Analiz Haber

2019’a giderken: Muhalefet kutuplaşma dilinden uzak durmalı

16 Nisan Referandumunda 'evet' oyu verenler kutlama yaparken. (Fotoğraf: Emrah Gürel/AP)

Türkiye, 2019’da yapılması öngörülen ‘başkanlık seçimine’ doğru giderken şimdiden “kimler aday olacak?”, “nasıl bir kampanya yapılmalı”, “iletişim stratejisi nasıl olmalı” şeklinde soruların farklı mecralarda tartışılmaya başlandığı görülüyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde seçim gündemli “açılış törenleri” yapması ve kendi teşkilatına “seçime hazır olun” mesajları vermesi bu soruların sorulma sıklığını arttırmakta.

Hiç şüphesiz; 2019’a giden sürecin “aday kim olmalı” sığlığından kurtularak yürütülmesi dikkat edilecek ilk kriter olmalı. Toplumdaki tüm sosyolojik ezberlerin yıkıldığı bir dönemden geçilirken geçmişe dair yöntemlerde ısrar etmenin de bedelinin ağır olacağı aşikar. Bu noktada ise yeni bir siyaset dili ve kültürel kapsayıcılığı öne çıkaran bir politikanın ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Bu süreci daha net bir şekilde anlamlandırabilmek için siyasal iletişim alanında çalışmalar yapan bağımsız araştırmacı Ülkü Doğanay ve İletişim Bilimci Dr. Ali Haydar Fırat ile konuştuk. Doğanay ve Fırat ile “muhalefetin iletişim kurgusu ve politik dil nasıl olmalı?” sorusuna yanıt aradık.

Doğanay: Aday parlamenter sistemin yeniden inşasını vaat etmeli

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeliğinden 7 Şubat’ta çıkarılan Olağanüstü Hâl kararnamesi ile ihraç edilen ‘barış imzacısı’ siyaset ve iletişim bilimci Ülkü Doğanay muhalefetin 2019’da yapılacak başkanlık seçimlerini merkeze alarak şimdiden bir aday belirleme sürecine girmesini doğru bulmadığını vurguluyor: “Türkiye’nin parlamenter sistemi terk ederek çok sorunlu bir Türk tipi başkanlık sistemine geçmesine yol açacak anayasa değişikliğini getiren ‘referandum’a dair şaibeler tam olarak ortadan kalkmamışken ve Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim sonuçlarına müdahale olarak değerlendirilen kararı bu denli tartışmalıyken sistem değişikliğini verili kabul edip buna odaklanmak yerine muhalefetin böyle bir değişikliğin sonuçlarını ve ülkeye vereceği zararı anlatmaya devam etmesi gerekir.”

Doğanay’a göre, bütün bunlara rağmen bir aday belirlenmesi gerektiğinde ise yapılması gereken, adayın parlamenter sistemi yeniden inşa edeceği vaadiyle seçime girmesi olabilir.

‘Adalet ve demokrasi talebine süreklilik kazandırılmalı’

Doğanay, meselenin sadece parlamenter sistem olmadığını; tam bir demokrasiye geçişin, AB ile iyi ilişkilerin yeniden inşa edilmesinin vurgulanması gerektiğini söyleyerek 2019 sürecine dair önerilerde bulunuyor: “Demokrasi talebi, toplumun farklı kesimlerine hitap eden somut haklar ve hak talepleriyle ilişkilendirilerek aktarılabilirse seçmen nezdinde bir karşılık bulacağını düşünüyorum. Nitekim CHP’nin Adalet Yürüyüşü, HDP’nin Vicdan ve Adalet Nöbeti toplumun her kesiminde bir yanıt buldu. Sol ve sosyal demokrat çizgideki muhalefetin adalet talebinde bir araya gelmesi ve birbirini destekleyen bir pozisyon alması önemliydi. Bunun 2019 seçimlerine kadar sürdürülmesi, adalet ve demokrasi talebine süreklilik kazandıracak bir toplumsal muhalefet alanı oluşturulması için şartların zorlanması gerekiyor. CHP bu yönde önemli bir adım attı.”

‘Bir arada yaşama iradesi öne çıkarılmalı’

Doğanay, söylemlerin nasıl olması gerektiği konusunda ise özellikle Erdoğan’ın politik söyleminin temel karakteri olan ve seçim dönemlerinde onu bir oyun kurucu haline getiren kutuplaştırıcı söylemle mücadele etmeye devam edilmeli vurgusu yapıyor: “İnsanlar bu aşırı kutuplaştırma, sürekli birilerini düşman, terörist, vatan haini ilân etme halinden bıktılar. Böyle devam ederse her an herkes düşman kategorisine dâhil edilebilir hale gelecek, bu korku yaratıyor ama böyle gitmeyeceği de belli. Muhalefetin kutuplaşma yerine birlikte, bir arada yaşama iradesine işaret eden bir dil geliştirmek için çabalamaya devam etmesi önemli.”

Kampanya ne kadar etkili?

