Hallerimiz

Neden 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü? Dokuz Patron Olayı nedir?

Basın gazetesinin sırasıyla 11, 12 ve 13 Ocak 1961'de çıkan üç sayısının birinci sayfaları

“Simidimiz ve hürriyetimiz…” İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın Cağaloğlu’ndaki merkezinden 10 Ocak 1961’de Vilayet binasına yürüyen protestoculardan birinin pankartında bu yazılıydı. Sessiz yürüyüşte, tarihe “Dokuz Patron Olayı” diye geçen gazete sahiplerinin yayın durdurma kararı protesto ediliyordu. Gazeteciler bununla da kalmadı. Kendilerine ek hak ve güvenceler sağlayan 212 sayılı yasayı kaldırtmak için patronların yayınını durdurduğu dokuz gazeteye alternatif olarak, büyük bir dayanışmayla Basın gazetesini çıkarıp halkı habersiz bırakmadılar. Ancak aynı dönemde, basın özgürlüğü için olumsuz etkileri günümüzde görülen Basın İlân Kurumu da Abdi İpekçi gibi gazetecilerin uyarılarına rağmen kurulmuştu. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nün 60 yıl önceden bugüne uzanan hikâyesini, Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden Hasan Üstün’ün, Prof. Dr. Korkmaz Alemdar’ın danışmanlığında 2000 yılında yayımladığı “Babıali’de Dokuz Patron Olayı” başlıklı tezinden aktarıyoruz:

İktidara geldikten sonra basınla flört dönemi fazla uzun sürmeyen Menderes hükûmeti, 1956’da, ‘Basın yoluyla ve Radyo ile işlenen suçlar kanunu’nun kapsamını genişletti. Bunlar arasında İGS’nin [İstanbul Gazeteciler Sendikası] kapatılmasına dayanak teşkil eden yeni hüküm şöyleydi: “Kötü niyetle ve özel maksada dayanan yayında bulunmak, Devletin veya Hükûmetin dışarıdaki itibar ve nüfuzunu kıracak şekilde asılsız, mübalağalı veya özel dayanan haberin dışarıda yayınlanmasına sebep olmak.”

İGS, nasıl TGS oldu?

1952 yılında yürürlüğe giren ve kısaca “Basın İş Yasası” olarak anılan 5953 Sayılı Yasa, gazetecilerle işverenlerine il düzeyinde sendika kurma hakkını tanıyordu. 10 Temmuz 1952’de İstanbul Gazeteciler Sendikası (İGS) kuruldu. Bu örgütü; Ankara, İzmir, Adana, Bursa ve Eskişehir sendikaları izledi. 1963 yılında çıkarılan Sendikalar Yasası, Türkiye düzeyinde sendikacılığa olanak verdiğinden İGS, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) adını aldı. İllerdeki sendikalar da onun şubesi olarak örgütlendi.*

Menderes iktidarının baskıları sonucu Türkiye’de gazetecilerin çalışma koşulları günden güne zorlaştı. 1957’nin ilk aylarında yeni kovuşturmalar oldu. Polis muhalefet liderlerinin gezilerini izleyen muhabirleri copla kovaladı ve fotoğrafçıların makinelerini ellerinden aldı. İGS, bu olayları protesto etmek için 1957 yılının temmuz ayında bir bildiri yayımladı. Bunun üzerine gece yarısı polisler Sendika merkezinin kapısını mühürledi. Sendika bildirisinin, dışarıda Türkiye’yi küçük düşürücü amaçlara yönelmiş olduğu öne sürüldü. Hükûmet artık ne gazete muhabirlerine tahammül edebiliyordu, ne de onların sendikalarına. Sendika tam dokuz ay kapalı kaldı.

