Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) tercih sonuçlarının açıklanmasının ardından kayıtlar bugün sona eriyor. İş ve İşçi Bulma Kurumunun (İŞKUR) haziranda açıkladığı verilere göre Türkiye’de 889 doktora, 20 bin yüksek lisans, 664 bin lisans mezunu kayıtlı işsiz var. Bu sayıya İŞKUR’a kayıtlı olmadığı halde iş arayan binlerce yüksek eğitimli dâhil değil. Bu yazıda ne lisans mezunu işsizlerden, ne de üniversite öğrencilerinden bahsedeceğiz. Konumuz, “yanlış” beklentiler… Üniversitenin “İŞKUR olmadığını, meslek öğretmediğini, entelektüel yetiştirdiğini” yaşayarak öğrenen öğrencilerle konuştuk. Kendi istekleri üzerine gerçek isimlerini yayımlamadığımız, iyi üniversitelerde lisans eğitimi almış üç mezun anlatıyor.
İlk olarak Senay ile görüşüyorum. Türkiye’de yükseköğretim kurumları başarı listelerinin en başında bulunan Boğaziçi Üniversitesinin Uluslararası Ticaret bölümünden 2016 yılında mezun olmuş birisi sizce şu an ne yapıyor olabilir?
Buluştuğumuz lokantanın yukarı katına çıkıyorum. Akşamüzeri güneş yavaştan “beyaz yakalı karargâhı” olan Maslak kulelerini aşmak üzere. İlk olarak bu bölümü nasıl seçtiğini soruyorum.
“Ben Denizli’de ticaret meslek lisesinden mezun oldum. Aslında üniversite ile birlikte toplamda ticaret eğitimim 11 yıl sürdü. Şu anda ise hamam sektöründe çalışıyorum. Sözel bölümler işe yaramaz kabul edildiği için babam ‘kızım en kısa sürede para kazanmalı’ diyerek beni ticaret bölümüne gönderdi.”
“Şimdi baktığımda, 17 yaşındaki bir genci sınava tabi tutup ileride yapacağı mesleğe karar vermesini beklemenin sonucu olarak, üniversiteyi boşlukları doldurmaya çalışarak geçirdiğimi görüyorum. Bu eğitim sistemi içerisinde çok az seçeneğe sahiptim. Ya uluslararası ticaret ya da genel muhasebe seçecektim. Demek istediğim, Türkiye’deki eğitim sisteminin kendisi öğrencileri belli tercihleri yapmaya itiyor, sınavlardaki başarıları veya yetenekleri değil. Yurt dışında bunu söylediğimde pek bir absürt kaçıyor ama bu gerçek. Kaldı ki liseyi de bir sınavın sonucuna göre seçmek zorundaydık.”
Üniversite senin hayatında neleri değiştirdi?
“Taşrada büyümüş biriydim. İlk değişen şey kadın erkek ilişkilerinin tanımlarıydı benim için. Orada dizilerde veya televizyon programlarında gördüğümüz ‘yoldan çıkmış’ kadın profilinin aslında öyle olmadığını gördüm. Bu anlamda cinsel yaşamdan tutun da terörize edilen düşüncelerin gerçekte öyle olmadığına varan büyük bir değişim ve farkındalık süreci yaşadım.”
Üniversite sorgulamayı öğreten bir yer
“Özgürlük tanımım genişledi. Muhafazakâr ve milliyetçi bir yer olan Denizli’de yaşarken karşılaşacağımız farklı insan profilleri vardı. Bu profil sayıları taşrada veya Anadolu’nun diğer kentlerinde benzer profillerdir ve genelde sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Fakat İstanbul’a geldiğinizde o beşin, 25’e, 30’a, bazen 100’e vardığını görüyorsunuz ve şehir karşılaşma alanları yaratıyor. O kişilerle karşılaştığında dinleme ve soru sorma alanı da yaratıyor. Bu, sonuçta kendini tanımlamanı da değiştiriyor. Neredeydin, neredesin, nereye gidiyorsun? Aldığım kararlar sadece beni mi ilgilendirir, yoksa toplumsal bir sorumluluğum var mıdır? Bu gibi sorgulamaların da beraberinde geldiği bir yere dönüştü üniversite benim için. Üniversitenin sadece akademik ya da profesyonel anlamda bir eğitim vermesi değil, kişinin kendine bir alan yaratması önemli. Üniversite kendini tanıma ve belli bilgi birikimi kazandıktan sonra karar verebileceğimiz özerk bir zaman dilimi diye düşünüyorum.”
Okuldan sonraki çalışma hayatın nasıl başladı? Ya da üniversitedeyken çalıştın mı? İş sürecinde, aldığın eğitim sana yardımcı oldu mu?
“İlk stajımı kâğıt dönüşüm fabrikasında satın alma departmanında yapmıştım. Aslında uluslararası ticaret bölümünün bana katacağı bilgi, bir yıllık eğitimin sonunda da verilebilir. Fakat bunu dört yıllık bir süreye yaymışlardı. Aynı dersler sürekli tekrar etti. İş arkadaşlarım daha alaylı bir yerden gelmişlerdi. Bu bankacılık veya finans sektöründe biraz daha farklı olabilir. Para kazanmadım ama nasıl kazanılacağını gördüm orada. Bizim kuşağın hareketliliği çok fazla, fakat oradaki insanlar 20 yıldır aynı şirkette çalışıyordu. Bürokratik yapısı itibari ile devletleştiğini gördüm. Orada sorgulamıştım bu yapıyı ve bu mesleği…”
‘Bunu sahiden istiyor muyum’ diye düşündüm
“Oyun ablalığı yaptığım sırada da sınıfsal çatışmaları gördüm. Sonuçta bir hobi ya da bir iş öğrenmek amacıyla değil para kazanmak için yapıyorsun çünkü idame etmen gereken bir yaşamın var. Üniversiteyi bitirip belli bir yere gelmiş insanların aslında aileden gelen bir sınıfsal ayrıcalıkla orada olduklarını, benim üniversiteyi bitirdikten sonra da o noktaya gelemeyeceğimi görmek, ‘bunu sahiden istiyor muyum’ diye düşündürttü bana.”
Mezun olduktan sonra neler yaptın?
“Bir buçuk yıl kadar küçük bir yayınevinde çalıştım. Hayatımı idame ettirecek kadar kazanamadığım için freelance olarak da çalışmaya başladım. Fakat bir noktadan sonra çöktüğümü hissettim. Yayınevleri ile bütün ilişkimi kestim, müthiş bir sömürü var orada. Sonrasında, kabul aldığım iki proje vardı, biri Ermenistan’ın tarım politikaları hakkındaydı, Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği… Diğeri de Gürcistan-Bulgaristan arasında, doğal hayatı koruma üzerineydi. Bu iki proje de bana inanılmaz katkılar sağladı, ufkumu genişletti. Fakat geldiğim noktada yeniden bir iş bulmam gerekti. Geçen yıl iş başvurusu yaparken otel resepsiyonu diye gittiğim hamam sektöründe çalışıyorum. Beni Boğaziçi’nin korunaklı ortamından çıkaran bir iş oldu bu.”
Peki gerçekte ne yapmak istiyorsun nasıl bir yere evrildin bu eğitimin sonucunda, üniversitedeki eğitimin geldiğin noktaya katkısı nedir?
“Bizim bölüm zaten daha çok kariyer odaklıydı. Ama ben değişmek istiyordum. Orası bana yetmedi. Üniversite ikinci sınıftayken ekoloji ve çevre duyarlılığıyla girdiğim Tarla Taban oluşumu beni şekillendirdi. Toplulukla beraber kendimi daha çok sorgulamaya başladım, diğer bölümlerden farklı dersler aldım. Aslında bir topluluğun içinde var olunca, oraya dâhil olunca sorgulama biçimlerin de değişiyor. Tarla Taban oluşumu benim hayatımda çok köklü bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Bölümün bana kattığı teknik bilgiler ise pekâlâ eğitimin sonucunda aldığımız staj eğitiminde de öğretilebilen konulardı. Stajların dışında üniversitede çok kuramsal bir eğitim veriliyor ve bu mesleki hayatta karşılığını bulmuyor.”
‘Para kaygısıyla değil, öğrenme kaygısıyla yapardım’
“Farklı bir sosyoekonomik sınıftan gelmiş olsaydım ben daha sosyal bilimler okurken para kaygısı ile değil öğrenme kaygısı ile yapardım. Akademiye girmeye çalıştım, denedim şansımı, ama faturalar ve kira gerçeği kendimi orada güvende hissetmememe neden oldu. Ekonomik bir desteğim olmadığı için akademinin istediği o çalışma ve düşünme pratiğini de gerçekleştiremiyordum. Bu ekonominin darlığından mı benim kapasite eksikliğimden mi bilmiyorum şu anda.”
Bu bir savrulma mıdır? Yoksa yeteneğine göre yapmak isteğine göre bir iş bulma sürecini yanlış eğitim sistemi yüzünden bu yaşlarda mı yaşıyorsun? Senin de vergilerinle idame ettirilen bu toplumun sana dair bir çalışması olmadığı için mi? Kalifiye bir insanın o liyakati gösteren bir insanın belli eğitimden sonra karşılığını alması mümkün mü bu toplumda?
Sonuçta üniversite mezunu olduğundan emin olmadığımız devlet yöneticileri, Türkçe okuryazarı olmaktan aciz politikacılar var. Toplumun kural koyucu olarak gördüğü sınıfta büyük bir vasatlık hâkim. Toplum olarak eğitimin gerekliliğini sorguluyor ana akım. Bu da toplumun kümülatif bir şekilde içine itildiği savrulma olabilir. Kültür ve sanat alanlarında iş bulabilme şansımız çok az olduğu için bunu yaşıyorum. Baktığınızda kültür ve sanat alanında çalışanları bir finansçıdan daha aşağı bir seviyede gören toplum yapısı var.
Peki, üniversite meslek seçimi için ideal yer midir?
“Üniversite sana bir kimlik oluşturuyor. Belli başlıklar altında sıralanmanı sağlıyor. Onun dışında, aldığım eğitimle ilgili tek bir soru sorulmadı iş görüşmelerinde. Transkript dahi istenildiğini görmedim. Sadece kaç yılda bitirdiğini soruyorlar, onu da dirayetini ölçmek için. Üniversiteye girerken oraya kurtarıcı bir rol veriyoruz, ‘buraya gireceğiz ve geleceğimizi kurtaracağız.’ Maalesef böyle bir gerçek yok. Üniversitede okuduğunuzda bir meslek sahibi olmazsın, o işi yaparak o mesleği öğrenirsin. Öğrencilik bir kimlik kazandırdığı için şu anda üniversite bir araç haline geldi. Üniversite mezunu olmak bile yetersiz. Fakat bu eğitim sürecinin kendisi hayatla ilgili temel soruları içermiyor. Haliyle mezun olduğumuzda cevaplarını da bulamıyoruz.”
‘Üniversitede eleştirel düşünmeyi öğrendim’
Senay’dan ayrıldıktan sonra Gaziantep’te Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir mahallede bulunan Anadolu Lisesinden sonra 2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümüne giren ve bu bölümden beş yılda mezun olan Ayşe ile görüşmeye gidiyorum.
Neden Tarih seçtin, isteyerek mi seçtin? O süreçten biraz bahsedebilir misin?
“Antep’te göçmen mahallesindeydim ve lisede öğretmenler bizleri kendi halimize bırakırdı çok ilgilenmezlerdi. Zeki çocuk matematik yapıyordu, olmayan da ezbere eğitimle sözel alanda kendini geliştirip bir üniversiteye yerleşebiliyordu. Sözel alanda seçebileceğim sınırlı meslekler olduğu için Tarih’i seçtim. Edhem (Eldem) hocanın bir sözü vardı: ‘Biz burada tarihçi yetiştirmiyoruz, entelektüel yetiştiriyoruz’ diye. Bundan dolayı Tarih bölümünde sadece tarih eğitimi almadık. Ben daha çok eleştirel düşünme, sorgulama, kendi toplumunu görme ve kendini sorgulamayı öğrendim bu bölümde. Bir de şöyle bir eşitsizlik vardı. Tarih bölümünde çok iyi bir İngilizce bekleniyordu ve iyi okullardan, genelde kolejlerden gelenler başarılı oluyordu. Bu hep bu şekilde gidiyordu. Son iki yılda ancak dengeledim bu başarı dengesini.”
‘Çalışmak sınıfsal farklılıkları görmemi sağladı’
“Okurken TÜBİTAK bursu alıyordum. Ben tesadüf eseri oyun ablalığı yapmaya başladım. Üç dört yıl çalıştım ve bunun sonucunda eve çıkabildim. Bu çalışma toplumdaki sınıfsal farklılıkları ve belli toplumsal kodları görmemi sağlamıştı. Çalıştığım ev Trabzonlu zengin bir ailenindi. Müteahhit bir baba, Boğaz’a bakan bir evleri vardı. Ait oldukları belli bir cemaat vardı. Çocuklarının gittiği belli okullar vardı. Sonrasında zaten selamlaşma düzeyine inmişti o aile ile ilişkimiz.”
Peki, mezun olduktan sonra nerede çalışmaya başladın? Şimdi neredesin?
“İran Çalışmaları okumaya gittim Tahran Üniversitesi’nde. Fakat oraya gittiğimde daha çok dil öğrenmekti amacım. İki yıl kaldım ve mezun olmadan geldim. Akademik hayat ve bölüm hayal ettiğim gibi değildi. ODTÜ’ye Cinsiyet Çalışmaları bölümünde yüksek lisansa kabul aldım sonrasında, fakat akademik olarak çok yetersiz gördüğüm için orayı da bıraktım. O sırada Ankara’da yerel bir sivil toplum örgütünde, bir hocam aracılığı ile koruma asistanı olarak çalışmaya başladım. Ben sosyal hizmet çalışanı olmadığım ve eğitimini de almadığım için ilk başlarda çok zorlandım. Her gün karakollarda ve haksızlığa uğramış, istismar edilmiş göçmen kadınlarla birlikteydim ve kaldıramıyordum. Şimdi de İstanbul’da uluslararası insani yardım kuruluşunda çalışıyorum.”
Üniversitede aldığın eğitimin bu işleri yapmanda bir katkısı oldu mu?
“Ben sadece İngilizce bildiğim için bu işe alındım, bence diğer sosyal hizmet bölümlerinde İngilizce öğretilse muhtemelen ben bu işe alınmazdım. İş, işte öğrenilir; ben onu gördüm. Okurken idealist olan arkadaşların çoğu şu anda medyada çalışıyor. Daha rahat olanlar insan kaynakları ya da danışma şirketlerindeler.”
“Aldığım eğitim işverenim için önemli değil, onların işine nasıl yaradığım önemli. Bu nedenle yüksek lisansı yarıda bırakmam veya bitirmemiş olmam hiçbiri için sorun olmuyor. Şu anda Türkiye’deki STK’larda çalışmak için Arapça veya İngilizce bilmen yeterli. Onun için şu anda STK’da çalışanların büyük bir bölümü Hataylı. Üniversitede okuduğum bölüm iş hayatımda bir rol oynamadı.”
