Söyleşi

Dijital emek: Haberin kalitesi, editörün kalitesine bağlı

Sırasıyla Radikal, Akşam ve Hürriyet gazetelerinde ekonomi gazeteciliği yapan Can Mumay, Mayıs 2016'dan bu yana çalıştığı Sözcü gazetesinin internet sitesi sozcu.com.tr’de bugün Ekonomi Müdürlüğü görevini yürütüyor.
Dijital emek konulu bir yüksek lisans tezi yazan gazeteci Can Mumay’a göre Türkiye’deki internet sitelerinde ağırlıklı olarak üç haber ajansının içerikleri kullanılıyor. Çalışması kapsamında günde 25 haber yayımlayan bir editörle de konuşan Mumay, içeriğin niteliği ve niceliği tartışmasında niceliğin önde olduğunu söylüyor. “Abonelik modeline giden yolda nicelik bizi taşımaya yetmeyebilir. Mülakat yaptığım bir görüşmeci özel içerik yaratmak için zamana ihtiyacı olduğunu, eğer daha kalabalık bir kadro ile çalışırlarsa buna zaman bulabileceğini söylüyordu” diyen Mumay, yabancı dil başta olmak üzere dijital medyanın insan kaynakları politikalarına da dikkat çekiyor. Mumay, “İkinci el bilgi kullanımı yüzünden dijital gazeteciler ikinci sınıf gazeteci muamelesi görüyor” diyor.

Gazeteci Can Mumay, son yıllarda akademide tartışılmaya başlanan “dijital emek” kavramını incelediği yüksek lisans tezini geçtiğimiz aylarda tamamladı. Mumay’la İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yazdığı “Türk ana akım dijital medyasında dijital emek kalitesinin haber kalitesi üzerine etkileri” (Impacts of digital labor quality to news quality in Turkish digital mainstream media) başlıklı tezi üzerine konuştuk.

“Dijital emek” nedir, kısaca anlatabilir misiniz?
Dijital emeği ikiye ayırarak anlatmak isterim. Biri ücretli dijital emek harcayanlar, yani profesyonel olarak bu işten para kazananlar. Dijital gazeteciler, editörler, yorum onaylayan insanlar, Yemek Sepeti çağrı merkezinde sizinle yazışanlar vb. ücretli dijital emek sarf ediyor. Bu alanda Christian Fuchs ve Sebastian Sevignani gibi Avrupalı akademisyenlerin çok ciddi çalışmaları var.

Dijital emeğin ikinci kısmını ise ücretsiz dijital emek harcayanlar grubu oluşturuyor. Sosyal medya kullanıcıları bu gruba bir örnek. Sosyal medya kullanıcıları paylaştıkları içeriklerle bir görünürlük sağlıyor, sosyal sermaye oluşturuyor, aidiyet ve onaylanma hissi yaşıyor, karşılığında hiçbir ücret almıyorlar. Fakat onların sağladığı dataları reklam şirketlerine satan dijital devler yılda milyarlarca dolar kazanıyor. Kimi akademisyenler ücretsiz dijital emeği “köle emeği” olarak da nitelendiriyor.

Ben çalışmamı gazetecilerin internette sarf ettiği ücretli emeğin kalitesi üzerine yaptım. Tez danışmanım Dr. Esra Ercan Bilgiç’e bu konuya yoğunlaşmamı önerdiği için teşekkür ediyorum.

Ücretli emek kalitesini ölçmek için neler yaptınız?
Emeğin kalitesini ölçmeye çalışmadım. Haber kalitesini normatif olarak ölçen çalışmalardan elde ettiğim kriterlerin üzerine dijital medyada haber kalitesini gösterdiğine inandığım başka kriterleri ekleyip 15 maddelik bir kriter seti oluşturdum. Oluşturduğum kriter setine ilişkin düşüncelerini beş ana akım dijital medya kurumundan (ntv.com.tr, haberturk.com, hurriyet.com.tr, sozcu.com.tr, milliyet.com.tr) 10 editöre sordum ve onların dijital bir haber hazırlarken önceliklerini anlamaya çalıştım. Örneğin multimedya kullanımının kendileri için ne ifade ettiğini, haftada kaç gün izin yaptıklarını, “fake news” hakkındaki görüşlerini, ana sayfa tasarımlarını nasıl bulduklarını anlamaya çalıştım.

