarın tasarımda yarattığı birtakım özgürlükler var. Tipoda kurşun kalıplarla, sütunlar şeklinde yapabiliyorsunuz. İki sütunu ikibuçuk sütun yapayım dediğinizde bile problem çıkar. O nedenle zaman içinde gelişen standart ölçüler var. Mesela sütun genişliği… Fotoğrafı, başlıkları, ona göre ayarlıyorsunuz. Ofset baskı tekniğine geçildiğinde, tipoda kalıp alıp onu fotografik yöntemlerle ofset kalıba aktarmak gibi ara çözümler de kullanıldı.

80’li yılların başında elektronik olarak dizilip yazıcılardan çıktı alınıp pikaj kartonuna yapıştırılıp filme gönderilerek kalıp alındığını, daha sonraları da doğrudan bilgisayardan kalıba aktarılarak baskı hazırlığının yapılma aşamasına geçildiğini biliyorsunuz. Bunların her biri aslında tasarımcıyı özgürleştiren şeyler. Teknoloji belli oranda kolaylık sağlıyor, fakat aynı zamanda da gazete tasarımını bazı açılardan sınırlıyor. Çok yaratıcı çözümler üretmek mümkün değil. Bilgisayar, sadece gazete ve dergi tasarımında değil, özellikle grafik tasarım diyebileceğimiz reklam tasarımı veya reklam ürünleri tasarımında da çok önemli bir çığır açmış durumda.

Dijitalleşme “yüzey alan” tasarımını dönüştürdü

Teknoloji konularıyla ilişkili olarak yapılan tartışmalarda, daha çok teknolojinin gelişimine odaklanıp bununla üretilen ürünlerin toplumda nasıl etki yaptığına dair çok fazla konuşmuyoruz. Basılı ürünler giderek okur kaybediyor. Gazeteyi basılıdan okuyanların profillerine baktığınızda, onlar, açıkçası, şimdiki gençler falan değil. Gençler gazete almıyor.

Hep tartışıyoruz, gazetecilik ölüyor mu, diye. Gazetecilik ölmüyor, insan ortadan kalkmadığı sürece, haber ihtiyacı da ortadan kalkmayacak. Ama anlaşılıyor ki, haberi kâğıda basma meselesi giderek ortadan kalkıyor. “Her gün gazeteyi basılı olarak okumayı seviyorum” diyenler varsa, onların da yaşı, bizden biraz daha büyük, 70’ler, 80’lere dayandı. 30’larında olup da hâlâ gazete alacağım, okuyacağım, diyen var mı? Ben bu işin içindeyim, etrafımda görmüyorum, mesela…

İletişim fakültesinde bile gazeteler hiç açılmadan iade ediliyor

Burası iletişim fakültesi, okula gazete alıyorduk. Gazeteler hiç açılmadan iade olunuyor. Çünkü herkesin elinde cep telefonu. Dolayısıyla ondan vazgeçtik, ciltliyorduk, artık koyacak yer kalmadı, ondan da vazgeçtik. Ama bu, gazetecilikten vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor.

O yüzden bir yüzey alan üzerine grafik olarak düzenleme, sayfa tasarımı bağlamında baktığınızda, giderek bahsettiğim dönüşüm nedeniyle bu ihtiyaç, önemli oranda ortadan kalkıyor ve bu işi yapanlar da biraz mevcut okuyucuların alışkanlıklarına göre yapıyorlar, zannediyorum, bu işleri…

Sayfa düzeni anlayışlarında yaşanan sorunlar dediğimizde, gençler için yapılan tasarımlara bakıyorsunuz. Yani gene bunu “yüzey alan” diye tarif ediyorum. Düz bir alan üzerine yapılan şeyler… Örneğin, bunu da en çok reklam materyallerinde görüyoruz: Birden çok billboard’a bölünmüş tasarımlar var. Sanki bant-karikatür yapar gibi yan yana iki-üç billboard’da devam eden tasarımlar var. Reklam anlamında söylüyorum. Dolayısıyla gazete ve hele dergi tasarımı açısından bakıldığında, kıvrılan kapakları yan yana açtığınızda, önünüze serilen panoramik fotoğraflar falan hep yeni insanın ihtiyacından, beğenilerinden kaynaklanıyor gibi geliyor bana.

