Türkiye’de medya, COVID-19 salgınıyla mücadelede gazetecileri koruyacak önlemleri hem geç, hem de eksik aldı. Yabancı yayınlar için Türkiye’de görev yapan gazetecilerle kıyaslandığında bu gerçek daha net görülüyor.
CCTV muhabiri Burak Coşkun, Sağlık Bakanı Koca’nın ilk basın toplantısında maske taktıkları için meslektaşları tarafından şikayet edildiklerini vurguluyor.
DW’den Hilal Köylü’ye göre de Türk televizyonlarında çalışan muhabirler “oldukça geç” maske takmaya başladı. “Evde kalanlar” yazı dizisinin üçüncü bölümünde, geç alınan önlemlerin maliyetini gazetecilerle konuşuyoruz.
Yeni bir koronavirüs türü olan SARS-CoV-2’nin neden olduğu COVID-19 küresel salgını, tıpkı sağlık personeli gibi, gazetecileri de ölümle yaşam arasındaki ince çizgide mesleklerini yapmaya zorluyor. Artık “normalleşmeyi” konuştuğumuz bugünlerde gazeteciler, Türkiye’de “virüse hazırlıksızlığın büyük tahribat” yarattığına dikkat çekiyor.
”Türkiye’de medya kuruluşlarının ‘Evde Kal’ çağrısına uygun bir çalışma sistemini geliştirmediğini gözlemliyorum. Özellikle televizyon kuruluşlarının büyük bir bölümü çalışanlarını salgına karşı hiçbir önlem almadan çalıştırmaya devam ediyor. Buna karşın uluslararası medya kuruluşlarının çalışanlarının bu konuda daha şanslı olduklarını görüyorum.”
Bu sözler Çin Merkez Televizyonu’nun (CCTV) Türkiye ve Ankara bürosunda sekiz yıldır prodüktör ve muhabir olarak çalışan deneyimli gazeteci Burak Coşkun’a ait. Coşkun’un ekibinde iki Çinli muhabir var.
‘Türkiye’deki gazeteciler haklarını savunmuyor’
Virüs ilk olarak Çin’de kendisini gösterdiğinden, Çin televizyonu ekibi maske ve eldiven gibi temel korunma ekipmanlarını salgın daha Türkiye’ye varmadan hazırlamış. Çin televizyonu Türkiye’de salgının görülmesiyle birlikte muhabirlerin riskli mekânlara, sahaya çıkmalarını istediğinde Burak Coşkun ve ekibi “önceliğimiz sağlık” tepkisini göstererek “evde kalma ve evden çalışma hakkını” kazanmış.
Coşkun, Türkiye medyasında ise gazeteci arkadaşlarının kendi haklarını savunamadığını gözlemlediğine dikkat çekiyor. Ona göre tüm gazetecilerin sendika ve diğer dayanışma platformları üzerinden haklarını savunmaması, “çok riskli bir çalışma süreci” doğuruyor.
Devlet acaba bize yalan mı söylüyor? İngilizler ‘terörist’ olmadan da bunu sorabiliyor
Türkiye’de salgının yaygınlaşmasının üzerinden iki ayı aşkın bir zaman geçmesine rağmen bugün hâlâ devletin vaatlerine karşın aralarında gazetecilerin de olduğu milyonlarca vatandaşa ücretsiz maske ulaşmış değil. Medya kuruluşlarının ancak bir kısmı çalışanlarına maske ve diğer koruyucu ekipmanı sağladığından, çoğu gazeteci kendi imkânlarıyla kendisini koronavirüsten korumaya çalışıyor.
Tedbirsizlik Türkiye’de medyanın da güvenilirliğini sorgulattı
Coşkun’a göre salgının başlangıcında Türkiye merkezli haber kuruluşlarının çalışanları “tamamen hazırlıksız” idi. “Nitekim NTV’de çalışan dört arkadaşımızın koronavirüse yakalandıklarını öğrendik. Ama bizim litrelerce dezenfektanımıza kadar her şeyimiz vardı. Bizdeki hazırlığın şikâyet konusu bile olduğunu hatırladıkça durumun ne kadar vahim olduğunu anlayabiliyoruz” diyor Coşkun.
