Söyleşi

‘Galatasaray aristokrat, Fenerbahçe burjuva, Beşiktaş işçi takımı DEĞİLDİR’

Galatasaray’ın şampiyonluğu kutladığı bugünlerde Türk futbolu hakkında kitap yazan iki İngiliz yazar ile konuştuk.  John McManus, “Galatasaray aristokrat, Fenerbahçe burjuva, Beşiktaş ise işçi sınıfının takımıdır” klişesine karşı çıkıyor. Patrick Keddie ise Türkiye’de spor basınının, medyanın genelinde olduğu gibi “özgün içerik üretmekte sıkıntı çektiğini, sansür ve otosansür ile boğuştuğunu” belirtiyor. Onun deyişiyle ‘çok daha açık, özgürlükçü bir sosyal kitle’nin sesini medyada değil ama tribünlerde duyuyoruz. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi, CHP’nin İstanbul belediye başkan adayı Ekrem İmamoğlu da futbolu “popüler bir iletişim yolu” olarak kullanıyor.

Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan iki İngiliz yazarın inceleme kitapları geçen yıl yayımlandı. Türkiye’de bir futbol sezonu daha geride kalırken, futbol üzerinden ülkenin toplumsal, kültürel, politik ve sosyal dinamiklerini analiz etmeye çalışan kitapların yazarları Patrick Keddie ve John McManus ile görüştük.

Patrick Keddie, “The Passion: Football and the Story of Modern Turkey” (Tutku: Futbolun ve Modern Türkiye’nin Hikâyesi) adlı kitabında Türklerin futbola duyduğu büyük ilgi üzerinden bir sosyal yapı haritası çıkarmayı hedefliyor. “Turkey from the Terraces” (Tribünlerden Türkiye) adlı bir bloğu da bulunan gazeteci, ülkenin sosyal, tarihsel ve politik yapısını yine futbol üzerinden anlayıp yorumlamaya çalışıyor. Al Jazeera English, The Guardian, Huffington Post, LA Review of Books, The New York Times gibi medya kuruluşlarına yazılar yazan bir gazeteci.

Türkiye’de yaşadığı dönemde tutkusu olduğu futbol üzerinden bir ülkenin sosyal yapısını tanımlama fikri Keddie’nin aklına ilk olarak 2013 yılında, Gezi Parkı protestoları sırasında düşmüş. Kitabı için ilk araştırma sürecini şöyle anlatıyor:

Siyaset ve hak mücadelesi futbol ile iç içe

“Gezi Parkı protestolarında rakip iki takımın taraftarını ön saflarda birlikte görmek, beni ilk etkileyen ve bu konuda çalışmaya çeken olaydı. Daha fazla araştırdıkça Türkiye’de futbolun politikayla, kültürle, kimliksel varoluşla ve insana dair sayabileceğimiz birçok şeyle, başka birçok alandan daha ilgili olduğunu gördüm. Futbolcuların jübile sonrası politikacı olduğunu, politikacıların da söylemlerinde futbolu kullandıklarını fark ettim. Kürt futbol kulüpleri, kadın futbol kulüpleri, gay hakem Halil İbrahim Dinçdağ, hep haklarını kazanmak için mücadele halindeydi.”

Kitabın yazılış aşamasında arşiv taramasından röportaja kadar birçok tekniği denemiş, tabii bol bol da maç izlemiş. Keddie bir İngiliz vatandaşı olarak futbola özel bir düşkünlüğü olduğunu, bu nedenle Türkiye’nin her yerindeki maçlara büyük bir zevkle gittiğini söylüyor:

‘İngiltere’de gittiğimden fazla maça gittim’

“Özellikle 2015/16 ve 2016/17 sezonlarında çok sayıda maça gittim. Hatta hayatım boyunca İngiltere’de gittiğimden fazla diyebilirim. İstanbul’da yaşıyordum. Ankara, İzmir, Bursa, Konya, Trabzon, Diyarbakır gibi şehirlere de seyahat ediyordum. Türkiye çok güzel ve misafirperver bir ülke, tüm gezilerimden büyük keyfi aldım. Seyahatlerimde mümkün olduğunca çok insanla tanışmaya çalıştım. Taraftardan oyuncuya, teknik direktörden yöneticiye 100’ün üzerinde kişiyle konuştum, detaylı röportajlar yaptım. Türk futbolu ve kültürü üzerine altın değerinde bilgilere sahip birçok arkadaş edindim.”