“Önemli olan, vitrin tasarımıdır”

Tipodan ofset sayfa tasarımına geçerken varlığını korumayı başaran birinci sayfada (en fazla) 19 haber (veya kutu) olması gerektiği kuralını biliyor muydunuz? Bu kuralı uygulayan tipo tasarımcıları var mıydı, ofset tekniğindeki sayfa düzenlerinde kullanıldı mı?
Birinci sayfada 19 haber kuralını açıkçası duymamıştım.  Fakat dönemsel/toplumsal değişimle beraber gazete tasarımında ortaya çıkan ihtiyaçlara bakarsak, mesela 70’li yılların en belirgin özelliği, haber spotlarıdır… Ondan önce spot yok demeyeyim, mutlaka örnekleri vardır ama yaygın değildi. 70’li yıllardan sonra spotlar gazete tasarımında ortaya çıkıyor. Okuyucu, haberin metnini okumadan spotları okusun, yolda, kalabalık trenlerde, otobüste gazeteye kolayca göz atsın…

Mesela “İnanılmaz vurgun” diye bir başlık var. Ne ‘inanılmaz vurgunu’ymuş? Bu başlığın altındaki spotun bir ya da iki satırını okuyor ilk olarak… Haberin içini de işyerine gidince masanın üstüne yayıyor, öyle okuyor. 70’lerde gazeteler böyle okunuyordu, genel olarak. Dolayısıyla burada önemli olan, vitrin tasarımıdır. Çünkü birinci sayfa, “vitrin”dir diye biliyorum. Mümkün olduğunca gazetenin içindekilerinin hepsini küçük küçük birinci sayfada duyurma meselesidir. Saymadım ama 19’a mı denk geliyor?

Kesin bir kural değil aslında. Bunu ben pratikten biliyorum. Benim de birlikte çalıştığım, tipoda çalışmış bazı ustalardan bana aktarılan bilgidir. Her zaman 19 olacak diye bir şey yok. Maksimum 19 diye düşünelim. 19 olursa iyi, deniyor.
Bu da sizin belki de bu sürece yaptığınız katkılardan biri. Doktora tezimde çalıştım ben bu konuyu. Bu yayımlanan kitap, aslında doktora tezimin ilk versiyonuydu. Jüri, buradaki geniş bakış açısının doktora tezi için uygun olmadığına, yeniden yazılması gerektiğine karar verince bunu bir tarafa koyup sadece tek bir döneme, 1969-1979 arasına yoğunlaşan, özellikle o dönüşüm sürecinin yoğunlaştığı, ofsete geçiş dönemindeki tartışmaları, gelişmeleri not ettiğim bir çalışma daha yaptım.

Tezimin başlığı, “’Toplumsal Değişme ve Teknolojik Gelişme Bağlamında Türk Basınında Sayfa Düzenleme Anlayışının Gelişimi’dir. YÖK tez sisteminde bulabilirsiniz. Tezimde bulabildiğim sayfa tasarımı örnekleri de var. Bu çalışmayı yaparken kaynaklarım çok sınırlıydı. Gazeteci anılarına baktığınızda, genellikle işlerini değil kendilerini anlatmayı çok sevdiklerini görüyorsunuz. Açık söylemek gerekirse, mutlaka benim çalışmamdan çok daha iyisi yapılır, yapılacaktır. Öteden beriden topladığım bir sürü şeyle bir araya getirdim bunu. Sayfa örneklerini en belirgin biçimde kullanacağım diye çektirdiğim, mikro filmden aldırdığım fotokopinin haddi hesabı yok.

“Her dönemin kendi kuralları var”

Günümüzün dijital gazete sayfa tasarımında geçmişin bu gibi bazı kurallarının devam etmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Her dönemin kendi kuralları var. Meseleyi yine basılı materyal üzerinden mi konuşuyoruz, yoksa artık ekran üzerinden mi konuşacağız? Mesele farklılaşıyor, çünkü ekran da aslında bir tasarım alanı. “Hipermetinsellik” denilen bir şey var; yazı içlerine link veriliyor, tıklayınca başka bir yere gidiyorsunuz. Dijitalin ekran üzerinde sunduğu bu tür olanaklarla mevcut kâğıdın üzerinde basıldığı haliyle kalan şeyler konusunda hâliyle farklılaşmalar oluşuyor. O nedenle mesela dijital gazete sayfa tasarımı dediğinize haber portalı diyorsak eğer bu, gazetelerin basılı nüshalarının PDF’lerinden farklıdır.

Ben de o tür PDF’leri kast etmiştim bu soruyu sorarken ama tabii ki portal olarak da düşünebilirsiniz.
PDF bir arşiv materyali olarak basılı gazetenin dijital halidir. Doğal olarak bilgisayar ortamında tasarlanıyor ama ona bir dijital gazete tasarımı demek çok mümkün değil. Dijital gazete, portal ya da internet haberciliği dediğimiz şeydir… O sitelerde önümüze çıkan ve çekilsin de şu yazıyı okuyayım dediğiniz reklamlar bile bütün bu tasarımın bir parçasıdır. Biz klasik gazete okuyucuları, 11’inci, 12’inci sayfalardan başlayan ilan sayfalarını okumadan geçiyoruz, ondan sonra spor sayfasına ulaşıyoruz ya, işte önceden böyle daha kategorize edilmiş bir basın okuru hayatı vardı.

İkinci üçüncü sayfalarda hangi haberleri bulacağımız, reklamların hangi sayfalarda olduğu, seri ilanların nerede olduğu, arka sayfada ne okuyacağını az çok bildiğimiz bir düzen vardı. Şimdi bu düzen tamamen ortadan kalkmış durumda. Tabii ki şimdi internet siteleri üzerinde kategoriler de, banner’lar da var, bir yerden pörtlüyor, yok efendim, “bunu niye kapattınız” diye soruyor, vesâire… Bu tasarım düzenini, QuarkXpress ya da InDesign üzerinde yapılanlarla karıştırmamak gerekir. “İnternet ortamında etkileşimli haber portalları” diyelim bunlara. Mesela bir şey okurken “Bununla da ilgilenir misiniz” diye linkini atıyor… Oraya gidip başka bir yerden çıkıyorsunuz.

“Sayfa tasarımı ile ilgili doktora tezi mi olur” dediler

Bu konu ile ilgili doktora tezimi yazmaya başladığımda pek yüzüme söylemediler ama “Sayfa tasarımı ile ilgili doktora tezi mi olur” diye şaşıranlar oldu. Sosyal bilimlerin vizyonu da zaman zaman sınırlı kalabiliyor. Tezimde bu işten anlayan ve bu işi daha iyi kavramış birilerinin okuması halinde hatalı olabileceğini düşündüğüm o kadar çok yer var ki… Diyeceksin ki madem hatalı olduğunu biliyorsun, niye düzeltmedin? Neyin hatalı olduğunu bilsem, düzelteceğim… Elimde belirgin olarak “bu hatalıdır” diyebileceğim bir veri yok. Sonrasında da çok fazla üzerinde duramadım.

Önsözde şöyle bir şey yazmıştım: “Eksikler tembelliğimden, hatalar bilgisizliğimden kaynaklanıyor. Hepsi benim suçum ama farkına varabilseydim, mutlaka giderirdim. Bu çalışma umarım bu alanda yeni çalışmaların başlangıcı, eksik ve hataların giderilmesi için bir basamak olur. Kolomb da keşfettiği yerin Amerika olduğunun farkında değildi. Orayı Hindistan sanıyordu”… Dolayısıyla bir şey yaptık, umarım kalıcı olmuştur ta 2006’da basıldığına göre… Kaç sene sonra biri bunu görüyor, böyle bir şey var diye arıyor ve üzerinde konuşuyoruz.

Gazetecilik öyle bir alan ki aslında ne sosyal bilimler ne tam iletişim ne de tam sanat. Aslında hepsinin bir arada harmanlanmış biçimi. Bu yüzden tek bir alanda ele alınması zor. Bundan kaynaklı çok sorunlar oluşuyor. Herkes bunu kendi açısından ele alıp tek yanlı bir tarafa çekmeye çalışıyor. Ama bunların hiç birisi değil. Bu yüzden bu alanlarla harmanlanıp üzerinde çalışılmıyor, bence problem burada.
Belki de biraz içinden bakmayla da alâkalı bir sorun. Akademik olmaktan da öte ben bir gazeteciyim ve bu gazetecilik deneyimi, akademik yönümü de çok belirledi. Uygun biçimde ifade ediyorsanız, her şey hakkında yazabilirsiniz. Yolda gördüğünüz bir papatyayı bile güzel biçimde fotoğraflayıp onun üzerine iyi bir öykü uydurup rahatlıkla haber yapabilirsiniz. Haber olması için çok büyük bir sansasyon olması gerekmiyor. Akademik çalışma da öyle. Eğer bir akademik perspektifin farklı boyutlarını içerecek bir şey yapıyorsanız her konuda akademik çalışma rahatlıkla yapılabilir. Beğenmeyen iyisini yapsın deyip koyacağız kenara.

Sayfa tasarımı kavramları için kısa bir sözlükle bitirelim:

Sürmanşet: Gazete logosunun üstündeki kısımdan aşağıya doğru, ayırılmış yaklaşık 8-10 cm yüksekliğindeki bir alana atılan büyük haber başlığıdır. 1980’li yılların ortalarına kadar sürmanşet çok gerekli olmadıkça, daha doğrusu önemli bir haber patlamadıkça kullanılmaz, ağırlık logo altı alt manşete verilirdi. Günümüzde bu durum değişmiştir.

Sürmanşetin puntosu, sayfa dizaynı kuralları gereği, büyükten küçüğe doğru azalan seyir izleyeceği için, normalde manşetten daha büyük olmalıdır. Ancak günümüzde, sürmanşetin manşetten daha küçük puntolarla kullanıldığını da görmekteyiz. Bu durum, sürmanşetin kanıksanmış bir kullanım aracı olmasından ileri geliyor olabilir. Yine günümüzde, sürmanşet için ayırılan alana pek çok “kutu haber” sığdırılarak, sürmanşet alanı enden daraltılıp kullanılmaktadır.

Sürmanşet, gazete katlandığında logosu ile birlikte görünecek şekilde ayarlanmalıdır. Gazete logosu, bayide katlanıp sergilendiğinde, katlama yerinin altında kalmamalıdır.

Manşet: Gazete logosu altındaki ana haber başlığıdır. Genellikle 9 (eskiden 8) sütuna yayılması gerekir. Bazen 7 veya 6 sütuna düştüğü de olur. Haber ile ilintili dik bir resim kullanılmışsa, büyük kullanılan dik manşet resminin yanına, 5 sütun olarak da kullanıldığı olur. Çok zorunlu olmadıkça 4 sütuna inmez. İri veya kalın puntolu olarak kullanılır genellikle. Gazete tasarım üslubu olarak tırnaklı karakter kullanan ve resme daha az yer veren gazetelerde, 120 punto civarındadır (72’den büyük). Resme çok yer veren gazetelerde, bu punto büyüklüğü, genellikle 200 ilâ 400 punto arasıdır. Bazen daha da büyük olabilir. Büyük olaylarda, kazalarda, felâket haberlerinde, çok çok daha iri puntolarla karşılaşmak, mümkündür.

Alt başlık: Manşet veya sürmanşetin altına olayı açıklayıcı olarak yazılan, genellikle 30 ilâ 48 punto arası, bir satır veya iki satır uzunluğunda başlıktır.

Spot: Manşet ve sürmanşet altı haberin içeriğinden yapılan alıntılarla yeniden yazılan, haberi açıklayıcı iki veya üç cümlelik kısa yazılardır. Büyük haber altlarında, genellikle, yan yana veya alt alta sıralanmış en az üç spot bulunması gerekir. Küçük haberler için bir spot yeterlidir. Spotlar, haberin gazetenin iç sayfasında bulunduğu asıl yerine sayfa numarası verilerek gönderme yapılmasıyla son bulur.

Ara başlık: Haber metni arasında, okuyucuyu rahatlatmak için kullanılan, haberin bundan sonraki kısmına gönderme yapan, küçük başlıklardır.

Punto: Sayfa tasarımcıları, bu kavramı genellikle harflerin tasarım alanında yükseklik olarak kapladıkları yer olarak benimser. Mesela 72 punto, Batı Avrupa ölçü birimine göre bir harfin en yukarıdan en aşağısına (kuyrukluysa kuyruğunun sonuna) kadar 72 birimlik bir ölçeğe denk gelmesidir.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

Ankara’da 120 gazeteyi 4 saatte dağıtırken haberciliğe dair öğrendiğim 3 şey

Levent Elpen

Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (Ekonometri) ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (Tarih-İng.) mezunu. 1981’de karikatürist olarak başladığı meslek hayatında 1983'ten itibaren Bursa ve İstanbul basını/internet siteleri ile televizyon haberciliğinde editör/redaktör/sayfa sekreteri olarak çalıştı, haber-röportaj ve makaleler yazdı, sayfa tasarımları ve tercüme çalışmaları yaptı. Ayrıca uzun metraj film senaryoları var.

Journo E-Bülten