Dijital dönüşümde sıra televizyon haberciliğinde… Peki buraya nasıl geldik ve şimdi ne olacak?
“Televizyon öldü.”
Eğer dijital çağda televizyonun geleceğine ilişkin yazılıp çizilenleri takip ediyorsanız 2000’li yılların başından beri bu cümleye pek çok kez rast gelmişsinizdir.
Google’da yapacağınız bir arama, sizi “internetin kaçınılmaz olarak televizyonun sonunu getireceğini” öne süren sayısız makaleye götürecektir.
- “Televizyonun ölümü” (Slate, 2005)
- “Bildiğimiz anlamda televizyonun sonu” (IBM Business Consulting Services, 2006)
- “İnternet, televizyonun ölümü mü olacak?” (BBC, 2011)
- “İnternet yavaşça ancak kesinlikle televizyonu öldürüyor” (Washington Post, 2015)
Liste uzayıp gidiyor.
“Gösterişli ve parlak” her teknolojik yeniliğin medyada çağ kapatıp açacak icatlar olarak ele alınması yeni değil.
Bu tür abartılı öngörüler, çoğunlukla sahiplerini utandırdığı ile kalıyor.
Tıpkı internetin televizyonun sonunu getireceği öngörüsünde olduğu gibi.
Televizyonun kablo sonrası dönemi
Amerikalı medya çalışmaları profesörü Amanda D. Lotz, internetin televizyonculukta yeni bir kurumsal safhayı başlattığını yazan ilk isimlerden.
Lotz, bu aşamayı ‘‘televizyonun kablo sonrası dönemi’’ olarak adlandırdığında yıl henüz 2007’ydi.
Lotz’a göre göre televizyonun öleceği öngörüsü, internet ile televizyonun tamamen ayrı iki kitle iletişim aracı olarak görülmesinden kaynaklanıyordu.
Oysa internet, bir dağıtım teknolojisiydi ve tıpkı yayın dalgaları, uydu ışınları ya da kablo teli gibi internet protokolleri de video içeriğin dağıtımı için alternatif bir yol sunuyordu.
Nasıl ki 1980’li yıllarda özel ilgi alanlarına yönelik tematik yayın yapan kablo televizyon kanallarının yaygınlaşması, Amerikan televizyonculuğunda “Üç Büyükler” olarak adlandırılan ABC, CBS ve NBC’nin 1950’lerden beri süren egemenliğine son verdiyse, çevrim içi video platformları ya da başka bir deyişle internet televizyonları ile birlikte benzer bir süreç yaşanmaya başladı.
İzleyicilerin birkaç büyük kanalla sınırlı olan seçenekleri kablolu televizyonlarla yüzlere çıkmıştı. Çevrim içi video platformları ile artık milyonlarca seçenekten bahsetmek mümkün.
Yani televizyon ölmedi. Aksine bugün internetin en büyük sektörlerinden biri hâline gelmiş durumda.
Peki televizyonun kablo sonrası bu yeni döneminde habere yer var mı?
Eğlence içerikleri için çalışan modeller, haber formatları için çalışacak mı?
Sıranın televizyon haberciliğine geldiği dijital dönüşümde bugüne kadar hangi önemli dönüm noktaları aşıldı ve sırada ne var?
Video içeriğin internete entegrasyonu
İnternetin ilk yıllarında içeriklerin çoğu metinlerden oluşturuyordu.
Bu yüzden dijital yıkımın etkilerini ilk hisseden ve dönüşüme zorlanan medya sektörü yazılı basın oldu.
2000’li yıllardan itibaren tirajları düzenli şekilde azalan gazeteler, varlıklarını dijital çağda sürdürülebilir kılmanın yollarını aramaya koyuldu.
Alıştıkları iş yapma şekillerini, kâğıttan internete olduğu gibi taşıyarak amatör, yarı amatör ve profesyonel içeriklerin rekabet ettiği bu yeni dünyada başarılı olamayacaklarının farkındaydılar.
1851’den beri çıkan New York Times’ı dijital yayıncılığa hazırlayan Martin Nisenholtz, gazetenin web’deki ilk beş yıllık deneyimine ilişkin 2001 yılında yapılan bir söyleşide şöyle diyor:
- [İnternet yayıncılığının karakterini] ses, video ve animasyonun birleşimine olanak sağlayacak esnekliğin tanımlayacağını düşünüyordum safça … Bu tür denemeler yaptık da aslında ama hiçbiri çalışmadı. Yani çalıştı ama insanlar pek kullanmadı … Bu arada bunun olacağına hâlen inanıyorum. Ancak bunlar için çok daha iyi teknoloji ve hızlı bağlantı gerekiyor.