Bu konuda kendisine akademik bilgiler sunan kişileri de unutmuyor Keddie: “Son 15 yılda Türk akademisyenlerin Türk futbolu üzerine İngilizce dilinde yayınlanmış çok başarılı işleri var. Ek olarak bu çalışmalar tarih, kültür ve politik çerçevelere de sahip. Bu konuda çalışmış Yağmur Nuhrat, Sevecen Tunç, Yiğit Akın, Emir Güney, Dağhan Irak ilk aklıma gelen isimler. Onların çalışmaları bana inanılmaz yardımcı oldu, bazıları röportaj vererek de katkı sundular. Aynı zamanda Bağış Erten ve Kenan Başaran gibi çok parlak gazetecileri de unutmamalıyım. Sayelerinde çok önemli bilgiler edindim ve bakış açıları kazandım.”

‘Bu tutkuda arabesk ve şiirsel bir yan var’

Keddie bunlara ek olarak, This is Football is Life adında Türk futbolu üzerine hazırlanan blogtan ve blog sahibi James Dorsey’in yazdığı “The Turbulent World of Middle East Soccer” kitabından da özellikle başlangıçta oldukça faydalanmış.

Keddie’ye göre Türk futbol taraftarının tutkusu “inanılmaz” boyutlarda ve bu tutku “ölümüne aşk” gibi arabesk bir damardan besleniyor: “Takımlarına duydukları aşk bazen kendi kimliklerinin bile önüne geçiyor ve bu aşklarını büyük bir tutkuyla sergilemekten çekinmiyorlar. Dünyanın en gürültücü taraftar gruplarının burada olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz, birkaç kez dünya desibel rekorları kırıldığını biliyorum. Ama Türk taraftarını eşsiz kılan şey bu özellikleri değil, duygularını gösterme yolları.”

‘Bitmeyecek sevdan, mezarımda bile’

Keddie şöyle ekliyor: “Evet, birçok yol kaba ve basit belki ama birçoğu da inanılmayacak ölçüde romantik ve şiirsel. Taraftarların söylediği şarkılar karşılıksız aşk ya da ölümüne sevgiyi içeren ağır melankoliden acayip bir kara mizaha uzanan şaşırtıcı bir yelpazeye sahip. Şöyle bir şarkı biliyorum mesela: ‘Sen benim her gece efkarım/Gözümdeki yaşım/Sigara dumanım/Sen benim damardaki kanım/Alnımdaki yazım/Şanlı Beşiktaşım/Kalbimin en orta yerinde/Büyük bir yangın var alevler içinde/Beşiktaş sana yemin olsun/Bitmeyecek sevdan/Mezarımda bile.’ Bu türde bir duygusallığı Türk edebiyatında, filmlerinde ve müziklerinde, özellikle arabesk müzikte görüyoruz. Yüzyıllara dayanan belli bir Türk aşkı anlayışını yansıtıyor. Çok sarhoş edici.”

Sosyolojiye insani ve renkli bir tat katıyor

Bir ülkenin sosyolojik yapısının futbol üzerinden okumanın ne denli doğru sonuçlar vereceğini sorduğumuzda Keddie, futbolun Türkiye üzerine çalışan akademisyenlere, çalışmaları hangi alanda olursa olsun mükemmel bir bakış açısı sunduğunu düşündüğünü söylüyor: “Örneğin ekonomi politikalarının her hükûmetle birlikte değişmesini anlamak önemli, ama bu konuya direkt yaklaşırsanız elinizdeki malzeme renksiz olacaktır. Futbol stadyumları üzerinden konuya yaklaşıldığındaysa daha insani ve renkli hikayelere ulaşmak mümkün.”

‘Beni en çok taraftar gruplarının aktivist yapısı şaşırttı’

Keddie araştırması boyunca cinsel yönelim, etnik köken ya da cinsiyet ayrımı gibi birçok konudan örneklerle karşılaşmış. Tüm süreçler boyunca en çok Türk futbol taraftarının gösterdiği aktivistliğe şaşırmış. Bu konuda şunları söylüyor:

“Dışarıdan bakıldığında Türkiye genelde basit klişelere indirgenen, çok daha az karmaşık, zıt yapının olduğu bir ülke gibi görülüyor. Bu kadar farklı sosyal ve etnik grupların olduğunu görünce şaşırdım, bunu da futbol üzerinden keşfetmek benim için çok daha ilginç oldu. Türkiye’de futbolun aktivist yönünün bu kadar güçlü ve canlı olması beni etkiledi. Lezbiyen futbol takımı, gay oyuncular ve hakemler, kız çocuklarının eğitimi ve çocuk yaşta evliliğe karşı mücadele eden kadın takımları… Türkiye’nin giderek daha muhafazakar bir yapıya büründüğü gerçeğin bir yönü ama diğer tarafta da çok daha açık ve özgürlükçü bir sosyal kitle olduğu muhakkak. Ve onların seslerini tribünlerde duyuyoruz.”

