Haber Hallerimiz

Habercilerin mülteci krizi: Makine görüntüyü siler, peki hafıza?

Suriye’de 6 yılı aşkın süredir devam eden iç savaş ve bunun sonucu olarak giderek büyüyen göç dalgasıyla beraber artan insani kriz, sadece komşu ülkelerin değil tüm dünyanın gündeminde. Kimi zaman eleştirilseler de, uluslararası medya kuruluşları 21. yüzyılın bu en büyük felaketini yakından takip ediyor. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonları Suriye sınırında, Midilli’de, Kos’ta, İdomeni sınır kapısında, açık denizde derme çatma teknelerin içinde görüntüleyen, mülteci hikâyelerini haberleştiren ve bu faciayı en yakından gözlemleyenler arasında da tabii gazeteciler var. Peki, savaş sahasında görev yapmak gibi son derece riskli ve travmatik durumlara bile aşina olan ama ilk kez böylesine ağır bir tabloyla karşılaşan gazeteciler nasıl davranıyor, neler hissediyor?

Reuters Enstitüsü geçtiğimiz günlerde, mülteci krizini haberleştiren gazetecilerin duygusal anlamda nasıl etkilendiğini ortaya koyan bir çalışma yayımladı. Hem niteliksel hem de niceliksel araştırma yöntemlerinin kullanıldığı rapor kapsamında, toplamda dokuz Avrupalı ve Amerikan yayın organlarından aralarında haber müdürleri ve deneyimli muhabirlerin de bulunduğu 80 gazeteciyle mülakatlar gerçekleştirildi. Gazeteciler ayrıca psikometrik testlere de tabi tutuldu.

Krizden bizzat etkilenen mültecilerin yaşadıklarıyla gazetecilerin yaşadıklarının kıyaslanamayacağının altını özellikle çizen rapor, gazetecilerin bu haberleri yaparken yaşadığı psikolojik travmayı ortaya koyması açısından bir ilk olma özelliği taşıyor; gazetecilere ve bağlı bulundukları kurumlara, uzun vadede daha verimli bir haberciliğin gerçekleşebilmesi yönünde tavsiyelerde bulunuyor.

Haberci işini mi yapmalı, yardım mı etmeli?

İnsani krizi haberleştirirken kamerasını bir kenara bırakıp mültecilere yardım eden gazetecilerden bahsediyoruz… Peki, işlerini yapmakla, yardım etmek arasındaki çizgi nerede başlayıp nerede bitiyor? Sahada çalışan gazeteciler, bu çizginin muğlaklaştığını ifade ediyor. İşte tam da bu noktada, görüşmecilerin önemli bir bölümünün ne yapmaları gerektiğini kurumlarından aldıkları standart bir bilgi ya da kurallara dayandırmadığı ortaya çıkıyor.

30 yıllık Reuters fotoğrafçısı Yannis Behrakis şöyle dile getirmiş deneyimlerini:

“Çoğu zaman ne yapacağınızdan emin olamıyorsunuz: Kamerayı bırakıp denizden çıkmaya çalışan insanlara yadım etmek mi ya da onları yola taşımak, kıyafet vermek gibi pratik ihtiyaçlarını karşılamak mı yoksa fotoğraflarını çekmek mi?”

Görüşmecilerin birleştiği bir diğer nokta da normal hayata dönüşte yaşadıkları zorluklar. AFP için çalışan freelance gazeteci Will Vassilopoulos, bu konuda oldukça zorlandığını ifade ediyor:

“Bu krizde en zor olan nedir desem, o da ölü insanların görüntülerini hafızamdan silmek ya da 10 günden uzun görevlere gidip eve geri geldiğimde, kapıyı açıp otomatik olarak baba ve eş rolüne bürünmek, sanırım bu en zorlayıcı durum.”

Dönüş anıyla da sınırlı değil gazetecilerin yaşadıkları, bir süre sonra arkadaşlarından gelen yüzeysel sorular da onları çileden çıkarıp, çevrelerine yabancılaşmalarına neden olabiliyor. Vassilopoulos böyle durumlarda genel bir cevap verip soruyu geçiştirdiğini itiraf ediyor ve ekliyor:

“Onları kendi dünyanın içine çekmek istemiyorsun, belki de kendine o dünyayı hatırlatıp durmak istemiyorsun.”

Mart 2017’de 21. kez Midilli’ye giden Vassilopoulos da “Rahatsız hissetme haline artık alıştım” diyerek tanımlıyor duygularını.

Teşhis: Manevi yaralanma

Araştırma sonucuna göre, mülteci krizini haberleştiren gazeteciler post travmatik stres bozukluğu ya da depresyondan ziyade ‘manevi yaralanma’ (moral injury) ile karşı karşıya.

Peki nedir bu ‘manevi yaralanma?’ Psikometrik testlerle ölçülen diğer iki tanıya göre daha az biliniyor ve daha çok suçlu hissetme ve utanç duyma gibi duygularla ilişkilendiriliyor. Rapora göre, kişisel olarak yeterince bir şey yapamamanın verdiği suçluluk duygusu ve diğerlerinin davranışları karşısında duydukları utanç görüşmecilerin verdiği temel reaksiyonlar arasında.

Gazetecilere öneriler:

Rapor, önerilerini iki ana başlık altında toplamış; ilki görev öncesi ve görevlendirme sırasını kapsarken, ikincisi görev sonrasında kurumların üzerine düşenleri ele alıyor:

Görev öncesi ve görevlendirme sırası

  • Yöneticiler sahada görevlendirdiği gazetecilerle güvene dayalı ilişkiler kurmalı.
  • Görevin planlaması sırasında, sahada yaşanabilecek olası duygusal tepkiler hakkında bilgilendirme yapılarak gazetecilerin dirençleri arttırılmalı.
  • Kişiler gazeteci olarak görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak, görevleriyle insani reaksiyonları arasındaki çizginin muğlaklaşmasını azaltmaya yönelik kişisel parametlerini ve etik katılım kurallarını önceden belirlemeye çalışmalı.
  • Yöneticilerin hassasiyeti önemli. Haber kuruluşları, masanın sahada deneyimledikleri nedeniyle zor anlar yaşayan gazetecilere nasıl cevap vermesi gerektiğine dair bir rehber hazırlamalı.
  • Yöneticiler, ekonomik baskıların ve bundan doğan kararların gazetecilerin ruh sağlığını tehlikeye atabileceğinin farkında olmalı.

Görev sonrası

  • Kurumlar, yaptıkları işten etkilenen gazetecilere destek olmanın yollarını aramalı. Eğer yardım istiyorsa, gazeteciler, böylesi bir yardımın mümkün olabileceğini bilmeliler. Tabii, yöneticilerin bunun zorunlu olmadığını onlara hissettirmesi önemli.
  • Gazeteciler, görev sonrası hayata yeniden entregre olma konusunda zorlanabilirler ve kurumları bunu anlayışla karşılamalı.
  • Kurumlar, ailelerini ‘manevi yaralanma’ ve ‘ruh sağlığı’ konularında bilgilendirmeli.
  • Yöneticiler, yeniden entegre olma sürelerinin kişiden kişiye değişebileceğini göz önünde bulundurmalı. Kimi izne ihtiyaç duyabilecekken kiminin buna ihtiyacı olmayabilir. Dolayısıyla, kurallar konusunda biraz esneklik gerekli.
Doç. Dr. Ceren Sözeri – Galatasaray Üniversitesi

‘Trajedi içinde trajedi arayışı’

Peki, uluslararası yayın organlarının bu konuya yaklaşımı nasıl, Türkiye’de durum ne, neler yapılmalı? Galatasaray Üniversitesi’nden Doç.Dr. Ceren Sözeri raporun önemine dikkat çekerek, Türkiye’de konunun göz ardı edildiğini dile getiriyor. Ayrıca mülteci kriziyle ilgili yapılan haberlerin rekabet boyutuna taşındığını, bunun da ciddi bir etik sorunu gündeme getirdiğini vurguluyor:

“Reuters Enstitüsü’nün yapmış olduğu araştırmanın ve sunduğu çözüm önerilerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çatışma alanlarının arttığı, insani krizlerin her yere yayıldığı bu dönemde gazetecilik mesleği de giderek zorlaştı. Çatışma alanlarında görev yapan gazetecilerin kendilerini nasıl korumaları gerektiğine dair kılavuzlar, eğitimler uzun zamandır var. Uluslararası medya bu konuda daha hassas, Türkiye’nin giderek içine kapanması, gazeteciliğe verilen önemin azalmasıyla bütçelerin kısılması gibi nedenlerle işin çok önemli olan bu kısmı gözardı ediliyor.

Sürekli çatışmaya tanık olan, bölgedeki güvenlik güçlerinin baskısı altında çalışan Kürt gazetecilerin ciddi psikolojik sorunlar yaşadıklarına tanık olmuş ve dinlemiştim. Mülteci krizi de dünyanın hemen her bölgesinde görülen ciddi insani krizlerin başında geliyor. Suriye’deki savaştan kaçan göçmenlerin yaşadığı trajediye tanık olan gazetecilerin psikolojik olarak bundan etkilenmemeleri mümkün değil. Üstelik 2015 Eylül’ünde çekilen Aylan Kürdi’nin kıyıya vuran cansız bedeninin dünya çapında yarattığı etkinin gazetecileri bu krize dikkat çekmek için duygusal tepki yaratacak görüntüler ve hikâyeler peşinde koşmaya zorluyor.

‘Daha şoke edici bir kare yakalanmalı mı?’

Etik açıdan ciddi biçimde tartışılması gereken bir konu, bunun yanında trajedi içinde trajedi arayışı yaşanan travmanın etkisini artıracaktır doğal olarak. Çatışma altındaki gazetecilikten farklı olarak, gazetecilerin raporda da ifade ettikleri gibi, kendilerinin herhangi bir tehlike ya da tehdit altında bulunmaması, aktaran mı yardım eden mi olmalı, daha şoke edici bir kare nasıl yakalanabilir ya da yakalanmalı mı gibi ikilemler yaşamalarına neden oluyor.

Ben bugüne dek eğitimlerde, derslerde Columbia Journalism School’un bir projesi olan Dart Center For Journalism and Trauma sitesindeki rehberi kullanıyordum ve herkese tavsiye ediyordum. Rehberde şöyle der, gazeteciler insani krizlerin yaşandığı durumda acil durum çalışanları ile omuz omuza çalışır, güvenlik güçleri, itfaiyecilerin tanık olduğu şeylere tanık olur, bunların üzerindeki etkilerini düşünmeden yeni bir hikâye için yola koyulur. Tanık oldukları şeylerin yarattığı travmalar hemen ortaya çıkmayabilir yıllar alabilir. Bu nedenle bu tür rehberlere, profesyonel desteğe çok ihtiyaç var.

Reuters Enstitüsü bunu mülteci krizi gibi spesifik bir konu üzerinde yoğunlaştırması kuşkusuz çok faydalı. Bu öneriler ayrıca mülteci krizine dair haberlerdeki etik sorunların çözümüne de katkı sağlayacaktır kuşkusuz. Konuyla ilgili geçmişte yaptığım okumalardan yola çıkarak önerilere gazeteciler arası dayanışmanın arttırılması, konuşarak, paylaşılarak stresle başa çıkmanın daha kolay olduğunun hatırlatılması, insani bir kriz söz konusuyken gazetecilerin mesleki bir rekabete zorlanmaması gerektiğini eklemenin sakıncası yoktur sanırım.”


Raporun tamamı için tıklayınız.

Sergül Nguyen

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans, Sciences Po Paris'te Avrupa Çalışmaları üzerine yüksek lisans eğitimini tamamladı. Ardından CNN Türk'te istihbarat ve dış haber muhabirliği yaptı. Şu an Galatasaray Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Çalışmaları bölümünde doktor adayı. Tezini medya etiği ve kozmopolitanizm üzerine yazıyor. University of Applied Sciences Utrecht'te araştırma yöntemleri üzerine dersler verdi.

Journo E-Bülten