Röportaj

Teknik direktörlere spor medyasını sorduk: Gazeteciler az araştırıyor, çok taraf tutuyor

Spor medyasının, hakemlerle birlikte en çok eleştirdiği kişiler, teknik direktörler… 20 kulübün yer aldığı Süper Lig’in ilk 14 haftasında bugüne dek 14 teknik direktör görevden alındı. Peki, eleştirilere kimi zaman kameralar önünde yanıt veren ama çoğu kez susma haklarını kullanan teknik direktörler, spor medyası hakkında ne düşünüyor? Bugünlerde Beşiktaş’ta yeniden göreve getirilen Rıza Çalımbay dâhil 8 teknik direktöre bunu sorduk.

Rıza Çalımbay, “11’imi yaparken gazeteci mi vardı? Ben futbolun içinden geliyorum. Gazeteci benim kadar bilemez ki” dedi. Ankaragücü’nü 1. Lig’den Süper Lig’e çıkaran Mustafa Dalcı, Ankara’daki spor medyasını sert sözlerle eleştirdi. Gençlerbirliği Teknik Direktörü Sinan Kaloğlu medyada liyakâte eskisi kadar önem verilmediğini, bu yüzden futbol muhabirlerinin niteliğinin son yıllarda gerilediğini vurguladı. Şanlıurfaspor Teknik Direktörü İrfan Buz ise “takım gözlüğü” takan gazetecilerden şikâyetçi…

Bu röportaj için teknik direktörlerle görüşmelere geçen sezon başladım. Örneğin Rıza Çalımbay ile görüşmemiz, kendisinin geçen ay Beşiktaş’ta göreve getirilmesinden önce gerçekleşmişti. Ankara’da yüz yüze görüştüğümüz haziran ayında sezon bitmiş, Sivasspor ile 3 yıl üst üste Avrupa sahnesinde boy gösteren Çalımbay kırmızı-beyazlı kulüple yollarını o ay içinde ayırmıştı. Ancak söyleşi tarihlerinin aslında çok da önemi yok çünkü görüştüğüm tüm teknik direktörlere sorularım ve onların verdiği yanıtlar, Süper Lig’deki gündelik gelişmelerden bağımsız değerlendirilebilecek genel meselelere işaret ediyor.

Medya gibi futbolun da ağırlık merkezi İstanbul. 4 büyükler olarak tanımlanan Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un ulusal medyada en çok yer alan kulüpler olduğu malum… Trendyol Süper Lig’de yer alan Anadolu takımları ve alt liglerde yarışan çoğu kulüpse ulusal medyada kendisine yer bulamıyor. İkinci kez Beşiktaş’ın başına geçen, 2001’den beri Trabzonspor’un yanı sıra bazıları 2 ayrı dönemde olmak üzere 11 farklı Süper Lig takımını çalıştıran Rıza Çalımbay, bu yüzden bu konuda görüşlerine başvurulabilecek teknik direktörlerin başında geliyor.

Medyada %99 oranında ‘dört büyükler’in konuşulduğunu belirten Rıza Çalımbay şunu ekliyor:

  • Sivasspor’u çalıştırdığım dönemde bu konudan çok rahatsızdım. Sivas’ta 3 sene üst üste Avrupa’ya gittik. Avrupa’ya üst üste giden hiçbir Anadolu takımı yok. Bu durum, ulusal medyada yeterince gözüktü mü? Hayır, gözükmüyor işte. Anadolu takımı başarı elde etsin, 3 gün sonra o takımın başarısını kenara atıyorlar, tekrar büyükleri öne çıkarıyorlar. Şimdi bile, şuradan bir gazete alıp açsak Anadolu’dan hiç kimsenin haberi olmaz. 4 büyüklerden haber okunur.

4 büyükler = Reyting

Futbolculuk döneminde Galatasaray ile UEFA Kupası’nı ve UEFA Süper Kupası’nı kaldıran, teknik direktörlük kariyerinde Kayseri Erciyesspor, Tarsus İdman Yurdu ve Çorum FK gibi çok sayıda kulüpte görev kalan Ergün Penbe, bu durumun nedeninin “reyting” olduğunu düşündüğünü belirterek şöyle diyor:

  • Bu sadece ülkemizin sorunu değil. Diğer liglerde de büyük takımlar, medyada daha çok yer alıyor. Neredeyse tüm dünyada,  futbol çok seviliyor. Biraz da reyting işi diyebiliriz. Bundan dolayı da büyük camialara ve popüler takımlara ulusal medyada daha çok yer verilmesi normal.

Gençlerbirliği Teknik Direktörü Sinan Kaloğlu da aynı fikirde:

  • Basın, reytingleri kovalar. Basının, taraftarı ve PR’ı daha çok olan, izlenme oranları yüksek olan, gazete satışlarında tirajları yüksek olan takımları kovalaması onlara daha çok yer vermesi doğal ama Gençlerbirliği de Türkiye’nin en köklü kulüplerinin başında geliyor. Gençlerbirliği’nin Süper Lig’de olması, şehre de Ankara basınına da değer katar. Bu süreçte, Ankara basınından daha çok ilgi isterdik. Basının biraz daha ilgisini istiyoruz.

Rıza Çalımbay, medyanın reyting uğruna büyük takımlara yer vermesine katılsa da, “Basının büyük takımları, tiraj vs. açısından ön plana çıkarmasında haklılık payı var tabii ki ama hak eden takımların da hakkını vermeleri gerekiyor” ifadesini kullanıyor.

Karaveli’ye göre çözüm medyada değil, taraftarda

Trendyol 1. Lig ekiplerinden Astor Enerji Şanlıurfaspor Teknik Direktörü İrfan Buz, “Türkiye’de baktığınız zaman, finansal anlamda çok büyük pay sahibi olan 4-5 takım var. Onlar da devamlı şampiyon. Güç meselesi, taraftar meselesi” diyor.

Bir dönem Beşiktaş’ı da çalıştıran, son olarak 2. Lig ekiplerinden 68 Aksaray Belediyespor’da görev alan Önder Karaveli de “Ne kadar çok taraftarın varsa, ne kadar çok büyük bir camiaysan medyada daha fazla yer alırsın” diyor. Taraftarın kendi şehirlerinin ya da ilçelerinin takımlarını tutması gerektiğine dikkat çeken Karaveli şu açıklamayı yapıyor:

  • Eğer siz bulunduğunuz şehirdeki takımı değil de kalabalık topluluklar tarafından desteklenen takımları tutarsanız, o takımlara gönül verirseniz, insanlar da o takımlar üzerinden daha fazla yayın yapmak, onları daha fazla ön plana çıkarmak durumunda kalıyor. Ne kadar çok taraftarın varsa ne kadar çok büyük bir camiaysan medyada daha fazla yer alırsın. En önemli sıkıntılardan biri, insanların yaşadığı şehrin, ilçenin takımını tutmaması. Almanya’da, farklı liglerde birçok maç seyrettim. 4. Lig’de 35 bin, 40 bin kişilik maçlara denk geldim. Orada, istisna durumlar dışında, herkes bulunduğu bölgenin, bulunduğu şehrin takımını tutuyor ve destekliyor. Bunun çözümü medyadan önce, bence taraf olan kişilerde…

Teknik direktörler, etkilenmemek için haberleri “filtreliyor”

Peki, teknik direktörler, medyada haklarında çıkan asılsız, olumsuz haberleri ya da köşe yazılarındaki eleştirileri görünce ne düşünüyor?  Bu tür haberleri okuyorlar mı? Onlara göre, eleştirilerin ne kadarında haklılık payı oluyor? Gelin, teknik direktörlerden bu soruların da yanıtlarını alalım…

Teknik direktörlerin eleştirilere açık olması gerektiğini dile getiren İrfan Buz, yaptıkları işi çok fazla etkilememesi adına, haberleri “filtreleyerek” okuduklarını söylüyor:

  • Ben de kendimi eleştiren bir insanım. Çünkü, kendinizi eleştirmediğiniz zaman gelişemezsiniz… Yapılan eleştirilere, bazen gülüyoruz, bazen de ağır ve kişisel eleştiriler olduğu zaman tabii insanın hoşuna gitmiyor. Bu durum, işimizin bir parçası olduğu için profesyonel anlamda değerlendirmeye çalışıyoruz. Ama çok fazla etkilememesi açısından o tür haberleri okumamayı tercih ediyorum. Kendinizle alakalı önemli haberlere bakabiliyorsunuz ancak filtreliyorsunuz. Saçma sapan başlıklar olduğu zaman çok fazla bakmıyorsunuz. Çünkü işinize odaklanmak istiyorsanız, bunları elimine etmek durumundasınız.
Sol üstten saat yönünde: Ergün Pembe, Sinan Kaloğlu, Önder Karaveli ve İrfan Buz

2017-2018 sezonunda Çaykur Rizespor, 2018-2019 sezonunda da Gençlerbirliği ile Süper Lig’e çıkma sevinci yaşayan ve son olarak Trendyol 1’inci Lig ekiplerinden Eyüpspor’da teknik direktörlük yapan İbrahim Üzülmez ise “Eleştiri olacaktır tabii ki… Nasıl ki başarıda alkış varsa başarısızlıkta da eleştiriler olacaktır. Gerek futbolculuk gerekse de teknik adamlık dönemimde, eleştirilerden kendime dersler çıkarıp yoluma devam ettim hep. Eleştirinin olduğu yerde, başarının da olduğunu düşünüyorum” ifadesini kullanıyor.

Gençlerbirliği Teknik Direktörü Sinan Kaloğlu “doğru” eleştirinin insanı geliştirdiği ama eleştirenin niyetinin de önemli olduğu görüşünde:

  • Futbolda, eleştiriler her zaman olacak. Ama tabii ki doğru eleştiriden yanayım. Doğru eleştiri, insanı geliştirir. Doğru eleştiri olduğu zaman, zaten bunu iyi alan bir insanım. Tabii, kendimizin de özeleştirisini yapıyoruz. Hiçbir insan mükemmel değil. Herkesin hataları var. Dünyanın en iyi hocası da olsa, onun da eksikleri hataları oluyor. Hâliyle böyle bir durumda, eleştiriye kapalı olan bir insan gelişemez. Ben de eleştirilere açığım ama bu eleştirilerin niyeti önemli. Eleştirileri yapan insanların da yaptıkları eleştiriye ne kadar vâkıf oldukları da önemli. Sonuçta, takımı hiç takip etmeden, oyuncuyu, antrenmanları, takımın nasıl kurulduğunu, oyuncuların nasıl geldiğini bilmeden bir eleştiri yapılıyorsa bazen bu tip eleştirilerde art niyet aranıyor açıkçası. Ama futbolun duayenleri, futbolun içindeki insanlar zaten her şeyi takip ediyor. Onlar, neyin ne olduğunu biliyor. Onların eleştirileri bizi her zaman geliştirir.

Eleştiride üslûp da önemli: “Futbolun içinden gelen daha iyi bilir”

Eleştirinin üslûbunun da önemli olduğunu belirten Rıza Çalımbay’a göre medyamız eskiden daha “kibar” idi:

  • Eleştiri, bu işin bir parçası. Eğer bu işi yapacaksanız, eleştiriye de hazır olacaksınız. Eğer ben yanlış bir şey yapmışsam beni eleştirecekler tabii ki. Ancak bazı gazeteciler, eleştirirken üslûbuna dikkat etmiyor. Tam anlamadığı hâlde, olayı tam bilmediği hâlde, çok eleştirenler de var. Olay, antrenörleri veya oyuncuları suçlamaya kadar gidiyor yani. Eleştiri tabii ki olacak ama bazen de olumlu şekilde eleştirecekler. Onu da yapmaları gerekiyor. Eskiden insanlar, daha kibar, daha nazik davranırdı. Bilmedikleri konulara girmezdi ama şimdi her yerden giriyorlar. Bir de sosyal medya çıktı. Sosyal medyada da insanlar bilip bilmeden yazıyor, çiziyor. Gazeteciliği bilen, çok güzel yazan, çok güzel şekilde yorum yapan çok kaliteli arkadaşlarımız da var. Bunların da geneli futboldan gelen kişiler oluyor. Futbolun içinden gelen daha iyi bilir.
  • Şimdi ben, 11’imi yapmışım. 11’imi yaparken gazeteci mi vardı? Ben futbolun içinden geliyorum. Gazeteci, benim kadar bilemez ki… Bunları görünce çok rahatsız oluyoruz. Antrenmanlarda oyuncularla çalışıyorsunuz. Hangi takımla oynayacaksanız, o takımı analiz ediyorsunuz. Sonuçta da en iyi kadroyu çıkarıyorsunuz. Gazeteciler istediği kadar eleştirsin önemli değil, önemli olan benim çıkardığım kadro. Ona da saygı duyacaklar.
  • Ben ya da diğer arkadaşlar olsun, antrenörler bir kulübe gidiyor, orada çalışıyor, bazen işler iyi gitmiyor ve kulüpten ayrılıyor. Basının attığı başlık şu: “X hoca kovuldu.” Ayrıldı bile yazamıyorlar. Bu çok çirkin bir şey. Basına hiç yakışmıyor.

