Türkiye’de kadın hareketinin öncülerinden gazeteci Nezihe Muhiddin’in 64. ölüm yıl dönümü bugün… Nezihe Muhiddin ve 13 arkadaşı yaklaşık 100 yıl önce kadınların siyasal hakları için örgütlenmiş ve sonuçta Cumhuriyet ile birlikte başarıya ulaşmıştı.
Gotik edebiyat türünde eserler vermiş bir yazar da olan Nezihe Muhiddin’in mücadelesini, o dönemde yayımlanan haber ve yorumlardan yararlanarak anlatıyoruz. Gazeteler kadın hareketine bazen destek, bazen köstek olmuştu. Kadınların zaferi sonrası köşesine çekilen Muhiddin ise “unutturuldu.”
Türkiye’de önce belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtarlık hakkını elde eden kadınlar, 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliğinden beri milletvekili de seçme ve seçilme hakkına sahipler.
Bu konuda Türkiye’de sosyal bilimler alanında yıllardır süren bir “alındı mı verildi mi” tartışması var. Yani Türkiye’de kadınlar siyasi haklara kendi mücadeleleri sayesinde mi ulaştılar, yoksa bunlar onlara Mustafa Kemal Atatürk tarafından mı verildi?
Yaprak Zihnioğlu, 2003’te Metis’ten çıkan Kadınsız İnkılap kitabında bu soruyu Türkiye’de kadın haklarının tarihinin mihenk taşları sayılan Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası ve Türk Kadınlar Birliği’nin etkinlikleri çerçevesinde detaylı bir araştırma sürecine girerek yanıtlamaya çalışıyordu.
“Unutturulduğu” ve köşesine çekildiği 1930’lardan 1980’lere kadar adı kamuoyuna açık eserlerde yalnızca 6 kez anılan Nezihe Muhiddin üzerindeki perde de Zihnioğlu’nun birincil kaynaklara dayanarak yaptığı araştırması sayesinde kalktı. Bu sayede Muhiddin’in sadece siyasal mücadelesiyle ilgili değil, ulaşılabilen 17 romanı, 300 kadar öyküsüyle edebi yönüne dair de çalışmalar yapılmaya başlandı.
Hatta Muhiddin’in muhalif kimliği de dikkate alınarak romanlarında gotik geleneği nasıl sürdürdüğünü inceleyen “Nezihe Muhiddin, Kadın Gotiği ve Gotik Kahramanlar” başlıklı bir tez de yazılmış.
Muhabirliğini ortaya koyan röportajlar yaptı
Nezihe Muhiddin çok genç yaşta, II. Meşrutiyet döneminde yayın hayatına girmiş, fikirleriyle öne çıkmış, polemiklere girişmiş bir kadın. Daha Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmadan, bir siyasi parti, yani Kadınlar Halk Fırkası’nı kurmak istemiş, buna izin verilmeyince bugün hâlâ varlığını sürdüren Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuş ve bu dernek aracılığıyla kadınların siyasal hakları mücadelesine giriştiği için dönemin iktidarıyla ters düşmüş, gözden düşürülmüş, sonra da bilinçli olarak unutturulmuş bir kadın.
Dönem basınında “edîbe-şehîre (ünlü kadın yazar)” ve “Türklerin büyük kadını” olarak anılan Nezihe Muhiddin, hem Osmanlı’da hem cumhuriyetin ilanı sonrasında kadınların siyasal hakları için mücadele etmiş bir gazeteci ve yazar. Birçok gazetede yazıları yayımlanmakla birlikte, muhabirliğini de ortaya koyan röportajlar yaptı.
Örneğin 1936 yılında Açık Söz gazetesi, “Mısırlı şair, muharrir, seyyah ve bilhassa Feminist Bayan Huneyna Huri gelecek. Eski bir feminist sıfatıyla beraber bulunmanızı çok arzu ediyoruz“ diyerek Muhiddin’den bir röportaj ister, Muhiddin kabul eder ve “On üç sene evvel kurduğu bir kadın cemiyetini bugün kendi de içinde olarak karikatürize eden büyük feminist! Yürü bakalım” sözleriyle mülâkatına başlar.