‘Multimedya ve interaktif içerikte eksiğiz’

Emek kalitesinin haber kalitesine etkisine ilişkin çalışmanızdaki dikkat çekici noktaları bizimle paylaşır mısınız?
Haberde multimedya kullanımına ilişkin verilen cevaplar benim için dikkat çekiciydi. Multimedya konusunda eksik olduğumuzu düşünüyorum. Haberde fotoğraf, varsa ekstra fotoğraf kullanımı editörlerde güçlü bir refleks. Aynı zamanda son yıllarda videonun reklam gelirinin daha fazla olduğu benimsendiği için haberlere video eklenmesi konusunda da azami bir dikkat gözüme çarptı. Fakat çalışmaya göre multimedya veya interaktif içerikten anladığımız fotoğraf ve video kullanmaktan ibaret. İnfografik kullanımı, ve üçüncü partilerle beslenen HTML kodlarla haberi zenginleştirme gibi refleksler yok. Editörlerin çoğu hiçbir haber için anket hazırlamamış. Görüştüğüm insanların hemen hemen hepsinin deneyiminin 10 yılın üzerinde olduğunu düşünürsek bu düşündürücü…

Sahte haber (fake news) olgusuna editörlerin bakışı nasıl?
Editörler fake news kullanımına karşı çok hassas. Hatalı bir içerik girdiklerinde mesleki olarak kendilerini kötü hissettiklerini anlayabiliyorsunuz. Fakat buradaki çelişki Türkiye’deki internet sitelerinde ağırlıklı olarak üç haber ajansının içeriklerinin kullanılıyor olması. Bu haber ajansları zaman zaman işin doğası da gereği hatalı bilgiler içeren haberler kullanabiliyor ve ajansların geçtiği haberlerin çoğu zaman geldiği şekli ile internet sitelerinde kullanıldığını görüyoruz. İnternette basılı yayınlarda olduğu gibi bir tekzip kültürü de yok. Bunun yasal altyapısında da bir takım sıkıntılar var. Hatalı bilgi içeren bir haberde, yayımlandıktan sonra içeriklerin düzeltildiğini görüyoruz.

Okurun geri bildirimi konusunda editörler ikiye ayrılıyor

Dijital haber sitelerinin okurları ile editörleri arasındaki ilişki nasıl?
Burada editörlerin kendi içlerinde ayrıldıklarını tespit ettim. Mesela kimi dijital gazeteciler okurlardan sosyal medya yoluyla gelen eleştiri ve beğenileri hiç ciddiye almıyor. Bu grupta “okurun genel olarak hiçbir şeyi beğenmediği” anlayışı hakim. Fakat diğer bir grup ise Facebook ve Twitter yorumlarını ciddi şekilde takip ediyor. Okurun getirdiği yeni bakış açısı ile haberin başlığını değiştirebiliyor veya habere başka bir açıdan yaklaşabiliyor.

Çalışmanızda basılı gazetedeki bayat haber anlayışı ile internet sitelerindeki bayat haber anlayışı arasında da bir fark olduğuna değiniyorsunuz…
Mülakat yaptığım tüm isimlere “Üzerinden iki gün geçmiş bir haberi yayına alır mısınız?” diye sordum. Kimisi haberi yayımlamakta geç kaldığını düşünse de, konusuna göre manşetlere taşımadan yayına aldığını, o haberin trafiğinden yine istifade etmek istediğini söyleyenler oldu. Dijitalin “bayat haber” kültürü kağıt gazetelere göre daha esnek. Sanırım bunda yer sıkıntısı olmamasının da bir sebebi var. Sonuçta gazete her gün ‘yeni’yi sınırlı bir alanda vermek durumunda.

‘Mouse maymunları’

Çalışmanızda internet sitelerinin “ikinci el bilgi” kullandığını söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Alvarez’in bu konuda çok güzel bir tespiti var. İnternet sitesi editörlerine “mouse monkey” (mouse maymunu) lakabını vermiş. Dijital gazetecilik ağırlıklı olarak masa başı bir iş olarak kurgulanmış. Fakat ben bunun artık günümüz ihtiyaçlarına tam olarak cevap verdiğine inanmıyorum. İnternet siteleri ağırlıklı olarak üç büyük haber ajansı artı televizyon ve sosyal medya içeriklerini kullanarak besleniyor. Başka yayın organlarından haber kullandıklarında ise kaynak gösterme konusunda bence biraz kırıcı davranıyorlar. Çoğu zaman muhabirin ismi verilmiyor. Verildiğinde dahi haberin ikinci veya üçüncü paragrafında değiniliyor. Bu içeriğin orijinal sahibi için biraz üzücü.

Reytingler dijital gazeteciler için ne kadar önemli?
Çalışmadan çıkan sonuçlara göre reytingler dijital gazeteciler için kesinlikle çok ama çok önemli. Sayfa gösterimi (pageview) düştüğü anda yönetim bunun nedenlerini soruşturuyor. Pageview  eskisi kadar önemsenmiyor fakat yine de oldukça önemli bir gösterge. Sayfa içerisinde bulunan süreyi arttırıcı videolar vs. unsurlar da önemseniyor ve haberlerin içinin daha iyi işlenmesi için buna çalışılıyor bir yandan.

‘Günde 25 haber yayımlayan editör var’

‘İkinci el bilgi kullanımı yaygın diyorsunuz’ fakat internet sitelerinde özel içerikler de görebiliyoruz…
Çalışmanın sonucuna göre dijital gazeteciler özel içerik üretiyor fakat bunun zamanlaması seyrek ve rutin içerik denizi içinde çok özel olmayan işler fark edilmeyebiliyor. Çalışmada günde 25 haber yayımlayan bir editör vardı. Bu sayıyı tutturmaya çalışan bir isimden zaten özel içerik beklenmiyor demektir. Nitelik ve nicelik tartışmasında nicelik önde. Fakat abonelik modeline giden yolda nicelik bizi taşımaya yetmeyebilir. Mülakat yaptığım bir görüşmeci özel içerik yaratmak için zamana ihtiyacı olduğunu, eğer daha kalabalık bir kadro ile çalışırlarsa buna zaman bulabileceğini söylüyordu. Bence altı çizilmesi gereken bir öneri.

Sizce teziniz neden önemli?
Dijital medyada okuduğumuz haber metinlerinin gazete ve televizyonlara göre daha az işlendiği ve daha az rafine metinlerle karşı karşıya olduğumuzu okuyucu yorumlarından anlayabiliyoruz. Bununla ilgili yapılmış akademik çalışmalar da var. Örneğin Tuğba Akdal’ın “Yazılı basın ve elektronik medyada haber kalitesindeki farklılıklar ve güvenilirlik olgusunun incelenmesi” isimli çalışması gerçekten çok kıymetli. Urban ve Schweiger’in “News Quality from the Recipients’ Perspective” isimli çalışması da okurun haber kalitesini değerlendirme konusunda rafine bir düzeyde olduğunu belirtiyor. Ben tezimde dijital haber üretimindeki refleksleri ve mevcut olan problemli alanları dijital editörlerin iş yapış biçimlerine ışık tutarak anlatmaya çalıştım. Bu konuda yapılmış çalışma sayısının az olduğundan hareketle tezin manalı olduğuna inanıyorum.

‘Hürriyet ve Milliyet’in dijital rekabeti endüstriyi şekillendirdi’

Çalışmanızdan bağımsız olarak bir soru sormak istiyorum. Sizce dijital haberlerin özellikleri değiştikçe, gazetecilikte de değişiklik oldu mu?
Türkiye özelinde 1997 yılından sonra ana akımın da ağırlıklı olarak dijitalde oyuncu olmasıyla rekabet başladı. Fakat bu rekabet bugünkü gibi bir son dakika yarışı şeklinde değil, daha çok bir prestij rekabeti gibiydi çünkü internette display advertisement’dan (görüntüleme temelli reklamlar) doğan bir gelir modeli oturmamıştı. İnternet siteleri ilan almaya başladıkça bu rekabet büyüdü. Bilhassa aynı gruplarda olmalarına rağmen Hürriyet.com.tr ve Milliyet.com.tr’nin rekabeti endüstriyi şekillendirdi. Ana akım internet sitelerini ilk kurduğunda haber verme telaşı bu kadar yoğun değildi. Şimdilerde bir telaş var ve bu telaşın sunuma yansıması var. Başka çalışmalar için yaptığım mülakatlarda gördüm ki 2000’li yılların ikinci yarısından sonra rekabet çok başka bir seviyeye taşınıyor.

Tıklanma her şeyin önünde değil mi şu an?..
Aslında çalışmamda da anlatmaya çalıştım. Clickbait’in bir eko-politiği var. Türkiye’deki her haber sitesi reklam gösterimi üzerinden para kazanıyor. Bugün sevdiğiniz bir internet sitesini takip etmek için ayda 20 TL öderseniz bambaşka bir internet sitesi bulursunuz karşınızda. Bugün Buzzfeed, Business Insider, CNBC gibi dünya devi kuruluşlar da clickbait yapıyor. Fakat bunun bir düzeyi olmalı, tık avcılığı için haberi başkalaştırmadan veya gerçeği eğip bükmekten bahsetmiyorum. Siz insanları haberin özünden çok uzaklaşmadan da haberinizi okutabilirsiniz. Ama o anki editörün o makale üzerinde ne kadar mesai harcadığına, buna ne kadar zamanı olduğuna ya da ne kadar zaman harcamak istediğine göre değişen bir şey… New York Times olup 3 milyondan fazla dijital aboneye sahip olursanız clickbait yapmanıza gerek kalmaz. Wall Street Journal 1996 yılından beri dijitalde abonelikle haber satıyor. Sadece bir kez 11 Eylül 2001 tarihinde bütün içeriklerini ücretsiz olarak internete koydu.

‘İnsanlar sadece ajans haberleri için para ödemek istemeyebilir’

“Abonelik sağlamak için rutin haberlerin dışına çıkıp özel içerik yapmak gerekiyor ve Türkiye’de bu konuda çok eksik var” şeklinde bir sosyal medya paylaşımınız vardı. Ama okuyucu tarafından baktığımız zaman da, ücretsiz halini okumaya çalışıyor ya da okumak istemeyip o abonelikleri yapmıyorlar. Bu paylaşımınızı biraz daha detaylandırabilir misiniz?
Bir süredir düşündüğüm bir konu var. Bedavası olan bir ürün varken neden ücretlisini tercih edesiniz? Bu biraz da yemek gibi, yani akşam yemeğini sağlıksız bir tostla da geçirebilirsiniz ve doyarsınız, hafif tavuklu bir salata yiyerek de karnınızı doyurabilirsiniz. Ama hangisi sizin için daha faydalıdır? Bence insanlarda dijital abonelik ve mikro ödeme davranışları yerleşti. Eğer Netflix’in bugün Türkiye’de 1.5 milyon abonesi varsa demek ki bir sürü insan ayda 20 TL ödemeyi kabul etmiş. Tabii Netflix’in onlara sunduğu içerik evreni çok büyük bir evren. Bunun bir benzeri gazetecilikte de sağlanırsa insanlar neden haber okumaya para vermesin? Fakat mevcut içerikler paralı yapılırsa insanlar sadece ajans haberlerini okumak için para ödemek istemeyebilirler diye düşünüyorum.

Sizce medyada yetenek sıkıntısı var mı? Mesela İngilizce bilen sayısının az olduğunu görüyoruz…
Sorunuzu çalışmamı referans vererek cevaplayabilirim. Evet özellikle bir yabancı dil problemi medyada var. Bunu bir insan kaynakları politikası olarak ele almak gerekli.

Beşinci kuvvet olarak sosyal medya

İnternetle birlikte bilginin dağıtımının ucuzlaması ile birlikte, sizce bilgi de ucuzladı mı?
Akıllı cihazlarla birlikte herkes ürettiği bilgiyi bir okura (audience) ulaştırma yetkisi kazandı. Bu eskiden seçkinci bir yetkiydi. Bilgiyi alma, yazma ve dağıtma sadece medya profesyonellerinin elinde olan bir yetkiydi. Şimdi, bütün bu yetkiler küçük bir cep telefonda toplandığı için bilgi de ucuzladı. Mesela altın uzmanı gibi bir Twitter hesabı açabilirim ve insanlar beni takip edebilirler. Beni ciddiye de alabilirler. Ama benim o konudaki yetkinliğim çok tartışmalı olabilir. O yüzden dağıtım ve iletim kanallarına erişimin ucuzlaması ile birlikte bilgi de ucuzladı. Çünkü eskiden bir matbaa vasıtası ile ürettiğiniz ve dağıttığınız bir bilgiyi şimdi tweet vasıtasıyla ulaştırabiliyorsunuz. Bence, burada bilgiyi ulaştırma demokratik bir hale de geldi. Çünkü, çok yetenekli insanlar görüyorum özellikle Twitter’da. Belki Twitter olmasa o insanların sesini duyma imkanımız olmayacaktı. Ama, bunun aksi de oluyor. Herkes, her şeyin uzmanı olduğunu düşünebiliyor.

Sizce sosyal medya beşinci kuvvet mi?
Tabii… Ben o tabiri Zuckerberg’den (Mark Zuckerberg – Facebook’un CEO’su) okudum. Beşinci kuvvet ve dördüncü kuvvet medya ile arasında çok keskin bir ayrım olmasına da çok sevindim. Çünkü, bugün bildiğimiz anlamda sosyal medya ve bildiğimiz anlamda medyanın kesiştiği yerler var, ama birbirlerine hiç benzemiyorlar. Bir yerde bilgi üretimi ciddi bir hiyerarşi içerisinde gerçekleşiyor ve sonunda okura bir bilgi ulaştırılıyor. Diğer yerdeki, çok kontrolsüz (bunun olumlu ya da olumsuz olması başka bir tartışma) bir şekilde yayınlanıyor… Yani, o yüzden kesinlikle sosyal medya beşinci kuvvet. Ama tabii, bu beşinci kuvvetin nasıl kullanıldığı, etkileri ve sonuçlarına bakmak lazım. Ben şöyle bakıyorum, şu anda sosyal medyanın ilk 15 yılını bitirdik. İleride sosyal medyanın tarihi yazılırken içinde bulunduğumuz zaman dilimi sosyal medyanın yolunu bulduğu bir süreç olarak anlaşılacak. O yüzden, “fact-checking” (teyit) kurumları var mesela. Doğru mu, değil mi, bakan… Sosyal medya çok regüle edilmiş bir piyasa değil şu anda. Belki de edilmemeli bir anlamda da.

‘Editörlerin zamanı yok, özel habere muhabir yok’

Ana akım internet sitelerinin büyük kadrolarla çalıştığını görüyoruz neden özel içerik üretimi konusunda bir sıkıntı var sizce? 
Çalışmanın önemli çıktılarından bir tanesi editörlerin özel iş çıkarmak için istekli olduklarını belirtmeleri oldu. Fakat çoğunun buluştuğu ortak payda özel içerik oluşturma konusunda zaman sıkıntısı yaşadıklarını dile getirmeleri. Editörlerden bir tanesi eğer daha kalabalık bir ekibi olursa rutin haber yükünün editörler arasında daha rahat bölüşüleceğini ver herkesin özel içerik yaratma fırsatı olacağını belirtmişti. Bu arada internette özel haber kavramının da ucuzladığını dile getirmekte fayda var. Derleme veya İngilizce’den tercüme edilmiş haberler zaman zaman özel haber diye sunulabiliyor. Çünkü özel içerik üretmeleri beklenen kalabalık ekiplerin hemen hemen hepsinde çok büyük bir muhabir sıkıntısı var.

Mobil platformlar göz önünde bulundurularak içerik üretimi yapılıyor mu sizce? Örneğin haberde emoji kullanılmasına nasıl bakarsınız…
Dünyada ve eş zamanlı olarak Türkiye’de de haber sitelerinin doğduğu anları inceleyecek olursanız kağıt gazetede yapılanın elektronik ortama bir uyarlamasını göreceksiniz. Örneğin gazetede konan yazının aynısı internete konuyor, gazeteye alınan ilanların bir benzeri banner halinde sayfaya konuyordu. Bu bir süre sonra değişti. İnternet değiştikçe ADSL, 3G gibi teknolojiler yaygınlaştıkça dijital haber de biçim değiştirdi. Akıllı telefonlar yaygınlaştıkça bildirim gönderme (push) savaşları başladı. Yani 90’ların başından bu yana internet çok değişti. Bazen değişmemiş gibi davranılsa da gazetecilik de değişti. Hareket halinde (mobil) olan bir okura kağıt gazete diliyle haber sunmak ne kadar doğru bilmiyorum. Bugün bir emoji ile üç kelime ile anlatılacak şeyleri anlatma imkanınız var. Ayrıca genç okuru yakalamak anlamında da dozunda ve özellikle başlıklarda emoji kullanılabilir diye düşünüyorum.

‘Editoryal kadrolar mobili önceliklendirebilir’

Sizce internet sitelerinde mobile özgü ekipler olmalı mı? 
Bu ekibi kurmanın artısı eksisini düşünmek gerek. İnternet siteleri de birer işletme sonuçta. Mevcut kadronun mobili önceliklendirerek haber yazması sağlanabilir.

Okur neredeyse yayıncının da orada olması gerekiyor mu? 
Kesinlikle. Zaten yayıncı bir alanda değilse bile insanlar orada olduktan sonra yayıncı da oraya gidiyor. İnsanlar Twitter’daydı, yayıncılar Twitter’a gitti. New York Times, Twitter hesabı açtığı için insanlar Twitter’a gitmedi.

Dijital medyada yeni gelir kaynakları yaratılması tartışılıyor. Reklam yerine farklı fonlama modellerine ilişkin görüşleriniz nedir?
Geçen yıllarda ticari olmayan bir yayın organında çalışıyorsanız kamu yayıncılığı yapıyorsunuz demekti. Fakat artık kitlesel veya bireysel fonlama araçlarıyla kendini döndürebilen yayın organları var. Çünkü abonelik modeline geçiş beklendiği kadar hızlı olmadı. Google sayesinde tık başına kazanılan para çok komik düzeylere indi. Amerika Birleşik Devletleri’nde fonlama ile ayakta kalan ciddi yayın organları görme şansım oldu. 10 kişilik dijital bir yazı işleri bağışlar ile ayakta kalabiliyor ve sadece 3-4 milyonluk bir nüfusa seslenen yayınlar yapıyor. Fonlama modelinde editoryal bağımsızlık korunabilecekse neden olmasın. Endüstriyel bir et şirketinin fonladığı internet sitesinde veganlıkla ilgili bir dosya yapılabilecekse bence sorun yok. Platformu kimin fonladığı çok önemli yani.

‘Bugün emekleyen her şeyin yarın ciddi bir karşılığı olabilir’

Türkiye’de son yıllarda podcastler de yaygınlaşmaya başladı. Sizce haber programları podcast’e çevrilmeli mi? 
Podcast çok bilgi sahibi olduğum bir alan değil. Podcast üretimine girmeden önce insanların dinleme alışkanlıklarının iyi düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Hayatında radyo ile teması çok limitli insanlar da bunu tüketmeye başladı çünkü. Bilhassa Türkiye’deki dijital medya ortamında bugün emekleyen her şeyin yarın ciddi bir karşılığı olma ihtimali var. Ben mesleğe başladığımda internet sitelerinin Facebook’ta haberlerinin paylaşılması için ayrı bir birimi yoktu. Sonra sosyal medya birimleri olmaya başladı. Video birimleri küçüktü, video birimleri büyümeye başladı. Yani emekleyen her şey daha sonra ete kemiğe bürünmeye başladı. Yeni çıkan her teknolojinin haberciliğe nasıl adapte edilmesi gerektiği üzerine kafa yormak gerektiğine inanıyorum. İletişim teknolojisindeki her inovasyonun habercilikte de ciddi bir karşılığı olma ihtimali var.

Dijital medyada ikinci el bilgi kullanımı çok fazla. Sizce bu yayıncılığa zarar veriyor mu? 
Bu ikinci el bilgi kullanımı yüzünden dijital gazeteciler ikinci sınıf gazeteci muamelesi görüyor. Netflix’in ünlü dizisi House of Cards’taki dijital gazeteci Zoe Barnes karakterinin çözümlemesi üzerine çok güzel bir akademik makale vardı bu konuda.  Dijital gazeteci bilgiyi olduğu gibi aktaran değil, bilgiyi açan, yorumlayan ve aynı zamanda bilgiyi oluşturan bir iş tanımına sahip. Abonelik modeline giden yolda bilginin olduğu gibi aktarılması sürdürülebilen bir iş modeli değil. Türkiye’de insanların mikro ödeme davranışları gelişiyor. Bu dijital gazeteciyi de daha itibarlı bir konuma oturtacaktır diye düşünüyorum.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – KOPYALA YAPIŞTIR YAYINCILIĞINA KARŞI ÖZGÜN HABERCİLİK

Oğuz Bakır

Cumhuriyet'te stajyer muhabirlik, Milliyet'te muhabirlik; Yurt, ABC Gazetesi, Ensonhaber, Sadece Haber, Sputnik ve T24'te editörlük yaptı. NewsLab Turkey ve Inside Turkey başta olmak üzere birçok kuruluş için freelance olarak röportaj, araştırma, söyleşi gibi içerikler üretmeye devam ediyor.

Journo E-Bülten