Koronavirüse karşı gazetecilere doktor tavsiyeleri: ‘Röportaj yaparken maske takın’
Ankara’daki ilk koronavirüs basın toplantısını izlemek üzere Sağlık Bakanlığı’na gittiklerinde Coşkun ve Çin medya kuruluşunun diğer çalışanları maske takmış. Türk muhabirlerin ise maskesiz olduğunu belirten Coşkun ekliyor:
“Basın toplantısında maske taktığımız için bizi şikâyet eden meslektaşlarımız oldu. Ama gelin görün ki salgın ilerledi ve Türk medyasında çalışan arkadaşlar da maske takmaya başladı. Kendisi hazırlık yapmadan halka ‘evde kal’ diyen televizyonların güvenirliğini varın, siz düşünün artık.”
Yabancı medya muhabirlerini salgından günler önce uyardı
Deutsche Welle (DW) Türkiye muhabirlerinden Hilal Köylü’nün maskeli çalışma düzeniyle tanışması ise 11 Mart’ta, Ali Babacan’ın yeni partisini kamuoyuna açıkladığı basın toplantısında gerçekleşmiş. “Her yere el dezenfektanı yerleştirilmişti. Zaten günlerdir Türkiye’de koronavirüs olup olmadığı konuşuluyordu. Toplantıda bir iki kameramanın tedbiren maske taktıklarını gördüm” diyor Köylü.
DW muhabiri, toplantı sonrasında doktorlarla iletişime geçmiş ve onlardan aldığı “Dışarı çıkarken mutlaka maske tak” tavsiyesine bundan sonra hep uymuş. Sonraki günlerde acil ihtiyaçlar ve acil çekimler dışında zaten sokağa çıkmadığını belirten Köylü, DW yönetiminin salgından günler önce Türkiye’deki muhabirlerini sürekli uyarmaya başladığını vurguluyor.
Birçok muhabir COVID-19’a yakalandı
Hilal Köylü de tıpkı Burak Coşkun gibi Türk televizyonlarında çalışan muhabirlerin “oldukça geç” maske takmaya başladığına dikkat çekerek şunları söylüyor:
“Tamam, maske kullanımı konusunda sürekli tartışmalar vardı, başta bir türlü uzlaşma sağlanamadı bu konuda. Yine de televizyoncular her yere girip çıkan insanlar. Onlar kendilerini maksimum korumaya almalıydılar ama ne yazık ki bunun sağlanmadığını gözlemledim. Apartmanda beni maskeli gören bir komşum, televizyonların hâlinin ne olacağını sorduğunda yanıt veremedim. Derken, birçok televizyon muhabirinin COVID-19’a yakalandığını duyduk.”
Sokakta maske… Evde çalışma… Televizyon ekranlarında maskeli muhabirler, uzaktan yayın sistemlerine bağlanan editörler… Skype ve Zoom toplantıları… Türkiye’de yüzlerce gazeteci artık bu düzene alışmış durumda.
‘Pijamalarla çalışmak iyi bir şey değil’
Geçmişte üç yıl boyunca New York “home office” deneyimi yaşadığı için Coşkun da yeni sisteme uyum sağlamakta çok zorlanmamış. Ancak görüntünün ana malzeme olduğu CCTV’ye özgün video gönderememenin sıkıntı yarattığını, evden çalışmanın motivasyonu düşürdüğünü belirtiyor.
“Pijamalarla çalışmanın iyi bir şey olmadığını biliyorum” diyen Coşkun şunu ekliyor: “Benim endişem; virüsü yaşlı annemin ve babamın yanı sıra toplumun diğer hassas bireylerine bulaştırmak. Bu sebeple evde kalmanın önemine inanıyorum.”