Nisenholtz’un internetin ilk yıllarında zihninde canlandırdığı dijital yayıncılık, sonraki on yılın başlarında mümkün hâle geldi. Kameralı akıllı telefonlar ortaya çıkıp bağlantı hızımız arttıkça yazılı içerikler görsele, görseller video içeriğe döndü.
2015 yılı başlarında bu trendi hızlandıran önemli bir gelişme yaşandı.
2021 ekiminde adını Meta olarak değiştirerek önümüzdeki on yıl boyunca “metaverse” projelerine odaklanacağını açıklayan Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg, bundan yedi yıl önce, bugünküne benzer şekilde internette yeni bir aşamaya geçtiğimizi ilan ediyordu.
Zuckerberg, ‘‘Beş yıl içerisinde Facebook çoğunlukla video içeriklerden oluşacak’’ diyerek tüm içerik üreticilerini video üretimine ağırlık vermeye çağırıyor, bu sayede platformda organik olarak yüksek erişim, etkileşim ve büyüme imkanı yakalayacaklarının sözünü veriyordu.
2014 yılında video özelliğini devreye sokan Twitter da 2015’in ocak ayında canlı yayın servisi Periscope’u satın almış ve sosyal medyada video yayıncılığı yarışına dâhil olmuştu.
Snapchat, Instagram, Vine, Tumblr dönemin diğer popüler sosyal medya uygulamalarıydı.
YouTube bu yıllarda kısa video içerik ve canlı yayınların ana dağıtım mecrası olarak görülmüyordu.
Böylelikle sosyal medyada video yayıncılığının altın dönemi başlamış oldu.
Ancak literatüre ‘‘pivot to video’’ (videoya geçiş) olarak geçen bu dönem, yüzlerce gazetecinin işlerinden olduğu, sosyal medya şirketlerine güvenip stratejilerini onlar etrafında şekillendiren onlarca medya kuruluşunun battığı, onlarcasının bugün bile toparlanamayacak kadar yara aldıkları bir felaketle sonuçlandı.
Ölümcül ikilem
Sosyal medyada video yayıncılığının altın dönemi, Facebook başta olmak üzere tüm platformlarda 2017 yılı ortalarına kadar devam etti.
Buzzfeed, Vox, Vice gibi platformlarla sıkı ilişkiler geliştiren doğuştan-dijital yayıncılar, bu yıllarda medyanın geleceği olarak görülüyordu.
Bu yayıncıları, geleneksel medya kuruluşlarından ayıran özellik, kendilerine ait web sitelerini geri plana atıp platformların istediği gibi sosyal mecraların içerisinde yayın yapan sayfalarına yatırım yapmalarıydı.
Bu sayede geleneksel medya kuruluşlarına göre çok daha büyük kitlelere ulaşıyor, herkes onların içeriklerini konuşuyor ve bu modelin ileride kârlılığı beraberinde getireceği düşünüldüğü için bolca yatırım çekiyorlardı.
Ancak tüm bunların karşılığında, kaderlerini büyük oranda kendi elleriyle teknoloji şirketlerinin keyfine bırakmış oluyorlardı.
Vice’ın kurucusu Shane Smith, 2016 mayısında verdiği bir söyleşide yayıncıların karşı karşıya olduğu bu ölümcül ikilemi şöyle anlatıyordu:
- [Platformların istediklerini yaparak] kaderinizi başka bir şirkete teslim ediyorsunuz. Bu platformlarda yoksanız ölüsünüz, ama yayıncılığı platformlarda yapıyorsanız bu sefer de para kazanamıyorsunuz. Sürtüşme de burada başlıyor ve önümüzdeki dönemde medyanın en büyük imtihanı bu olacak.
Önce gelir modeli, sonra sosyal medya yayıncılığı
Geleneksel medya kuruluşlarının, haberin sunumu ve dağıtımından okurlarla ilişki ve gelir modellerine kadar tarihsel olarak üzerinde kontrol sahibi oldukları birçok fonksiyonu teknoloji şirketlerine kaptırmaya niyetleri yoktu.
Onların ikilemi ise akıntıya karşı kürek çekmeye devam ederlerse bir süre sonra yerlerini “doğuştan dijital” medya kuruluşlarına kaptırma riski ile karşılaşacak olmalarıydı.
Yine New York Times örneğinden gidelim.
2000’li yıllarda internetin yazılı basın üzerindeki yıkıcı etkisi yüzünden ABD’deki çoğu yayıncı aile, yıllardır sahibi oldukları gazeteleri birer birer satmak zorunda kalmıştı.
100 yılı aşkın süredir New York Times’ı yöneten Sulzberger ailesi ise direniyordu.
İnternet, gazetenin reklam gelirlerini yerken yönetim operasyonlarını sürdürebilmek için kasadan yüzlerce milyon dolar harcamış, 2009 yılında hissedarlarına yaptıkları ödemeleri durdurmuş ve üstüne borçlanmaya başlamıştı.
New York Times, 2005 yılında ilk kez “Times Select” programı ile bazı yazarlarının yazılarını ödeme duvarının ardına koyarak dijital abonelikten para kazanmaya çalışmış ancak iki yıl sonra bu programı sonlandırmıştı.
Gazete, 2011 yılında kurum içinde yürütülen uzun tartışmaların ardından, kimsenin çevrim içi içeriğe para vermeyeceği yönündeki yaygın ve kuvvetli kanaate rağmen ödeme duvarını tekrar devreye sokma kararı aldı.
Gazete yönetimine göre New York Times’ın gazetecilik misyonuna devam edebilmesi, dijital inovasyona yatırım yapabilmesi için tek yol buydu.
2014: New York Times’da A. G. Sulzberger etkisi
İster müzik, ister oyun, ister haber olsun dijital çağda itibarlı içeriğin devamlılığını sağlayacak modelin abonelik olacağı vizyonuna yatırım yapıldı.
Bundan iki yıl sonra, 2013 yılında, Sulzberger ailesinin beşinci kuşağı Arthur Gregg Sulzberger, henüz 33 yaşındayken, gazetenin geleceğine ilişkin bir inovasyon raporu hazırlamakla görevlendirildi.
Gazeteciliğin dijital dönüşümü ile ilgili en önemli belgelerden biri olarak kabul edilen ve medyaya sızdırılan bu kurum içi raporda, uzun uzun ana sayfaların önemini kaybediyor ve insanların New York Times’ın sitesinde daha az vakit harcıyor oluşundan, yükselen sosyal medya yayıncılığından ve gazetenin bu dönüşüme yanıt vermekte geciktiğinden bahsediliyordu.
Arthur Gregg Sulzberger, bu raporun ardından gazetenin haber merkezi stratejilerinden sorumlu editörü olarak atandı.
New York Times sosyal medyaya özgü topluluk geliştirme, etkileşim ve görsel ile video odaklı hikâye anlatıcılığı alanlarında onun önerdiği stratejileri bir bir hayata geçirdi.
New York Times ve benzeri geleneksel medya kuruluşlarını, “doğuştan dijital” yeni medya yayıncılarından ayıran en önemli özellik ise sosyal platformlardaki yayıncılık anlayışlarını, ana gelir kaynağı olarak benimsedikleri okur odaklı gelir modellerini besleyecek şekilde kurgulamak oldu.
Dijital yıkımın geleneksel iş yapma biçimlerini hızla çalışmaz hâle getirdiği yazılı basın, 2010’lu yılların başında önce onları ayakta tutacak gelir modeline karar vermişti.
Bu sayede kaderlerini, dijital reklam pastasının büyük bölümünü ele geçiren birkaç büyük teknoloji şirketinin insafına bırakmak zorunda kalmadılar.
Reklam geliri vazgeçilmez mi? New York Times’ın iki yöneticisine sorduk
İnternetin televizyon, yani görsel ve işitsel basın üzerine etkisi yazılı basında olduğu gibi yıkıcı olmadı. En azından uzunca bir süre.
ABD ve İngiltere’de televizyon izleme oranları 2012 yılından beri her yıl ortalama %3-4 azalmaya başlamıştı. Medya araştırmacıları bu oranı, gazetelerin 2000’li yıllardaki tiraj kaybı ile karşılaştırıyor ve dijital yıkımın yakında geleneksel televizyonculuğun da kapısını çalacağı konusunda uyarıyordu.
ABD’de dijital reklam harcamaları ilk kez 2016 yılında televizyonu geride bıraktı. Ancak gazetelerin aksine televizyonlar, reklam gelirlerini büyük oranda korumayı başardı.
Çevrim içi video platformları ile geleneksel televizyon arasındaki ilişki, uzunca süre bir kazan-kazan ilişkisi olarak devam etti.
Netflix, Hulu ve YouTube gibi platformlar geleneksel televizyonculuğu tehdit etmiyor, aksine televizyon için üretilen içerikleri internete taşıyarak onlar için yeni gelir kaynakları oluşturuyordu.
Ya tutarsa
Bu komşuluk ilişkisi, çevrim içi video platformlarının orijinal içerik üretmeye ve orijinal içerik üreticilerinin kendi çevrim içi video platformlarını kurmaya başlaması ile bozulmaya başlayacaktı.