İki kez evlendi, babasının soyadını değiştirmedi
1889’da Zehra Hanım ile savcı ve ceza hâkimi olan Muhiddin Bey’in kızı olarak İstanbul Kandilli’de dünyaya gelen; eğitimini eve gelen özel öğretmenlerden alan, 1909 yılında öğretmen olarak meslek hayatına atılan Nezihe, iki evlilik yapsa da babasının adı olan Muhiddin’i soyadı olarak seçer.
Edebiyata ilgisini, annesi Zehra Hanım ve kendisinden 15 yaş büyük olan “dayızadesi” Nakiye Hanım’dan almış. Zehra Hanım tarafından “çok yetenekli bulunduğu için” evlat edinilen Nakiye Hanım, genç Nezihe’nin fikir dünyasının oluşumunda büyük bir etkiye sahip.
Nakiye Hanım, Osmanlı toplumunda yayımlanmış ilk kadın dergisi olan Hanımlara Mahsus Gazete‘de Zekiye imzasıyla kadınlık ve süfrajet hareket konusunda yazılar yazıyor. İleride Muhiddin, Nakiye Hanım vesilesiyle Fatma Aliye ile tanışma fırsatı yakalar, Fatma Aliye Hanım ile ilişkileri uzun yıllar sürecektir.
En yakın arkadaşları, eski sadrazam Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın torunları olan Azize, Refika ve Feride Hanımlar. Azize Hanım, Uluslararası Kadın Konferansı’na katılan ilk Osmanlı Türk kadını. “Kadınlığın mefkûresini (kadınların kurtuluşu inancı) onlardan öğrendim“ diyen Muhiddin, kızların eğitim için Avrupa’ya gönderilmesini destekleyen ilk yazısı yayımlandığında sadece on sekiz yaşındaydı. Sonraları, kızlara ilk dil ve spor öğreten İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi’nde müdürlük de yaptı.
Kadınlar, II. Meşrutiyet’in hürriyet rüzgârlarıyla birlikte eğitim hakları için büyük bir mücadele içindeydi. Nezihe Muhiddin de II. Meşrutiyet yıllarında kadın hareketi içinde kısa bir sürede efsaneye dönmüş; Halide Edib’in ardından en sivrilen isimdi artık.
1923 yılında henüz cumhuriyetin ilan edilmediği dönemde 13 kadın arkadaşıyla kadın hakları için bir komite toplamaya karar verir, hatta bir süre boyunca yer izni alamadıkları için Muhiddin’in evinde toplantılar olur.
Kuruluşu için yıllarca mücadele ettiği Kadınlar Halk Fırkası, daha sonraları Türk Kadınlar Birliği ismini alır. Kadınlar Halk Fırkası ve Türk Kadınlar Birliğinin mücadele seyri aşağıda daha detaylıca anlatılıyor ama Nezihe Muhiddin’in “aşırı talepleri” ve birlik içindeki siyasi çekişmeler nedeniyle Muhiddin’in dernek içerisinde yolsuzluk yaptığı iddiaları yayılıyor, genel başkanlıktan istifa etmek zorunda bırakılıyor.
Polis kadın kampını bastı, vali izni iptal etti
Kendi köşesine çekilmesi ve elini eteğini siyasetten çekmesi istenen Nezihe Muhiddin’in her çabası engelleniyordu. “Kadınların mahrum olduğu, erkeklere özel kabul edilen eğlence ve dinlenme hayatından kadınların da yararlanması” için 1927 yılının ağustos ayında Heybeliada’da kadınlar ve genç kızlar için eğitim ve dinlenme amaçlı bir kadın kampı açılması için çalışmalara başladı. Ayrıca birliğe bağış toplamak amacıyla Değirmendere’ye 30 Ağustos günü bir gezi yapılacağını da duyurdu.