Bazı eleştirel haber ve yorumlar “şaşırtıyor, üzüyor, kırıyor”

Medyada, hakkında yapılan bazı eleştirilerin zaman zaman dozunu aştığını ifade eden teknik direktör Önder Karaveli şöyle diyor:

  • Medya mensubu, taraftar veya futbol yöneticisi olsun, dışardan seyreden her gözün sonsuz eleştiri hakkı var. Bu eleştiriye saygı duyuyorum fakat karşılıklı saygı olduğu sürece bu biraz daha kolay olacaktır. Ben bu konuda, zaman zaman dozunu aşan durumlarla karşılaştım. Bana karşı medyanın zorlayıcı tarafları da oldu. Zaman zaman saygı sınırlarını aşan durumlar da oldu. Eleştiri son derece normal ama dozu, eleştirinin şekli, hangi sınırlar içinde olduğu çok önemli. Fakat, karşı taraf nereye taşırsa taşısın, ben her zaman kendi seviyem içerisinde bulunmaya çalıştım. Spor medyası, ne zaman skor medyası olmaktan uzaklaşır, oynanan oyunlar üzerinden daha derinlemesine analizler yapar, antrenör ve takım eleştirilerini daha derinlemesine yapmaya başlarsa Türk futbolu adına büyük bir kazanım olur. Gelişim ancak böyle sağlanır.
  • Antrenörlük hayatımın büyük bir bölümünü akademilerde geçirdim. Ne zaman profesyonel takım çalıştırdıysam o zaman bu tip durumlarla karşılaştım. En yüksek seviyeyi tabii ki Beşiktaş’la çalıştığım süreç içerisinde gördüm. Benimle ilgili hem yazılı hem görsel medyada çıkan birçok haber ve yorum oldu. Samimiyetle söylüyorum, bunların büyük bir kısmından haberdar bile değildim. Ancak çevremdeki insanlar, önüme getirince onlardan haberdar oluyordum. İnsan ilk duyduğunda gerçekten de şaşırıyor. İlk duygum, şaşkınlık oluyor. Bazı dozlara çıktığında, üzülebiliyorsunuz da kırılabiliyorsunuz da… Her şeyi cevaplayamıyorsunuz. Bir dönem, televizyonda benimle ilgili çok sert söylemler olmuştu. Beşiktaş kulübünün de çok daha sert şekilde açıklaması olmuştu. Bazen kulüpler de sizin adınıza cevaplar verebiliyor. İnsanların doğruyu bilmesi önemli. Ne yazık ki ülkede, “çamur at izi kalsın” kültürü, sadece spor üzerinden değil, ülkedeki genel yaşam üzerinden devam ediyor. Ama bunları anlatmakla, düzeltmekle de zaman kaybedemezsiniz. Bu büyük zaman kaybı oluyor.
  • Kendi gerçeklerini son derece net şekilde bilerek yaşıyorum. Yaptığımı, yapmadığımı her şeyi biliyorum… Özellikle maçlar üzerinden o insanların çoğundan kendimi daha sert eleştirebilen bir insanım. Onların görmediği hataları da görüp eleştirebilen bir insanım. Gülüp geçmek de çok kolay değil. Eleştiri saygısızlık boyutuna gelince, gerçek dışı olduğunda, buna gülemezsiniz. Önce şaşkınlık, bazen kızgınlık oluyor. İster istemez insanî duyguların tamamını yaşıyorum. Biz antrenörler de normal bir insanız sonuç olarak. Hayatın akışında bazen tepki vermek istediğiniz zamanlar da oluyor. Sadece etten kemikten değiliz, duygularımız da var. Ama cevap vermek yerine, çoğunlukla kendi doğrularımla yaşamayı tercih ettim.

Dalcı: “Gazeteci güçlünün değil, haklının yanında olmalı”

5 yıl boyunca Ankara’da çeşitli takımlarda çalışan, 2021-2022 sezonunda Ankaragücü’nü 1. Lig’den Süper Lig’e çıkaran ve son olarak Gençlerbirliği’nin 100’üncü yılında görev yapan teknik adamlardan biri olan Mustafa Dalcı, konuştuğumuz teknik direktörler arasında gazeteciler hakkında en sert eleştiriyi yapanların başında geliyor. Şöyle diyor Dalcı:

  • Ankara medyasını tanımıyorum, onları yok sayıyorum. Ulusal basın haricinde, bana göre Ankara’da medya yok. 3-5 tane yerel gazeteciyi tanımıyorum. Bilgisiz, kalemini satan insanlar olduğunu düşünüyorum. Onlar da beni tanımıyor, sorun yok. Ben en azından doğruyum. Onlar hakkında böyle düşünüyorum. Çünkü yaşamış olduklarım bana bunu gösterdi. Hiçbirinin bu anlamda, samimiyetine, dürüstlüğüne inanmıyorum. Gazeteci dediğin kalemiyle güçlüdür, gazeteci dediğin âdildir, gazeteci dediğin objektiftir.
  • Benim ailemde de birçok gazeteci var ve bu anlamda bedel ödemişlerdir. Ama asla güçlünün yanında değil, haklının yanında olmuşlardır. Mutlaka ve mutlaka haklı ya da doğru neyse onun yanında olunmalıdır. Kalemini satan, bana da bir başkasına da aynısını yapıyor. Hiç kimse kusura bakmasın, ben onları gazeteci olarak değerlendirmiyorum. Ben onların güçlünün yanında olduklarını düşünüyorum, haklının yanında olduklarını düşünmüyorum. Duruma göre şekil alıyorlar. Ben de bu yaşadıklarımdan ve tecrübelerimden dolayı hiçbirini tanımıyorum.

Teknik direktörlere göre spor medyasının en büyük sorunu tarafsızlık ve nesnellik. Geçtiğimiz sezon Süper Lig’de kısa bir süre Giresunspor’u da çalıştıran İrfan Buz, “Türk spor basının en büyük sıkıntılarından biri; zaman zaman ‘takım gözlüğü’nü takmış olmaları. Öyle olunca taraflı ve objektifliğini de kaybetmiş oluyorlar” diyerek ekliyor:

  • Giresunspor’da yeni göreve gelmiştim. 3 gün sonra Fenerbahçe’ye karşı oynamıştık. Bizim için hayati bir maçtı. Fenerbahçe 1-0 öne geçmişti, ardından 1-1 berabere kalmıştık. Hatta o maçta Fenerbahçe’yi yenebilirdik de. Orada beni takdir etmeleri gerekirken tam tersi, tepki aldık. Futbolcular, kendilerini göstermek açısından, öyle maçlara tabii ki özel bir motivasyonla giriyor. Biz göreve geldikten 3 gün sonra, o takımla, o imkânlarla Fenerbahçe karşısında 1 puan aldıysak takdir edilmeli. Aksine, “Bu maçlara çok özel mi hazırlanıyorsunuz” tarzında sorular yöneltiliyor. Bu durumu anlamıyorum.