Kâğıt fiyatlarına zam ve hayat pahalılığı

1958 yılı haziran ayında kâğıt ve mürekkep fiyatları ve işçi ücretlerindeki artışlar gerekçe gösterilerek 8 gazetenin fiyatı 25 kuruş zamlandı. Ancak, çalışanlar için herhangi bir ücret artışı söz konusu değildi. İstanbul Gazeteciler Sendikası Yönetim Kurulu, 25 Haziran 1958 tarihli toplantısında, gazete fiyatlarına yapılan zam neticesinde işverenlerin elde edecekleri gelir artışının bir kısmının çalışan gazetecilerin ücretlerine yansıtılması için girişimde bulunmak üzere Sendika Başkanına yetki verdi. Bu amaçla, İGS Başkanı, temmuz ayında Hürriyet, Milliyet, Dünya, Vatan, Yeni Sabah, Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinin sahipleri veya vekili ile görüştü. Görüşmelerde gazete fiyatlarına yapılan zamdan elde edilen gelirin bir kısmının çalışan gazetecilere ait olduğu görüşünü tekrarlayan İGS Başkanı bunu şöyle gerekçelendirdi: “Çalışanların yaşama seviyelerinin -yükseltilmesinden vazgeçtik- muhafazası ve hayat pahalılığı karşısında dayanabilmeleri için bu ayarlama zaruridir.”

10 Ocak 1961’deki üç günlük yayın boykotuna katılan bu gazetelerin patronlarının İGS’nin ücretleri ayarlama talebi karşısındaki tutumları, gazetecilere bakış açılarını daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

Bir yandan zam, bir yandan işten çıkarmalar

Vatan’ın sahibi Ahmet Emin Yalman, tek başına karar vermeye yetkili olmadığını söyledi. Gazetenin İdare Meclisi, konuyu görüştüğünde talebi haklı karşılamasına rağmen yerine getirilmesine imkân olmadığını belirtti. Milliyet işvereni Ercüment Karacan, Temmuz ayından itibaren bütün gazetecilerin maaşlarına yüzde 25 zam yapıldığını açıkladı. Hürriyet işverenlerinden Haldun Simavi, muhabirlerin primlerine zam yaptığını ve fazla para kazanmanın, fazla çalışma ile mümkün olacağını ifade etti. Dünya’nın sahiplerinden Bedii Faik, görüşmeden iki hafta sonra tüm çalışanlara eşit miktarda zam uyguladı. Yeni Sabah’ın sahibi Safa Kılıçlıoğlu, İstanbul Gazeteciler Sendikası gibi bir kuruluşu tanımadığını ve yapılacak herhangi bir zam talebinin kendi işlerine “lüzumsuz, haksız ve yetkisiz bir müdahaleden başka bir şey olmayacağını” ifade etti. Tercüman’ın işverenlerinden Semih Tanca, istenilen zammın gerçekleşmesi için birkaç ay beklemek gerektiğini söyledi. Yeni İstanbul işvereni ile Avrupa’da olduğu için görüşülemedi. Cumhuriyet işvereni daha kendisiyle görüşülmeden Milliyet ve Dünya’nın yüzde 25 zam yaptığını duyduktan sonra aynı oranda zammı uyguladı.

O DÖNEMDE HAK MÜCADELESİ VEREN GAZETECİLERDEN HIFZI TOPUZ ANLATIYOR: DİRENMEKTEN VAZGEÇMEMEK LAZIM

Gazete patronlarının hükûmetle aralarının açılmasının faturasını da çalışan gazeteciler ödemekteydi. Sendikanın çabalarıyla elde edilen yüzde 25 zammın üzerinden bir ay geçmeden Menderes hükûmeti, gazete kâğıdı fiyatlarına yüzde 150 oranında zam yaptı. Bu, basın sektöründe çalışanların aleyhine yeni gelişmelere yol açtı.

Hükûmetin basını baskı altında tutmak için kâğıt fiyatlarına yaptığı zammı gerekçe gösteren gazete patronlarının mali güçlüklerini düzeltmek için genelde ilk yaptıkları iş, çalışan sayısını azaltmaktı. Bunu bilen Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti ve Günlük Gazete Teknisyenleri Sendikası, Başbakan Adnan Menderes’e birer telgraf çekerek yapılan kâğıt zammının çok aşırı olduğunu ve bunun basında yeni işsizler yaratacağını bildirdi. Ancak, Adnan Menderes bu telgraflardan hiç etkilenmedi. Tercüman, Vatan ve Yeni Gazete’de çalışan 15 kadar çalışanın işine kâğıt zammı gerekçe gösterilip son verildi. Bunlardan bazılarının tazminatları dahi ödenmedi.

İGS heyetine ‘yalan haberler’ gerekçe gösterildi

Arada kapatılsa da İGS çalışan gazetecilerin sesini çıkartabildiği tek platformdu. Sendikanın en önemli gündemi üyelerinin haklarını savunmak, dolayısıyla basın özgürlüğünün tesisi için mücadele etmekti. Bu amaçla, her fırsatı değerlendirmeye çalıştı.

İGS Yönetim Kurulu, Basın-Yayın ve Turizm Vekili Server Somuncuoğlu ile 1958’de İstanbul Radyoevi’nde yaptığı görüşmede basınla ilgili mevcut yasaların çalışan gazetecilerin aleyhine işlediğini belirterek, yasalarda tadilat yapılmasını istedi. Server Somuncuoğlu’nun önerisiyle isteklerini bir rapor haline getiren İGS, bunu Ankara’da ilgili bakanlara ve milletvekillerine sundu.

Ankara’da, gazeteciler için sınırlı bir af çıkarılacağı izlenimi edinen İGS Heyeti, gazetecilerin mesleki bakımdan kontrolünü sağlayacak Basın Odaları tasarısı ile ilgili çalışmalar yürütüldüğünü öğrendi. İGS heyetine ayrıca, basın mevzuatında sık sık tadilat yapmak ve hükümleri ağırlaştırmak ihtiyacının, yalan haberler yüzünden ortaya çıktığı söylendi.

1959’da İGS Yönetim Kurulu yenilendi. İGS’nin yeni yönetim kurulunun faaliyetlerinin başında 5953 sayılı yasaya göre sözleşme, sigorta ve asgari ücretin uygulanması gelmekteydi. Ama, 5953 sayılı yasanın her yönden yetersiz olduğunun bilincinde olan Yönetim Kurulu, bu yasanın “tadili” için ısrarlı bir çalışma başlattı. Yeni bir tasarı hazırlayan İGS Yönetim Kurulu, Ankara’da dönemin Basın Yayın ve Turizm Bakanı Abdullah Aker ile görüştü. İGS Heyetini kısa bir süre için kabul eden Bakan Aker, sorunları değerlendirmek yerine o tarihlerde geniş tepkilere yol açan meşhur ‘Basına nasihat’ını vermeyi tercih etti.

* * *

Bundan sonrasını da yine aynı tezden özetleyerek aktaralım:

27 Mayıs 1960’da Menderes hükûmetini deviren askeri darbeden kısa süre sonra gazeteciler, özgür ve demokratik bir basın düzeninin kurulması için taleplerini seslendirmeye başladılar. Fikir İşçileri Yasası’nın değiştirilmesi, resmi ilanların keyfi bir şekilde dağıtılmaması, gazetelere kadrolu çalışan sayısında bir alt sınır koyulması ve siyasi iktidarın kâğıt fiyatlarını basına baskı için kullanmasının engellenmesi bu taleplerin başlıcalarıydı.

ABD ve Fransa’nın basın mevzuatı örnek alındı

İGS 1960 yaz aylarında ABD ve Fransa’daki basın mevzuatını inceleyerek bir yasa tasarısı önerisi hazırlayıp Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) sundu. Bu tasarıda gazetecilere sağlanan ek haklar arasında fazla mesai garantisi, ücretli izin süresinin artırılması, sözleşme yapma zorunluluğu, işverenin tek taraflı feshi hâlinde ek ihbar süresi, deneme süresinin kısaltılması, emeklilik güvencesi ve erkek gazetecilerin askerlik, kadınların hamilelik süresince maaş alabilmesi de vardı.

Ancak Menderes gibi MBK de basın özgürlüğüne karşı giderek soğuyordu. Yassıada yargılamaları sürerken MBK’nin yeni basın mevzuatıyla ilgili çalışmaları gazetecilerden gizlemeye başlaması gerilimi artırdı. MBK üyesi Muzaffer Özdağ’ın “Babıali’den de geçeceğiz” diye gazetecilere meydan okuması çatışmayı iyice büyüttü. Tüm matbaaların devletleştirileceği bile iddia ediliyordu. Birkaç gazetenin oldukça yüksek gelirler elde ettiği o günlerde bu dedikoduların kamuoyu üzerindeki etkisi büyüktü. 11 Kasım 1960’ta toplanan Basın Forumu, gazetecilerle iktidar arasındaki bu çatışmada bir ara yol bulmayı ve yeni basın mevzuatıyla ilgili olarak tüm aktörleri aynı noktada buluşturmayı amaçladı ama başaramadı.

Bu arada MBK, iktidarın bir an önce seçimler yoluyla yeniden sivillere devredilmesine karşı çıkan kendi içindeki ’14’ler grubu’nu tasfiye etti. “Babıali’den de geçeceğiz” diye meydan okuyan MBK subayları şimdi yurt dışına askeri ataşe olarak gönderilmiş, bir nevi sürülmüştü.

Ardından 29 Kasım 1960’da Basın Kanunu’ndaki antidemokratik maddeleri kaldıran 143 sayılı yasa çıkarıldı. 1 Aralık’ta gazetecilere, kendi talepleri olan ‘ispat hakkı’nı tanıyan Ceza Yasası değişikliği yapıldı. Fakat Fikir İşçileri Yasa tasarısı ve Basın İlan Kurumu ile ilgili düzenlemeler bekletildi.

Gazete patronları, gazetecilerin çalışma şartlarını ciddi ölçüde iyileştirecek yasal düzenlemelerin yapılmaması için MBK’ye mektuplar gönderiyordu. Özellikle kıdem tazminatı ve onun ödenmemesi durumunda her gün için yüzde 5 gecikme faizi işlemesini eleştiriyorlardı.

Abdi İpekçi 60 yıl önce BİK’in sakıncılarını öngörmüştü

Yeni Sabah gazetesinin, yasa tasarısında olmayan maddeleri de varmış gibi göstererek patronların lehinde, gazetecilerin aleyhinde yayın yapmaya başlaması üzerine İGS, Basın Şeref Divanı’na şikâyette bulundu. Nadir Nadi basında işverenler ve çalışanların sorunları baş başa görüşmemesinden, sürekli devletin arabuluculuğuna başvurmasından yakınıyordu.

Abdi İpekçi ise yazılarında birçok işverenin yeni tasarıdaki şartları zaten uyguladığını, ancak bunu bir standart hâline getirmek için yasaya ihtiyaç olduğunu savunuyordu. İpekçi, oluşturulması planlanan Basın İlan Kurumu’na ise eleştirel yaklaşıyor ve bugünleri öngörerek şöyle diyordu: “İleride siyasi iktidarlar tarafından derhal bir Demokles’in kılıcına çevrilebilecek özelliktedir… Tasarının taşıdığı bazı faydalı hususlar bu büyük mahsurun gölgesinde kalmıştır.”

Tartışmalara ve eleştirilere rağmen MBK Genel Kurulu 2 Ocak 1961’de Basın İlan Kurumu’nu kuran yasayı çıkardı. Ancak gazete sahiplerinin tepkisini asıl çeken düzenleme, bundan iki gün sonra çıkarılan 212 sayılı yasaydı. Basın iş yasasında önemli değişiklikler yaparak çalışanlara ek haklar tanıyan bu yasaya gazete sahipleri “bu hükümler sosyalist ve liberal hiçbir hür memleket rejimlerinin yasalarında yoktur” diye karşı çıkıyordu. Gazetecilerin ücretinin peşin ödenmesi, kıdem hakkının mesleğe girişle beraber başlaması, istifa hâlinde de kıdem tazminatı alınabilmesi, kâr eden gazetelerin çalışanlara bir maaş ikramiye vermesi ve ölüm ödeneği gibi yeni haklar patronların hedefindeydi.

Dokuz Patron Olayı ve üç günlük boykot

212 sayılı kanun 10 Ocak 1961’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girerken, gazete sahipleri de ortak bir tavır için bir araya geldikleri toplantıda boykot kararı almıştı. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Yeni Sabah, Vatan, Tercüman ve Yeni İstanbul gazeteleri üç gün boyunca çıkmayacaktı. Bu olay, basın tarihimize Dokuz Patron Vakası diye geçti. 10 Ocak 1961’de bu gazeteler “Gazetemizi üç gün kapatıyoruz” başlığıyla ve ortak bildiriyle çıktı. Bildiride bir yandan MBK övülüyor, bir yandan da yeni yasanın “tehlikesi” vurgulanıyordu. Patronların yayın durdurmasına en etkili cevap da yine gazetecilerden geldi. Gerisini, söz konusu tezden aynen aktaralım:

10 Ocak 1961’de 3 günlük yayın durma kararı duyurusunun yayımlandığı dokuz gazeteden bazılarının künyelerinde değişiklikler oldu. Sendikalı ve sendikasız yazı işleri müdürlerinden bir kısmı, boykot bildirisinin yayımlandığı o sayıya imzalarını koymayı kabul etmedi. Dünya gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürlerinden Hikmet Çağlayan ve Sami Karaören imzalarını koymayınca o gün sorumlu yazı işleri müdürü olarak Yekta Ragıp Önen’in adı yayımlandı. Milliyet’te Hasan Yılmaer adını koymamış ve onun yerinde Ercümend Karacan’ın adı çıkmıştı. Vatan’da Mesut Özdemir ve Gökşin Sipahioğlu adlarını koymayı kabul etmeyince yalnızca sahip olarak Ahmet Emin Yalman’ın adı yer aldı.

Dokuz gazetenin yazı işleri müdürü, ortak bir bildiri ile boykota katılmadıklarını duyurdu. Yazı işleri müdürlerinin ortak bildirisinde şu görüşlere yer verildi:

“1- Gazetelerimizin kapatılması konusunda patronlarımız tarafından alınan kararı asla tasvip etmiyoruz.

2- Bu karara mesnet olarak gösterilen basınla ilgili kanunların patronlar tarafından belirtildiği şekilde ‘basının emsali görülmemiş bir tehlikenin içine aldığı,’ ‘temel hak ve hürriyetlerimizi kısıntıya soktuğu’ iddiasına iştirak etmiyoruz.

3- Bu kanunlardan basında çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenleyen ‘fikir işçileri kanunu’ sosyal adaletin gerçekleşmesinden başka bir netice sağlamayacak, hak ve hürriyetimizi kısmayıp bilakis garanti altına alacaktır.

Resmi ilanlar gazetelere ekonomik baskı aracı yapılabilir

Basın İlan Kurumu Kanunu’nda özel ilanlarla ilgili maddenin gazetelerin mali menfaatlerine aykırı bulunduğu, hatta bu maddenin ileride gazetelere bazı ekonomik baskı vasıtası haline getirilebileceği iddia edilebilir. Ancak, bu iddianın doğruluğu dahi Türk basın tarihinde görülmemiş bir boykota sebep olamaz. Gazetelerin üç gün kapatılması gibi ağır bir protesto, evvelki rejimlerde temel hak ve hürriyetlerimizin hakikaten kısıldığı, basının hakikaten emsali görülmemiş bir tehlikenin içine sokulduğu günlerde dahi başarılamamış bir harekettir. Bizler, o zaman böyle bir protestoya cesaret edememiş patronların bir ilan kanunu için ittifakla vardıkları bu kararı basın için haysiyet kırıcı buluyor, amme görevimizi yapmaktan bizi alıkoyan bu durumdan dolayı teessürlerimizi umumi efkara açıyoruz.”

İmzalar: Abdi İpekçi (Milliyet), Vecdi Kızıldemir (Cumhuriyet), Gökşin Sipahioğlu (Vatan), Hikmet Çağlayan- Sami Karaören (Dünya), Tevfik Erol (Tercüman), M. İlhan Turalı (Akşam), Oğuz Akkan (Yeni Sabah). Bu bildiriye imza koymayan Hürriyet gazetesi Yazı İşleri Müdürü Necati Zincirkıran ise bu tavrından dolayı haysiyet divanına verilerek İGS üyeliğinden ihraç edildi.

Bir grup gazeteci de yayımladıkları bildiride şu görüşlere yer verdi: “En iptidai meslek haklarıyla beraber insanlık haysiyetleri de, gazete sahiplerinin küçücük öfkesine, kaprisine ve menfaat endişesine kurban edilen Türk gazetecisi, yeni kanunla en tabii haklarını elde etmiş bulunuyor.”

Bildiride ayrıca, gazetecilerin karakollarda dövüldüğü, hapse atıldığı, gazetelerin sansürlendiği dönemlerde birleşme fikrine yanaşmayan bazı gazete sahiplerinin kendi çıkarları için ortak hareket etmeleri ibret verici bir manzara olarak nitelendi. Bu bildiride imzası bulunan gazetecilerden bazılarının isimleri şöyle: Çetin Özcan, Adnan Veli, Nail Güreli, Yalçın Tüzecan, Galip Sayın, Gökşin Sipahioğlu, Selahattin Güler, Hilmi Yavuz, İhsan Onur, Nezihi  Yener, Emil Galip Sandalcı, Ayhan Yetkiner, Turhan Tükel, Remzi Hakkan, Şevket Soley, S.Sacid Demircan, Mustafa Eremektar, Selçuk Çandarlı, Semih Tuğrul, Erdoğan Kıral, Esen Yalçın, Reşit Aşçıoğlu, Gürkut Uşaklı, Seyami Turgut Genç, Cenap Çetinel.

Sendika kamuoyu oluşturmayı başardı

İGS, yayımladığı bildiriler, tertiplediği yürüyüşler, üç günlük boykot süresince çıkardığı Basın isimli gazete ve Türkiye Radyoları’nda lehlerine yapılan yayınlarla gazete patronlarını zor durumda bırakan bir kamuoyu oluşturmayı başardı. 10 Ocak 1961 günü de şu bildiriyi yayımladı:

“İstanbul’da yayınlanan dokuz gazete, üç gün müddetle kapanmıştır. Bu kapanma kararı, gazetelerin tesis ve maddi imkânlarını ellerinde bulunduran gazete sahipleri tarafından verilmiştir. Basını meydana getiren asıl ve büyük kütle olan biz yazı işleri müdürleri, sekreterler, istihbarat şefleri, muharrirler, muhabirler, foto muhabirleri, karikatüristler, ressamlar, musahhihler ve diğer fikir işçilerinin böyle bir kararda oyumuz olmadığı gibi, bu hareketi asla tasvip etmemekteyiz.

27 Mayıs Devrimi’nden önce, Menderes rejiminin en karanlık baskı günlerinde cop yiyen, hapse giren, yolu kesilen, zindanlarda çürütülmek istenen fikir hürriyet mücadelesi sırasında milletçe beklenen böyle bir hareketi yapmayan gazete sahiplerinin, fikir işçilerinin haklarını teminat altına alan yasanın çıktığı sırada, gazete kapatmak suretiyle Milli Birlik Komitesi’ni protesto yoluna gitmeleri, ayrıca dikkati çekecek bir olaydır.”

* * *

Gazeteciler, 10 Ocak 1961 günü, işverenlerin boykotunu ve davranışlarını protesto amacıyla Cağaloğlu’ndaki Sendika merkezinden Vilayet binası önüne kadar sessiz bir yürüyüş yaptı. Yürüyüş sessizdi ancak gazeteciler, olaylara ilişkin düşüncelerini her zamanki gibi yazıyla dile getirdi. Ama bu kez gazete sayfaları yerine karton ve bez afişleri kullanmak zorundaydılar. Gazetecilerin taşıdıkları pankartlarda geçen ifadelerden bazıları şöyle:

  • Simidimiz ve hürriyetimiz
  • Çalışan gazeteciye cop, patrona hep hazırlop
  • Babıali ağalığına paydos
  • Çalışan gazeteci bugüne dek simitle ve ümitle yaşadı
  • Patronlar paralarını, biz çalışanlar hayatımızı koyduk
  • Biz çalışan gazeteciler gazetelerin üç gün çıkmama kararına katılmıyor
  • Gazeteciyi ezenler bu kanunla eziliverdi
  • Hakikat kılıcı kılıçlı patronların tepesinde
  • Patron, sen hiç cop yedin mi?
  • Menderes’e boyun eğenler hürriyete başkaldırıyor
  • Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez

Yürüyüşe katılan gazeteciler bu ifadelerin yer aldığı pankartların dışında çok sayıda Türk bayrağı ve Atatürk posteri taşıdı.

‘Daima halkın hizmetindeyiz’

Sonucu özetleyelim: Gazete sahipleriyle çalışanlar arasındaki arabuluculuk çabaları netice vermedi. Patronlara boyun eğmeyen gazeteciler, sendikanın liderliğinde ve zor şartlar altında Basın gazetesini çıkarmayı başardılar. Bu gazetenin künyesinde İGS Üyesi Selçuk Çandarlı, Umum Neşriyat Müdürü Abdi İpekçi, Sorumlu Yazı işleri Müdürü Semih Tuğrul ve teknik danışman Murat Kayahanlı yer alıyordu.

Tezde geçen ifadeyle, “Türk fikir işçilerinin ilk gazetesi nihayet rüyadan gerçeğe dönüşmüştü” ve her gün 100 bin adet basılarak üç gün boyunca Türkiye’ye dağıtılmıştı. İlk günkü manşeti “Daima halkın hizmetindeyiz” başlığını taşıyordu. Üçüncü gün “Allahaısmarladık” başlıklı veda yazısında ise “Çıkarken ne demiştik: ‘Üç gün sizi gazetesiz bırakmayacağız.’ Ve işte, bırakmadık” deniliyor, gelecekte gazetecilerin yasal haklarını korumak için gerekirse yine aynı yolda yürüneceği sözü veriliyordu.

Son tahlilde gazeteciler kazandı, birçok patron geri adım attı. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü olarak bildiğimiz, 1962 yılından 1971 askeri müdahalesiyle gazetecilerin yasal hakları kırpılana kadar “bayram” olarak kutlanan bugünün tarihi işte bu “Dokuz Patron Olayı” ile Basın gazetesine dayanıyor.

Hürriyet’in sahibi Erol Simavi 1962’deki ilk Gazeteciler Bayramı resepsiyonuna bizzat gelip 212 sayılı yasayı kendisinin daha çıkarılmadan uyguladığını söylüyor, “Kalkmasını da ben şahsen arzu etmem” diyordu.

* * *

‘Fikir işçilerinin yürüyüşü’nü Basın gazetesi için Yaşar Kemal haberleştirmişti

Basın gazetesinde 11 Ocak 1961’de yayımlanan ve gazetecilerin sessiz protestonu anlatan “Fikir işçilerinin yürüyüşü” başlıklı Yaşar Kemal haberiyle bu yazıyı kapatalım:

Bu sabah erkenden uyandım. Dün gazetede gazete sahiplerinin protesto yazısını okumuştum. Gazeteler bazı kanunları protesto etmek üzere üç gün çıkmayacaklardı. Bu kanunlardan biri fikir işçilerinin haklarını koruyordu. Ve gazete sahipleri buna karşı geliyorlardı. Yıllardan beri Türk fikir işçisinin ilerisini garantiye alan hiçbir dayandığı kanun, tutunduğu dal yoktu. Türk fikir işçisi dert içinde, bela içindeydi. Bence bu bizim gazete sahiplerinin hoşuna gitmeliydi.

Bu kanunun bize verdiği haklar o kadar aşırı haklar değildi. Bazı gazeteler zaten bu hakların bir kısmını fikir işçilerine tanıyorlardı. Bu öfke ne öyleyse? Belki bir kırılma, bir zinciri koparmadır bu. Sonu gelecek diye bir tereddüt mü var?

Resmi ilan işi, fikir hürriyetini dolayısıyla kısıyor diyorlar. Bu, ona karşı bir protestodur, diyor bazıları. Fikir işçilerine karşı değildir, diyorlar. Öyleyse, açıkça bunu söyleyemezler miydi? Söyleseler, eğer fikir hürriyeti kısılıyorsa, biz onlarla birlik olur, davamızı daha güçlü yürütürdük. Açıkça, biz fikir işçilerinin haklarını koruyan kanuna karşı değiliz, diyebilirlerdi.

Şimdi biz onlarla birlik değiliz. Onların bu hareketlerini protesto ediyoruz.

Haklarımızı koruyan kanunun yanındayız.

Bu sabah erken uyandım, demiştim. Hep kafamda bir düşünce vardı. Biz bu protestoya karşı nasıl bir tavır takınacağız? Çoğumuzun başında viran kalası evlad ü eyal vardı. Ve bu gazetelerden gözünün yaşına bakmadan, hiç sebepsiz, insanlar kovulmuşlardı. Korku vardı. Korku. Ekmek. O bir parça ekmeğin elden alınma korkusu. Bunu göze alanlar da çıkacaktı, alamayanlar da. Alamayanlara ne diyebilirdik? Alanlar için “olağandır” derdik ama… Belki bazı gazete sahipleri bu işi çok medeni karşılayacaktı. Bunun bir ekmek ve hürriyet savaşı olduğunu bilip söyleyeceklerdi. Yürekten bizimle birlik olanlar da vardı. Destekleyeceklerdi bizi. Ama içlerinde ekmeğimizi kesecekler de vardı.

Yani bu sabah kaç kişi gelecekti, bizim protestoyu protesto edişimize kaç kişi katılacaktı? Bu, benim için önemliydi.

Bu hareket memleketimizde bir dönüm noktası olabilirdi. Olacaktı. İşçinin iş sahibinden hakkını koparması… Koparılmış hakkını geri vermemesi…

Sabahın dokuzunda Gazeteciler Sendikasında çok az kişi vardı. Ama heyecanlıydılar. Bu kadar az kişi de olsa iş görülebilirdi. Ama bu işe bütün fikir işçilerinin eksiksiz katılmaları çok iyi olurdu. Birden saat on bire doğru koskoca salon doldu. İğne atsan yere düşmüyordu insandan. Bu, göz yaşartıcı bir haldi. Bir haksızlığa karşı başkaldırmaydı. Bu arkadaşlar işlerini, gazetelerini, ekmeklerini, hürriyetlerini seviyorlardı. Salonda hemen bütün basın işçileri vardı.

Bu birlik, ne güzel birlikti. Ne güzel arkadaşlık, ne güzel bir sarılmaydı birbirimize. Göz yaşartıcı bir görünümdeydi salon.

Ve Türk fikir işçileri vakurdu. Karşı koymanın, hak aramanın güzelliğindeydi her şey.

Dövizler yazılmaya başlandı. Bir tanesinin üstünde durmaya değer:

“Menderes’e boyun eğenler, hürriyete başkaldırıyorlar.” Bunun üstünde önemle durmak gerek. Sonra haksızlık da yapmamak gerek. Bu dokuz gazetenin hepsi Menderes’e boyun eğmedi. Bir ikisi her zaman başkaldırdı. Ama Menderes’in kulu kölesi olanlar… Gazete kapatmak için Menderes devrinde her gün vesile çıkıyordu.

Türk fikir işçisinin hakları karşısında birleşemeyenler, ne güzel birleşiyorlar.

Bunu Türk halkı, Türk kamuoyu böyle biliyor. Böyle düşünüyor.

Ne olursa olsun, gazete sahiplerinin bu hareketlerini iyi karşılamadık. Bu hareket, Türk gazeteciliğini halkın gözünden düşürmek demektir. Onlarla birlik değil, onların bu hareketlerine karşıyız. Bütün Türk fikir işçileri bugün hep bir ağızdan bunu söyledi. Basınımızın onurunu kurtardı.

Bu, basın tarihimizde en şerefli yeri alacak bir harekettir. Ekmeği ve hürriyeti korumanın en büyük çabasıdır.

Bu gazete, elinizdeki bu gazete de, bu karşı koymanın en güzel delilidir. Türk fikir işçileri, hangi şart altında olursa olsun, okuyucularına sesleneceklerdir.

Bugünü, bütün Türk işçilerine örnek bir gün olarak göstermeliyiz. Bugünü, Türk fikir işçilerinin bayramı ilan etmeliyiz.

Bu hareket, birleşmenin zaferidir. Birleştikten sonra, haksızlığa uğrayanlar yüzde yüz birleştikten sonra, bu dünyada onları yenecek güç yoktur. Biz bugün öylesine birleştik ki… Birleşmenin zaferi… Bu yüzden bu günün anlamı büyüktür. Türk fikir işçilerinin Zafer Bayramı olsun!

* Bu yazı Journo’da ilk olarak 10 Ocak 2020’de yayımlandı. Alıntılanan tezde geçen bazı özel isimler hatalı yazılmıştı. Bu hataları düzelten ve İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın tarihiyle ilgili ek bilgiler sunan meslek büyüğümüz Sayın Orhan Erinç’e teşekkür ederiz.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ÇALIŞAN GAZETECİLER, ÇALIŞMAYAN GAZETECİLER: 2020’DE DURUM

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten