Görüş

Gazeteciler itibar liginde de gelir liginde de çok geride

“Gazeteciler işçi midir?” Soru basit gibi görünüyor; ama cevabı gazetecilere sorsanız ya da onların hayatını gözleseniz, muhtelif. Bir süredir doktora tezim kapsamında gazeteci emeğinin prekerleşmesini (esnekleşme, ucuzlama ve güvencesizleşmesini) araştırıyorum. Plazalardan modern merdiven altı haber odalarına, yeni nesil haber sitelerinin haber odalarından iyi niyetli küçük platformlara… Her yerde organize olarak sömürülen gazetecilerin emeğinin güncel durumunu yani.

Gazetecilerin bir kısmı sınıfsal statüleri hakkında bir yanılsama içerisinde yaşarken bir kısmı da gerçeğiyle yüzleşmiş durumda. 5 haneli maaşlar ile asgari ücreti azıcık aşan maaşlar, parça başı ödemeler ile geciken maaşlar arasında geçen bir hikâye onlarınki. Kavramın anayasal tanımı o kadar kapsayıcı ki, bir bütünlükten bahsetmek yalnızca söz konusu güvencesizliğin boyutu olduğunda mümkün.

Gazeteciler küçük ve kapalı çevrelerde yaşıyor

Post-truth tartışmaları eşliğinde gündeme gelen ‘filtre balonu’ kavramına benzer küçük sosyal balonlar içerisinde yaşıyorlar. İstedikleri, iyi hissettikleri bir gerçeklik içerisinde yaşamak onlara iyi geliyor. Küçük çevreleri var, bazıları onca yıl çalıştıkları işyerinde kendileriyle birlikte işe girmiş insanlarla bir kez olsun tanışmaya bile yanaşmamışlar. Endüstri içerisinde yaşamanın kurallarını birçoğu öğrenmiş. Birbirlerine çoğu zaman maaşlarından bahsetmiyorlar ya da aldıkları teliflerden. Oysa kendi alanlarında; yani medyada, trend olan uygulama geliştiriciliğinden yazılımcılığa, reklamdan hesap yöneticiliğine birçok meslek erbabına göre çok daha düşük maaş alıyorlar. Daha güvencesiz durumdalar.

Elbette plazalarda onlar için de hazırlanmış gerçek bir beyaz yakalı yaşamı var; ama tabii bu da yalnızca plazalarda çalışabilecek kadar ‘şanslı’ olanlar için geçerli. Çocuk yuvalarından yeni nesil kahvecilere Slavoj Žižek’in tabiriyle ‘konforlu bir yabancılaşma yaşamaları’ için şartlar oldukça elverişli. Ama her plaza aynı konforu sunmuyor. Kreş gibi en temel meseleler için dahi büyük bir mücadele vermeleri gerekebiliyor.

Staj süreçleri: Ucu görünmeyen karanlık bir yol

İletişim fakültelerinden mezun olanlar için durum karanlık. Gazetecilerin iş bulması imkânsız değil; ama ‘hamili kart yakinimdir’ mantığının işlediği aşikar. Birçok gazeteci iş arıyorsanız ilan sitelerine bakmanın çözüm olmadığı konusunda hemfikir. Yeni mezunlara yönelik haber odalarında da pek optimist bir tablo yok. Büyük kurumların yönetimlerinde sağlam mezunlar gelmediğini düşünen kişiler var. Küçük kurumlarda da asgari ücret bulmak bile yeni mezun için bir başarı.

Uzun stajların devlet tarafından önünün kesilmesi bir yandan iyiyken öte yandan da editör gibi figürler bir gazetecinin üç ayda çalışmaya hazır hâle getirilmesinin neredeyse imkânsız olduğu görüşünde. Gençlerse onlarla hiçbir şekilde hemfikir değil. Türkiye’nin en prestijli gazetelerinde staj tecrübesi olan, dil bilen gençler geçmişte havada kapılacakken bugün haber odalarının kapısından yalvar yakar dahi geçemiyorlar.

Sektör sıfatları kıdemden önemli görüyor

En önemli sıkıntılardan biri de sektörün gazetecilerin muhabirlikten editörlüğe ya da yazı işleri gibi makamlara geçişini ücretlendirmenin asıl belirleyicisi olarak görmesi. Muhabir olarak girip muhabir olarak kalmak mümkün değil. Muhabirlik ‘gençlerin yaptığı önemsiz bir iş’ gibi algılanmaya başlanmış. Zaten birçok büyük gazete de muhabir sayısını azaltmış. Beş yıl önce 30 kişi çalışan istihbarat servislerinde iki üç kişi kalmış.

Sektörün koyduğu bu yeni kural, özgün haber üretiminin de önünü kesmiş. Zaten ajansta var anlayışı, her haberin sonsuz bir kısırlıkla ele alınmasına neden olmuş. Muhabir emeği değersizleşirken maaşlar, düşmüş de düşmüş. Sabah milletvekilleriyle kahvaltı etkinliğinde buluşan gazeteciler akşam evde elektrik kesik oturduğundan, sınıfsal bir karmaşa yaşar hâle gelmişler. Ortada ciddi bir kimlik bunalımı var.