‘Taraftarın çoğu sosyal meselelerle ilgili’

Keddie’nin gözlemlerine göre taraftarların çoğunluğu tüm sosyal meselelerle ilgililer. En büyük örnek Çarşı grubu dese de diğer takımların taraftarlarının da birçok mesele de tarafını ortaya koymaktan çekinmediğini söylüyor:

“Tabii en büyük örnek Çarşı grubu. Böyle başka taraftar grupları da var. Ama mesela Ankaragücü’nin taraftar grubu Gecekondu ya da Bursaspor’un taraftar grubu Teksas gibi holigana yakın gruplar bile sosyal adaletsizlik, hayal kırıklıkları ve ekonomik zorluklarla yaşamanın zorlukları üzerine şarkılar söylüyorlar. Taraftar toplulukları çoğu kişi için geniş bir aile gibi. Passolig protestolarının başladığı zamanlarda protestolara katılan birçok taraftarla tanıştım. Son olarak güncel bir örnek; taraftarların Ekrem İmamoğlu’na verdiği destek de benim için oldukça ilginçti. İmamoğlu da futbolu iletişim kurmada popüler bir yol olması açısından kullanıyor, tıpkı Erdoğan gibi.”

‘Türk futbolunu daha şiddet dolu bekliyordum’

İngiliz gazeteci, Türk taraftarlarla tanışmadan öne birtakım önyargılara sahip olduğunu söylüyor: “Sanırım Türk futbolunu biraz daha şiddet dolu bekliyordum, İngiltere’de holiganlık yönleriyle tanınır Türk futbolu. Ama kimi takımlar arasında, mesela Ankaragücü ve Bursaspor, sıcak arkadaşlıkların olduğunu görüne şaşırdım. Öte yandan bunun tam tersi şeylere de tanık oldum tabii. Rakip takımların birbirlerine yönelttikleri komplo teorilerine, öne sürülen iddiaların şiddetine de şaşırdığımı söylemeliyim. Galiba burada gördüğüm birçok şey beni şaşırttı.”

Öznel görüş bol, araştırmacı gazetecilik nadir

Türk spor medyasını değerlendirmesini istediğimiz Keddie, bu konuda uzman olmadığını ama genel birkaç gözleminin bulunduğunu söyledi. Ona göre spor basını da Türk medyasının özgün içerik üretmekte sıkıntı çeken ve sansürle boğuşan genel havasından nasibini almış durumda:

“Türk medyasının geneli gibi futbol medyası da öznel görüşlerle ilerliyor, araştırmacı gazetecilik çok az yer kaplıyor. Tabii bazı önemli isimleri tenzih ederek söylüyorum. Kenan Başaran’ın şike üzerine yazdığı Arkadan Müdahale-3 Temmuz Şike Davası Süreci ve Sivas-Kayseri Türkiye’nin En Büyük Futbol Faciası kitapları özel bir örnek mesela. Aynı şekilde Başakşehir’in nasıl kurulduğuna dair yazanların işleri de gayet önemli. Bunlar dışında ise genelde hep aynı kişiler, aynı şeyleri konuşuyor.”

‘Komplo teorilerinin sonu gelmiyor’

İngiliz yazar şu ifadelerle devam ediyor: “Türkiye’de futbol medyası 24 saat futbol üzerine konuşuyor, her an ateşli tartışmalar dönüyor, komplo teorilerinin sonu gelmiyor. Ama kulüplerin her birinin favori gazetecileri olduğu, onlarla yakın ilişkiler içerisinde olduğu gibi bir gözlemim var. Burada kapalı bir çember dönüyor. Büyük kulüplerin futbolcularına yaklaşmak, onlarla konuşmak hayli zor. O çemberin dışındaki gazetecilere şüpheyle yaklaşılıyor çünkü.”

‘Medyanın yüzde 90’ında otosansür var’

Keddie’ye göre medyanın yüzde 90’ında bir otosansür var ve bunun en büyük nedeni iktidardan duyulan korku: “Özellikle hükûmetle ters düşmekten korkuyorlar. Bu ortam doğal olarak futbol medyasına da yansımış durumda. Yine de tekrar edeyim, işini saygınlıkla yapan futbol gazetecileri halen var. Bana kalırsa İngiltere’de de, Türkiye’de de spor gazeteciliği oyunculara ve teknik direktörlere erişebilmek için mücadele veriyor. İki taraf da reytingini haber atlatma üzerinden artırmaya çalışıyor, bu da onları doğrulanmasa da ilgi çekecek spekülasyonlar ortaya atmaya itiyor. İki ülke de çok canlı bir futbol medyasına sahip. Ancak Türk medyasının çok daha baskıcı bir ortama sahip olduğunu ve gazetecilerin özgürce haber yapamadıklarını eklemeliyim.”