Haberin iyi araştırılması, yorumun “dört dörtlük” yapılması gerekiyor

İbrahim Üzülmez nesnellik meselesine şu sözlerle dikkat çekiyor: “Spor basınında yer alan yorumcular ya da yazarlar, bir şekilde takımlarıyla ilgili bir fanatiklik ortaya koyuyor. O yüzden de tarafsız kalamıyorlar ve tarafsız şekilde yorum yapamıyorlar. Öyle olunca da yaptıkları eleştirileri, hep takımın lehine yapmış oluyorlar. Olumsuz durumlar söz konusu olduğunda bile takımları aleyhinde çok fazla eleştiri yapamıyorlar.”

Mustafa Dalcı, İbrahim Üzülmez ve İlker Püren

Ergün Penbe’nin de temel şikâyeti aynı: “Reyting uğruna, haberin içeriğini tam çözmeden, yalan yanlış haberler yapıp, sporseverleri yanlış yönlendirmeleri, bir oyuncuyla röportaj yapmadan oyuncunun ağzından haber yapmaları, genelde tuttukları takımdan dolayı yanlı olmaları ve bundan dolayı da objektif olamamaları Türk spor basınının en önemli sorunları arasında yer alıyor.”

Rıza Çalımbay ise “Taraflı davranan gazeteciler de var tabii ki. Tuttuğu takım oluyor ya da oraya yakın oluyor. Gazeteciler bazen duymadıkları şeyleri bile yazıyor. O zaman da tabii ki birçok sıkıntı oluyor. Ben gazeteci arkadaşların her şeyi araştırmalarını, yorum yapacakları zaman, yapacakları yorumu dört dörtlük yapmalarını istiyorum. Bir de yazı yazarken agresif olmamalılar” diyor.

Birçok spor muhabiri doğru soruları sormuyor

Teknik direktörlerin yorumlarında, spor medyasındaki gazetecilik pratiğine dair somut verilerden biri, habercilerin yönelttiği veya yöneltmediği sorular hakkında.

Bugün Başakşehir’i çalıştıran ve o dönemde Alanyaspor’da görev yapan Çağdaş Atan’ın 2020’deki bir basın toplantısında şaşırarak “Arkadaşlar, sorunuz yok mu gerçekten” ifadesini kullanmasını Kenan Başaran Journo’da yorumlamıştı. Şenol Güneş de A Milli Futbol Takımı’nı yönettiği dönemde bir maç sonrasında “Soru soran yok mu? Bunun için mi geldik buraya” diye tepki göstermişti.

Gazeteciler basın toplantılarında bazen de teknik direktörlere yanlış sorular soruyor. Bunların bir kısmı muhabirin yeterince araştırma yapmamasından kaynaklanıyor. Örneğin geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe-Fatih Karagümrük maçı sonrasında Bright Osayi-Samuel’i neden yedek bıraktığının Fenerbahçe Teknik Direktörü İsmail Kartal’a sorulması ilk türden bir örnekti. Zira bu futbolcu o maç için sarı kart cezalısıydı.

Geçtiğimiz sezon Bandırmaspor’un teknik direktörüyken Ankara Keçiörengücü ile oynadıkları maçın ardından düzenlenen basın toplantısında İlker Püren de benzer bir olayla karşılaştı. Bir gazeteci, Bandırmaspor 3-1 yenilmesine rağmen Püren’e bu maçta sanki galip gelmişler gibi sorular sormuştu. İlker Püren yenilen taraf olduklarını birkaç kez hatırlatmasına rağmen muhabir gaf yapmayı sürdürmüştü.

Herkesin hata yapabileceğini, bunun da “insani bir davranış” olduğunu belirten Püren’in asıl şikâyeti ise başka:

  • Niyeti soru sormak değil de sizi yanlışa düşürmek ya da sinirlendirmek olan gazeteciler de var. Onların sormuş oldukları soru, aslında o anda sizi sinirlendirmek ve farklı bir algıyı oluşturmak amacıyla soruluyor. Biz teknik adamlar olarak bu tür durumlarla sık sık karşılaşabiliyoruz. Bunu hissettiğiniz anda, hem bulunduğunuz takıma hem de kendinize zarar vermemek adına, karşı tarafa sinirle değil de çok genel cevaplarla o anı geçiştirmeniz gerekiyor. Yani, bir teknik direktör olarak bu kişileri, idare etmeniz gerekiyor. 1-2 kez o hataya düşmüştüm. Sert tepkiyle cevap verdiğimde, polemiğe girmiştim ve bu durum daha sonrasında bize zarar vermişti. O yüzden bizlerin bu konuda eğitim alması ve çok dikkatli olması gerekiyor.

Liyakâtli, profesyonel gazetecilerle sorunlar çözülebilir

Gazetecilerin daha profesyonelce sorular sorması gerektiğinin altını çizen İlker Püren, şunları kaydetti:

  • Bir başka basın toplantısında, sordukları bir soruda, iyi oynamadığımızı söylemişlerdi. Ben de oyunun genel istatistikleriyle ilgili onlara soru sormuştum ve bu konuyla ilgili bilgi sahibi olmadıklarını söylemişlerdi. Ben de onlara, “Madem bana bu soruyu soruyorsunuz, o zaman maçın genel istatistiki bilgileri hakkında sizin de bilgi sahibi olmanız lazım. O zaman iyi ya da kötü oyundan bahsedebiliriz” demiştim. Benim araştırdığım kadar, soruyu soran arkadaşların araştırmadığını gördüm. Basının bu noktada, daha duyarlı ve işine daha hassas bir şekilde yaklaşıp daha profesyonelce sorular sormaları gerek. Eğer bir gazeteci arkadaşımız, basın toplantısına giriyorsa orada konuya tamamıyla hakim olmalı.
  • Biz teknik adamlar olarak maçı 90 dakika orada yaşıyoruz. Hepimizin üstünde bir camia baskısı, kazanma baskısı ya da o anda oyunu doğru yönetme baskısı var. Gazetecilerin bazen teknik adamların üzerine çok fazla gittiğini düşünüyorum. Gazeteciler, teknik adamların da insan olduğunu düşünerek özellikle maç sonlarında, daha yapıcı sorular sormalı. Oradaki durumu polemiğe getirmeden daha hassas sorularla geçiştirirlerse bizim de işimizi kolaylaştırmış olurlar. O zaman karşılıklı, daha iyi bir basın ve teknik adam ilişkisi ortaya koymuş oluruz” diyerek sözlerini noktaladı.

Spor medyasında kalitenin son dönemde düştüğü şeklinde genel bir algı var. Peki bunun sebebi ne ve çözüm nerede? Gençlerbirliği Teknik Direktörü Sinan Kaloğlu’nun bu soruların yanıtını da içeren yorumuyla bitirelim:

  • Basın emekçileri bizim için çok önemli. Bu bir futbol gemisi ve bu geminin içinde, olmazsa olmazlardan biri de kesinlikle basın emekçileri. Beşiktaş’ta oynadığım dönemlerde basın daha ilgiliydi. İşi bilen, objektif kişiler daha çok görevdeydi. Liyakât eskiden daha iyiydi. Bu işe gönül vermiş, okumuş, gerçekten bu işi yapan insanların en azından biraz daha önü açılırdı eskiden ama şimdi, hiç maç seyretmemiş insanların bile spor gazetecisi olduğunu görüyoruz. Gazetecilerin; takımı, oyuncuları çok iyi takip edip her maç için iyi ve doğru sorular sorması lazım. Çünkü, bizden aldıkları cevapları, halka taşımaları gerek. Oyunsal ya da klasik olabilecek soruları sormak yerine, reyting getirecek soruları kovalayan bir yapıya dönmüş biraz. Antrenörleri, kulüpleri, oyuncuları birbirine vurdurmak tarzı gelişti diyebiliriz.

İLGİLİ:

4 gazetedeki 1.778 haberin bize söyledikleri: Bunun adı spor değil, futbol haberciliği

 

‘Arkadaşlar, sorunuz yok mu gerçekten?’

Spor haberleri: Basketbol, voleybol, güreş, halter ve hentbol aramalarının en çok yapıldığı iller

Didem Çam

Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Fotomaç gazetesinde stajyer muhabir olarak görev aldı. 2012 yılından bu yana çeşitli TV, gazete, dergi ve haber portallarında muhabirlik, spor muhabirliği ve editörlük yaptı. Serbest gazeteci.

Journo E-Bülten