Yeniçağ gazetesi yazarlarından Yavuz Selim Demirağ, 10 Mayıs’ta katıldığı bir televizyon programının ardından gece yarısı evinin önünde altı kişinin saldırısına uğramıştı. Beyzbol sopalı saldırganların serbest bırakılması vicdanları yaraladı. Yavuz Selim Demirağ ile o geceyi ve baskı altındaki medya sektörünü konuştuk.
Öncelikle geçmiş olsun. Bize saldırının gerçekleştiği o geceyi anlatır mısınız? Tam olarak neler oldu?
Gazetecilikte bir büyüğüm, hocam Necdet Sevinç’in ilginç bir tespiti var. “Yazarlık düşmanlık kazanma sanatıdır” demişti. Yolsuzluğun hırsızlığın kol gezdiği bir ülkede, bir gazeteci birilerini ürkütüyorsa işini iyi yapıyor demektir. Biz de birilerini ürküttük.
Türkiyem TV’de yaptığım bir programda gazeteci arkadaşım Murat Ağırel ile bazı belediyelerdeki yolsuzlukları ele almıştık. Konya Büyükşehir Belediyesi’nde yönetim, “üst geçit yaptım” diye belediye bütçesinden para harcamış ama ortada üst geçit yok. Bunun gibi birçok yolsuzluk örneğini konu alan Sayıştay raporlarını anlatıyorduk ve “bu yolsuzlukların peşini bırakmayacağız” dedik. Sonra program bitti, ben saat 23.00 gibi evime geçtim. Murat beni evime bıraktı, binanın kapısına geldik, kapıyı açmak için eğildim, tam o esnada saldırdılar. Sopalar, demirler… Ben kan içinde kaldım. Araçlar durdu çevreden, komşular duydu sesimizi, çocuklarım duydu, sesime aşağı koştular ve saldırganlar kaçtı.
İşin garip tarafı benim evim karakola 25 metre uzaklıkta, yani yürüyerek gelseler bile üç dakikada benim evime gelmiş olurlardı, ama 17 dakika sonra geldiler. Yine evimden en yakın hastane beş dakika uzaklıkta olmasına rağmen ambulans 20 dakikada geldi. Konaklar’daki Türkiyem TV’den benim evime kadar yüzlerce kamera var, komşularımın güvenlik kamerasındaki görüntüleri polise verdik. Hepsinin yüzü net bir şekilde görülüyor. İçlerinden biri Tarım Bakanlığı’nda çalışıyor. Bana göre toplamda yedi kişilerdi ancak altı kişi gözaltına alındı ve sayın savcı her nasılsa ölümcül bir durum olmadığı için serbest bırakıyor.
‘Zekamızla dalga geçer gibi..’
Saldırganların ifadeleri oldukça saçma, “bizim sopamız yok, yolda giderken beyaz bir araba bizi sıkıştırdı ve yolda tartıştık” diyorlar. Zekamızla dalga geçer gibi… Bir adamı evinin önünde ölesiye dövüyorsun ve geldiğin aracın plakası sahte! Sahte plaka ne demek; terörün, cinayetin her türlü suçun üstünü örtmek için kullanılan bir yöntem. Hadi ortada dayak yok diyelim, bir savcı nasıl olur da sahte plakayı sorgulamaz? Ayrıca bir saldırıyı üç kişiden fazlası yapıyorsa, Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre çeteye girer ama buna rağmen savcı saldırganları masum görüyor ve bırakıyor.
Bakın, Meral Akşener’i tehdit eden ve evine kadar gelen grubu serbest bıraktılar, Kemal Kılıçdaroğlu’na yumruk atan adamı kahraman ilan ettiler, bir gazeteciyi evinin önünde öldüresiye dövdüler, saldırganları serbest bıraktılar, yine Tekirdağ’da bir kız Ekrem İmamoğlu’nu destekledi diye bıçakladılar. Yarın başka birini tabancayla vururlar, katil yine serbest kalır. Çünkü birileri bu saldırganlara “arkanızda biz varız” diyor, yoksa bana yapılan cinayete teşebbüs ve bunun ağır bir cezası var. Herhalde aptal değiller, bir yerden güvence almasalar nasıl o kadar kameranın önünde beyzbol sopasıyla bir adamı öldüresiye döverler.
Siz bu tarz bir saldırı bekliyor muydunuz? Daha önce bir tehdit aldınız mı?
Tabii, bir gazeteci her gün çeşitli vesilelerle bu tarz tehditleri hisseder. E-postasına tehdit mesajı gelir ya da farklı yöntemlerle olur bu… Daha önceden de terör örgütlerinin hedefindeydim. Bu yüzden ben bunlara hazırım. Biz tevekkül sahibi insanlarınız, yaptığımız mesleğin, çocuklarımıza yedirdiğimiz ekmeğin hakkını vermek isteriz.
Böyle bir saldırıya hazırdım ama evimin önünde beklemiyordum. Türk geleneklerinde insanın evi mahremdir, kutsaldır. Bir insan evinin önünde dövülmez! O kadar aptallar ki, Kızılay’da omuz atıp bir bahaneyle beni dövebilirlerdi ama bir sürü güvenlik kamerasının önünde, komşuların, çocukların olduğu bir yerde bu yapılmazdı.
Sizce bu saldırıyı kimler düzenledi?
Bu tarz eylemler tek bir amaca yönelmez, üç beş hedefi vardır. İsimler belli, tahmin ediyoruz kimlerin yaptırdığını… Bir siyasi partinin lideri seçimden hemen sonra gazetelere tam sayfa ilan verip, Türkiye’nin 70 tane gazetecisini hedef göstermedi mi? Ben o ilandan sonra suç duyurusunda bulundum, “Yarın başıma bir şey gelirse o ilanı verenler suçludur” dedim. O ilanı veren hükûmetin küçük ortağı… Bir gazeteci dövülüyor, CHP, İYİ Parti kınama mesajı yayınlıyor. Hatta ve hatta Ahmet Davutoğlu ve Cemil Çiçek bile kınadı ama bir tek iktidar ve küçük ortağı hiçbir şekilde kınama mesajı atmadı. Onu bırakın, göstermelik bile olsa, parti sözcüleri ucundan bile olsa kınamadı. Demek ki adres belli!
Bu saldırıların Türkiye’de medyaya etkilerini anlatır mısınız?
Basın özgürlüğü konusunda 189 ülkeden 156. sıradayız, geri kalan 23 ülkeyi sayarsam ayıp olur. Bu ülkenin bir vatandaşı olmaktan onur duyan bir vatandaşım. Bizim ülkemiz, insanlarımız bunu hak etmiyor. Tabii bu tarz saldırılarla yer yer amaçlarına ulaşıyorlar. Biliyorsunuz, medyada tek seslilik var. Bir gazeteci olarak beni öldüresiye dövdüler ve hükûmete yakın hiçbir gazete benimle ilgili haber yapmadı. Bunun bir haber değeri yok muydu? Bir gazeteci olarak buna üzülüyorum elbette ama içinde bulunduğumuz durumu en net gösteren fotoğraf bu galiba…
Türkiye’de medya özgürleşir mi?
İleriye dönük umudum var. İnsanlarımız uyanmaya başladı. Cumhurbaşkanı halkın kafasına kafasına çayları atınca, o vatandaş da çayları içince uyandı. Ben bunu son seçimlerde gördüm, 23 Haziran’da daha net görülecek. İnsanlar bazı şeylerin farkına varınca, baskı altına alınmış ana akım medyanın algı yönetemediği ortaya çıkacak ve el mahkum medya özgürleşecek.
Genç gazetecilere neler tavsiye edersiniz?
Hamama giren terler. Gazeteci olacaksanız açlığı, kovulmayı göze alacaksınız, dayak yemeyi, hapishaneye girmeyi göze alacaksınız. Bunları göze alıyorsanız ve bu toplumu aydınlatma görevini icra etmek istiyorsanız, her şeye hazırlıklı olun. Bedel ödemek gerekiyorsa ödeyin!
Peki, son olarak okurlara neler söylemek istersiniz?
Korkmayacağım! İnandığımız değerler ve çok sevdiğimiz bir ülkemiz var. Ben gelecek deyince önümüzdeki seçimleri falan düşünmüyorum, gelecek nesilleri düşünüyorum. Onlar adına korkmayacağım ki, gençlerimiz demokratik, özgür bir hukuk devletinde yaşasınlar. Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras bu… Korkarsam namerdim! Dün bir konuşuyorsam, artık 10 konuşacağım. Haksızlık ve adaletsizlik karşısında bir yazı yazıyorsam, artık 10 yazı yazacağım. Sincan’dan ve Silivri’den ötesi yok!