‘Zaman, para ve insan yönetimini öğrendim’
Sözel alanda olup teknik bir işte çalışan, sayısal bir alandan gelip sosyal bir alanda çalışan iki mezundan sonra rotamızı Ankara’ya, ODTÜ’ye çeviriyoruz. 2011 yılında üniversiteye giren Başak Fizik Öğretmenliği bölümünü yazmış ve daha sonrasında Fizik Bölümü’ne geçmiş. Başak’a “Üniversite sende ne değiştirdi” diye soruyorum. Şu cevabı veriyor:
“Başta zaman, para ve insan yönetimini öğrendim. Ders çalışmayı ve üniversiteyi neden okuduğumu öğrendim. Kırılma noktamı bölümde ve hazırlıkta kaldığım senelerde yaşadım.”
Şu anda ne iş yapıyorsun?
“Bir şirkette eğitim koordinatörlüğü yapıyorum.”
Bu işi almanda okuduğun bölümün etkisi oldu mu? Seni bu işe hazırlayan bir bölümde okumamışsın.
“Okul başarım neredeyse hiç önemli olmadı. İnsan ilişkilerim ve sosyal zekâma bakıldığını düşünüyorum. Çalışma hayatına doğrudan değil, dolaylı hazırlıyor. Ancak o noktada da kişi aldığı bilgiyi nasıl içselleştirebiliyor ve nasıl yorumluyor noktası çok önemli. Yabancı dil, kampüs olanakları ve diploma dışında direkt bir katkı olduğunu düşünmüyorum. Sınavlardan sonra verdiğimiz kararlar geleceğimizi ve sosyal sınıfımızı belirliyor bence.”
Çalışma hayatında eğitiminin önemin vurgu yapıldı mı çalıştığın sürece önemli oldu mu?
“Eğitim seviyesinin değil, ancak bilginin bir önemi var. Örneğin lisans mezunu olmayan çok başarılı girişimciler varken, doktora mezunu olup ‘çöp’ olan insanlar da var. Bence nicelik değil, nitelik önemli; o yüzden eğitim seviyesi sadece teorik olarak ne yaptığınızı gösteriyor. Bir de işveren size verilen işleri ne kadar sürede yaptığınızla ilgileniyor.”
‘Verilen tarlada ne yetiştireceğiniz size bağlı’
Peki, bu kadar eğitimin ardından ODTÜ gibi bir okuldan mezun olduktan sonra üniversite ve mesleki alan tercihi arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsun? Boşuna okudum mu diyorsun?
“Her şeyden önce üniversite iş ve işçi bulma kurumu değil. Size bir tarla veriliyor ve bu tarlada ne yetiştireceğiniz size bağlı. Hiçbir şey ekemeden kurak ve çorak, boş bir toprak da kalabilir elinizde ya da her türlü meyveyi ve sebzeyi yetiştirdiğiniz nimet yuvası da olabilir. Kişinin vizyonu ve değişime açık olmasına bağlı olarak bu serüvenin sonu yorumlanabilir.”
Bu yazıyı üniversiteye başlayacak olan öğrencilerin sevincine gölge düşürmek için değil, onların sevinçlerini daha sağlıklı yaşamaları için hazırladığımı belirtmek isterim. Türkiye gibi fırsatlar ülkesi olmayan bir ülkede Alev Alatlı gibi birçok kişinin fikrine değer verdiği insanların “okumanın gereksizliği” üzerine sarf ettikleri ipe sapa gelmez sözler, öğrencileri boş yere umutsuzluğa sürükleyebilir. Sürüklemesin diye bu yazıyı hem öğrencilerin hem de ebeveynlerin, üniversitelerin kökünden bir yozluğa uğradığına şahit olduğumuz bu günlerde okumasını isterim.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – İLETİŞİM AKADEMİSYENLERİ: ASIL ŞİMDİ GAZETECİLİK ZAMANI