Pek çok araştırma, Türkiye’de seçmen tercihlerine etki eden faktörlerin ABD’de ya da Avrupa ülkelerinde olduğu gibi rasyonel vaatlere verilen reflekslerden ziyade lider ve partiyle kurulan manevi bağlardan beslendiğini ortaya koyuyor. Bu çalışmalardan yola çıkarak Türkiye’de sadece bir kampanya ile herhangi bir seçimi kazanmanın pek mümkün olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ancak, bütün bunların yanında özellikle 7 Haziran seçimleri ile başlayan süreçten bugüne tüm siyasi partilerin profesyonel düzeyde bir iletişim stratejisi sürdükleri ve kampanyalarını özellikle geçmiş dönemlere göre daha kurumsal bir çizgiye çektikleri söylenebilir. Türkiye’de ABD’de olduğu gibi lobi şirketleri, PR ajansları ve siyasi partiler arasında doğrudan siyasi ve ekonomik bağlantılar olmasa da (en azından yasal ve görünür olarak) Türkiye seçimlerinin de yavaş yavaş “Amerikanlaşmaya” başladığı tespiti yapılabilir. 2019 seçimlerinde bu noktayı da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Ayrıca 2001 yılında doğan ve yeni iletişim mecralarıyla çok yakın ilişkide olan kuşağın da 2019’da oy kullanacağı unutulmamalı.

Sağ popülist siyasete mahkûm hissedenler

Öte yandan özellikle ABD’de ve Avrupa’da yapılan seçimlerde sağ popülist liderlerin yükselişlerine baktığımızda seçimlerin sistemin krizlerinden çıkış bulamayan insanlar için bir “kaçış” olduğunu söylemek de mümkün. Yani liberal demokrasinin krizleri ve neo-liberal düzenin sancıları içinde savrulan insanlığın bir çıkış yolu bulamadığı ve otoriter sağ popülist siyasete mahkûm olduğu bir geçiş dönemini yaşamaktayız. Bu süreçte ortaya konacak siyasi motivasyonun, insanların sistemle yaşadıkları krizler için tek bir odağa mahkûm olmadıklarını anlatmayı da merkezine alması ve bir alternatif yaratması hiç şüphesiz olumlu bir etki yapacaktır.

Fırat: AKP çoğunluğun karşıtlıklarını saldırgan bir dille dolaşıma sokuyor

İletişim Bilimci Dr. Ali Haydar Fırat, 2019’a doğru sıklıkla tartışılacak konuların başında dil meselesinin olacağını söylüyor ancak bu tartışmanın oldukça dar bir çerçevede yürütüldüğünü ve arka plan siyasal durumdan azade ele alınmakta olduğunu öne sürüyor. Fırat’a göre; “Siyasetin dili sert ve yumuşak, dışlayıcı ve kucaklayıcı şeklindeki karşıtlıklar ekseninde ele alınmakta. Oysa dilin sertliği ya da söylemin dışlayıcılığı kişisel bir mesele değil. Kuşkusuz liderlerin retoriği ekseninde bu tartışma yürütülmekte. Ancak söylem analizi yapıldığında karşımıza kişisel değil siyasal bir dil çıkmakta. Kimlikler eksenine sıkışan ve o alanda üretilen siyasette AKP bir taraftan çoğunluk kimliğine güvenerek o kitlenin en temel karşıtlıklarını saldırgan bir dille dolaşıma sokmakta diğer yandan bu kitleyi istediği ideolojik formasyonun içinde dönüştürmekte.”

Fırat, CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin ise daha kapsayıcı bir söylem tercih etmekte olduğunu söylüyor. Ancak dilin siyasal olmaktan, çözüm üretmekten uzak olunca, salt retoriğe hapsedilince saldırgan, dışlayıcı bir nitelik kazanmakta olduğunun da göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtiyor. Fırat’a göre; “Siyaset dilinin bu niteliği aynı zamanda aktörünün ülkenin birikmiş sorunlarına çözüm üretmekten kaçıp daha kolay gündelik bir saldırganlığa yönelmesine de kapı açmakta. Ülkemizde deneyimlediğimiz gibi bu yaklaşım her gün biraz daha fazla nitelik kaybetmekte ve giderek en ilkel görünümü kazanmakta.”

‘Asıl mesele gelecek tasarımını kitlelerin önüne koyabilmek’

Kişisel olarak bu tarzın ve üslubun artık doyum noktasına ulaştığını düşündüğünü belirten Fırat bu konudaki önerilerini şöyle sıralıyor: “İnsanlar gündelik hayatta çok can yakıcı sorunlar yaşamakta ve bu sorunların çözümünü istemekte. 2019’a giderken sorunların çözümünü formüle eden, başta adalet alanındaki sorunlar olmak üzere giderek kronikleşen bütün sorunlara çözüm üreten bir dil, söylem ve siyaset başarıyı elde edecektir. Siyasal iletişimde gündelik çatışmalar ya da geçmiş üzerine yürütülen polemikler tek başına bir başarı üretmemektedir. Asıl mesele gelecek tasarımını, hayalini kitlelerin önüne koyabilecek bir siyasal dilin üretilmesidir. Bugünün siyasetinin buna ihtiyacı var.”

‘Sağ-popülist siyaset dönemsel bir sapma’

Fırat, dünyada sağ popülist siyaset tarzının yükselişine dair ise şu tespiti yapıyor: “Her ne kadar sağ-popülist siyaset ve retorik yükselişte olsa da bunu dönemsel bir sapma olarak düşünüyorum ve buna karşı yeni bir dilin inşası gerekmekte. Bu dil sağ-popülist dilin dışlayıcı, ötekileştirici içerimlerine karşı politik bir cevap olacak biçimde tasarlanmalıdır. Yani siyasi arka planı güçlü bir söylem ve onun dile getiriliş biçimi 2019’da çok ciddi bir imkân yaratacaktır.”

Egemen Aldoğan

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede Gazetecilik yüksek lisans programı derslerini takip ediyor. Farklı medya mecralarında ve özel prodüksiyon kurumlarında çalıştı. Türkiye siyasi tarihi, basın tarihi ve siyasal iletişim konuları üzerine yoğunlaşıyor.

Journo E-Bülten