Ancak bu iki faaliyet de engellendi. 25 Ağustos’ta kampın açılışı sırasında emniyet kuvvetleri kampın izinsiz olduğunu ileri sürerek açılışı durdurdu. Kampın kapatılmasından birkaç gün sonra da Değirmendere’ye yapılacak gezi valinin emriyle iptal edildi. Cumhuriyet‘te 29 Ağustos tarihli bir yazıda, kampın kapatılmasının sebebinin araştırmalar sonucu şöyle öğrenildiği yazar: “Kamp ya genç kızlar kampıdır yahut kadınlar kampıdır. Genç mektepli kızlar kampı ise bu kamp için maariften müsaade alınması lazımdır. Hanım efendiler kampı ise polisten müsaade istihsali icap eder. Kızlarla kadınların bir arada bulunması doğru değildir.”
Nezihe Muhiddin, 10 Şubat 1958 günü İstanbul’daki evinde yalnız bir şekilde yaşamını yitirdiğinde cenazesine Türk Kadınlar Birliği’nden hiç kimsenin katılmadığı, yalnızca “Türk Kadınlar Birliği Genel Merkezi” adını taşıyan bir çelenk gönderildiği ifade ediliyor. 1980’lerde kadın hareketinin sosyal bilimlerin de konusu olmaya başlamasıyla küçük çabalar şeklinde olsa da uzun yıllar boyunca adı hiç anılmıyor. Romanları, gazete yazıları ve röportajları bulunmayı ve çevrilmeyi bekliyor.
Nezihe Muhiddin’in en önemli öncülerinden olduğu kadınlara oy hakkı mücadelesi seyrini izliyoruz.
“Yabancılar inanmayacak, 1 Nisan şakası zannedecek”
İstanbul Üniversitesi, 1928-1942 yıllarında çıkan gazetelerin yer aldığı arşivini 2020’de dijital ortamda kamuya açmıştı. Modern Türkiye tarihinin belirleyici yıllarını kapsayan bu dönemin on binlerce ciltlik 55 gazeteye nasıl yansıdığını incelemek için birkaç önemli tarihi not etmiştim. Bunlardan biri kuşkusuz Türkiye’de kadınların siyasi hakları bakımından önemli olan seçme ve seçilme hakkının tanındığı 5 Aralık 1934 günüydü.
Dönemin gazetelerinde hem 5 Aralık hem de sonraki günlerde, bu hakkın tanınmasıyla ilgili “Seçme ve seçilme hakkı coşku içinde karşılandı (en azından kadınlar tarafından…)” minvalinde haberlerle daha çok karşılaşmayı bekliyordum. Ama böyle olmadı. Sebebini anlamak için tartışmaların yoğunlaştığı 1923, 1927 ve 1934 yıllarında, kimi zaman alaycı tavırlarla, kimi zaman “o hâlde kadınlar askere de gitsin” söylemiyle, çoğu zaman da modern Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş imajına sunduğu katkılarla anılan kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını, belirli günlerin gazetelerine bakarak inceledim.
Dönem gazetelerinde ilk dikkati çeken konu kadınların herhangi bir mücadelede bulunmadan siyasal haklarını elde ettiği, bu durumu başta Atatürk olmak üzere Türk erkeklerine borçlu oldukları, bu nedenle daima minnet hisleriyle dolu olmaları gerektiği savı. O günlerden bugüne hâlâ çokça tekrarlanıyor.
Örneğin Zaman gazetesinde 11 Aralık 1934‘de yayımlanan “Siyasal Yolda Kadın” başlıklı yazı, Türkiye’de kadınlara bu hakkın verilmesine yabancıların belki de inanmayacağı ve 1 Nisan şakası gibi bir şey zannedeceklerini söyleyerek “dış dünyaya” hava atarak başlıyor. Gazete kadınlara “elde ettiğiniz yüceliği erkeklere borçlu olduğunuzu unutmayın” diyor ve şunları yazıyor:
- Saklamamak doğru olur: Kadınlar siyasal kazançlarında büyük uğraşlara başvurmak lüzumunu duymamışlardır. … Türkiye’nin inkılapçıları kadını ikinci sınıf insanlar arasından çıkarıp onlara yanı başlarında yer göstermekle ve onlarla her yerde yan yana yürümekle yurdun daha büyük faydalar elde edebileceğini düşünmüşlerdir ve Türk erkeği bu düşüncesile ve yapışile dünyanın en kibar ve kadının hakkını tanıyan en yüksek bir erkeği olduğunu göstermiştir. Elde ettiğimiz yüceliği erkeklerimize borçlu olduğumuzu ve onların bize bu bağlılığını hiçbir kurun unutmamaklığımız lazımdır.
Meşrutiyet laboratuvarında staj yapan kadınlar Cumhuriyet ile harekete geçti
Ağaoğlu Ahmet Bey de 6 Aralık 1934 tarihli Cumhuriyet gazetesinde dünya kadınlarının 150 yıllık bir mücadele sonucunda bu hakkı elde edebildiklerini, Türk kadınına bunun için yalnızca 15 sene gerektiği; “Fransız, İtalya ve Belçika kadınlarının Türk kadınının mevkisi önünde içini çekip gıpta ettiklerini” yazdığı yazısında “Cumhuriyet büyük bir itimat ve geniş kalplilikle bütün kapıları birer birer Türk kadınına açtı” diye yazıyor.
Yeniasır gazetesinde 7 Aralık 1934′te, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk’ün İstanbul’a ilk ayak bastığı gün Dolmabahçe’de karşılanması esnasında bir kadının Atatürk’ün elini öptüğü fotoğrafıyla manşette yer alan haber, “Türkiye kadınlığının siyasi haklarını bütün genişliğiyle tanıyarak kendilerine mebus seçme ve seçilme hakkını veren kanunun kabul edildiği 5 Aralık’ın kadınlığın en büyük bayramı Türk Kadınının Atatürk Şenlik Günü olarak kutlayacağını” ilan ediyor.
Sayısı daha da artırılabilecek bu örneklerde, hayranlık uyandıracak taktikler ve kamuoyu yaratma yetenekleri olan kadınların mücadelesi görmezden geliniyor.
Journo’ya konuşan “Türk Modernleşmesi ve Feminizm: Halide Edib” kitabının yazarı Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa, Osmanlı ve cumhuriyet dönemi kadın hareketlerinin tarihinin II. Meşrutiyete kadar uzandığını söyleyerek oy hakkı mücadelesine ön ayak olan günleri şöyle anlatıyor:
- Cumhuriyet dönemi öncesinde özellikle II. Meşrutiyet döneminde kadınlar tarafından kurulan kadın dernekleri, bunların yayın organları, çok sayıda kadın dergisi var; Serpil Çakır’ın “Osmanlı Kadın Hareketi” diye nitelendirdiği yoğun bir kadın hakları gündemi var. Osmanlı kadınları dünyada, özellikle Anglosakson ülkelerde sürmekte olan feminist mücadelelerin, Suffragette’lerin militanca yürüttükleri eylemlerin de farkındalar; ancak seçme ve seçilme hakkı Osmanlı kadınlarının öncelikli talebi olmuyor. Onlar için öncelikle ataerkil aile normlarının değiştirilmesi, Hukuk-ı Nisvan’ın sağlanması gerekiyor, eğitim hakkı ve çalışma hakkı ön planda. Aslında bu talepler İttihat Terakki’nin modernleşme programı içinde destekleniyor. 1917 yılında hazırlanan Hukuk-ı Aile Kararnamesi ise poligaminin sınırlanması, boşanma ve vesayet ile ilgili kadınlara önemli haklar getiriyor.
Tanzimat döneminde İstanbul ve Selanik gibi merkezlerde gösterilen çabalarla kadınlar için eğitim yolu açılmış, bu dönemde başlayan kadın hareketi Meşrutiyet ile birlikte ivme kazanmıştı. Meşrutiyet sonrası kadın hareketlerinin düşünsel temellerine öncülük eden Fatma Aliye Hanım gibi devrin öncü yazarları, Batı’da kadınlara oy hakkı verilmesi meselesini takip etmişler ama “şimdilik” böyle bir talepte bulunmamakla birlikte zamanı geldiğinde oy hakkı için mücadele edeceklerini belirtmişlerdi.
1919 seçimlerinde Vakit gazetesi kamuoyu yarattı
Eğitim ve kadın haklarını işlediği romanlarıyla Milli Edebiyat’ın öncü yazarlarından Halide Edib Adıvar da, seçme ve seçilme hakkını elde etmek için kadınların mücadele etmesi gerektiği ve bunun yayınlar ve dernekler kanalıyla sağlanabileceğini söylemişti. 1919 seçimlerinden önce Vakit gazetesinde, tanınmış kimi aydın kadınlara “Türk kadınlarına intihap hakkı verilmeli mi?” sorusunun yöneltildiği söyleşide Adıvar, “Meclis-i Mebusan gelecek intihabattan evvel kanun yapmalı. Ben bu hususta çok nikbinim ve bunu hemen hemen muhakkak görüyorum” demiş.
1919 seçimlerinden itibaren yaratılan kamuoyuyla birlikte, kadınların isteklerinin Meclis gündemine de getirilmesi gerekiyordu. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey‘in, 1923’te seçim kanununda yapılan bazı değişiklikler esnasında kadınlara da seçme hakkının tanınmasını teklif etmesi mecliste şiddetli tartışmalara neden olmuştu. 18 Nisan 1923 tarihli Vatan gazetesinin haberine göre, mebuslar ayaklarını yere vurarak Hilmi Bey’i konuşturmamaya çalışmış, Hilmi Bey “Ayaklarınızı vurmayınız. Mukaddes analarımızın, bacılarımızın başına vuruyorsunuz” demiş, meclis sıralarından “Milletin hissiyatıyla oynama”, “Şeriata hürmet ediniz” nidaları yükselmiş.
1919 seçimlerinden önce kadınların kamuoyu yaratmasında önemli destekler sunan Vakit gazetesi, 1923 seçimleri öncesinde de gazetede anket başlatmıştı. Seçim kanununa göre mebus seçilme şartlarında erkek olma şartı zikredilmediği için kadın mebusların seçilmesinin önünde bir engel yoktu. Vatan gazetesi kanundaki bu boşluğun dikkate alınarak okuyucularının kadınlara seçme ve seçilme hakkı konusundaki fikirlerini sorduğu bir ankete başlamış; yanıt olarak okuyuculardan gelen mektuplarda sık sık kadınların Kurtuluş Savaşı’ndaki rolleri hatırlatılmış ve kadın milletvekili olarak da Atatürk’ün eşi Latife Hanım önerilmişti.
CHP’den önce kurulan Kadınlar Halk Fırkası “bölücü” diye engellendi
Bu sırada kadınlar siyasi hayatta yer alabilmek için örgütlenme girişimlerine de başlamışlardı. 1923 yılında, Nezihe Muhiddin ve 13 kadın arkadaşı kadın hakları için bir komite toplamaya karar vermişti. Türkiye’nin ilk siyasi parti girişimlerinden olan Kadınlar Halk Fırkası (KHF), henüz Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) bile kurulmadan çalışmalarını tamamlayıp kuruluş dilekçesini sundu.
8 ay sonra ise “1909 tarihli seçim kanununa göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı“ gerekçesiyle parti kuruluşuna izin verilmedi. KHF, partinin başına Ali Fethi Bey’i getirerek tekrar başvurduysa da bu kez kurulmakta olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın adının bir kadın kuruluşu tarafından kullanılması bölücü bir girişim olarak değerlendirilmiş ve parti yeniden reddedilmişti.
KHF, kuruluş izni alamayınca, daha sonra Türk Kadınlar Birliği adını alacak olan Kadın Birliği’ni kurmaya karar verir. Kadınlar bu kez göze batmamak için, KHF’nin başta 2. maddede yer alan “siyasal haklarımızın alınması” ifadesi olmak üzere tüzüğünü baştan sona değiştirmiş ve “Birliğin siyasetle alâkası yoktur” ibaresini eklemişlerdi.
Cumhuriyetin kurucu niteliğini taşıyan 1924 Anayasası‘nın 10. ve 11. maddeleri “18 yaşını bitiren her Türk milletvekili seçme hakkına sahiptir” ve “30 yaşını bitiren her Türk milletvekili seçilebilir” haklarını öngörüyordu. Bazı milletvekilleri “her Türk” ifadesinin kadınları da kapsayabileceğini söyleyip kadınlara bu hakkın verilmesini gündeme getirince Anayasa Komisyonu, ilgili maddeleri “her Türk” yerine “her Türk erkek” şeklinde değiştirdi.
Şubat 1925’te Kadınlar Birliği, İstanbul’da boşalan bir mebusun yerini doldurmak için yapılan seçimde kadın mebus aday gösterme hamlesi yaptı. Halide Edib Adıvar ve Nezihe Muhiddin‘in aday gösterilmesi elbette propaganda amacı taşıyordu. Kadınlar Birliği, siyasal hakların cumhuriyet hükûmeti tarafından tanınması için büyük bir umutla mücadele ediyor ve bu hak için her yolu deniyordu.
Gazetelerde alaycı karikatürler
Birliğin bu ve buna benzer girişimleri, gazeteler tarafından imzasız yazı ve karikatürlerle aşağılanıyordu. Aşağıdaki karikatür, Nezihe Muhiddin’in camilerin bir toplanma yeri olarak kadın kitlelerine ulaşmak ve fikirlerini yaymaya faydası olacağını düşündüğünden camilerde kadın konferansları verme girişimiyle ilgili Cumhuriyet‘te yayımlanmış.
Hanımların meclise gelmeleri durumunda meclis sıralarında hangi kulübün daha iyi olduğu, hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymelerinin daha muvafık olacağını tartışacaklarını, pileli elbiselerden ve tuvalet eşyasından alınan yüksek gümrük vergilerinin indirilmesi için takrir vereceklerini düşünen karikatürlerde ve yazılarda, çizerler ve yazarlar kadınların memleket meseleleriyle ilgilenmeyeceğini öne sürüyor.
1923 seçimleri öncesi ve sırasında verilen pek çok mücadeleye rağmen kadınlara siyasi haklarını kullanma yolu hâlâ kapalıydı. Kadınlar, Anayasa’da bu hak kendilerine verilmediği için 1927 seçimlerinde CHF namına aday gösterme teklifini sunmuş ama CHF bunu kabul etmemişti. Sosyal ve siyasal haklarını elde etmekte kararlı olan kadınlar, bu kez de Kadınlar Birliği destekçisi ve hukuk işleri encümeni olan Kenan Bey’i aday göstermeye karar vermiş; adının basına yansımasıyla birlikte Kenan Bey’le alay eden yayınlar başlayınca Kenan Bey alaylara dayanamayarak adaylıktan çekilmiş.
Haziran 1927’de kadınların seçime katılması meselesi bir kez daha Askerlik Kanunu görüşmelerinde gündeme gelmiş. Hakkı Tarık Bey konuyu gündeme getirince Recep Peker “askerlik de yapsınlar” diyerek Hakkı Bey’in önerisine karşı çıkmıştı. Oy hakkı, en başından beri bir hak değil kamu görevi olarak görüldüğü için başka bir “vatandaşlık ödevi” olan askerlik gündeme getiriliyordu; yalnızca bu hakkın önüne geçmek için değil, hak elde edildikten sonra bile…
İktidar ve basının ağır topları kadınların talebine önce olumlu yaklaşmadı
Örneğin 12 Aralık 1934 tarihinde Zaman gazetesinde, “Top atmak işi kolay mı?” başlığıyla yer alan bir yazıda “Savaş topu çocukların oynadığı bir lastik top ya da ipekli kumaş değildir” yazıyor ve kadınlar hakkında alaycı ifadeler yer alıyor.
Kadınların “Gerekirse askerlik de yaparız” iddiaları üzerine İstanbul gazetelerinde kadınların oy hakkında yapılan yayınlar üzerine Falih Rıfkı Atay, 22 Haziran 1927’de Milliyet‘teki köşesinde oy hakkıyla ilgili girişimlerin Türk kadınının davasıyla ilgili olmadığı ve ciddiyetsiz işler olduğunu belirterek konuşulanların “dedikodu” olduğunu iddia ediyor.
Oy hakkı üzerine yoğun tartışmalar devam ederken yıllar boyunca toplumsal alanda kadın varlığının görünümünü değiştirecek önemli adımlar da atılmıştı. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitimde Birlik Yasası) ile kız çocukları da eşit eğitim imkânına kavuşur; kız çocuklarının okutulması Anayasal zorunluluk haline getirilir. 1926’da Medeni Kanun’un kabulüyle çok eşlilik yerine tek eşlilik düzeni getirilir; evlenme, boşanma, miras gibi alanlardaki kadın hakları yasal güvence altına alınır, kadınlara istediği işte çalışma hakkı tanınır.
Kadın Birliği’nin 1927’deki kararlı adımlarına karşın siyasi iktidarın bu isteğe o dönemde çok olumlu yaklaşmadığı açıkça görülüyor. Bunun en önemli sebebini, siyasi otoritenin kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi için en doğru zaman ve zemini yakalamak adına bir süre daha beklemeyi uygun görmüş olmasında arayabiliriz.
Yıl 1930’a geldiğinde artık bu fikir olgunlaşmaya ve sonuçlarını vermeye başlar. Cumhuriyet kadını için rol model olarak gösterilen Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan, 1930’da verdiği bir konferansta “Kadınların seçme hakkını kazanması demokrasinin gereğidir. Seçim sandığı önünde en cahil ile en büyük devlet adamı eşittir. Kadın niçin bu eşitlikten hariç tutulsun” dediği konuşmasını yapar.
Kadınların seçme ve seçilme hakkının kazanmasında, Afet İnan etrafında anlatılan söylentiler de bolca mevcut. Bunlardan biri: Yurttaşlık dersi veren Afet Hanım seçimleri kavratabilmek amacıyla bir gün sınıfta örnek bir belediye seçimi düzenlemiş. Seçimi bir kız öğrenci kazanınca erkek öğrencilerden biri kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olmadığı gerekçesiyle sonuca itiraz etmiş. Afet Hanım’ın da bu olayı Atatürk’e anlatması ve kadın haklarıyla ilgili taleplerini iletmesinden sonra Atatürk konuyu hukukçulara inceletmiş. Ardından kadınların belediye seçimlerine katılması meselesi meclis gündemine gelmiş.
Oy hakkı artık ilk sayfalarda
Sonuçta, 3 Nisan 1930’da kadınlar için belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı gelir. Kadınlar, artık siyasi partilere (tek parti dönemi olması nedeniyle) CHF’ye üye olabilir. İlk üye Afet İnan olur. Henüz milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmasa da belediye seçimleri kadınların parlamentoya gidecekleri yolun ön adımı niteliğini taşıdığından kadınlar daha da umutlanır. Türk Kadınlar Birliği, bunu kutlamak adına 11 Nisan 1930’da Sultanahmet’te ilk mitingini “Bu miting intihap hakkını kazanan Türk kadınının ilk umumi tezahürüdür” diyerek Taksim’e yaptığı yürüyüşle tamamlar.
1933 yılında kadınların köy ihtiyar heyetlerine seçme ve seçilebilme, 1934 yılında ise nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girebilme haklarını elde etmeleri üzerine Kadınlar Birliği, 7 Aralık 1934 günü ikinci büyük kadın mitingini düzenleyecekti.
1934 yılının kasım ayında hükûmet meclisin yenilenmesine karar vermişti. Bu süreçte, kadınlara seçme ve seçilme hakkı yasalaşıncaya dek köşe yazarlarının genelde kadın meselesine değinmemeyi tercih ettiklerini görebiliyoruz. Hükûmetin meclis yenileme kararını değerlendiren Abidin Daver, seçimlerin 5-6 ay erkene alınması üzerinde dururken kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini görmezden gelerek bu meseleye hiç değinmemiş. Yunus Nadi ise köşesinde seçimlerin erkene alınmasıyla ilgili fikirlerini yazmış.
Hatta Cumhuriyet gazetesi, 18 Kasım 1934 tarihli haberinde “Son günlerde kadınlara da mebus intihab olunmak hakkının verileceği, tek listeli intihap yapılacağı şayiaları daha az işitilmeye başlandı” diyerek meselenin söylentiden ibaret olduğunu iddia etmiş.
Nihayet, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini içeren yasa değişikliği teklifi meclis gündemine 5 Aralık’ta gelmişti. Malatya mebusu İsmet İnönü tarafından verilen teklifin altında 258 milletvekilinin daha imzası var. İnönü konuşmasında bu hakkın” bir “lütuf” olarak algılanmaması uyarısında bulunuyor ve ayrıca Türk İnkılâbı’nın Türk kadınına verdiği hakların Atatürk’ün en büyük hizmetlerinden biri olduğunu da söylüyor.
Yine, Afet İnan etrafında dolaşan söylencelere göre 5 Aralık’a yakın günlerde Atatürk ile İsmet İnönü köşkte gece boyu çalışmışlar. Şafakla birlikte Atatürk, Afet İnan’ı uyandırarak “İnönü’nün elini öp ve teşekkür et” demiş; şaşıran Afet İnan’a “Genel seçimlerde kadınlara oy kullanma ve seçilme hakkı verilmesini Büyük Millet Meclisi’ne teklif edecek” demiş.
Perihan Arıburun ise farklı bir olaydan daha bahsediyor. Türk Ocağı’nda kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesiyle ilgili yapılan hararetli bir konferanstan sonra kadınlar meclis önüne gelmiş. Meclis önündeki yüksek sesli konuşmaları odasından dinleyen Atatürk “Bakın bakalım, hanımlarımız ne istiyor” demiş. Kalabalığı gören milletvekillerinin telaşlı hâli karşısında “Arkadaşlar, kadınlarımız mecliste görev isteğinde haklıdırlar. Hemen kanun tasarısı için çalışmalara başlayınız” direktifini vermiş ve böylece konu meclis gündemine gelmiş.
Gazetelerin dili, kadınların zaferiyle birlikte değişti
Bu kararın gazetelere nasıl yansıdığı konusu önemli. Bugüne dek gazetelerin manşetinde yer almayan kadınların seçme ve seçilme hakkı yalnızca Cumhuriyet’te manşetten verilmiş. Gazete 5 Aralık’ta İnönü’nün verdiği tekliften bahsederken, 6 Aralık’ta “Türk kadını haklarının en büyüğünü aldı” başlığıyla ve 1923’te evdeki pencere önünde oturan bir kadın ile 1934 yılında meclis kürsüsünde konuşan bir kadın çizimi görsel olarak kullanılıyor. Böylece Cumhuriyet gazetesinde ilk kez kadınların oy hakkıyla ilgili yapılan bir çizim alaycılıktan uzak, hatta” gurur verici” bulunarak haberleştiriliyor.
1927’de Milliyet‘teki köşesinde oy hakkıyla ilgili girişimlerin Türk kadınının davasıyla ilgili olmadığı ve ciddiyetsiz işler olduğunu yazmış olan Falih Rıfkı Atay, bu kez 7 Aralık 1934’te ise Ulus gazetesinde “Kadınlık bayramında, sevinecek olan olanlar, biziz; erkeklerdir. Çünkü bu bayram, bize, milyonlarca kolun, kafanın yardımına kavuştuğumuz günü andıracaktır.” diye yazarak kadınların memleket işlerine karışacak olmasından duyduğu memnuniyeti belirtiyor.
Diğer yandan basında Türk “annesine” övgüler dizilmeye devam ediyor. “Hangi ulusun kadınlarının seciyesi yüksek ise o ulusta çok büyük adamlar yetişir” ve “Ulusu içinde bulunduğu uçurumdan çıkaracak erkeği yetiştiren bir annedir” ifadeleri kadınların hâlâ öncelikle “anne” niteliği ile algılandığını gösteriyor. 13 Aralık 1934 tarihli Zaman gazetesinde, ilk sayfada kadının asli vazifesinin yuva kurmak olduğu hatırlatılarak “Yuva olmazsa aile olmayacak, aile olmayınca ulustan hiçbir şey beklenemeyecektir. Türk kadını Türk içtimai hayatının temeli olduğunu unutmamalıdır” diye yazıyor.
Düzeltme notu: İçerikteki bir fotoğrafın Nezihe Muhiddin’e değil, Suat Derviş’e ait olduğunu bildiren Bilal Acarözmen’e teşekkürler. Düzeltir, özür dileriz.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ROMANLARDAKİ GAZETECİLER: TÜRKİYE’DE BASINI EDEBİYATÇILAR KURDU