John McManus: Taraftarların tepki alanları daralıyor

Yine futbol tutkunu bir İngiliz olan John McManus ise bir antropolog ve eğitimci. McManus, “Welcome to Hell: In Search of the Real Turkish Football” (Cehenneme Hoşgeldiniz: Gerçek Türk Futbolunun Peşinde) adlı kitabında Türkiye’deki futbol kültürünü, güncel siyasi ve sosyal meseleleriyle ele alıp kendi ülkesindeki futbol kültürüyle kıyaslıyor.

“Türkiye’de futbola verilen önem buraya geldiğim ilk anda beni çarptı” diyerek anlatmaya başlıyor kendi kitabının macerasını McManus. 2008 yılında Ankara’da bir lisede İngilizce öğretmenliği yapmak için gelmiş ve buraya dair ilk anısı içinde futbol var: “Sınıfa girip öğrencilerle tanışırken bir öğrenci boynuma Galatasaray atkısı astı. Daha ilk anda. Böyle bir şey İngiltere’de olamaz. Bu andan itibaren anladım ki Türkiye’de futbol çok önemli bir kimlik. Futbolu sevmiyor olsanız bile dışında durmanız çok zor. Tabii İngiltere’de de futbol çok popüler ve önemli ama tecrübelerime bakarak söyleyebilirim ki, burada bambaşka bir boyutta.”

Antropolojik ve etnografik yöntemlerle araştırdı

İngiliz antropolog kitap için araştırmasını antropolojik çalışma prensipleriyle yapmış. “Antropolojide ana metot bir şeyler öğrenebileceğin insanlarla mümkün olduğunca fazla vakit geçirmektir. Bu durumda bu kişi futbol taraftarı oluyor. Anket ya da röportaj yerine doğrudan iletişim kurmak ve bunu sürdürmek çok faydalı. Kurulan bu güven ilişkisi, araştırma yapan kişinin insanların yaşamlarını bütünüyle anlamalarını sağlar. Buna etnografik araştırma ya da katılımcı gözlem deniyor. Ben de etnografik çalışmayla röportajları ve arşiv çalışmalarını sürdürdüm, aynı zamanda konuyla ilgili diğer kitapları, yazıları okuyarak yürüttüm çalışmamı.”

‘Taraftarların çoğunluğu erkek ve muhalif’

McManus’a göre futbol taraftarı davranışlarıyla daha genel sosyal trendler arasında bağ kurarken çok dikkatli olunmalı. Bu anlamda Türkiye’de oturmuş önyargılar olduğunu ama bunların temelsiz olduğunu düşündüğünü söylüyor İngiliz yazar: “Türkiye’de insanların bazen futbol takımlarıyla politik ya da sosyal duruş arasında bir ilişki kurduğunu fark ettim. Örneğin Galatasaray aristokrat kulüp, Fenerbahçe patronların, Beşiktaş ise işçilerin takımı gibi… Ama bunlar ve diğer klişeler gerçeklikle kanıtlanmış değil. Bu kulüpler içerisinde birçok farklı sosyal, politik ya da ekonomik sınıflardan gelen taraftarlara sahip; mesela bazı Galatasaraylı taraftarlar evsiz, bazı Beşiktaşlılar ise yalılarda yaşıyor.”

Kitap çalışması için düzenli olarak maçlara gidip taraftar gruplarını gözlemlemenin en doğruya yakın sonucu vereceğine inanıyor McManus: “Belki sadece düzenli olarak maçlara giden kişilere bakarak taraftar grubu hakkında bir genellemeye varılabilir. O noktada da taraftarların çoğunluğunun erkeklerden oluştuğunu ve halihazırdaki hükûmetle karşıt görüşleri savunduklarını söyleyebilirim.”

Profesyonel kadın futbol ligi olmaması şaşırttı

Türkiye’deki futbol kültürüne dair onu en çok şaşırtan şey ise gerçek anlamda profesyonel bir kadın futbol ligi olmaması olmuş: “Böylesine futbola tutkun bir ülkede kadınların da iyi kazanan profesyoneller olarak işin içinde olmasını beklerdim. Türkiye’deki kadın futbol ligi amatöre yakın bir işleyişe sahip. Bazı oyunculara para ödense de tam zamanlı futbolcu olarak hayatlarını sürdürmeleri için çok yetersiz ücretler. Lig, TFF tarafından gelişme ligi olarak görülüyor. ABD’yi dışarıda tutarsak tüm dünyada kadın ve erkek ligleri arasında eşitsizlik olduğu doğru. Yine de Türkiye’de bu dengesizlik çok belirgin, yakın zamanda da değişecek gibi görünmüyor.”

‘İfade özgürlüğünün kısıtlanması tribünleri etkiliyor’

McManus da Keddie gibi en aktivist taraftar grubunun Çarşı olduğunu söylüyor. Ancak ona göre Türkiye’de ifade özgürlüğündeki kısıtlamalar tribünleri de etkilemiş: “Aklıma gelen ilk taraftar grubu elbette Çarşı. 2013’te Gezi Parkı protestolarındaki duruşları dikkate değerdi. O dönemde Türkiye’deydim. Ne kadar göz önünde ve domine edici bir iş çıkardıklarını gördüm. Sadece Çarşı değil, daha birçok taraftar grubu sayabilirim. Mesela Gençlerbirliği taraftarlarının Passolig sistemine karşı duruşu aklıma geliyor. Ama son birkaç yılda Türkiye’de siyasi ortamın ve baskıların sıkılaşmasıyla birlikte bütün taraftar gruplarının politik ve sosyal meselelere tepki verme alanlarının giderek daraldığını düşünüyorum.”

‘Futbola geniş açıdan bakmak isteyen gazetecilere baskı var’

Gazeteci olmamakla birlikte McManus’un da spor medyası üzerine gözlemleri var. Türk spor medyasının, genel olarak medyanın yaşadığı zorluklardan, gördüğü baskıdan aynı derecede payını aldığını düşünüyor. Ama bu baskının her gazeteciye değil, “gerçekten gazetecilik yapma kaygısı taşıyanlara” yönelik olduğunu ekliyor:

“Basitçe futbolculara, kamplara, antrenmanlara ya da maçlara odaklanan yazar ve yayıncılar pek bir etki hissetmiyor olabilir. Ama futbola daha geniş manada bakabilen; sosyal, ekonomik ya da politik etkileriyle ele alan spor gazetecileri mutlaka baskıyla mücadele ediyorlar. Genelde televizyon ya da gazete patronları, gazetecilerin bu konularda konuşmalarını istemiyorlar. Olayların gerçek yüzlerini göstermek, tartışmak zor olabiliyor. Baskıların boyutları işten atılmaya, hatta tutuklanmaya varabiliyor.”

‘Ana akım medyanın kontrol altında olması sosyal medyayı güçlendiriyor’

McManus’un bir diğer gözlemi ise Türkiye’de sosyal medyadan haber alma alışkanlığının İngiltere’den çok daha ileride olması üzerine: “Bana göre sosyal medya Türkiye’de İngiltere’den çok daha büyük bir öneme sahip. Bunun bir sebebi Türk nüfusun çok daha genç olması ve teknolojiyi sevmesi olabilir. Ama daha önemli neden, çok yüksek boyutlardaki sansür ve ana akım medyanın kontrol altında tutulmasıyla ilgili. Sosyal medya sadece gazetecilere değil, tüm insanlara, ana akım medyada görmelerinin mümkün olmadığı görüşleri, bilgileri paylaşma imkanı veriyor.”

Bu noktada McManus’un dikkat çekmeyi istediği son bir husus var: “İnternette paylaşılan bilgilerin, fikirlerin alıcısı kimler? İnternetin nasıl yankı odaları yarattığı hep yazıldı. Birbirine yakın fikre sahip insanlar bir araya gelip sadece duymak istediklerini duyuyorlar. Bu, tüm dünya için geçerli bir paradoks. İnternetle birlikte çoğaldığı düşünülen ifade özgürlüğü sadece bizim gibi düşünenleri duymayı tercih ettiğimiz bir özgürlüğe dönüşüyor aslında.”


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – TİKTOK: TÜRKİYE’NİN AYNASINDA TEŞHİR VE SAMİMİYET

Emel Altay

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Televizyon bölümü mezunu. Bir süre dizi setlerinde sanat yönetmeni asistanlığı yaptı. Dergi sektöründe 6 yıl muhabirlik ve editörlük alanlarında dirsek çürüttü. Mart ayında karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı sevdası ile işinden ayrıldı. O günden beri çeşitli mecralara kültür sanat odaklı içerikler üretiyor.

Journo E-Bülten