İtibar liginde en dipteler

Dahası gazeteciler, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün Tübitak’ın da desteğiyle gerçekleştirip neticelendirdiği “Türkiye’de Çalışma Yaşamı ve Mesleklerin İtibarı” konulu araştırmaya göre en çok itibar edilen ilk 20 meslekten biri değil; dahası en az güvenilen altı meslek grubundan biri konumunda. Yargıçlar, dini liderler, bankacılar, iş insanları ve politikacılarla birlikte ‘ölüm grubunda’ yer alıyorlar. Yani itibar havuzunun en dibinde.

Bir de, başlarda Journo’da defalarca değindiğimiz freelance emek dalgasının yarattığı problem var. Güvencesizleştirilmiş, organize olmaktan uzaklaştırılmış, sarı basın kartı uygulamalarıyla tüysüz bir kuşa çevrilmiş mesleki statülerini bir de freelance olarak çalışmanın getirdiği dertler aşındırıyor. Devlet tarafından henüz tam olarak standardı belirlenmemiş sözleşme prosedürleri ya da çoğu zaman sözlü anlaşmalara dayalı telif ilişkileri onları her geçen gün daha güvencesiz kılıyor.

Bir kısmı meslekle ilgili umudunu yitirmiş durumda. Haber yapmakla ilgili motivasyonları en sağlam olanlar bile bir sonraki aya dair finansal bir güvenceye sahip değil. Bazıları ailelerinin yanına dönmüş işsizlik ve güvencesizlik yüzünden, bazıları hayat arkadaşlarının desteğiyle ayakta duruyor.

Gazeteciler niteliksiz değil, aranan nitelikler değişti

Çalışmaya başlarken nitelikli emeğin çözünmesinin işsizlikte önemli faktörlerden biri olduğunu düşünüyordum. Ancak şu bir gerçek ki asıl sorun gazetecilerin niteliksizleşmesi değil; geçmişte aranan niteliklerin yerini başka niteliklerin alması. Yeni medya araçlarına hakimiyet, bir birey olarak haberi sunabilme kabiliyeti, hız ve kişisel olarak habere katılabilecek marka değeri. Tüm bunları birlikte barındırsanız da politik nedenlerle iş bulamamanız ya da işinizi kaybetmeniz olası. Çünkü ormanın kanunları her geçen gün daha da ilginç bir hâl alıyor.

İş ilanlarında; haber odasında çalışma tecrübesi olan, bildiğimiz anlamdaki habercilere ihtiyacın her geçen gün daha da azaldığını görebiliyoruz. Bir kısmı halkla ilişkiler, kurumsal iletişim, metin yazarlığı gibi alanlara geçiş yapmanın derdinde. Hâlâ mücadele edenler de kendilerine bir süre tanımış durumdalar. Eğer ‘işler düzelmezse’ onlar da bu yeni sektörlere geçiş yapacaklar.

Sektörden çıkıştan hemen önce: Freelancer olmak

Fixer’lık yükselen bir trend. Yani uluslararası medya kuruluşlarının alandaki temsilcilerine mihmandarlık yapıyorlar. Çevirmenlikten görüşmeleri ayarlamaya çok ayaklı bir iş bu. Türkiye’ye yönelik politik ilgi bu tür bir pazar yaratmış. Freelancer’ların birçoğu sadece kâr amaçlı yerlere değil ayrıca Journo’nun da parçası olduğu kâr amacı gütmeyen ve gazetecilere destek amaçlı üretilmiş programlara da içerik üretiyor. Ama freelancer olmak sanki işsizliğin ve gazetecilik denen her geçen gün daralan havuzdan çıkışın bir adımı gibi, insanı yavaş yavaş sınırın öte tarafına itiyor.

Yine de bu karanlık tabloya rağmen gazetecilik örgütlerinde, geçmişe oranla gençlerin inisiyatifi daha fazla. Her ne kadar çoğunlukla işten çıkarıldıktan sonra kapılarını çalıyor olsalar da sendikalara yönelik talep artıyor; hatta sendika yönetimlerine ve dernek yönetimlerine de gençler geliyor. İnisiyatiflerle, arkadaş gruplarıyla formal olmayan örgütlenmeler de kurarak dayanışmaya çalışıyorlar. Ancak maddi imkanlar söz konusu olduğunda modelsizlikten ve biraz da plansızlıktan kaynaklı bir yalnızlık söz konusu. Bir kısmı için bu meslekte bir gelecek görmek ancak geniş bir vizyon değişikliği ile mümkün.

Elbette burada bahsettiğim gazeteciler her akşam ekranlarda gördüğümüz, her ne hikmetse cepleri her geçen yıl daha da kabaran, kalemlerinin ucu da daha bir körelen gazeteciler değiller. Ekonomi politik burada fazlasıyla devrede. Vaktiyle Kumru Başer’in söylediği gibi eğer takım tutar gibi gazetecilik yapmıyorsanız, güvencesizlik bir şekilde sizi buluyor.

Etiketler

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten