Röportaj

Türkiye’de öldürülen 67. gazeteciydi: Cemal Kaşıkçı davası başlıyor

Türkiye'de öldürülen gazeteciler listesinde, 1909'da suikasta uğrayan Hasan Fehmi Bey'den (solda), 2018'de katledilen Cemal Kaşıkçı'ya kadar 67 isim var.
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın yaklaşık iki yıl önce ülkesinin İstanbul’daki başkonsolosluğunda vahşice öldürülmesi üzerine açılan 20 sanıklı dava başlıyor.
Kaşıkçı’dan önce, son 112 yılda Türkiye’de Hasan Fehmi’den Hrant Dink’e, Abdi İpekçi’den Uğur Mumcu’ya hakikat peşinde koşan 66 gazeteci öldürülmüştü. Bu gazeteci cinayetlerinin birçoğu aydınlatıl(a)madı.
Kaşıkçı davasında adaletin yerini bulması ve bir daha hiçbir gazetecinin hakikat uğruna can vermemesi dileğiyle, bu topraklarda katledilen ilk gazetecilerden üçünü anıyoruz: Hasan Fehmi, Ahmet Samim ve İştirakçi Hilmi…

Gazeteciler, yazarlar, aydınlar tarihin her döneminde iktidarların korkulu rüyası olmuştur. Hele ki halktan, haktan yana iseler… Yönetenler ülkelerinin dikensiz gül bahçesi olmasını ister. İcraatlarının çoğu, temsilcisi oldukları sınıf ve zümrelerin menfaatleri doğrultusunda gerçekleşir. Bu menfaat grupları da tarihin her döneminde toplumun küçük bir azınlığından ibarettir.

Tüm dünyada muktedirler gerçeklerle yüzleşmek istemiyor

Oysa ki yönetenleri iktidara getirenler sessiz çoğunluklardır ve bu kitlelerin iktidarın yaptıklarını sorgulamadan onaylaması önemlidir. İşte bu noktada aydın, gazeteci ve yazarların toplumların aydınlanmasında, gerçeklerin ortaya çıkarılmasında üstlenecekleri rolün önemi ortaya çıkıyor.

Bu görev muktedirlerin istediği doğrultuda hayata geçerse, kara bulutlar ülkenin semalarını terk etmeyecektir. Ama bu süreç genellikle yönetenlerin arzuladığı doğrultuda ilerlemez. Gerçeklerin zaten er geç ortaya çıkmak gibi kötü (!) bir huyu vardır. Aydın, yazar ve gazetecilerin de o gerçeklerin üzerini örten kara bulutları kovmak gibi kötü (!) bir alışkanlıkları…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ABDİ İPEKÇİ: BUGÜN ARAMIZDA OLSA KARDEŞÇE SORGULARDI

Bütün dünyada sistem hep aynı. Gerçeklerle yüzleşmeyi hiçbir zaman istemeyen muktedirler, kendilerine muhalefet edenleri, hakikat peşinde koşanları türlü yollarla susturmayı ya da yok etmeyi politika olarak benimsedi. Hakikati yazan, kamuoyunu bilgilendiren gazeteciler, tarihin her döneminde iktidar sahipleri tarafından aynı klişelerle yaftalandı: Vatan haini, bozguncu, fitneci vb… Yabancısı olmadığımız sözler bunlar.

Gizli ve açık örgütler, genelde ‘tetikçi’ kullanıyor

Tarihe baktığımızda şunu görüyoruz: Muktedirler, hakikat peşinde koşan gazeteci ve aydınları susturmak için genellikle “tetikçi” kullanır. Bir süre korurlar “tetikçiyi.” Kamuoyundan gelen ciddi tepkiler göz ardı edilemeyecek kadar büyüdüğünde ise gözaltına alır, yargılarlar.

Tıpkı Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi. Tetikçiler kimi zaman tutuklansa da; onları kullanan gizli veya açık örgütler, komitacılar, çeteler, “uluslararası” parmaklar adaletin pençesinden kurtulmayı bir şekilde başarıyor.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – HRANT DİNK: GEÇMİŞİN ZOR HATIRALARI, GELECEĞİN UMUDU VAR

Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Gazeteciler ve insan hakları dernekleri her yıl düşünceleri ve yazdıkları yüzünden öldürülen gazeteci ve aydınların adlarını yayımlayarak hükûmetleri önlem almaya çağırıyor. Giderek “globalleşen” dünyamızda çok uluslu sindirme, yıldırma ve terör mekanizmalarıyla baş etmek kolay değil. Devletler, çoğu zaman bu yapılara söz geçiremiyor.

Cemal Kaşıkçı’nın katilleri Suudi Arabistan’da kollandı

Bazen de Cemal Kaşıkçı cinayetinde görüldüğü gibi, devletler gazeteci cinayetlerinde başrolü oluyor. Washington Post yazarı Kaşıkçı evlilik işlemleri için 2 Ekim 2018’de girdiği Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşice katledilmişti. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşma yarın. Ama 20 sanık da firari.

Kaşıkçı’yı öldürmek için diplomatik pasaportlarla Türkiye’ye gelip, cinayetten saatler sonra ülkelerine dönen katillerin, Suudi Arabistan’da kapalı kapılar ardında görülüp bitirilen davada gerçekten cezalandırıldıklarına dair kanıt yok. Türkiye ve ABD medyasına yansıyan haberlere göre birçoğu, Suudi devletinin en üst kademelerinde kollanmaya devam ediyor.

Kaşıkçı, bu topraklarda “devlet terörüne” kurban giden ilk gazeteci değildi. Türkiye’de gazeteci yazar kıyımı 1909’da, Hasan Fehmi ile başladı. II. Meşrutiyet ilan edileli sekiz ay olmuştu. II. Abdülhamit tahttan indirilmiş ama yönetim İttihatçılar’ın eline geçmişti. Zat-ı şahanelerinin hiçbir yetkisi kalmamıştı. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın başkanlığında kurulan kabineyi gerçekte Enver, Talât ve Cemal paşalar yönetiyordu.

Gelen muktedir gideni aratır hâle gelmişti

Meşrutiyet ile birlikte basın, sözde özgürlüğe kavuşmuş, sansür kaldırılmıştı ama İttihatçılar’la ters düşecek tarzda yazı yazanlar, karşı koyanlar “vatan haini” sayılıyordu, canları tehlikedeydi. Çeşitli yerlerden imzasız tehdit mektupları alan aydınlar ve gazeteciler neredeyse Abdülhamit’in “istibdat” dönemini arar hâle gelmişti.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – UĞUR MUMCU: BUGÜNE OLSA NE YAPARDI?

Abdülhamit döneminde muhalifler sürgüne gönderilir, genelde ölüm korkusu yaşamazdı. İttihatçılar ise her fırsatta hukuku, demokrasiyi, özgürlüğü, anayasayı yok sayıyor, ülkede terör havası estiriyordu. Halk, özellikle memurlar ve aydınlar büyük huzursuzluk içindeydi. Gelenler gidenleri aratıyordu. Hasan Fehmi, işte böyle bir devlet terörünün kurbanı oldu.

Hasan Fehmi Bey kimdi, nasıl öldürüldü?

Hasan Fehmi; ailesi Yunanistan’dan göç etmiş, Mekteb-i Sultani’de okumuş, sonra Fransa’ya kaçmış, Jön Türkler’den etkilenmiş, Mülkiye’ye girmiş, Meşrutiyetin ilanı ile geri dönmüş fakat İttihatçılara “ihtiyatla” bakan bir gazeteci aydındı. Serbesti gazetesinde yazıyordu. Serbesti, hiçbir kişiye, gruba yakın durmayan, özgürlükleri savunan bir gazeteydi.

Öldürülmeden önce sayısız tehditler alan Hasan Fehmi, tedirgin olmasına rağmen özgürlük mücadelesinden geri adım atmadı. Takvimler 6 Nisan 1909’u gösterirken, Galata Köprüsü üzerinde, suikastçının ensesine sıktığı kurşunla yere yıkılmıştı. Katil yakalanamamıştı ama kaçması için bütün önlemler alınmıştı.

Katiller neden Hasan Fehmi’yi seçti?

Hasan Fehmi’nin cenazesi 8 Nisan günü kaldırıldı. O gün yer yerinden oynadı. Bütün İstanbul ayağa kalkmıştı. Cenazeye 60 bine yakın insan katılmış; özgürlüğü savunan ve bu yolda canını veren gazeteciye İstanbullular sahip çıkmıştı.

Peki, neden Hasan Fehmi’yi seçtiler? Çünkü en güçlü ses onunkiydi. Hasan Fehmi, meşrutiyetin ilanının yolsuzluklara son vermediğini, İttihatçılar’ın yağmaya katıldığını yazdı. Dürüst ve namuslu sanılan, kimsenin toz kondurmadığı İttihatçılar’ın kirli çamaşırları ortaya dökülünce kıyamet koptu. Şeyhülislam hazretlerinin yolsuzluklarını açığa çıkarması da bardağı taşıran son damla oldu.

Ahmet Samim kimdi, nasıl öldürüldü?

Meşrutiyetin getirdiği bayram havası çabuk dağılmış, ortalık karamsar, bunaltıcı bir havaya bürünmüştü. Herkes kuşku içindeydi. İttihatçıların ülkeyi maceraya sürüklediğini görmeyen yoktu.

Kimse Abdülhamit Han’ın 33 yıl süren istibdat döneminin özlemini çekmiyordu ama İttihatçılar’ın yönetiminden de memnun değildi. Bu havadan en çok etkilenenlerden biri de genç gazeteci Ahmet Samim’di.

Ahmet Samim, 25 yaşlarında, uzun boylu, yakışıklı, gözünü budaktan sakınmayan, egemen düşünceye muhalif, genç kadınların dikkatini çeken, hoşgörülü, Fransızcayı ana dili gibi konuşmasının yanı sıra İngilizceye de hâkim, aydın fikirli bir gençti. Sık sık tehdit mektupları alıyordu. Birtakım insanlar onu meyhanelerde ve sokaklarda takip ediyordu.

Hançerli, tabancalı imzayla tehdit mektubu

Samim’i en çok sinirlendiren ilk mektup Manastır’dan geldi. Kötü bir Türkçeyle yazılmış ve imza yerine bir hançer ve tabanca resmi ile sonlanan mektupta şunlar yazıyordu: “Ulan itler, ulan puştlar, ulan kırbaç düşmanı hergeleler. Memleketin havası saçtığınız pisliklerden kokuştu. Sürüp gitmesine imkân kalmadı. Çünkü bütün namuslu vicdanlı insanlar bundan usandı. Onun için de leşlerinizi köpek leşleri gibi İstanbul’un çamurlu kaldırımlarına sermek zamanı gelmiştir. Bekleyiniz!”

Ahmet Samim tehditlere aldırış etmeden Sada-yı Millet gazetesinde muhalif çizgisini sürdürdü. 19 Temmuz 1910’da, Bahçekapı’da İttihatçılar’ın tetikçileri tarafından yaşamına son verildi. Cenazesinin kitlesel bir yürüyüşle kaldırılması engellendi. Meşrutiyetten önce özgürlük mücadelesi verenler Fizan’a sürülürdü, muhalifler boğdurulurdu. İttihatçılar yönetime geldikten sonra ise sokakta kurşunlarla ortadan kaldırılıyordu. Yani özgürlük isteyenler için rejimin adından başka değişen pek bir şey yoktu. Ahlaksızlık, çürüme, keyfi yönetim ve istibdat yine hüküm sürüyordu. Düşünce özgürlüğü yok ediliyor; halk, aydınlar ve gazeteciler “biz bunun için mi mücadele ettik?” diye öfkeleniyordu.

İştirakçi Hilmi kimdi, nasıl öldürüldü?

Ahmet Samim’in öldürülmesini ayrıntılarıyla verebilen tek gazete İştirak oldu. İştirakçi (Sosyalist) Hilmi, amcasından kalan mirasla o dönemde etkili olan İzmir gazetesini alarak işe başladı. Meşrutiyetin ilanı İstanbul’da olduğu gibi İzmir’de de coşkuyla karşılandı. Türkler, Rumlar, Ermeniler, Levantenler coşku içinde birbirleriyle kucaklaştı. Hilmi ise İstanbul’a taşınarak büyük ve etkili gazete çıkarmayı aklına koydu ve İzmir’den ayrıldı.

Bundan sonrasını gazeteci Hıfzı Topuz’un “Özgürlüğe Kurşun” kitabından okuyalım: “İştirak, Osmanlı’daki tek sosyalist yayın organıydı. Fransa’daki sosyalist gazetelerden çeviriler yapılıyor, amele [işçi] eylemleri halka duyuruluyordu… 1 Mayıs bayramını ilk kez onlar duyurdu. 1910’da Osmanlı Sosyalist Fırkası kurulunca hükûmet ürktü ve gazete kapatıldı. Hilmi, Fransa’ya gitti. Çıkan af ile geri döndü ve tutuklandı. Elinde ne varsa alındı, önce Sinop’a, sonra Çorum’a sürüldü. Beş buçuk yıl sonra İstanbul’a dönebildi. 1919’da Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kuruluşunda yer aldı. 15 Kasım 1922’de, İstanbul işgal altındayken öldürüldü. Bugün bile Hilmi’yi kimin, neden öldürdüğü bilinmiyor.”

Emin Karaca: Gazeteci tasfiye etme işini de Batı’dan aldık

Gazetecilik tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla yakından tanıdığımız Emin Karaca o döneme dair sorularımızı cevapladı.

Hakikatin peşindeki gazeteciler, muktedirler tarafından değişik yol ve yöntemlerle bir şekilde ortadan kaldırılıyor. Bu uygulama bize Osmanlı’dan mı miras kalmıştır?
Sanmam. “Biz bize benzeriz” gibi bir söz vardı eskiden; ama, gazete, gazetecilik ve gazeteci, pek çok şeyde olduğu gibi bize Avrupa’dan yani Batı’dan geldiği için “gazeteci tasfiye etme” işi de onlardan intikal etmiştir. Bizdeki olsa olsa kendine özgü bazı orijinal uygulamalar olabilir. Örneğin; Ali Suavi Bey, “Muhbir” gazetesinde yazdıklarıyla devlet yöneticilerini kızdırınca, bir akşam matbaadan alınıp Zaptiye Kapısı’na getiriliyor, tutuklanıyor, ertesi sabah da bir alay zaptiyenin gözetiminde “İzmir” vapuruna bindirilip önce İzmit’e, oradan da Kastamonu’ya sürülüyor. O dönemin “muhalif gazeteciye” uygulanan müeyyidesi bu… Bazen de fazla bunalan gazetecinin kendisi Avrupa’ya kaçıyor…

Meşrutiyet yanlısı Silah gazetesini Selanik’te yayımlayan ‘Silahçı Tahsin’i önce uyuttular, sonra boğdular. Bu olay bana Cemal Kaşıkçı cinayetini hatırlatıyor. İki olay arasında az da olsa benzerlik var gibi. Ne dersiniz?
Olabilir. “Silahçı Tahsin” Teşkilat-ı Mahsusa elemanıdır. Örgütün kurallarından birini çiğnediği için örgüt şefi tarafından ölüme mahkûm edilir, örgütün genel merkez binasında da önce zehirli kahve ile sersemletilip sonra boğularak öldürülür. Cemal Kaşıkçı ile Suudî yönetimi arasında benzer bir ilişki olabilir…

II. Meşrutiyet döneminde sokak ortasında gazeteci vuruluyor. Bu gücü, cesareti nereden, nasıl alıyorlar? Bu terör geleneği nereye uzanıyor?
Yukarıda değindim. 1876’dan 1908 temmuzuna kadar süren II. Abdülhamit’in ‘İstibdat Dönemi’nde, yani 33 yıl, muhalif gazeteci ya sürülüyor ya da kendisi Avrupa’ya sürgüne gidiyordu… Gazetecinin canına kıyma olayı yaşanmıyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başını çektiği II. Meşrutiyet’in hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik sloganlarıyla yönetime gelirken kullandığı yöntemlerden biri de terördü. Bunların kalkışmasını bastırması için Abdülhamit’in Selanik’e gönderdiği Şemsi Paşa’yı çarşı ortasında vurdular. Dünyanın o zamana kadar görmediği en gizli örgütlerden biriydi İttihat ve Terakki. Genellikle asker kökenli, eli tabancalı, vurucu bir kadro her an tetikteydi. Bu gelenek iktidara geçince ve önüne ilk çıkan muhalif “gazeteci” olunca, önce onu vurarak temizlemeyi göze aldı.

İttihat ve Terakki’nin bu denli rahat hareket etmesinin nedenlerini güçlü bir sınıf hareketinin olmayışına bağlayabilir miyiz?
Ortada bir sınıf hareketinden ziyade, şarka özgü bir politika var. İttihatçıların siyasi muhalifleri kimlerdi? En başta Hürriyet ve İtilaf Fırkası geliyordu. Bu da İttihat ve Terakki’nin ilk başta içinde olup da zamanla onlardan ayrılanların meydana getirdiği siyasi bir partiydi. Ama İttihat Terakki’nin nasıl bir örgüt olduğunu, nasıl çalıştığını bildikleri için muhalefetleri sinik ve korkakçaydı. Onların yöntemini 1913 haziranında Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı vurarak uygulamak istediler ancak başarılı olamayıp ağır şekilde ezildiler. Damat Salih Paşa’nın da aralarında olduğu onlarca idam, hapis ve Sinop sürgünüyle karşılandı eylemleri…

Türkiye’de öldürülen gazeteciler

Hasan Fehmi Bey’in suikasta kurban gittiği 6 Nisan günü, 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından “Basın Şehitleri Günü” olarak kabul edildi. 2005’te ise bu anma gününün adı “Öldürülen Gazeteciler Günü” olarak değiştirildi. Cemal Kaşıkçı’dan önce Türkiye’de öldürülen 66 gazeteci TGC’nin internet sitesindeki sayfaya göre şöyle:

Hasan Fehmi Bey / Serbesti
Ahmet Samim / Sada-yı Millet
Zeki Bey / Şehrah
Şair Hüseyin Kami / Alemdar
Silahçı Tahsin / Silah ve Bomba
Krikor Zohrab / Gazeteci, Yazar
Diran Kelegyan / Sabah Gazetesi Baş Yazarı
Hasan Tahsin (Osman Nevres) / Hukuk-u Beşer
İştirakçi Hilmi / iştirak,Medeniyet
Ali Kemal / Peyam-ı Sabah
Hikmet Şevket
Sabahattin Ali / Marko Paşa
Adem Yavuz / Anka Ajansı
Ali İhsan Özgür / Politika
Cengiz Polatkan / Hafta Sonu
Abdi İpekçi / Milliyet
İlhan Darendelioğlu / Ortadoğu
İsmail Gerçeksöz / Ortadoğu
Ümit Kaftancıoğlu / TRT
Muzaffer Feyzioğlu / Hizmet
Recai Ünal / Demokrat
Mevlüt Işık / Türkiye
Seracettin Müftüoğlu / Hürriyet
Sami Başaran / Gazete
Kamil Başaran / Gazete
Çetin Emeç / Hürriyet
Turan Dursun / İkibine Doğru ve
Yüzyıl Dergileri
Gündüz Etil
Mehmet Sait Erten / Azadi
Halit Güngen / İkibine Doğru
Cengiz Altun / Yeni Ülke
İzzet Kezer / Sabah
Bülent Ülkü / Körfeze Bakış
Mecit Akgün / Yeni Ülke
Hafız Akdemir / Özgür Gündem
Çetin Ababay / Özgür Halk
Yahya Orhan / Özgür Gündem
Hüseyin Deniz / Özgür Gündem
Musa Anter / Özgür Gündem
Yaşar Aktay / Serbest
Hatip Kapçak / Serbest
Namık Tarancı / Gerçek
Uğur Mumcu / Cumhuriyet
Kemal Kılıç / Yeni Ülke
Mehmet İhsan Karakuş
Ercan Gürel / HHA
İhsan Uygur / Sabah
Rıza Güneşer / Halkın Gücü
Ferhat Tepe / Özgür Gündem
Muzaffer Akkuş / Milliyet
Nazım Babaoğlu / Gündem
Erol Akgün / Devrimci Çözüm
Seyfettin Tepe / Yeni politika
Metin Göktepe / Evrensel
Kutlu Adalı / Yeni Düzen
Selahattin Turgay Daloğlu
Reşat Aydın / AA, TRT
Ayşe Sağlam Derince
Abdullah Doğan / Candan Fm
Ünal Mesutoğlu / TRT İzmir
Mehmet Topaloğlu / Kurtuluş
Ahmet Taner Kışlalı / Cumhuriyet
Hrant Dink / Agos
İsmail Cihan Hayırsevener
Nuh Köklü
Mustafa Cambaz

Ahmet Külsoy

1955 Trabzon doğumlu. İlk ve orta öğretimi Zonguldak'ta tamamladı. İki yıl Özgür Üniversite'de siyasi tarih üzerine dersler aldı. Zonguldak’ta yazın aylık, kışın ise haftalık yayımlanan İşçi Davası gazetesinde gazeteciliğe adım attı. Ardından İnanış, Uyanış ve Haber gazetelerinde görev yaptı. Güneş gazetesinin Zonguldak Temsilciliğini yürüttü. Son olarak Özgür Gündem, E.P, Karadeniz Gazetesi, Radyo Cumhuriyet, Sabah, Gazete Duvar ve Ahval News'da çalıştı.

Journo E-Bülten