İnternet yayıncılığının dönüştürdüğü ilk televizyonculuk formatları film, dizi ve stand-up komedileri oldu.
Yıllar sonra da izlenebilecek zamansız içeriklerle zengin kütüphaneler oluşturmayı hedefleyen çevrim içi video platformları, başlarda haber içeriklerine ilgi duymuyordu.
Televizyonun kablo sonrası döneminde haber içeriklerine yer olmadığı fikri yaygındı.
Haber kanalları bu dönemde internet televizyonları için değil, “anlık” ve “canlı” haber akışının olduğu sosyal medya platformlarına yönelik stratejiler geliştiriyordu.
Örneğin dünyanın 24 saat yayın yapan ilk haber kanalı olan CNN’in yükselen sosyal medya yayıncılığına yanıtı, 2015 ekiminde yayına başlayan ve mikro belgeseller üreten Great Big Story markası oldu.
Ondan bir yıl önce, 2014’ün eylül ayında Al Jazeera sadece sosyal medyada video odaklı yayın yapmak üzere AJ+’ı devreye almıştı.
Televizyonlar, gazeteler gibi internette bir ölüm kalım savaşı vermiyor, geleneksel modelleri sayesinde elde ettikleri gelirin bir kısmını, ‘‘ya tutarsa’’ diye medyanın geleceği olarak gösterilen yeni bir yayıncılık modeline yatırmakta beis görmüyorlardı.
Peki dünya medyasında bunlar olurken Türkiye’de neler yaşanıyordu?
Türkiye’de ana akım medya, yeni yayıncılık modelini benimsemedi
Türkiye’de de sosyal medyada video yayıncılığı akımını dünya ile eş zamanlı olarak yakalayan başarılı içerik projeleri hayata geçirildi.
Facebook’ta milyonlarca kez izlenen, benim de o dönem bir parçası olduğum Al Jazeera Türk’ün orijinal insan hikâyeleri serisi, oyuncu ve şovmen İbrahim Selim’in Stolk programı, Onedio’nun eğlenceli skeç videoları aklıma ilk gelenlerden.
Ana akım medya kuruluşları ise bu yeni yayıncılık modelini benimsemedi.
Hem gazetelerin hem haber kanallarının dijital departmanları, sosyal medya platformlarını birer yayın mecrası olarak değil, trafik kaynağı olarak kullanıyordu.
Ana gelir modelleri, sitelerinde gösterdikleri reklamlar olduğu için içeriklerinin sosyal medyada değil, sitelerinde tüketilmesi gerekiyordu.
Bu yüzden sosyal medya stratejileri haberi platformlarda vermek değil, kullanıcıları kendi sitelerine çekmek üzere kurgulanan ve çoğu zaman tık tuzağı içeren kısa metinler paylaşmak üzerine kuruluydu.
Hâliyle haber merkezinde yeni birimler kurulmasını gerektiren, kısa vadede gelir vadetmeyen, aksine var olan gelir modellerine zarar verecek olan bu akımdan uzak durdular.
Hürriyet’in 2014 yılında reklam odaklı modelden aboneliğe geçişte ilk adım olarak kurguladığı ve ‘‘sosyal tabanlı ilk haber sitesi’’ olarak duyurduğu, bazı içeriklere erişmek için üyelik zorunluluğu getiren Hürriyet Sosyal programı uzun soluklu olmadı.
Hürriyet, Facebook’ta canlı yayınlar ve mikro belgeseller üretmeyi de denedi, ancak bu içeriklerde de süreklilik sağlayamadı.
Geleneksel medyanın boş bıraktığı alanı dolduran “140journos stili”
Bugünkü “yeni medya” tartışmalarında başrolde olan televizyon habercileri, o yıllarda haber kanallarındaki pozisyonlarını koruyorlardı.
Televizyon kanallarının sosyal medyada video yayıncılığı ile ilişkileri ise haber paketlerini YouTube’a yüklemekten ibaretti.
Türkiye’de geleneksel medya kuruluşlarının boş bıraktığı bu alanı, ‘‘sektör dışından’’ bir ekip doldurdu.
‘‘Ana akım medyanın filtreli habercilik anlayışına karşı’’ bir yurttaş haberciliği projesi olarak 2012 yılında kurulan 140journos, 2016 yılından itibaren odağına video yayıncılığını alarak sosyal medyada kısa sürede büyük bir izleyici kitlesine erişti.
20’li yaşlarında gençlerden oluşan ekibin hazırladığı kısa kolaj videolar zamanla çeşitlendi, milyonlarca izleyiciye ulaştı ve dünyada oldukça yaygın olan formatlar Türkiye’de, “140journos stili” olarak anılır oldu.
Ali Babacan belgeseli: 140journos kurucusu Engin Önder anlatıyor
2018 mayısında BluTV’de yayımlanan üç bölümlük mini belgesel serisi ‘‘Parayı Vuranlar’’ ile dünyadaki yeni medya yayıncılarıyla eş zamanlı olarak 140journos da internet televizyonları için orijinal yapımlar hazırlamaya başladı.
Ancak tüm bunlar ‘‘yeni bir medya düzeni’’ kurmak için yeterli değildi.
Öyle olsa, 140journos’un yurttaş habercilik iddiasıyla başlayan hikâyesi, elde ettikleri birçok başarıya rağmen bir noktadan sonra, videolarını çektikleri siyasilerin ve ‘‘fatura kestikleri büyük şirketlerin’’ gözdesi hâline gelmez, yani tepki olarak doğdukları şeye dönüştükleri bir yere savrulmazdı.
Teknoloji şirketlerinin, haberciliği kurtarmak gibi bir derdi yok
2015 yılında ‘‘Facebook beş yıl içerisinde çoğunlukla video içeriklerden oluşacak’’ diyen Mark Zuckerberg üç yıl sonra fikir değiştirdi.
Facebook, Ocak 2018’de algoritmasında bir güncelleme yaparak medya kuruluşlarının ürettiği içeriklerin erişimini ciddi oranda kısıtladı.
Bu değişiklik dünyada birçok medya kuruluşunun iflasına, birçoklarının hâlâ toparlanamadıkları ciddi finansal krizlere sürüklenmesine, yüzlerce gazetecinin işlerini kaybetmesine yol açtı.
Mesela 2017 yılında Facebook’un en popüler video yayıncılarından olan Little Things, bu değişikliğin ardından erişiminin %75’ini kaybedip 100 çalışanı ile yollarını ayırarak yayın hayatına son verdi.
Facebook’un haber kuruluşlarıyla ilişkilerini yöneten Campbell Brown, o dönemde katıldığı bir açık oturumda kendisine yöneltilen eleştirilerden bunalıp ‘‘Benim işim yayıncıları Facebook’ta kalmaları için ikna etmek değil. Bunun iş modelleri için iyi olmadığını düşünüyorlarsa Facebook’ta olmasınlar’’ diyerek işin içinden çıkıverdi.
Böylelikle sosyal medya yayıncılığı etrafında sürdürülebilir gelir modelleri oluşturmanın mümkün olacağı fikrine yatırım yapan medya kuruluşları, dev teknoloji şirketlerinin böyle bir derdi olmadığını zor yoldan öğrenmiş oldu.
Bu durum Facebook için olduğu kadar, YouTube için de geçerli.
Türkiye’deki reklam tartışması ve “yeni bir medya düzeni kurmak”
Medya ombudsmanı Faruk Bildirici’nin 23 Şubat 2022’de attığı ve gazeteci Nevşin Mengü’nün Instagram hesabında ürün tanıtımı yapmasını eleştirdiği tweet, birçok gazetecinin dâhil olduğu bir “yeni medya” tartışması başlattı.
Mengü, YouTube kanalından yaptığı yayında Bildirici’nin eleştirisine şöyle yanıt verdi:
- Faruk Bildirici, “Gazeteciler reklam alıyorlar, etik değil demiş.” Sene 2022 ve bizim gazetecilik yaptığımız, yayıncılık yaptığımız mecralar değişti. Ben kendim bir mecrayım. Bizim patronumuz yok. Elimizden geldiğince güzel bir şey yapmaya çalışıyoruz. Kendi patronumuz kendimiz. Bize maaş ödeyen yok. Biz iş yapıyoruz, fatura kesiyoruz, şirketimizi döndürüyoruz.
- Bunu Faruk Bey’lerin jenerasyonu anlayamıyor. Onlar için çok zor, ben de merkez medyadan geldiğim için, merkez medyanın dağılmasıyla beraber tüm imtiyazlarını, güç aldıkları şeyi kaybettiler. Kardeşim ben burada imtiyazla bir frekans filan almış değilim, YouTube’da insanların istiyorlarsa tıklayıp izledikleri bir YouTube kanalım var. İsterseniz izlersiniz; istemezseniz izlemezsiniz. Kameraman, kurgucu arkadaşlara “Bedava çalışın” mı diyelim?
Kendisi de YouTube kanalı üzerinden yayınlar yapan gazeteci Cüneyt Özdemir de tartışmaya katılarak şunları söyledi:
- Faruk Bey Nevşin’in bu postunda neye itiraz ediyorsunuz bizi biraz daha aydınlatır mısınız? İşbirliği yerine “advertorial” ya da “bu bir ilandır” yazsa bir problem yok muydu? Fark ne? Yeni kurulan medya düzeninde gazetecilerin gelir kaynağını nasıl oluşturmasını düşünüyorsunuz? Ya sizin haberiniz olsa ne olur olmasa ne olur? Size rağmen bu medya düzenini biz kuruyoruz. Anlamak istemediğiniz şu, bu kurulan yeni medya düzeninde bütün bildik kuralları yıkıyoruz. Gelir modelini yeniden tanımlıyoruz. Kişisel medyalar inşa ediyoruz. Aklınız bunu almıyor.
Gazeteci Emre Kızılkaya’nın, New York Times ve BBC gibi medya kuruluşlarının yönergelerini inceleyip Etik Gazetecilik Ağı kurucusu Aidan White ile görüştükten sonra Journo’ya yazdığı yazıda belirttiği gibi, aslında ortada işin etik tarafı ile ilgili tartışılacak pek bir şey yok. Meslek ilkeleri bir gazetecinin reklam yüzü olmasına izin vermiyor.
Faruk Bildirici mi, Nevşin Mengü mü haklı? Uluslararası gazetecilik ilkelerine göre yanıt belli
Peki ortada YouTube yayınları ile kurulan yeni bir medya düzeni, bu düzenin devamlılığını sağlayabilecek gelir modelleri var mı?
Bu soruya ise en isabetli yanıt, ‘Faruk Beylerin jenerasyon’dan olan gazeteci Ümit Kıvanç’tan geldi. Kıvanç, P24’te yazdığı yazısında şöyle diyor:
- Maalesef biz de, ‘o jenerasyon’dan olmayan, azıcık izan sahibi herkes de, kendini kandırmayan gazeteciler de gayet güzel anlıyor ki, ortada bir “yeni medya düzeni” falan yok. Eski medya düzeni ve buna alternatif mecralar var. Ve teknolojik-sosyal değişimin yarattığı boşlukta, kimse tarafından denetlenmeksizin, hiçbir kayda bağlı olmaksızın, sadece geçinebileceği kadar değil iyi yaşayabileceği kadar gelir elde etmeyi umarak “iş yapan, fatura kesen, şirketini döndüren” girişimciler var.
Teknoloji şirketlerinin modeli, gazeteciliğe kurtuluş değil, yıkım getiriyor
Kıvanç’ın söylediği gibi Türkiye’de gazetecilerin bağımsız ve iyi gazetecilik yapabilmelerine olanak sağlayacak, finansal olarak sürdürülebilir dijital medya modelleri ortaya konabilmiş değil.
Sosyal medyadaki kişisel hesaplarından yaptıkları yayınlarla yeni bir medya düzeni kuruyor olduklarını düşünenlerin atladığı şey, dev teknoloji şirketlerinin teşvik ettiği bireysel yayıncılık modellerinin gazetecilik ve gazeteciler için kurtuluş değil, yıkım anlamına geldiği.
Güvenilir, itibar edilen ve iyi bir gazetecilik faaliyeti ancak farklı uzmanlık alanlarından gazetecilerin, mesleklerinin profesyonel ideolojisi etrafında uygun bir kurumsal ortamda buluşması ile mümkün.
Ne YouTube ne de diğer teknoloji şirketleri gazetecilere, girişimcilere ya da alternatif mecralara bu tür bir kurumsal ortam kurmaya olanak tanıyacak modeller sunuyor.
Çünkü platformlar kurumlarla değil karakterlerle ilgili.
Onlar için bile milyonlarca kişi tarafından izlenen videolar üretmelerine rağmen hayat hiç de kolay değil.
2019 yılında YouTube’da birçok popüler yayıncı platforma karşı isyan bayrağı açmış, sonu gelmeyen güncellemeler, algoritma değişiklikleri ve yeni özellikler yüzünden psikolojik olarak yıprandıklarını ve artık kendilerini tükenmiş hissettiklerini anlattıkları yayınlar yapmışlardı.
Bir meslektaşlarının yönelttiği gayet yerinde bir gazetecilik eleştirisi karşısında takındıkları hiddetli tutum, Türkiye’nin YouTube’da yayın yapan en popüler gazetecileri olan Mengü ve Özdemir’in de benzer bir psikolojik sürecin eşiğinde olduklarına işaret ediyor olabilir.
Özetle, vaktiyle bir ihtimal olarak görülen sosyal medya platformları etrafında sürdürülebilir gazetecilik modelleri kurma fikri test edildi ve başarısız oldu.
Birçok medya kuruluşu, kısa sosyal videolar üreterek başladığı dijital video yayıncılığı macerasını 2018 yılından itibaren internet televizyonlarına taşımaya başladı.
Film gibi…
Bu başlık, Columbia Journalism Review’da 2021’de yayımlanan bir yazıdan.
Yazı Netflix, HBO Max, Disney+ ve Amazon Prime gibi internet televizyonlarının medya kuruluşları için sunduğu fırsatlara odaklanıyor.
Dijital reklam pastasından aslan payını alan Facebook, YouTube, Twitter, Instagram ve TikTok gibi şirketlerin orijinal içerik için para harcamaları gerekmiyor. İçeriğin paylaşıldığı platformlara sahip olmak onlar için yeterince kârlı.
Üstelik bu platformlarda orijinal ve kaliteli içeriğin ucuz, duyguları harekete geçiren ve sansasyonel içerikler karşısında pek bir şansı yok.
İnternet televizyonlarının ana gelir modeli ise dijital abonelikler.
Bu modelin çalışabilmesi için kullanıcılara para vermeye değer bulacakları içerikler sunmak zorundalar.
Hem geleneksel televizyon kanallarıyla, hem sosyal medya platformlarıyla, hem de kendi aralarında ciddi bir rekabete tutuşan internet televizyonları diğer seçeneklerden ‘‘farklı’’ ve ‘‘daha iyi’’ olmak için yarışıyor.
Bu rekabet de orijinal yapımlar üzerinden yürüyor.
“Gazeteciliğin haber sonrası dönemi”
Televizyonun kablo sonrası döneminde haber içeriklerine yer olup olmayacağı konusundaki soru işaretleri, Vox ve BuzzFeed’in Netflix için ürettikleri ‘‘Explained’’ ve ‘‘Follow This’’ belgesel televizyon serileri ile 2018 yılından itibaren ortadan kalkmaya başladı.
COVID-19 salgınının insanları evlerine hapsettiği 2020 yılında, ABD’de çevrim içi video platformlarında en çok talep edilen içerik türü belgesel oldu.
Vox, Vice, New York Times, BuzzFeed gibi medya kuruluşlarının sosyal video birimleri, bugün internet televizyonları için orijinal yapımlar üreten büyük stüdyolara dönüşmüş durumda.
Türkiye’de de BluTV ve puhuTV ile başlayan; Netflix, Amazon Prime Video, beIN CONNECT, GAİN ve Exxen ile sayıları artan çevrim içi video platformlarının arasına birkaç ay sonra hizmete açılacak Disney+ ve HBO Max de katılacak.
BluTV, GAİN ve Exxen bir süredir gazeteciler tarafından hazırlanan yapımların hayata geçirilmesini destekliyor.
Netflix yakınlarda Türkiye ve Ortadoğu’dan belgesel yapımlarıyla ilgilenen yeni bir birim oluşturdu.
Tiyatro ve sinema sanatçısı Metin Akpınar ve pop şarkıcısı Edis Görgülü’nün hayatını anlatan belgesellerin ardından platform bu ay da Fatih Terim belgeselini yayımlıyor. Türkiye’den yeni orijinal belgesel yapımları da yolda.
‘‘Bunlar haber içeriği değil ki’’ diyor olabilirsiniz. Haklısınız. Şimdilik değil.
Medya akademisyeni Hossein Derakhshan, 2019 yılındaki Uluslararası Gazetecilik Festivali’nde, medya kuruluşlarının yüksek prodüksiyon kalitesine sahip, dizi ve film içerikleriyle yarışan yapımlar ürettiği bu süreci, ‘‘gazeteciliğin haber sonrası dönemi’’ olarak adlandırmıştı.
Televizyon kazandı: İnternet artık okunan değil izlenen bir şey
Derakhshan’ın 2019 yılının ruhunu çok iyi yansıtan bu yaklaşımı, bugünlerde ise test ediliyor.
O yıllarda günlük haber gibi anlık ya da canlı tüketilen içeriklerin sosyal medyaya, haber sitelerine ya da geleneksel televizyonlara özgü formatlar olduğu fikri yaygındı.
Ancak son yıllarda çevrim içi video platformları da günlük ve canlı yayınlara yer vermeye başladı.
CNN+ 29 Mart’ta yayına başladı
Dijital dönüşümde sıranın televizyon haberciliğine geldiğini düşünen CNN, 29 Mart 2022’de dünyanın ilk internet haber kanalı CNN+’ı faaliyete geçirdi.
Bundan bir buçuk yıl önce, 2020 kasımında, CNN’in yükselen sosyal video yayıncılığına yanıtı olan ve ağırlıklı olarak Facebook ile YouTube üzerinden yayın yapan Great Big Story ise sessiz sedasız yayın hayatına son vermişti.
CNN’in geleneksel televizyon yayıncılığı devam ediyor.
CNN+’da ise bu yayından tamamen ayrı günlük sekiz saatlik canlı yayın akışı, orijinal belgeseller ve interaktif röportaj programları yer alıyor.
Dijital operasyonlar şefi Andrew Morse CNN+’ı, ‘‘Ted Turner’ın CNN’i kurduğu 1980 haziranından beri hayata geçireceğimiz en büyük girişim’’ olarak nitelendiriyor.
Şu ana kadar film ve dizi içeriklerinde çalışan modelin haber için çalışıp çalışmayacağını zaman gösterecek. CNN+ bir yıl içinde 2 milyon, dört yıl içinde 15 milyon aboneyi ulaşmayı hedefliyor. Bu oldukça iddialı bir hedef.
Sosyal medyanın, haber sitelerinin, geleneksel televizyon kanallarının ve internet televizyonlarının aynı anda var oldukları ve olmaya devam edecekleri bu dönemde her formatın her platformda çalışmayacağı açık.
Çünkü her birinin başarı şansı, diğer seçeneklerden ne kadar farklılaşabildiği ile doğru orantılı.
Haber kanallarında, YouTube’da ya da diğer mecralarda ücretsiz erişilebilen formatları olduğu gibi ücretli bir platforma taşıyarak başarıyı yakalamak mümkün değil.
İşte CNN+’ın orijinal yapımlar ve interaktif röportaj formatları ile internet televizyonunu, hâlâ ana işi olan kablo yayıncılığı ya da sitesi ve diğer platformlardaki dijital yayınlarından bambaşka bir deneyime dönüştürmek için harcadığı olağanüstü çabanın nedeni de bu.
‘Yeni medya düzeni’ bize de gelir mi?
Gazeteciliğin dijital dönüşümünde yaşanan önemli dönüm noktaları özetle bunlar.
Yayıncısının ‘‘insanların internette eriştikleri içerik için para ödemeyeceklerinin Allah’ın emri gibi görüldüğü zamanlar’’ olarak tarif ettiği bir dönemde dijital abonelik modeline geçen New York Times’ın bugün toplam 7 milyon 600 bin abonesinden 6 milyon 800 bini dijital yayınlar için para ödüyor.
New York Times, 2027’ye kadar abone sayısını 15 milyona çıkarmayı hedefliyor.
Bağımsız gazeteciliğin herkes için ücretsiz olarak erişilebilir olması ilkesini benimseyen Guardian’ın bu misyonunu, dünyanın farklı yerlerinden 1 milyonu aşkın kişi, her ay gazeteye yaptıkları gönüllü ödemelerle destekliyor.
ABD ve Batı Avrupa’da okuyucularından dijital yayınları için ücret talep etmeyen ciddi medya kuruluşlarının sayısı artık bir elin parmaklarından bile az.
Haber kanalları da gazetelerden 10 yıl sonra aynı yoldan yürümek üzere harekete geçti.
Birçok medya kuruluşu, internet televizyonları için orijinal gazetecilik yapımları üreten stüdyoları sayesinde gelir elde edebiliyor, bu sayede içerik ve prodüksiyon kalitelerini her geçen gün daha iyi bir yere taşıyabiliyor.
Dünyada kurulan yeni medya düzeni böyle.
Medya kuruluşlarının sadece gazetecilik yaparak hayatta kalabildikleri, gazetecilerin mesleklerinden onurlu bir şekilde yaşayacak kadar para kazanabildikleri bir düzen bu.
Bizde ise Ümit Kıvanç’ın dediği gibi “ortada bir yeni medya düzeni falan yok.”
Ancak gazetecilerin eline, önümüzdeki süreçte bağımsız ve iyi gazetecilik yapmaya imkân sağlayacak yeni bir medya düzeni kurma fırsatları mutlaka geçecektir.
Türkiye’de gazetecilik, yazar Ümit Alan’ın dediği gibi ‘‘saraydan saraya bir masal olarak’’ mı kalacak, yoksa biz de güvenilir, itibarlı ve kaliteli gazetecilik modelleriyle tanışacak mıyız, bunu gazetecilerin o zaman yapacakları tercihler belirleyecek.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – “MEDYA İŞİ” YAZI DİZİSİ