Türkiye’de freelance olmak: Pijamayla çalışıyorlar, mütemadiyen iş arıyorlar
Hilal Köylü de son altı yıldır evden çalıştığından “disiplin sağlama konusunda uzmanlaştığı” ve koronavirüs düzenine hızla uyum sağlayabildiği görüşünde. Çok erken uyandığından gecenin tüm haber birikimini analiz edebilecek vakte sahip oluyor. Konsantrasyon ve disiplinin birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu düşünüyor. Gündem defterini de çok önemsiyor:
‘Medyada sağlam bir yenilenme hayati önemde’
“Benim sürekli kendime gündem tuttuğum bir defterim vardır. Radikal gazetesindeki günlerimi bu yüzden özlemle ve minnetle anıyorum. O defter hiç şaşmadığı gibi, haber takibimde de en büyük yardımcım. Dijital alanda her gün yeni bir şey öğreniyorum. Korona günleri de bu öğrenme sürecimi hızlandırdı.”
IFJ açıkladı: Medya çalışanları için koronavirüs güvenlik önerileri
Medyada geç bile olsa alınan önlemler ve zor da olsa yerleşen yeni çalışma düzeni, koronavirüs günleri sonrasında da bazı unsurlarıyla kalıcı olabilir. Hilal Köylü konuyu medya yöneticilerine getirerek bu duruma şöyle dikkat çekiyor:
“Virüs hayatımıza girdiğine göre tüm gazete ve televizyon yöneticileri yeni çalışma modelleri üzerinde kafa yormalı. Çünkü bu süreç uzadıkça medyadaki sağlam yenilenmenin toplum sağlığı açısından ne kadar hayati önemde olduğunu çok açık örneklerle göreceğiz.”
‘Medya yöneticilerinin günahlarına yenileri eklendi’
Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat’a göre koronavirüs eksenindeki dönüşüme dair temel sorunlardan biri, birçok gazete ve televizyon yöneticisinin, muhabirlerinin ve kameramanlarının virüse yakalanma riskini dert etmemesi.
“Medya yöneticilerinin günahlarına bu süreçte yenileri eklendi. Kendileri hazırlıksızdı ama hazırlıksızlıklarının cezasını muhabirler çekti” diyor Polat.
Kimimiz evde, kimimiz barakada: Gazeteciler koronavirüs günlerinde böyle çalışıyor
Evrensel gazetesi evden çalışma düzenine “maksimum düzeyde” devam ediyor. Gazeteciler her sabah aynı saatte JitsiMeet üzerinden haber toplantısı yapıyor. Sayfalar hazırlanırken editörler ve operatörler OpenVPN ile güvenli bağlantı kuruyor. İletişimde genel olarak WhatsApp ve Telegram tercih ediliyor. Dijital editörler ayrıca Trello kullanıyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ‘EVDE KALANLAR’ ANLATIYOR
Mesleğe sarma film, faks, daktilo ve teleks ile başlamış bir gazeteci olarak salgın sürecinde yaşadıklarını “zamansal sıçrama” olarak tanımlıyor Polat. “İstanbul’un farklı ilçeleri ve Türkiye’nin farklı kentlerindeki bürolarımızdan arkadaşlarımızla yol zahmeti çekmeden aynı odada buluşuyoruz. Elimizi uzatsak dokunamayacağız ama dokunabilecek kadar da yakınız diğer yandan” diyor:
İş içeri bu kadar girince, evimiz kayboldu
“Ama bu arada gazetecilik hiç bitmiyor. Bu tempo gece geç saate kadar böyle devam ediyor. Aslında gazete binasını aradan çıkardığımız bu süreçte, evler mekânsal bir dönüşüme uğrayarak gazete de eve taşınmış oldu. Bir anlamda da ‘ev’ araya gitti! Evini biraz olsun nefes almak ve dinlenmek için kullanan tüm gazeteciler, sanırım şu günlerde ‘Evim evim, güzel evim, neredesin’ diye düşünmeden edemiyordur!”
KAYDA GEÇSİN – STÜDYOSUZ YAYINCILIK